Zehra
kocasından boşandıktan sonra, daha doğrusu kocası olacak adam onu döverek üç defa
boş ol! boş ol! boş ol! deyip sokağa attıktan sonra çaresiz, beş yaşındaki kızını
ve kızından iki yaş büyük zihinsel engelli oğlunu alarak iki gözü iki çeşme baba evine döner.
Allah kimseyi çıktığı kapıya
geri döndürmesin, çok zor. Bunu yaşayan bilir. Zehra burada bir yabancıdır. Diken
üstünde oturuyormuş gibi batar her şey ona. Evlenmeden önce de annesi babası
misafir gözüyle bakardı. Kız çocuğu değil mi, biri alıp
götürecektir sonuçta. Zehra da öyle oldu. Daha on beşine girmemişti
istendiğinde. Bu adam seni istiyor kabul eder misin? diye sorulmamıştı bile.
Babası tamam dedikten sonra üzerine kimse laf söyleyemezdi. Kaldı ki babası
yüklüce bir de para almıştı damadın ailesinden... Baba evinde misafir, koca evinde el
kızı görülen Zehra, hiç bir zaman kendi olamadı kendini ait
hissedeceği bir yer bulamadı. Aslında iki çocukla baba evine dönmezdi,
dayaklara, hakaretlere, horlanmalara sabrediyordu. Hatta üzerine kuma
getireceğini söyleyen kocasına bile karşı çıkamamıştı. Ta ki kocası
tarafından öldüresiye dövülüp sokağa atılana kadar. Çaresizdi Zehra
nereye gideceğini bilmiyordu. Baba evine dönmeyi düşündü. Annesinin, daha
gelinliğinin içinde evden çıkmadan önce bir köşeye çekip; aman kızım'larla
başlayıp, " gelinlikle çıktığın bu eve, ancak kefeninle dönersin’le
bitirdiği" sözünü hatırlamıştı. Zehra'nın olmayan özgürlüğüne daha en
baştan ipotek koymuştu annesi. Eve dönemezdi, gidecek başka yeri de yoktu. Abla
gibi sevdiği komşusu Nurten’in tavsiyesi üzerine devlete sığınmaya karar verdi.
Devletin şefkatli kolları bizi de sarar dedi ve bulunduğu yerdeki Kadın Sığınma
Evine sığındı. Oradaki kadınların durumunu görünce içini bir korku sarıverdi.
Çünkü orada bulunan kadınların her birinin diğerinden dertli, sorunlu,
psikopatça tavırları vardı. Ne yapalım sabredeceğiz dedi çaresizce. Bir gece
orada kaldı. Ertesi gün gördüğü manzara dehşete düşürmüştü Zehra'yı.
Birilerinin gizli konuşmalarını duymuştu habersizce. Bir pazarlığa şahit
olmuştu Zehra. Bu durum karşısında gördüklerine inanamamıştı. Çareyi
evlatlarını alarak kimseye görünmeden oradan kaçmakta buldu.
Doğruca baba evine gitti. Dayak da yese, eziyet de görse
ailesiydi...
Hikayemizde anlatılan olayın benzeri, maalesef
ülkemizde çokça yaşanıyor. Bu uğurda yuvalar yıkılıyor, çocuklar anneli babalı
öksüz- yetim kalıyor. Hatta sebepli sebepsiz kadınlar öldürülüyor.
Bir
yandan çocuk yaşta evlenmeye zorlanan ya da evlendirilen, o yaşta sorumluluk
almaya çalışan kız çocukları, diğer yandan “töre” denen ortaçağ
kalıntısı bir kültür anlayışı içinde bocalayanlar. Gözü moraran, kaşı patlayan,
saçları yolunan, cinayete kurban gidenler.
Kadını aşağılayan, şiddet
uygulayan, hatta en kutsal hak olan yaşama hakkını elinden alma hakkını
kendinde bulan, kadını el kiri gören, saçı uzun aklı kısa, karnından sıpayı
sırtından sopayı eksik etmeyeceksin gibi kadını hor gören özellikler daha çok erkek egemen toplumlarda görülmektedir. Bu zihniyetteki toplumlarda kadın
alabildiğine değersiz ve yok hükmündedir. Yaşadığımız bu çağda, 21. yüzyılda
kadının insan olup olmadığının fütursuzca tartışma konusu yapıldığı
toplumlardır. Ortaçağın karanlık zihniyetinden cehaletinden kendini
soyutlayamayan bu toplumlar tarihte kız çocuklarını diri diri toprağa gömmüş, kız
çocuğu babası olmayı utanç kaynağı saymıştır.
Kadınları köleleştiren mal gibi alıp satan
zihniyet, bugün de güncelliğini korumaktadır.
Ülkemizde de kadınlar
zulüm görüyor, öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri
önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir
köşede işkence edilerek, öldürülüyor.
Baba, erkek kardeş, eş, sevgili, eski eş hatta
eski sevgili… Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı,
kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler,
yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı
elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor. Kadın cinayetlerinin ardı arkası
kesilmiyor.
Bu ülkede "Adın
Kadın" olunca her türlü çileye, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe
gebesin... Şamar oğlanına çevirirler alimallah.
Oysa Gazi Mustafa Kemal
Atatürk; "Dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” sözüyle
kadının ne kadar değerli ve önemli olduğunu göstermektedir.
Kadın
değerlidir, kadın saygındır. Her şeyden önce o bir insandır. Kadın; adam
olmadan önce insan olabilmenin en temel unsuru, var oluşumuzun ardındaki sır, hayatın can damarıdır. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En güzel
şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük
mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır. O
büyük bir nimettir tabi kıymetini bilene.
Toplumun bu önemli sorunu bizi yönetenler tarafından ciddiye alınmalı ve çözüme
kavuşturulmalı. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Kadın öğrenirse
çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı.
Kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar
özgür güçlü toplum demektir. Önce erkekler eğitilsin bilinçlensin dediğinizi
duyar gibiyim. Haklısınız şuan için belki onların bilinçlenmesi zor gibi
görünebilir. İpin ucu kaçmış olabilir. Ancak gelecek nesillerimizin bu hatalara
düşmemesi için bu gerekli. Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak
tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği
gibi onların dışındaki kadınlara kızlara da saygılı nazik olması öğretilmeli. Kadın saygınlığını
eğitimle taçlandırmalıdır.
Muhabbetle
Hanife Mert