28 Eylül 2022 Çarşamba

Üç Kuruşluk Çıkar İçin Heba Ettiğimiz Değerler




Bir toplumun yetiştirdiği her ferdin o topluma karşı ödemek zorunda olduğu bir vefa borcunun olduğunu savunanlardanım. Bu anlayışla, yaşadığı toplumu güzelleştirmek temel değerlerine sahip çıkmak, onları yaygınlaştırmak, geliştirmek, çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak ve kendinden sonra gelecek kuşaklara en güzel şekilde bırakmak onun asli görevidir.

Kaldı ki dünya değişim ve gelişim çağındadır.  Bu değişime paralel olarak  teknolojik gelişmeler, kapitalizmin ezici gücü ve metropolleşmenin de etkisiyle  insanların yaşam felsefesi ve değer yargıları da değişime uğramaktadır. Bu değişim insanı asli görevinden uzaklaştırmakta hatta unutturmaktadır.

 Özellikle son yıllarda toplumumuzda yaşanan örnekler alışılagelmiş bazı değerlerimizin göz ardı edildiği gerçeğini gözler önüne sermektedir. Nasıl mı? Örnek çok.  Örneğin; artık kimse senin kişiliğinle, karakterinle, edebinle, ahlakınla, insanlara, canlılara verdiğin değerle, şefkat ve merhametinle, hoşgörünle, doğruluk ve dürüstlüğünle, hak ve adaletli davranışınla, vefanla, bilginle, başarılarınla ilgilenmiyor ve önemsemiyor da... Hal böyle iken bir zamanlar erdem sayılan ve olmazsa olmaz dediğimiz  değerlerin yerini mevki - makam, para ve güç almış durumda.  Paran varsa değerlisin. Hele bir de mevki makam sahibi isen değme keyfine, el üstünde tutulursun. Her türlü erdemi, tüm insani nitelikleri üstünde taşı, ağzınla kuş tut, eğer paran yoksa hatırı sayılır bir mevki makama sahip değilsen pul kadar değerin yoktur insanların gözünde. Çünkü insanımız artık derin düşünemiyor. İnsanın içinde sakladığı cevheri görmek istemiyor. O sadece görünen dış yüzüyle ilgileniyor. Kişileri dış görünüşlerine, giyimine, kuşamına, mevkisine, makamına, rütbesine, malına, mülküne, kazancına göre değerlendirip insan yerine koyuyor..

Görünüş ve madde insanların ruhlarına o kadar işlemiş ki, bütün değer yargıları;  şekil, görünüş ve madde üzerine kurulmuş durumda. Şeklin güzelse değerlisin, paran varsa saygınsın, zenginsen önemlisin, mevki makam sahibi isen adamsın gibi..

  Kaldı ki bizim kültürümüz edebi, ahlakı, ilimi, irfanı değerli görürdü. Medeniyetimiz erdem sayılan bu değerler üzerine kurulmuştu. Bu topraklar nakış nakış sevgi, saygı, vefa, dürüstlük, hak, adalet, güzel ahlak ve edeple inşa edilmiştir. 

   Bu günlere kolay gelmedik. Lakin şuan baktığımızda, her türlü olumsuzluğu, yanlışı sadece izleyen, sorgulamaktan, hesap sormaktan yoksun, kutsal değerleri önemsemeyen bir toplum ile karşı karşıyayız. Kendimizi kapitalist dünyanın aldatıcı süsüne kaptırdık gidiyoruz. Her şeyimizi paraya endeksledik. Bizi bir arada tutacak ne kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık.   İnsana saygı hak getire. Vicdansızlık, merhametsizlik, edepsizlik, riya, adaletsizlik, kap kaççılık, adam kayırma, ötekileştirme diz boyu.Yolsuzluk rüşvet tavan yaptı. Rabbena hep bana demekten yardımlaşmayı paylaşmayı unuttuk. Güçsüz insanlara reva görülen zulümleri, haksız yere cana kıyanları, çocuklara yapılan eziyetleri, hayvanlara, doğaya yapılanları söylemiyorum bile...

Hal böyle iken mutsuzluk ve huzursuzluk peşimizi bırakmıyor. Tüm bu değer yargılarımızın madde üzerinde yoğunlaştırılması ile, toplumda saygı, sevgi, hoşgörü, dostluk, vefa, yardımseverlik gibi değerlerin kaybolmasına neden olduğunu görüyoruz. İyinin- kötünün, haklının-haksızın, doğrunun- yanlışın, güzelin- çirkinin birbirine girmiş durumda olduğu bir toplumda yaşamaya çalışıyoruz. 

Belki çok genelleyici ve karamsar bir yazı oldu. Ancak sayıları günden güne azalsa da; değer yargıları ahlak, edep, ilim, irfan temelinde kurulu insanların olduğunu biliyorum ve benim saygı ve sevgim onlara. Parasına, makamına, arabasına, yazlığına, kışlığına değer biçenlere, güçsüzü ezenlere, yetimleri yerenlere değil.

 

Hanife Mert


21 Eylül 2022 Çarşamba

Umut Ne Zaman Ölür?

Sabahları çok erken kalkarım. Öyle ona on ikiye kadar uyuduğum pek görülmemiştir. Çalıştığım yıllardan kalma bir alışkanlık...

 Bu sabah da erken saatte pencereme vuran sabah güneşinin ışıklarıyla uyandım. Uyku mahmurluğuyla perdeyi aralayıp dışarıya bakarken, pencerenin aralığından içeriye girmeye çalışan sabah yelinin yüzüme hafif hafif dokunuşuyla, içime huzur yayılıverdi.

 Sonbaharın ılık günlerini yaşadığımız bugünlerin tadını çıkarmalıyız diye düşündüm. Zira “bu kış zor geçecek söylemleri” nedeniyle dondurucu soğuğuyla kış kapıda...

Yeni bir güne, yeni bir haftaya, yeni bir mevsime veya yeni bir yıla başlamak beni her zaman heyecanlandırır. Çünkü bitişler hüzün verse de, yeni başlangıçlar yeni heyecan, yeni umut demekti... Toplum olarak, dünya insanlık ailesi olarak en çok ihtiyacımız olan şeydir;“Umut”

Umut nedir diye hiç düşündünüz mü? Umut hakkında pek çok yazı yazdım ve çoğunlukla çeşitli sosyal medya hesaplarımda paylaştım. Hatta son kitap projemin konusu da umut. “Umut fakirin ekmeği, çıkmayan candan umut kesilmez” gibi söylemlerde bulunmuş atalarımız. Nefes alıyorsan umut etmeye devam etmelisin. Zira umudunu yitiren her şeyini yitirir...

Her ne kadar Friedrich Nietzsche “Umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.” diye tanımlasa da, ben umudun yaşamla ölüm arasında bir köprü olduğuna inanırım. Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı da… İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla desteklenerek hayat bulur.

  İnsan ne zaman umutsuzluğa düşer? Kendisine umut vadedenin sözünde durmaması, vadettiği şeyi yerine getirmemesi insanın umudunu kaybetmesine neden olur. Umudunu kaybeden de her şeyini kaybeder.

Yazıma konuyla alakalı olduğunu düşündüğüm bir hikayeyle devam etmek istiyorum.

Ülkenin birinde bir kral dondurucu bir kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza sorar:

– Üşümüyor musun?

Muhafız:

– "Alışığım sayın kralım" diye yanıtlar.

Kral:

– "Olsun, sana sıcak tutacak elbise getirmelerini emredeceğim" der ve gider. Gidiş o gidiş.

Bir süre sonra içeri girdiğinde emri vermeyi unutur...

Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini görürler, duvarın üzerinde de bir yazı vardır: "Soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü..."

 Türlü türlü vaatlerle insanları bekleterek onları bir umuda bağlayarak kesinlikle bir kazanç sağlamaya çalışmayın. Çünkü insan, bekledikçe değişir. Beklettiğiniz kişi hakkınızda telafisi imkânsız olumsuz düşüncelere girer. Kendisine umut verip de sözünüzü yerine getirmediğiniz kimsenin önce umudunu öldürürsünüz, ardından sevgi, saygı, güven ölür, dostluk ölür, muhabbet ölür. Sonra insanlık ölür.

Hanife Mert

 

 


 

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...