”Nehir gibidir insan, sadece yüzeysel bilinir; derinliklerinde ne saklar, ne fırtınalar kopar söylemez.. Sadece sessizce akar ve gider” der Mevlana ve insanı bir nehre benzetir .
Nehrin de tıpkı insan gibi doğuşu saftır, sadeliği ve berraklığı göz alıcıdır. O, doğduğunda gürül gürül akan bir pınardı. Pınar, bağrından koparak kendini dağların kollarına hoyratça bırakır, dağlardan gelen ne varsa içine alıp, saklardı. İstemezdi kimsenin görmesini... Pınar, coşardı bir çağlayan gibi hayata...Önüne engeller çıktığında ya o engeli aşıp geçecek ya da kendine başka bir yol bulacaktı. Çünkü hayatta iz bırakmak için ne olursa olsun yoluna devam etmeliydi...
Zamanla nehir büyümüş, geçtiği topraklar onu değiştirmiştir. Artık kıvrılmayı da, geçtiği toprağın şeklini alarak öğrenmiştir. Bir gün başka bir nehirle buluşur ve birleşir...
İnsan da öyle değil mi? Doğumu saf, temiz, berrak ve göz alıcıdır. Büyür gelişir kendini hayat mücadelesinin içinde bulur. Önüne çıkan engelleri aşarak kendine bir yol bulmayı öğrenir. Yılmadan yorulmadan yoluna devam etmeli, tıpkı nehir gibi hayatta bir iz bırakmalı idi. Ve günün birinde karşısına çıkan biriyle buluşur ve hayatını birleştirir.
Hızla geçen zaman, onca yaşanmışlıklar, sona yaklaşması, onu kendi iç dünyasına yöneltmiş ve yalnızlık hissi tüm benliğini sarmıştır artık... Kendiyle yüzleşme iç hesaplaşma başlamıştır iç dünyasında.
Hızla geçen zaman, onca yaşanmışlıklar, sona yaklaşması, onu kendi iç dünyasına yöneltmiş ve yalnızlık hissi tüm benliğini sarmıştır artık... Kendiyle yüzleşme iç hesaplaşma başlamıştır iç dünyasında.
Öyle ya! nice vedalarda boynu büküldü... Kim bilir kaç gidenin ardında gözlerine yağmur bulutları çöktü. Kimi zaman gözlerinden akıtamadığı yüreğini sele çevirdi. Kaçıncı kez hazan mevsimi yaşadı. Sevdi, sevildi, özlemleri hasretleri büyüttü içinde. Kimi zaman ezildi, itildi, aşağılandı, dışlandı, horlandı kendini anlatamadı, anlaşılamadı... Kendine sakladı her şeyini.
Takvimlerden kopanlar bir daha geri gelmedi... Sessizce öylece aktı gitti. Öyle bir akıştı ki, geri dönüşü olmadı. İşte bu akışın adı, geçerken insandan çok şeyi de beraberinde alıp götüren kimine göre her şeyin ilacı olarak bilinen zamandı...
Neydi ki bu zaman? Ardından koşarken kanadına nice umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş mu? Yoksa çağlayarak akan ve hayallerimizin, amaçlarımızın içine düştüğü ve bizim ulaşmak için var gücümüzle koştuğumuz boğulmaktan korktuğumuz, her şeye rağmen yetişmeye çalıştığımız bir türlü yetişemediğimiz çağlayarak akan bir ırmak mı?
O ki, ne kanadına umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş, ne de yetişmeye çalıştığımız ve içinde boğulmaktan korktuğumuz çağlayarak akan bir ırmak.
O, şimdi geriye dönüp baktığımızda uzun uzun seyredebileceğimiz bir film şeridine dönüşmüş umutlarımız, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, anılarımız ve tüm yaşanmışlıklarımızı gösteren bir şerit. O şeritte büyük bir mutlulukla seyredeceğimiz kareler olduğu gibi, keşke bir makasla kesip atabilsem dediğimiz görüntüler de mevcut...
Sularla birlikte akar insan ömrü. Ta ki son menzile varılır öyle durulur. Sular kaynağında duruydu saftı. Sen kundağında… Sularla birlikte aktı hayatın. Kimi zaman bulandın kimi zaman duruldun. Sen yüreğinde biriktirdin sakladın her şeyini, sular derinliklerinde... Ve hayat sessizce aktı gitti...
Muhabbetle
Hanife MERT