hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Haziran 2020 Pazar

Hani Bazen!



   Hani bazen hayat üzerimize çöreklenir de nefes alamaz hale geliriz ya! Her şey üst üste gelmiştir. İç dünyamızda tarif edemediğimiz sıkıntılar, hüzünler yaşarız hani. Hani dokunsalar ağlayacak gibi oluruz ya bazen. İçimizden hiç bir şey yapmak gelmez. Kendimizi çaresiz, mücadelesiz, onca kalabalığın içinde yapayalnız hissederiz... Her şeyi olduğu gibi bırakıp kaçmak isteriz hani.Tanıyanı bileni olmayan bir yere kaçıp gizlenmek isteriz, kendimizden kaçmak...

    İnsanın bu denli kendinden uzaklaşmak isteği, yaşadığı ortamın sıkıntılı, belirsiz olması sebebiyle kendinden uzaklaşmak, bulunduğu ortamdan kaçarak çözüleceğine inanma algısı. Bireyleri bu denli çıkmaza sürükleyen neden, yaşadığı toplumun dayattığı yaşam tarzı, buna ek olarak son dönemlerde insanlığı etkisi altına alan beklenmeyen gelişmeler, covit 19 gibi... Ve akabinde ortaya çıkan güvensizlik, sevgisizlik, umutsuzluk gibi duygu birikiminin insan ruhunda oluşturduğu olumsuz etkinin bir sonucudur. Bu durum insanı yalnızlaştıran sebebin başında gelir.

    İnsanın hayatın getirdiği her türlü iyi ya da kötü günler karşısında yaşama sevincini koruyabilmesi, onun sağlıklı bir ruh yapısına bağlıdır. Sağlıklı bir ruh yapısına sahip olabilmek ise insanın önce kendini tanıması ve kendiyle barışık olmasını gerektirir. Kendini bildikçe, kendine yaklaştıkça insan, yalnızlığından arınır. Kendini tanıdıkça önünü aydınlatır, başkalarını da anlar. Kendini anladıkça öz güveni artar. Kendini bildikçe kendini sever. Kendini sevdikçe sevgiyi dilenmez, zaten o sevgi olur. Kendine baktıkça yalnızlığından kurtulur. Kalabalıklaşır ve var olur. Kendini bildikçe hakkı bilir. Kendini bildikçe haddini bilir... 

   Kendini bilen, kendini tanıyan, kendiyle barışık yaşamanın hazzını duyanlardan olmanız dileğimle.


Muhabbetle,

Hanife Mert

12 Ekim 2016 Çarşamba

M. Kemal Atatürk Diyor ki!



“… Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkar paylaşarak birleşmiş ittifak etmişlerdir.
Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar duygular fikirler Türkiye’nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Bu geleneğin Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi bir takım bahanelerle Türkiye’nin iç hayatına iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Güç ve kuvvet elde etmişlerdir.
“… Bunların etkisinde kalarak milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin! Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.
İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakatlanmış bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her yıl, her yüzyıl biraz daha gerilemiş, daha çok düşmüştür.
“…Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektirdiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye’de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki, ‘Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.’ Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı, bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar Bizi idare etsin’ diyorlardı.”
Mustafa Kemal
6 Mart 1922

Ne büyük bir liderlik! Ne gerçekçi bir öngörü... Gurur duymalıyız M.Kemal gibi bir liderimiz olduğu için. Onun bıraktıklarına canla başla dört sarılmalı ve sadece sarılmakla kalmamalı hayata geçirmeye özen göstermeli. Bunları evlatlarımıza yakınlarımıza dostlarımıza milletimize anlatmalı yaşatmalı. Ancak böyle çıkar bu millet karanlıktan aydınlığa...
Muhabbetle,
Hanife Mert

4 Mayıs 2014 Pazar

Gerçeğin Acıtan Yüzü!

Ne zordur yalnızlık! Mezar gibi soğuk ve ürkütücü… Duvarlar üstüne üstüne gelir. Gözün çalmayan telefonda, kulağın ise kapı zilinde takılıp kalmıştır. Beynini küçük kurtçuklar gibi kemiren düşünceler, bir türlü rahat bırakmaz olur. Düşündükçe bunaltır, bunaldıkça vicdanla birleşerek benliğini esir alır. Kendinle konuşur, kendinle paylaşır, kendinle dertleşirsin. Kendini sorgular, yine kendini kendin yargılarsın. Sanık da sen, yargıçta sen, avukatta…


   Tek katlı damı ve duvarları betondan yapılmış, önünde teneke saksıda susuzluktan kurumuş şeker çiçeği, karanfil, ve hanım eli gibi birkaç çiçekten ibaret olan küçük bakımsız bir bahçesi vardı. Bir göz odalı evinde her zamanki gibi yine tek başına ve yine kendisi ile yapayalnızdı… Ne arayanı soranı, ne de geleni gideni vardı.
Şairin: “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge. Ne açar kimse kapım bâd-ı sâbâdan gayrı.” Dediği gibi kendini sadece yine kendisi düşünüyordu. Kapısını çalanı, arayanı soranı, geleni gideni yoktu.

   Bir zamanlar karıncanın şekere üşüştüğü gibi, etrafını saran onca insanlar nerede şimdi? Nerede dostları, arkadaşları, akrabaları, yakınları sevdiğim dediği insanlar? İnsan düşmeye görsün. Arasan ilaç namına bulamazsın kimseyi. En yakının bile kaçar senden öbek öbek…

  Canı sıkılmıştı. Sabah demlediği çayı ısıttı. Bardağa doldurduktan sonra tek odalı evinin yola bakan küçük balkonuna, tahta tabureyi alarak oturdu. Gözleri nemli, gönlünü hüzün kaplamıştı. Gömleğinin cebinden paketteki son sigarasını çıkardı ve yaktı. Keyifle çekti dumanını ciğerlerine. Tadını çıkarmalıydı. Zira başka sigara alacak parası yoktu…

   Yoldan geçen insanları izlemeye başladı. Her birini ayrı ayrı izliyordu. Her birinin yüzü mahkeme duvarı gibi. Soğuk, mutsuz, umutsuz, gergin, karamsar ve yalnızlığın yüzlerine bir yafta gibi yapıştığı insanlar. Onca kalabalığın içinde insanları böyle mutsuz, karamsar, yapayalnız hissettiren sevgisiz, vefasız, nankör yapan bencilce yaklaşımlarından başkası değildi. Daha önce nasıl da fark edememişti? Zira insan çoğu şeyi yaşayarak öğreniyor ve ancak yaşadıklarından ders alabiliyordu. Ders alabilmesi için, önce musibete maruz kalmalı idi. Bir musibetin bin nasihatten etkili olması gibi. Hayat da dersini yaşatarak veriyordu.

  Hayalinde bir bir canlandı yaşanmışlıkları… Gözleri nemlendi… Anne babası ona hayatı öğretmediler. Özel kolejde okuttular. Lakin kendisinin özel olduğunu hissettirmediler. Her istediğini para ile elde edebileceğini öğrettiler, paranın satın alamayacağı değerleri öğretmediler. Paranın yaşamak için bir amaç değil, sadece bir araç olduğunu öğretmediler. Ona çalışsın diye iş buldular. Sebat etmesini öğretmediler. Yuvası olsun diye bir eş, bir ev verdiler. Lakin o yuvanın bekası için gerekli olan en önemli şeyin sevgi, saygı ve sorumluluk bilincinin önemli olduğunu öğretmediler. Her düştüğünde el verip kaldırdılar, bir defada” kendin düştün, kendin kalk” demediler.
   Her şeyden önemlisi ona karakterini sağlamlaştıracak bir fırsat vermediler. Her şeyini, işini, eşini, yuvasını, kızını, dostlarını kaybettiğinde anlamıştı bütün bunları. 


   Düşmüştü..! Yine eskiden olduğu gibi anne ve babasının el vermesini bekledi. O el uzanmamıştı. Zira anne ve babası da onu yapayalnız bırakmıştı.” Öğreneceğim” diyordu hayatı geç de olsa… Kalacak yeri yoktu. En son çocukluk arkadaşı ile kalmıştı. Bir müddet sonra o da yol verdi. Artık dışarıda parklarda kalıyordu. Hatta bir arkadaşı onu uzaktan görmüştü. Kimseye göstermeden çöp kutusundan ekmek aldığını da, gözyaşlarını tutamamıştı... 

  Bir zamanlar jöleli saçların ve Rayban marka gözlüğün yerini, kirden yağlanmış saçlar ve gözlerinin altındaki morluklar almıştı. En pahalı mağazalardan aldığı kıyafetlerin, ayakkabıların yerini kirden, pislikten rengi seçilmeyen, kimi yeri yırtılmış tişört, pantolon ve ayakkabı almıştı...

   İnsan ne oldum dememeli. Bu gün sahip olduğu sağlığa, zenginliğe, güzelliğe güvenmemeli. Her birinin bir anda yok olabileceği bilincine sahip olmalı.

  Anne ve babalar da her şeyden çok sevdiği evlatlarını yetiştirirken onları hayata hazırlarken, güçlü bir irade sağlam bir karakter ve hayatta mutlu olabilmesi için ruhunu sevgi ile doyurmalı. Sevgiyi, sabrı, kanaati, mücadele etmeyi ve mutlu olmayı öğretmeli.

  Yaşanmış her hayat içinde ders verici bir kıssa bulundurur, hisse almasını bilirsen…
Muhabbetle.
Hanife MERT

“Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge.
Ne açar kimse kapım bâd-ı sâbâdan gayrı.”
(Fuzuli)
Anlamı:
Gönlümün ateşinden başka bana kimse yanmaz, acımaz.
Sabah rüzgarından başka da kimse kapımı açmaz.

Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...