kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2021 Cuma

KADIN VE KAYIP





İnsan kaybetmeye görsün. Bir yerden başladı mı, arkası çorap söküğü gibi gelir. Hızına yetişemezsin. Üzerine balyoz gibi inen kaybın etkisi  karşısında dizlerinin bağı çözülür, olduğun yere çöker kalırsın. Yüreğin yanıp kavrulurken, gözyaşların o yangını söndürmede yetersiz kalır.

Özellikle son günlerde çok kayıp verdik, çok... Hepimizce malum ormanlarımız, içinde yaşayan hayvan dostlarımız, evlerimiz,  canlarımız gitti. Günlerce endişeden korkudan nefesimiz tükendi. Biz bu kayıplarımıza ağlarken, duyduğumuz bir kayıp vardı ki tarif etmeye sözcükler yetmezdi. Yirmi bir yaşında  bir fidanımızı geleceğimizi kaybetmek bizi şaşkına çevirdi. Üzüntümüzü ifade etmeye sözcükler yetersiz kaldı. Üniversite öğrencisi Azra Gülendam Haytaoğlu adındaki kızımız hunharca canice öldürülmüştü. Sadece Azra değildi, ardından başka kadın cinayeti haberlerini okuduk öğrendik üzüldük, ağladık, ah vah ettik...  Ancak ah vah etmekle kadınlara reva görülenler çözüme kavuşturulmadı...

Maalesef ülkemizde kadınlar şiddet görüyor. Kimi sokak ortasında, kimi gizli bir köşede, kimi de çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Cani bir el son kez dokunarak onu bu hayattan koparıyor. 

Eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Bahane mi? Bahane çok,  kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor.

Oysa kadın değerlidir. Özünde koskoca bir dünyayı barındırır. İnsan olmanın en temel unsuru, en büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır.  O, Mustafa Kemal Atatürk'ün;" Dünyadaki her şey kadının eseridir." sözüyle taçlandırılarak yüceltilmiştir. Çünkü kadının değersizleştirilmesi toplumun hatta dünyanın değersizleştirilmesi demektir.

Kadın konusunda  çok fazla yazılıyor, konuşuluyor, sivil toplum örgütlerince çalışmalar yapılıyor. Hatta bir kadın olarak ben de bu konuda çok fazla yazdım, hala yazmaya devam ediyorum. Yetmedi iki tane de kitap yayımlattım. Ancak etkili olamadık... Kadın istismarı hızını kesmeden devam etti. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kaldı. 
Bu da yetmezmiş gibi vahşeti, şiddeti, zulmü işleyen canilere hak ettikleri cezaların verilmemesi,  hakimlerimizin  ceza indirimine gitmesi yürekteki ateşi daha da körükledi.

Bu aşamadan sonra lafı daha fazla uzatmak yerine, yazımı yönetenlerden isteğimi tekrarlayarak bitirmek  istiyorum. İsteğim odur ki; bizi yönetenler toplumun bu önemli sorunu ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Çünkü kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Çünkü kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür ve güçlü toplum demektir.  Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara kızlara da saygılı nazik olması öğretilmeli... 

Okurlarıma sevgilerle,

Hanife Mert












12 Mart 2021 Cuma

HIÇKIRIKLARDAN GERİYE KALAN



 

Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM)'nin  iki ayda bir çıkardığı İLESAM ilim ve Edebiyat Dergisi'nde yayınlanan yazımı paylaşmak istedim. Keyifli okumalar dostlar.

  Zehra kocasından boşandıktan sonra, daha doğrusu kocası olacak adam onu döverek üç defa boş ol! boş ol! boş ol! diyerek  sokağa attıktan sonra çaresiz, beş yaşındaki kızını ve kızından iki yaş büyük zihinsel engelli oğlunu alarak iki gözü iki çeşme baba evine döner.
Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin, çok zor. Bunu yaşayan bilir. Zehra burada bir yabancıdır. Diken üstünde oturuyormuş gibi batar her şey ona. Evlenmeden önce de annesi babası misafir gözüyle bakardı. Kız çocuğu değil mi, biri alıp götürecektir sonuçta. Zehra da öyle oldu. Daha on beşine girmemişti istendiğinde. "Bu adam seni istiyor kabul eder misin?" diye sorulmamıştı bile. Babası tamam dedikten sonra üzerine kimse laf söyleyemezdi. Kaldı ki babası yüklüce bir de para almıştı damadın ailesinden... Baba evinde misafir, koca evinde el kızı görülen Zehra, hiç bir zaman kendi olamadı kendini ait hissedeceği bir yer bulamadı. Aslında iki çocukla baba evine dönmezdi, dayaklara, hakaretlere, horlanmalara sabrediyordu. Hatta üzerine kuma getireceğini söyleyen kocasına bile karşı çıkamamıştı. Ta ki kocası tarafından öldüresiye dövülüp sokağa atılana kadar. Çaresizdi Zehra, nereye gideceğini bilmiyordu. Baba evine dönmeyi düşündü. Annesinin, daha gelinliğinin içinde evden çıkmadan önce bir köşeye çekip; aman kızım! larla başlayıp, " gelinlikle çıktığın bu eve, ancak kefeninle dönersin! le bitirdiği" sözünü hatırlamıştı. Zehra'nın olmayan özgürlüğüne daha en baştan ipotek koymuştu annesi. Eve dönemezdi, gidecek başka yeri de yoktu. Abla gibi sevdiği komşusu Nurten’in tavsiyesi üzerine devlete sığınmaya karar verdi. Devletin şefkatli kolları bizi de sarar dedi ve bulunduğu yerdeki Kadın Sığınma Evine sığındı. Oradaki kadınların durumunu görünce içini bir korku sarıverdi. Çünkü orada bulunan kadınların her biri diğerinden dertli, sorunlu, psikopatça tavırları vardı. Ne yapalım sabredeceğiz dedi çaresizce. Bir gece orada kaldı. Ertesi gün gördüğü manzara dehşete düşürmüştü Zehra'yı. Birilerinin gizli konuşmalarını duymuştu habersizce. Bir pazarlığa şahit olmuştu Zehra. Bu durum karşısında gördüklerine inanamamıştı. Çareyi evlatlarını alarak kimseye görünmeden oradan kaçmakta buldu. Doğruca baba evine gitti. Döndüğü için dayak da yese, eziyet de görse ailesiydi...

     Bir yanda ne olduğunu anlamayan çocuk yaşta dedesi, babası yaşında adamlarla evlenmeye zorlanan  evlendirilen çocuk gelinler, diğer yandan “töre” denen ortaçağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde bocalayan aileler aydınlanmanın önündeki engeldir... Bu engel kalkmadığı müddetçe gözü moraran, kaşı patlayan, saçları yolunan, cinayete kurban giden kadınlar, daha çok içimizi yakar.

 Daha birkaç gün önce kutladığımız dünya kadınlar gününde, iki kadın vahşice katledilmiş, bir kadın da sokak ortasında küçük kızının gözleri önünde yere yatırılıp tekmelendiğini hepimiz sosyal medyada izledik. Neredeyse her gün her yerde şiddete maruz kalan, taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen yetmedi kesilen yakılan, bıçaklanan, horlanan, aşağılanan, dışlanan hayatının baharında hayatına son verilen kadınların durumları ortada. Artık alışıldı. Sıradan bir olaymış gibi üzerinde bile durulmuyor. İlk duyulduğunda ah vah ediliyor, sonra unutuluyor. Ateş düştüğü yerde yanıp kalıyor.


Artık bu devleti yönetenler şunu iyi anlamalı;
 "kadınlar zulüm görüyor! öldürülüyor!  Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, öldürülüyor.

Baba, erkek kardeş, eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor.

Oysa kadın değerlidir, kadın saygındır. Her şeyden önce o bir insandır. Kadın; adam olmadan önce insan olabilmenin en temel unsuru, var oluşumuzun ardındaki sır, hayatın can damarıdır. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır. O büyük bir nimettir tabi kıymetini bilene.

  Toplumun bu önemli sorunu bizi yönetenler tarafından ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür güçlü toplum demektir. Önce erkekler eğitilsin bilinçlensin dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız şuan için belki onların bilinçlenmesi zor gibi görünebilir. İpin ucu kaçmış olabilir. Ancak gelecek nesillerimizin bu hatalara düşmemesi için bu gerekli. Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara da saygılı nazik olması öğretilmeli.
Muhabbetle
Hanife Mert

5 Ocak 2021 Salı

"ŞİDDET VE KADIN


“Sevginin bittiği yerde başlar şiddet.” Şiddet; güç ve baskı uygulayarak kimilerine göre stres atmak, kimilerine göre varlığını ispat etmek, kimine göre de öz güveni olmayanların baş vurduğu psikolojik bir durum. Sevginin olmadığı yerde çıkar ortaya. Hal böyle iken sevginin olmadığı yerde güzellik ve iyilikten bahsedilemez. Oysa sevgi öyle dolu bir şey ki hiç eksilmez. Verdikçe çoğalır. “ Seni seviyorum” cümlesi ne kadar güzel, öyle değil mi? Sevgi sözcüğünü duymak insanın içini ısıtıyor ne kadar mutlu ediyorsa, tersini duymak da o kadar gerer ve mutsuz eder. 

Ülkemizde kadınlar şiddet görüyor ve öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi yakılıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek öldürülüyor. Baba, kardeş, eş, evlat, sevgili, eski eş, hatta eski sevgili... Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, kimi parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu... Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Kadına reva görülen şiddet, vahşet, zulüm ve ölümler tavan yapmış durumda. 

 Malum bu konular çok fazla yazılıyor, konuşuluyor ancak bir sonuca bağlanmıyor. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kalıyor ve sadece orayı yakıyor. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri cezalar verilmiyor. Cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin de insiyatif kullanarak; suçu işleyenleri takım elbise giymesi, efendi  görünmesini kıstas alarak ceza indirimine gitmesi gibi nedenler kanımca şiddet meraklısı pek çok hasta ruhlu insanları harekete geçirmede etkendir. 

  Sebep ister psikolojik, ister sosyolojik, ister ekonomik, isterse toplumsal olsun. Toplumumuzun bu kanayan yarası ciddiyetle ele alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Bu vesileyle kadınlara uygulanan şiddetin ve kadın ölümlerinin son bulduğu, kadın hak ve özgürlüklerinin tüm kadınlara tanındığı, kadına; anaya, eşe hak ettiği sevginin, saygınlığın, değerinin kazandırılması en öncelikli dileğim...


Muhabbetle,

Hanife Mert


11 Mart 2019 Pazartesi

Hıçkırıklardan Geriye Kalan



  Zehra kocasından boşandıktan sonra, daha doğrusu kocası olacak adam onu döverek üç defa boş ol! boş ol! boş ol! deyip sokağa attıktan sonra çaresiz, beş yaşındaki kızını ve kızından iki yaş büyük zihinsel engelli oğlunu alarak iki gözü iki çeşme  baba evine döner.

 Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin, çok zor. Bunu yaşayan bilir. Zehra burada bir yabancıdır. Diken üstünde oturuyormuş gibi batar her şey ona. Evlenmeden önce de annesi babası misafir gözüyle bakardı. Kız çocuğu değil mi,  biri  alıp götürecektir sonuçta. Zehra da öyle oldu. Daha on beşine girmemişti istendiğinde. Bu adam seni istiyor kabul eder misin? diye sorulmamıştı bile. Babası tamam dedikten sonra üzerine kimse laf söyleyemezdi. Kaldı ki babası yüklüce bir de para almıştı damadın ailesinden... Baba evinde misafir, koca evinde el kızı  görülen Zehra,  hiç bir zaman kendi olamadı kendini  ait hissedeceği bir yer bulamadı. Aslında iki çocukla baba evine dönmezdi, dayaklara, hakaretlere, horlanmalara sabrediyordu. Hatta üzerine kuma getireceğini söyleyen kocasına bile karşı çıkamamıştı. Ta ki kocası  tarafından öldüresiye dövülüp  sokağa atılana kadar. Çaresizdi Zehra nereye gideceğini bilmiyordu. Baba evine dönmeyi düşündü. Annesinin,  daha gelinliğinin içinde evden çıkmadan önce bir köşeye çekip; aman kızım'larla başlayıp, " gelinlikle çıktığın bu eve, ancak kefeninle dönersin’le bitirdiği" sözünü hatırlamıştı. Zehra'nın olmayan özgürlüğüne daha en baştan ipotek koymuştu annesi. Eve dönemezdi, gidecek başka yeri de yoktu. Abla gibi sevdiği komşusu Nurten’in tavsiyesi üzerine devlete sığınmaya karar verdi. Devletin şefkatli kolları bizi de sarar dedi ve bulunduğu yerdeki Kadın Sığınma Evine sığındı. Oradaki kadınların durumunu görünce içini bir korku sarıverdi. Çünkü orada bulunan kadınların her birinin diğerinden dertli, sorunlu, psikopatça tavırları vardı. Ne yapalım sabredeceğiz dedi çaresizce. Bir gece orada kaldı. Ertesi gün gördüğü manzara dehşete düşürmüştü Zehra'yı. Birilerinin gizli konuşmalarını duymuştu habersizce. Bir pazarlığa şahit olmuştu Zehra. Bu durum karşısında gördüklerine inanamamıştı. Çareyi evlatlarını alarak kimseye görünmeden oradan kaçmakta buldu. Doğruca  baba evine gitti. Dayak da yese, eziyet de görse  ailesiydi...

  Hikayemizde anlatılan olayın benzeri, maalesef ülkemizde çokça yaşanıyor. Bu uğurda yuvalar yıkılıyor, çocuklar anneli babalı öksüz- yetim kalıyor. Hatta sebepli sebepsiz kadınlar öldürülüyor.
   Bir yandan çocuk yaşta evlenmeye zorlanan ya da evlendirilen, o yaşta sorumluluk almaya çalışan kız çocukları, diğer yandan “töre” denen ortaçağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde bocalayanlar. Gözü moraran, kaşı patlayan, saçları yolunan, cinayete kurban gidenler.
Kadını aşağılayan, şiddet uygulayan, hatta en kutsal hak olan yaşama hakkını elinden alma hakkını kendinde bulan, kadını el kiri gören, saçı uzun aklı kısa, karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin  gibi kadını hor gören özellikler daha çok  erkek egemen toplumlarda görülmektedir.  Bu  zihniyetteki toplumlarda kadın alabildiğine değersiz ve yok hükmündedir. Yaşadığımız bu çağda, 21. yüzyılda kadının insan olup olmadığının fütursuzca  tartışma konusu yapıldığı  toplumlardır.  Ortaçağın karanlık zihniyetinden cehaletinden kendini soyutlayamayan bu toplumlar tarihte kız çocuklarını diri diri toprağa gömmüş, kız çocuğu babası olmayı  utanç kaynağı saymıştır.

 Kadınları köleleştiren mal gibi alıp satan zihniyet, bugün de güncelliğini korumaktadır.

  Ülkemizde de kadınlar zulüm görüyor, öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, öldürülüyor. 
 Baba, erkek kardeş, eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor.   Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. 

Bu ülkede "Adın Kadın" olunca her türlü çileye, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe gebesin... Şamar oğlanına çevirirler alimallah.

 Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” sözüyle kadının ne kadar değerli ve önemli olduğunu göstermektedir.
Kadın değerlidir, kadın saygındır. Her şeyden önce o bir insandır.  Kadın; adam olmadan önce insan olabilmenin en temel unsuru, var oluşumuzun ardındaki sır, hayatın can damarıdır. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır.  O büyük bir nimettir tabi kıymetini bilene.
    Toplumun bu önemli sorunu bizi yönetenler tarafından ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür güçlü toplum demektir. Önce erkekler eğitilsin bilinçlensin dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız şuan için belki onların bilinçlenmesi zor gibi görünebilir. İpin ucu kaçmış olabilir. Ancak gelecek nesillerimizin bu hatalara düşmemesi için bu gerekli. Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara kızlara da saygılı nazik olması öğretilmeli. Kadın saygınlığını eğitimle taçlandırmalıdır.

Muhabbetle
Hanife Mert
 



22 Kasım 2017 Çarşamba

DÜŞ BATIMI- BAKIŞ ACISI KİTABIMIN TANITIM VE İMZA GÜNÜ ETKİNLİĞİNDEN



Telaşlı ve yorucu günler olsa da sonunun güzel memnuniyetle bitmesi, tüm yorgunluğumu biranda alıp götürmüştü. Bakış Acısı kitabımın tanıtım ve imza günü programını 18.Kasım cumartesi günü Mersin/ Mezitli Belediyesinin tahsis ettiği Bale Kafede sevgili dostlarımın ve kitap sevdalılarının katıldığı, öncesinde kitapların imzalanması ve sonrasında slayt gösterisi ve kokteylle etkinliğimi tamamladım. 

Etkinliğe katılan herkese buradan da teşekkür etmek istiyorum. Kaltılamayan ancak yüreğinin yanımda olduğunu bildiğim dostlarıma da selam olsun. Etkinliğe blog arkadaşlarımdan sevgili Makbule Abalı (kendisine abla diye hitap ettiğim değerli ablam) katıldı. Zahmet edip mutluğumu paylaştığı için teşekkür ediyorum. Etkinkiten bazı fotoğrafları siz değerli blog dostlarımla da paylaşmak isterim... 
Kitaplar yazarın çocukları gibidir. İşte bu yüzdendir ki, çocukları ve eşinden sonra, onun en değerli varlıklarıdır kitapları. Bakış Acısı kitabıma geçmeden önce, Düş Batımı kitabıma kısaca değinmek isterim. Kendi hayat hikayemden kesitlerle kaleme aldığım kitabımın konusu, toplumun temel taşı olarak kabul ettiğimiz aile ve toplumumuzun kanayan yarası haline gelmiş olan kadın oluşturmaktadır. Aile içi şiddet, yıkılan yuvaların aile bireyleri ve dolayısıyla toplum üzerine yaptığı etkileri alt başlık olarak işledim kitabımda.



Kitaplarımı yazarken ve yayımlatırken, kimi zaman umutsuzluğa düştüğüm, kimi zaman vazgeçme isteği ile karşı karşıya geldiğim anlar oldu. Canım ailemin desteği, benim kararlılıkla mücadeleme devam etmemi sağladı.

Neden Bakış Acısı? Bakış Acısı" ismi, "Bakış Açısıyla" karıştırılıyordu. Oysa her ikisi de anlam bakımından birbirinden tamamen farklı ifadelerdi
Bakış açısı en basit anlamıyla, bir konu hakkında kişilerin farklı açılardan bakması ve farklı fikirleri ortaya koyması iken, acı tamamen farklı bir eylemdir. Yaşanan olaylar kişilere göre farklılık gösterse de, insanın yüreğinde duyduğu hissettiği acının gözlerine yansıması aynıdır. Tıpkı gözyaşının renginin aynı olması gibi...





Kitabımın ismini bu düşünce ile Bakış Acısı koydum. “Düş Batımı” isimli kitabımın devamı niteliğinde olan “Bakış Acısı” toplumsal nitelikte ve hali hazırda yaşanan sorunlarımızın gündeme taşınması konusunda gelen talepler üzerine kitaplaştırılmış bir öz-romandır. Ekim 2017de okurlarıyla buluşmuştur.





Konusu, gerçek olaylardan ve olayları yaşayan kişilerle birebir görüşmem ve o görüşme sonucunda edindiğim bilgileri harmanlayarak kurguladığım gerçeklerden oluşmaktadır. Bu kitapla toplumun kemikleşmiş hepimizce bilinen sorunlarına farkındalık yaratmaya çalıştım.






Okuyan herkesin kendinden bir şeyler bulacağını düşündüğüm kitabımın yazılmasından, basılmasına, okuyucuyla buluşmasına kadar yanımda olan, desteğini ve yardımını esirgemeyen önce aileme , sonra tüm dost, arkadaş, gece kitaplığı yayınevime ve tüm okurlarıma teşekkür ederim.


Sevgi ve muhabbetle
Hanife Mert

8 Mart 2016 Salı

ADIN KADIN



25 günlük bebeğini koltuğunun altına alarak hızla evinden çıkıp kendini asansörün önüne zor atmıştı. Çok korktuğu her halinden belliydi. Biran önce asansörün gelmesini istiyordu.Yanına yaklaştım. Ne oldu nedir bu halin? diye soramadım. Zira, onun ağzından başka her yeri konuşuyordu. Gözlerinden siyim siyim yanaklarına inen yaşlar kırılan onurunu, incinen gururundan kızaran yüzü, yediği yumruktan moraran gözü ve kan toplamış kaşı, dağılmış simsiyah üzüm karası saçları yaşadığı ve hissettiği acıyı haykırıyordu. Şairin "bir kadın gülmeyi unuttuğunda, saçlarından süzülürmüş acılar" dizelerinde ifade ettiği gibi, fazla söze gerek yoktu.Tek amacı dişiyle tırnağıyla kurduğu yuvasına, 3 çocuğuna sahip çıkmak olan bu çile baz kadının bu hale gelmesine sebep; canından çok sevdiği, uğruna her şeyden vazgeçtiği sevdiğim dediği adamın cep telefonunda gördüğü uygunsuz mesajlar! O da her kadın gibi açıklama beklemiş, nedenini sormuş. Karşılığında hakaret şiddet ve aşağılanma. Hem de 25 günlük lohusa iken. Bu da yetmezmiş gibi, "sen ona laf söyleyemezsin, zira o benim  imam nikahlı karım" demesi kadının dünyasını karartmıştı. Ne demekti imam nikahlı karım? Hangi kadın sevdiğini, emek verdiği yuvasını bir başkası ile paylaşabilir? Anlaşılır gibi değildi...

   8 Mart dünya kadınlar günü... İşte hikayemizdeki ve benzer daha nice "ADI KADIN" olanlara reva görülenleri düşününce, bu ifade ne kadar samimiyetsiz geliyor kulağa, sizce de öyle değil mi? Neredeyse her gün her yerde şiddete maruz kalan taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen yetmedi kesilen yakılan, bıçaklanan, horlanan, aşağılanan, dışlanan hayatının baharında hayatına son verilen kadınların durumları ortada iken, ne kutlaması diyesi geliyor insanın. Daha dün akşam haberlerde izledim. 27 yaşında bir kadın boşanmak istediği kocası tarafından 50 yerinden bıçaklanarak öldürüldü diyordu haberlerde. Daha niceleri..

   Ülkemizde kadınlar öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, yakılarak öldürülüyor…

   Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak.Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Özellikle son dönemlerde toplum olarak yaşadıklarımız, kadına reva görülenler herkesçe malum.Yaşanan vahşetler, şiddetler,zulümler, ölümler tavan yapmıştır. Malum bu konular çok fazla konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyor, kızılıyor. Lakin kesin bir sonuca varılamıyor. Sonuç? Sonuç yine hüsran. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kalıyor ve sadece orayı yakıyor. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri ceza verilemiyor. Cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin suç işleyenlere karşı takım elbisesini kıravatını bahane göstererek insiyatif kullanmaları buna bir de medyanın olayları tüm çıplaklığı ile sansürsüz sunması gibi bir çok nedenler hasta ruhlu insanların çirkin vahşi canice düşüncelerini harekete geçirerek ellerine geçen ilk fırsatta uygulamaya geçmesine neden oluyordu kanımca…
 

  Bu ülkede "Adın Kadın" olunca her türlü çileye, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe gebesin...
  Oysa "Kadın" içi öyle dolu bir kelime ki. Özünde koskoca bir dünyayı barındırıyor. Kadın! insan olmanın en temel unsuru, varl oluşumuzun olmazsa olmazı. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardir, yarendir. Lakin var oluşundan bu yana, hak ettiği yere hiç bir zaman konamayan, hep zarar gören ama kimseye zarar vermeyendir. Çilekeştir! Zillete düşendir! Bir kenara itilen, canı çıkana kadar döğülendir. Her kabağın başına patladığı yazgısı kara, talihsizlerin en talihsizidir.

O narin yaratılmıştır. Tıpkı  bir çiçek gibi. Hoyratça kullanmaya gelmez. ”Kadın erkeğin gelincik çiçeğidir” buyurmuş sevgili Peygamberimiz (sav). Gelincik çiçeği, dalından koparıldığında bir kaç dakika içinde parlaklığını, canlılığını, güzelliğini yitirir. En küçük hoyrat muamele ve sarsıntıda yara alıp zedelenir. Peygamberimiz kadını işte bu çiçeğe benzetmekte. Yine, erkeğin en hayırlısı kadınına en iyi davranandır buyurarak erkekleri kadınlara karşı iyi davranmaya davet etmektedir.

  Sebep ister psikolojik, ister sosyolojik, ister ekonomik ve isterse toplumsal olsun. Toplumun bu kanayan yarası biran önce çözüme kavuşturulmalı. Bu vesile ile kadınlara uygulanan şiddetin ve kadın ölümlerin son bulduğu, kadın hak ve özgürlüklerinin tüm kadınlara tanındığı, kadına anaya, eşe hak ettiği sevginin, saygınlığın, değerinin kazandırılması dileğimle..

Dünya kadınlar gününüz kutlu olsun.

Muhabbetle,

Hanife Mert

1 Haziran 2015 Pazartesi

İmam Nikahı/ Resmi Nikah...!

25 günlük bebeğini koltuğunun altına alarak hızla evinden çıkıp kendini asansörün önüne zor atmıştı. Çok Korktuğu her halinden belliydi. Biran önce asansörün gelmesini istiyordu... Yanına yaklaştım. Ne oldu nedir bu halin? diye soramadım. Zira onun ağzından başka, her yeri konuşuyordu. Gözlerinden siyim siyim yanaklarına inen yaşlar kırılan onurunu, incinen gururundan kızaran yüzü, yediği yumruktan moraran gözü ve kan toplamış kaşı, dağılmış simsiyah üzüm karası saçları yaşadığı ve hissettiği acıyı haykırıyordu. Şairin "bir kadın gülmeyi unuttuğunda, saçlarından süzülürmüş acılar" dizelerinde ifade ettiği gibi, fazla söze gerek yoktu... Tek amacı dişiyle tırnağıyla kurduğu yuvasına, 3 çocuğuna sahip çıkmak olan bu çile baz kadının bu hale gelmesine sebep; canından çok sevdiği, uğruna her şeyden vazgeçtiği sevdiğim dediği adamın cep telefonunda gördüğü uygunsuz mesajlar...! O da her kadın gibi açıklama beklemiş, nedenini sormuş. Karşılığında hakaret şiddet ve aşağılama... Hem de 25 günlük lohusa iken... Bu da yetmezmiş gibi, "sen ona laf söyleyemezsin, zira o benim ...yıllık imam nikahlı karım" demesi kadının dünyasını karartmıştı. Ne demekti imam nikahlı karım?
 

 İmam Nikahı ya da dini nikah en bilindik haliyle; ülkemizde, İmamın 2 şahit eşliğinde evlenmek isteyen kadın ve erkeğin nikahını kıyması olarak tanımlanabilir.
 Bu durum TCK 230/5 maddesi gereği resmi nikahtan önce kıyılması suç teşkil etmesine rağmen, resmi nikah olmadan gizlice kıyanların sayılarının fazlaca olduğunu biliyoruz.
 Bu konuda "TCK 230/5 maddesi; Aralarında evlenme olmaksızın, evlenmenin dinsel törenini yaptıranlar hakkında iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir. Ancak, medeni nikah yapıldığında kamu davası ve hükmedilen ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar" der.

  1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu ise, resmi nikah müessesesi ile kadının sosyal konumunu güçlendirmek, aileyi, ana ve çocukları korumayı amaçlamaktadır. Dini nikaha dayalı evlenmelerin, kadın ve çocuklar yönünden doğurduğu sakıncalar gözetilerek resmi nikah yapılmadan, dini tören yapılmasının ceza yaptırımına bağlanmasının kamu düzenini ve kamu yararını sağlama amacına yönelik..." olduğu tartışmasız kabul gören bu yasa, 29.05.2015 tarihli gazete haberlerinden, Anayasa Mahkemesinin, imam nikahı kıymak için önce resmi nikah kıyma şartını kaldırdığını öğrenmiş bulunuyoruz. 
 Buna gerekçe olarak "AYM üyeleri, nikâhsız birlikte yaşayanlara TCK’da herhangi bir ceza öngörülmezken, resmi nikâh yaptırmadan dini nikâh kıyanlara hapis cezası öngörülmesinin Anayasa’nın 10’uncu maddesi, kanun önünde dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin herkesin eşit olduğunu ilkesine aykırı olduğunu savundular. Bu üyeler, düzenlemenin din ve vicdan özgürlüğü, özel hayatın korunması ilkelerine aykırı olduğunu" ileri sürdüler.

Haberin tamamı; http://www.milliyet.com.tr/aym-den-flas-imam-nikahi-karari--gundem-2066257/
 

Anayasa mahkemesinin verdiği bu kararla artık resmi nikah kıymadan, imam nikahı ile evlilik yapılabilecek. Yeni bir düzenleme yapılmaz ise; bu durum kadın ve doğacak çocuklar açısından çok büyük sorunlar yaratacaktır.
 Bir çok kişi imam nikahı ile evlilik yoluna sapacağı için doğacak çocukların miras hakkı ve soyadı gibi bir çok hakları gözardı  edilecektir.
Ayrıca kadınların 'boş ol' denilmesi durumunda hiçbir resmi hakkı ve sosyal güvencesi bulunmayacaktır.

 AYM'in bu kararı ile resmi evliliklerin azalması, çocuk gelinlerin sayılarının artması ve yaşanmış hikayemde anlattığım olayların önünün alınması zorlaşacaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, İslam dininde “dini nikahın” olmadığını belirterek,“Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kıyılan resmi nikah, İslam dininin de geçerli saydığı nikahtır” demesine rağmen AYM resmi nikah olmadan imam nikah kıyılmasını serbest bırakması kafalarda soru işareti oluşturmaktadır.
  

Kadına şiddetin ve boşanmaların önünün alınamadığı böyle zamanda, AYM kararının bu olumsuz durumu tetiklemesi kaçınılmazdır. Dilerim en kısa zamanda bu hatadan dönülür, daha yapıcı kararlarla durum çözüme kavuşturulur.


Muhabbetle,
Hanife Mert

9 Mart 2015 Pazartesi

Hayatın içinden satır araları (Kadın...!)

Bir süredir bloğumdan uzak kaldım. Bu süreçte ne yazabildim ne de  siz değerli blog dostlarımın yazılarını okuyup yorum yapabildim. Aslına bakarsanız bu hal yeni değil. Zira zaman zaman benzer serzenişlerimi paylaştım. Sebebine gelince; kısmen özel ancak temelde genel... 
 Bazı özel uğraşlar ve  mevsimsel hastalıkların yanında Şubat başlarında piyasaya çıkan ve duyurusunu sayfamda da paylaştığım "Düş Batımı" isimli kitabımın heyecanı da etkenlerdendi... 
  İnsan hayatı tek düze değil. Kimi zaman sevinç, kimi zaman hüzün, kimi zaman tatlı heyecanlar yaşadığı gibi, vicdanını sızlatacak, canını acıtacak, hatta kanını donduracak kadar üzüntü, öfke yaşaması da muhtemel... Zira son dönemlerde toplum olarak yaşadıklarımız herkesçe malum. Yaşanan vahşetler, şiddetler, zulümler, ölümler çok fazla konuşuldu, yazıldı, çizildi, kızıldı. Sonuç...? Sonuç yine hüsran...! Yazıldı çizildi konuşuldu konuşulmasına da, her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kaldı ve sadece orayı yaktı. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri ceza verilmedi. İşte, cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin suç işleyenlere karşı insiyatifli kararları, medyanın olayları tüm çıplaklığı ile sansürsüz sunması gibi bir çok nedenler hasta ruhlu insanların çirkin vahşi canice düşüncelerini harekete geçirterek ellerine geçen ilk fırsatta uygulamaya geçmesine neden oluyordu kanımca...! 
    Pazar günü 8 Mart dünya kadınlar günü idi... Bu ifade ne kadar samimiyetsiz geliyor kulağa, sizce de öyle değil mi? Neredeyse her gün her yerde şiddete maruz kalan taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen yetmedi kesilen yakılan, bıçaklanan, horlanan, aşağılanan, dışlanan hayatının  baharında hayatına son verilen kadınların durumları ortada iken, ne kutlaması diyesi geliyor insanın.
   "Kadın" içi öyle dolu bir kelime ki... Özünde koskoca bir dünyayı barındırıyor... Kadın!  insan olmanın en temel unsuru, varlığın olmazsa olmazı. En güzel şekilde yaratılmıştır.En büyük dertlerin dertlisi, çilelerin çilelisi, en büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardir, yarendir. Lakin var oluşundan bu yana, hak ettiği yere hiç bir zaman konamayan, hep zarar gören ama kimseye zarar veremeyen kişidir. Çilekeştir. Zillete düşendir. Bir kenara itilen, canı çıkana kadar dövülendir. Her kabağın başına patladığı yazgısı kara talihsizlerin talihsizidir.
Ülkemizdeki kadınlar öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine, kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, yakılarak öldürülüyor…
 Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak.. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor...
  Oysa kadın narin yaratılışlıdır.. O bir çiçektir. Hoyratça kullanmaya gelmez.”Kadın erkeğin gelincik çiçeğidir” diyor Sevgili Peygamberimiz (sav). Gelincik Çiçeği, dalından koparıldığında bir kaç dakika içinde parlaklığını, canlılığını, güzelliğini yitirir.. En küçük hoyrat muamele ve sarsıntıda yara alıp zedelenir.. Peygamberimiz (sav) kadını işte bu çiçeğe benzetmekte.. Yine bir hadisinde " erkeğin en hayırlısı kadınına en iyi davranandır" buyurarak erkekleri kadınlara karşı iyi davranmaya davet etmektedir...


Kadına şiddetin son bulduğu, onun hakkettiği saygın yere ulaştığı günleri görmek dileğimle...

Muhabbetle,
Hanife Mert

21 Ağustos 2014 Perşembe

Elli Kuruşluk Çikolata!!!


Bizim oralarda bir söz vardır; "Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin" derler. Yani evlenen kız boşanıp baba evine dönmesin diye dua ederler... Aslına bakarsanız bu bir dua mı, yoksa beddua mı? Bakış açısına göre değişir. Kızlar evlenmeden önce öyle yetiştirilirdi ki; aman kızım kocana itaat et, aman kızım ona karşı gelme, aman kızım güler yüzlü ol, aman kızım kan kus ama kızılcık şerbeti içtim de sırrınızı kimseye bildirme, aman kızım yuvayı dişi kuş yapar, aman kızım kocanın ailesine saygılı ol, aman kızım..., aman kızım... Bu aman kızımlar uzar giderdi. En sonunda evlendirilir... Kızın anası kızının kulağına "gelinlikle girdiğin bu evden kefeninle çıkacaksın" ültümatomunu da fısıldadıktan sonra aman kızımlarla kısıtladığı özgürlüğünü, çaldığı öz güvenini bu ültümatomla tamamen  ipotek altına almış olurdu.. 
İşte  güzel Anadolu'mun  fedakar cefakar kızları kendi evlerinde  misafir, kocasının evinde  el kızı muamelesine maruz kalmaktaydı... 
 Teknolojinin ilerlemesi, bilimin gelişmesi insanımızın zihniyetini değiştirmedi. Bu gün de dünden farklı değildir. Elbete kadın eşine, çocuklarına, eşinin ailesine sevgi saygı göstermeli. Ama köle olmamalı... Ailede eşler bir elmanın iki yarısı gibidir. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Eşler bu bilinçle yaklaşmalı birbirinin değerine değer katmalı... Ama nerede... Böyle olsaydı bu gün 50 kuruşluk çikolata için şiddet görmeyecek, belkide neredeyse kanıksadığımız ve sıradan bir durum gibi algıladığımız kadın cinayetleri asgari düzeyde olacaktı... 
 Bir kaç gün önce okuduğum bir haber yüreğimi burkmuştu. Bazı kişisel nedenlerden dolayı bu haberi aynı gün paylaşamadım. Haber şöyle;
Haberin Linki:http://www.haberler.com/ofkeli-kocadan-esine-50-kurusluk-cikolata-dayagi-6381235-haberi/

Adana'nın merkez Seyhan ilçesinde Arif K. (30) ile Meryem K. (24) bundan 1.5 yıl önce görücü usulü ile evlendi. Evlendikten kısa süre sonra Arif K., eşini sürekli darp etmeye başladı. Bu arada çiftin 4 ay önce de bir bebeği oldu. Buna rağmen koca eşine şiddet uygulamaya devam etti.
50 KURUŞA ÇİKOLATA ALDI DİYE DAYAKDün de Arif K. işe giderken eşine 10 lira harçlık verdi. Eve geldiğinde eşi verdiği harçlığın 50 kuruşuna çikolata aldığını söyledi. Bunun üzerine koca, eşinin kafasını duvara vurarak darp etti. Meryem K. kocası evden ayrıldıktan sonra polisi aradı. Polis, şikayet üzerine kocayı gözaltına alındı. Genç kadın ise annesi ve bebeği ile rapor almak için Adana Adli Tıp Birimi'ne geldi.
Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Bu aşamada ne denir,ne söylenir ki? Bilemiyorum. Geldiğimiz nokta gerçekten endişe verici, içler acısı...

Her yönden öyle çok dağıldık, öyle çok sorun yumağına döndük ki, nereden tutsak elimizde kalıyor. Düzelir mi, her şey olması gerektiği gibi düzene girer mi? Düşünemiyorum.
Buna rağmen tüm içtenliğimle bu olumsuzlukların düzelmesi, insanın insan gibi onurlu, saygın bir yaşam hakkına kavuşması en büyük dileğim...

Muhabbetle,
Hanife MERT




Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...