17 Mart 2019 Pazar

Çanakkale Zaferi'nin 104. Yılı Kutlu Olsun



“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!
 Düşün altında binlerce kefensiz yatanı...”

Bastığımız bu topraklar ki birçok destana, zorlu mücadelelere şahitlik etmiştir. Bu topraklar ki her metre karesi aziz şehitlerimizin kanıyla sulanmış, yüz binlerce vatansevere mezar olmuştur. Bu topraklar ki yedi düvele meydan okumuş halkımızın mertliği, yiğitliği, hak ve adaleti, sabrı, insani duyguları ile harmanlanmış kutsal topraklardır. Bu topraklar ki insan olmanın, zor şartlarda top yekün mücadelenin, insanlık derslerinin örneklerinin verildiği topraklardır.

Aşağıdaki örnek sadece bir tanesidir;

Çanakkale Savaşlarında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: "Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam. Savaş sahasında dövüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaiyat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:

- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
-"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün".
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler..."

Fransız Generali BRIDGES
Çanakkale Savaşları komutanı.

Çanakkale zaferi; çelikleşmiş bir millet iradesinin, vatan, millet, bayrak aşkının, geleceğe olan güvenin, hürriyet sevdasının, Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde eriyle, komutanıyla, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, kızıyla top yekün olarak yazdığı şanlı bir yeniden dirilişin destanıdır. Türk milletinin bir diriliş mücadelesidir! Bu destan artık ömrünü tamamlamış bir çınardan yeni ve güçlü bir filizin doğmasıyla sonuçlanmıştır.

Yüz binlerin kanıyla vatan yapılan bu topraklarda,Türk ve dünya tarihinde benzersiz bir deniz ve kara savaşlarının yapıldığı yerdir Çanakkale. Hepsinden önemlisi, bir milletin kutsal saydığı değerler ve vatan toprağını savunmada gösterdiği eşsiz bir kahramanlık mücadelesidir.

Her karesi buram buram kahramanlık, mertlik, insanlık, vefa kokan Çanakkale Zaferinin milletimiz için ne anlam ifade ettiği,vatan, bayrak, devlet sevgisinin ve bağımsızlığın önemi iyi idrak edilmeli. Çanakkale ruhu yeniden canlandırılmalı gençlerimize ve bu ruhtan bihaber insanlarımıza iyi anlatılmalı...
 Destanlar yazarak zafer kazanan Cennet vatanımız ve kutsal değerlerimiz uğruna canlarını feda eden, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyoruz. Ruhları şad olsun.

Muhabbetle,
Hanife Mert

14 Mart 2019 Perşembe

Çıkmayan Candan Umut Kesilmez

       Sabah kahvaltısını çok severim. Sevmek ne kelime, asla es geçemeyeceğim bir öğün. Yok efendim sabahın köründe hiç canım istemez, yok efendim geç saatte yiyemem gibi mazeretim hiç olmadı. Hazır olsa sabah uyanır uyanmaz  yapacağım da... Çocukluğumdan gelme bir alışkanlık. Annem kahvaltı yapmadan asla okula göndermezdi. "Güçlü ve zinde olmak için bu şart " der ardından başarılı olmanın ilk ve önemli kuralı derdi. Çocuklarıma bu kuralı kavratamadım maalesef. Ben mi başarısızdım, yoksa üzerimde annemin ağırlığını daha fazla mı hissediyordum? Ben çözemedim...

  Önceki gün sabah kahvaltı hazırlarken ekmeğin olmadığını fark ettim. Evdeki herkes yatıyordu. Bayram bayram kimseyi rahatsız etmek istemedim. Üşenmeden üzerimi değiştirip maskemi de taktıktan sonra, sitemizin az ilerisinde pide pişirim fırınından sıcak pide almak için evden çıktım. Sitenin giriş kapısının önünde komşumla karşılaştım. İlk dikkatimi çeken dışarıda olmasına rağmen maskesiz olmasıydı. Beni maskeli görünce tedirgin olduğunu gözlerinden anladım. Bozuntuya vermedim mesafemi koruyarak bayramını kutladım.  O anlamıştı anlayacağını. Bazen sözün anlatamadığını gözler çok güzel anlatır... 

Komşumla ayak üstü biraz sohbet ettik. O üzgün ve endişeli gözüküyordu. Ona; " sabahın bu erken vaktinde burada ne yaptığını" sordum? "Hiç sorma" dedi, devam etti: "kafam çok karışık, canım sıkkın" dedi.  Komşumun kızı bu yıl üniversite sınavlarına girdi. Kızının sınavının iyi gitmediğini beklediği puanın gelemeyeceğini dolayısıyla da istediği bölüme yerleşmesinin neredeyse imkansız olduğunu söyledi. Ardından, benim için sorun değil. Ancak kızım çok kafasına takıyor. Zaten sınava girmeden önce psikolojik sorunlarımız vardı. Çocukta panik atak başlamıştı. Uzmandan yardım alıyorduk. Aynı hatta daha yoğun bir şekilde sıkıntılarımız devam ediyor." dedi. Çocuğunun dudaklarının morardığını, yüzünün sarardığını, sürekli bir panik  halinde olduğundan bahsetti.

 Komşumun söylediklerini dinlerken içim acıdı. Komşumdan çok gence gençlerimize üzüldüm. Yaz boz tahtasına çevrilen ve değişen  her milli eğitim bakanının sistemi beğenmeyip değiştirdiği eğitim sistemimizin ceremesini çocuklarımız, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimiz çekiyordu. Endişeli, özgüveni olmayan, gelecek kaygısı taşıyan gençlerimizle geleceğimizi nasıl güvence altına alacağız ki? diye bir düşünce geçiverdi içimden.  Kaldı ki gerekli alt yapı sağlanmadan  Covit 19  nedeniyle okullar kapatılmış, eğitim online üzerinden yapılmıştı. Basında gördüğüm şekliye pek çok okul internet erişim sorunu yaşamışken, üniversite veya lise giriş sınavlarının yüz yüze yapıldığı yetmiyormuş gibi soruların yüz yüze eğitim verilmiş gibi zor sorulması da gençlerimizi ve ailelerini üzmüştür.  

Komşum kızını tekrar bir uzmana götüreceğini söyledi. Üzüldüm...  Geçmiş olsun dileklerimi ilettikten sonra yanından ayrıldım. Kafamın içinde düşünceler cirit atmaya başladı.

       Hiç şüphesiz her anne baba çocuklarının iyi bir hayat sürmesini, hayat standartlarının yüksek olmasını ister. Bunun için de elinden geleni de gelmeyeni de yapmak için canla başla mücadele eder. Bunun için en temel şey iyi kaliteli bir eğitim alması gerektiğini bilir. Daha okula başladığı andan itibaren başlar kaygısı. Hangi okul daha iyi, hangi öğretmen daha başarılı onun arayışına girer. O da yetmez hangi özel hoca, özel okul, özel etüt merkezi vs. göndermekten çekinmez. Hatırlıyorum da benim arkadaşım, emekli olduğunda aldığı emeklilik tazminatını kızına her dersten aldırdığı özel ders için kullanmıştı. İş sadece maddiyatla bitmiyor ki. Kalitesiz, plansız programsız yap boz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizin çocuklarımızın sağlığının üzerinde yaptığı olumsuz etki hayatının her dönemini etkileyecek boyuta gelebiliyor.
 
 Çocukları yarış atı gibi gören, çocuğu sadece sınavlara hazırlayan ve sınavların bitmesiyle öğrenilen bilgilerin de son bulduğu garip bir eğitim sistemimiz var. Hal böyleyken, çocukluklarını yaşamayan,   sevgiden saygıdan yoksun, milli ve manevi değerlerinden uzak bir gençlikle karı karşıyayız. Bunu devlet ve aile olarak el birliğiyle başarıyoruz. Sonra da bize neler oluyor? diye yakınıyoruz.

      Günümüzde çocuk yetiştirmek  zor sanat. İlmek ilmek işlemek lazım hayatı. Sözcük sözcük öğretmeli zorlukları. Tüm bunları yaparken eğitime önce kendimizden başlamalı.  Çünkü kendi kabuğumuzdan çıkamıyoruz. Verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız eğitim kendi çocukluk dönemimizi yansıtan eğitimden ileri gidemiyor. "Ben sizin yaşınızdayken" cümlesiyle başladığımız anda kopuyor tüm ipler.  Gençler okul kaygısı, iş kaygısı, eş kaygısı derken kaygı yumağı içinde bocalamakta. Güvensiz, mutsuz, gergin bir gençlik; gergin, mutsuz, sorunlu bir topluma hazırlık demektir.
      
 Nereye el atsak elimizde kalan, sorun yumağına dönmüş bir toplumdan, sorunlarını asgariye indirmiş, kıyıdan köşeden huzura el atmış bir topluma dönüşür müyüz? Ben de bilmiyorum. Ama çıkmayan candan umut kesilmezmiş... Tüm bunlardan sonra iştah mı kalır insanda..?

     Her şeye rağmen LGS, YKS sınavlarına giren gençlerimize başarılar diyor, her birinin istedikleri okullara yerleşmelerini diliyorum.


Muhabbetle,
Hanife Mert

11 Mart 2019 Pazartesi

Hıçkırıklardan Geriye Kalan



  Zehra kocasından boşandıktan sonra, daha doğrusu kocası olacak adam onu döverek üç defa boş ol! boş ol! boş ol! deyip sokağa attıktan sonra çaresiz, beş yaşındaki kızını ve kızından iki yaş büyük zihinsel engelli oğlunu alarak iki gözü iki çeşme  baba evine döner.

 Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin, çok zor. Bunu yaşayan bilir. Zehra burada bir yabancıdır. Diken üstünde oturuyormuş gibi batar her şey ona. Evlenmeden önce de annesi babası misafir gözüyle bakardı. Kız çocuğu değil mi,  biri  alıp götürecektir sonuçta. Zehra da öyle oldu. Daha on beşine girmemişti istendiğinde. Bu adam seni istiyor kabul eder misin? diye sorulmamıştı bile. Babası tamam dedikten sonra üzerine kimse laf söyleyemezdi. Kaldı ki babası yüklüce bir de para almıştı damadın ailesinden... Baba evinde misafir, koca evinde el kızı  görülen Zehra,  hiç bir zaman kendi olamadı kendini  ait hissedeceği bir yer bulamadı. Aslında iki çocukla baba evine dönmezdi, dayaklara, hakaretlere, horlanmalara sabrediyordu. Hatta üzerine kuma getireceğini söyleyen kocasına bile karşı çıkamamıştı. Ta ki kocası  tarafından öldüresiye dövülüp  sokağa atılana kadar. Çaresizdi Zehra nereye gideceğini bilmiyordu. Baba evine dönmeyi düşündü. Annesinin,  daha gelinliğinin içinde evden çıkmadan önce bir köşeye çekip; aman kızım'larla başlayıp, " gelinlikle çıktığın bu eve, ancak kefeninle dönersin’le bitirdiği" sözünü hatırlamıştı. Zehra'nın olmayan özgürlüğüne daha en baştan ipotek koymuştu annesi. Eve dönemezdi, gidecek başka yeri de yoktu. Abla gibi sevdiği komşusu Nurten’in tavsiyesi üzerine devlete sığınmaya karar verdi. Devletin şefkatli kolları bizi de sarar dedi ve bulunduğu yerdeki Kadın Sığınma Evine sığındı. Oradaki kadınların durumunu görünce içini bir korku sarıverdi. Çünkü orada bulunan kadınların her birinin diğerinden dertli, sorunlu, psikopatça tavırları vardı. Ne yapalım sabredeceğiz dedi çaresizce. Bir gece orada kaldı. Ertesi gün gördüğü manzara dehşete düşürmüştü Zehra'yı. Birilerinin gizli konuşmalarını duymuştu habersizce. Bir pazarlığa şahit olmuştu Zehra. Bu durum karşısında gördüklerine inanamamıştı. Çareyi evlatlarını alarak kimseye görünmeden oradan kaçmakta buldu. Doğruca  baba evine gitti. Dayak da yese, eziyet de görse  ailesiydi...

  Hikayemizde anlatılan olayın benzeri, maalesef ülkemizde çokça yaşanıyor. Bu uğurda yuvalar yıkılıyor, çocuklar anneli babalı öksüz- yetim kalıyor. Hatta sebepli sebepsiz kadınlar öldürülüyor.
   Bir yandan çocuk yaşta evlenmeye zorlanan ya da evlendirilen, o yaşta sorumluluk almaya çalışan kız çocukları, diğer yandan “töre” denen ortaçağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde bocalayanlar. Gözü moraran, kaşı patlayan, saçları yolunan, cinayete kurban gidenler.
Kadını aşağılayan, şiddet uygulayan, hatta en kutsal hak olan yaşama hakkını elinden alma hakkını kendinde bulan, kadını el kiri gören, saçı uzun aklı kısa, karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin  gibi kadını hor gören özellikler daha çok  erkek egemen toplumlarda görülmektedir.  Bu  zihniyetteki toplumlarda kadın alabildiğine değersiz ve yok hükmündedir. Yaşadığımız bu çağda, 21. yüzyılda kadının insan olup olmadığının fütursuzca  tartışma konusu yapıldığı  toplumlardır.  Ortaçağın karanlık zihniyetinden cehaletinden kendini soyutlayamayan bu toplumlar tarihte kız çocuklarını diri diri toprağa gömmüş, kız çocuğu babası olmayı  utanç kaynağı saymıştır.

 Kadınları köleleştiren mal gibi alıp satan zihniyet, bugün de güncelliğini korumaktadır.

  Ülkemizde de kadınlar zulüm görüyor, öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, öldürülüyor. 
 Baba, erkek kardeş, eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor.   Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. 

Bu ülkede "Adın Kadın" olunca her türlü çileye, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe gebesin... Şamar oğlanına çevirirler alimallah.

 Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” sözüyle kadının ne kadar değerli ve önemli olduğunu göstermektedir.
Kadın değerlidir, kadın saygındır. Her şeyden önce o bir insandır.  Kadın; adam olmadan önce insan olabilmenin en temel unsuru, var oluşumuzun ardındaki sır, hayatın can damarıdır. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır.  O büyük bir nimettir tabi kıymetini bilene.
    Toplumun bu önemli sorunu bizi yönetenler tarafından ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür güçlü toplum demektir. Önce erkekler eğitilsin bilinçlensin dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız şuan için belki onların bilinçlenmesi zor gibi görünebilir. İpin ucu kaçmış olabilir. Ancak gelecek nesillerimizin bu hatalara düşmemesi için bu gerekli. Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara kızlara da saygılı nazik olması öğretilmeli. Kadın saygınlığını eğitimle taçlandırmalıdır.

Muhabbetle
Hanife Mert
 



YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...