24 Temmuz 2021 Cumartesi

Çıkmayan Candan Umut Kesilir mi?


  Sabah kahvaltısını çok severim. Sevmek ne kelime, asla es geçemeyeceğim bir öğün. Yok efendim sabahın köründe hiç canım istemez, yok efendim geç saatte yiyemem gibi mazeretim hiç olmadı. Hazır olsa sabah uyanır uyanmaz  yapacağım da... Çocukluğumdan gelme bir alışkanlık. Annem kahvaltı yapmadan asla okula göndermezdi. "Güçlü ve zinde olmak için bu şart " der ardından başarılı olmanın ilk ve önemli kuralı derdi. Çocuklarıma bu kuralı kavratamadım maalesef. Ben mi başarısızdım, yoksa üzerimde annemin ağırlığını daha fazla mı hissediyordum? Ben çözemedim...

  Önceki gün sabah kahvaltı hazırlarken ekmeğin olmadığını fark ettim. Evdeki herkes yatıyordu. Bayram bayram kimseyi rahatsız etmek istemedim. Üşenmeden üzerimi değiştirip maskemi de taktıktan sonra, sitemizin az ilerisinde pide pişirim fırınından sıcak pide almak için evden çıktım. Sitenin giriş kapısının önünde komşumla karşılaştım. İlk dikkatimi çeken dışarıda olmasına rağmen maskesiz olmasıydı. Beni maskeli görünce tedirgin olduğunu gözlerinden anladım. Bozuntuya vermedim mesafemi koruyarak bayramını kutladım.  O anlamıştı anlayacağını. Bazen sözün anlatamadığını gözler çok güzel anlatır... 

Komşumla ayak üstü biraz sohbet ettik. O üzgün ve endişeli gözüküyordu. Ona; " sabahın bu erken vaktinde burada ne yaptığını" sordum? "Hiç sorma" dedi, devam etti: "kafam çok karışık, canım sıkkın" dedi.  Komşumun kızı bu yıl üniversite sınavlarına girdi. Kızının sınavının iyi gitmediğini beklediği puanın gelemeyeceğini dolayısıyla da istediği bölüme yerleşmesinin neredeyse imkansız olduğunu söyledi. Ardından, benim için sorun değil. Ancak kızım çok kafasına takıyor. Zaten sınava girmeden önce psikolojik sorunlarımız vardı. Çocukta panik atak başlamıştı. Uzmandan yardım alıyorduk. Aynı hatta daha yoğun bir şekilde sıkıntılarımız devam ediyor." dedi. Çocuğunun dudaklarının morardığını, yüzünün sarardığını, sürekli bir panik  halinde olduğundan bahsetti.

 Komşumun söylediklerini dinlerken içim acıdı. Komşumdan çok gence gençlerimize üzüldüm. Yaz boz tahtasına çevrilen ve değişen  her milli eğitim bakanının sistemi beğenmeyip değiştirdiği eğitim sistemimizin ceremesini çocuklarımız, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimiz çekiyordu. Endişeli, özgüveni olmayan, gelecek kaygısı taşıyan gençlerimizle geleceğimizi nasıl güvence altına alacağız ki? diye bir düşünce geçiverdi içimden.  Kaldı ki gerekli alt yapı sağlanmadan  Covit 19  nedeniyle okullar kapatılmış, eğitim online üzerinden yapılmıştı. Basında gördüğüm şekliye pek çok okul internet erişim sorunu yaşamışken, üniversite veya lise giriş sınavlarının yüz yüze yapıldığı yetmiyormuş gibi soruların yüz yüze eğitim verilmiş gibi zor sorulması da gençlerimizi ve ailelerini üzmüştür.  

Komşum kızını tekrar bir uzmana götüreceğini söyledi. Üzüldüm...  Geçmiş olsun dileklerimi ilettikten sonra yanından ayrıldım. Kafamın içinde düşünceler cirit atmaya başladı.

       Hiç şüphesiz her anne baba çocuklarının iyi bir hayat sürmesini, hayat standartlarının yüksek olmasını ister. Bunun için de elinden geleni de gelmeyeni de yapmak için canla başla mücadele eder. Bunun için en temel şey iyi kaliteli bir eğitim alması gerektiğini bilir. Daha okula başladığı andan itibaren başlar kaygısı. Hangi okul daha iyi, hangi öğretmen daha başarılı onun arayışına girer. O da yetmez hangi özel hoca, özel okul, özel etüt merkezi vs. göndermekten çekinmez. Hatırlıyorum da benim arkadaşım, emekli olduğunda aldığı emeklilik tazminatını kızına her dersten aldırdığı özel ders için kullanmıştı. İş sadece maddiyatla bitmiyor ki. Kalitesiz, plansız programsız yap boz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizin çocuklarımızın sağlığının üzerinde yaptığı olumsuz etki hayatının her dönemini etkileyecek boyuta gelebiliyor.
 
 Çocukları yarış atı gibi gören, çocuğu sadece sınavlara hazırlayan ve sınavların bitmesiyle öğrenilen bilgilerin de son bulduğu garip bir eğitim sistemimiz var. Hal böyleyken, çocukluklarını yaşamayan,   sevgiden saygıdan yoksun, milli ve manevi değerlerinden uzak bir gençlikle karı karşıyayız. Bunu devlet ve aile olarak el birliğiyle başarıyoruz. Sonra da bize neler oluyor? diye yakınıyoruz.

      Günümüzde çocuk yetiştirmek  zor sanat. İlmek ilmek işlemek lazım hayatı. Sözcük sözcük öğretmeli zorlukları. Tüm bunları yaparken eğitime önce kendimizden başlamalı.  Çünkü kendi kabuğumuzdan çıkamıyoruz. Verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız eğitim kendi çocukluk dönemimizi yansıtan eğitimden ileri gidemiyor. "Ben sizin yaşınızdayken" cümlesiyle başladığımız anda kopuyor tüm ipler.  Gençler okul kaygısı, iş kaygısı, eş kaygısı derken kaygı yumağı içinde bocalamakta. Güvensiz, mutsuz, gergin bir gençlik; gergin, mutsuz, sorunlu bir topluma hazırlık demektir.
      
 Nereye el atsak elimizde kalan, sorun yumağına dönmüş bir toplumdan, sorunlarını asgariye indirmiş, kıyıdan köşeden huzura el atmış bir topluma dönüşür müyüz? Ben de bilmiyorum. Ama çıkmayan candan umut kesilmezmiş... Tüm bunlardan sonra iştah mı kalır insanda..?

     Her şeye rağmen LGS, YKS sınavlarına giren gençlerimize başarılar diyor, her birinin istedikleri okullara yerleşmelerini diliyorum.


Muhabbetle,
Hanife Mert

 

20 Temmuz 2021 Salı

Bayram mı? Tatil mi?

Bayramlar bireylerin toplum olarak bir arada yaşamasına olanak sağlayan onlara paylaşmayı, yardımlaşmayı, saygı duymayı, sevmeyi, şefkat ve merhametli olmayı öğütleyen manevi harçlarımızdır. Bu harcı her yıl bir üst seviyeye çıkarmamız gerekirken, çıkarmak şöyle dursun onları her defasında göz ardı etmekten çekinmedik. Bayramları bayram tadında yaşamaktan uzaklaştık.

  Bayramlaşmak tek kişiyle yapılacak bir eylem değildir. Birbirimizle her birimizle ayrı ayrı bayramlaşarak, onun hazzını yaşayarak gerçekleştirilecek bir ibadettir. Bizler bu paylaşımdan tamamen uzak kendi halimizde, kendi derdimizde, telaşımızda etrafımızdan uzak yapayalnız kaldık. Bir de işin içine covit19 virüsü girince, bayram anlamını tamamen yitirdi. Hoş tek sebep covit19 virüsü değil, öyle olsaydı Bodrum, Marmaris, Alanya, Antalya gibi tatil beldelerimiz; sadece dokuz günlük kurban bayramı tatilini fırsat bilen tatilcilerin akınına uğramazdı. Bu şehirlerimiz kapasitelerinin iki katı bir kalabalığa sahip olmazdı. Neymiş, covit19, bayram bahane, tatil şahane felsefesi.

  Klişeleşmiş bir söz vardır, hani hepimizin geçmişe olan özlemini ifade etmek için kullanırız. ”Nerede o eski bayramlar” cümlesi ile başlayan; her birimizin hayalinde farklı anıları çağrıştıran bir söz. Biz bu özlemi dile getirirken, hiç birimiz eski bayramları bayram yapan o dönemlerde yaşayan insanımızın kültürel, milli ve manevi değerlere olan bağlığını sorgulamayız. 

 Elbette eski bayramlar çok güzeldi, çok heyecan vericiydi. Bayramdan bayrama alınan bayramlık elbiselerimizi başucumuzda saklar, heyecanla sabahın olmasını beklerdik. Annelerimizin babalarımızın gözünde hissederdik o heyecanı o telaşı... 

 Özellikle arefe günlerinde kıyasıya bir hazırlık yapılırdı. Onların heyecanı telaşı herkese her yere yansırdı. Çünkü o güzel insanların güzel düşünceleri ve güzel zihniyetleri ile güzelleşirdi eski bayramlar...

İnsanların düşünce ve hayat felsefeleri değiştikçe bayramların da ifade ettiği anlam değişime uğradı.

Bayramları bayram yapan örf ve adetlerimiz, aile sevgi ve bağlılığımız, konu komşu düşüncelerimiz ve en önemlisi dini emirleri göz ardı etmememiz iken, şimdi her şeye bir cevap bularak geçiştiriyoruz. Kurban kesmeyi hayvan eziyeti olarak görmek yada derin dondurucuları etle doldurup altı ay o eti yemek marifetmiş gibi, el öpme yerine cep telefonlarından gönderilen mesajlarla kutladığını sanmak, kafelerde oturma, tatile kaçma olarak algılıyoruz. 

 Her şeyi unuttuğumuz gibi bayram keyfini, sıcaklığını, samimiyetini, ruhani değerlerini unutup, geleceğe aktarmayı ihmal edip sonrada ''nerdeee o eski bayramlar'' diye yakınıyoruz. Kabahat kimde? Hızla koşan zamanda mı, o koşan zamanı yakalayacağım derken eldeki kuşu uçuran bizde mi?

Dileğim, her şeye rağmen bayramlarımızın özlemini çektiğimiz eski bayramların tadında sevincinde yaşanması, küsleri barıştıran, insanları kaynaştıran, açları doyuran, savaşları sonlandıran, çocukları sevindiren, ülkeme, milletime tüm İslam ve insanlık alemine barış, sevgi, saygı, kardeşlik, güven, adalet, huzur ve mutluluğu hakim kılan bir dünyada bayramı yaşamaktır...

Tüm blog arkadaşlarımın Kurban Bayramı'nı kutluyorum.

 Muhabbetle,

Hanife Mert



 

 

3 Temmuz 2021 Cumartesi

Bir Yere Varmadan Önce Kendine Uğramalı İnsan!

 




Bulutların gölgelediği yıldızsız zifiri karanlık bir gecede, sokak lambalarının cılızca ışığı gibi bir ışık bekliyordu. Ona nefes aldıracak, az da olsa içine huzur serpiştirecek bir ışık... Bu ne mümkün... Sanki gizli bir el yüreğini sıktıkça sıkıyordu. Yüreği sıkıldıkça önüne set gerilmiş bir çağlayan gibi yaşlar göz pınarlarına doluşuyordu. Öyle ki biri dokunsa hemen ağlayacak gibiydi. Boğazı düğümleniyor, nefes almakta güçlük çekiyordu. İç dünyasında tarif edemediği  sıkıntılar ve hüzünler yaşıyordu. Sanki hayat karabasan gibi  üzerine çöreklenmiş ve o  altında nefessiz kalmış gibiydi.  Kendini çaresiz mücadelesiz onca kalabalığın içinde yapayalnız hissediyordu.

İçinden bir ses her şeyi olduğu gibi bırakıp tanıyanı ve tanıdığı olmayan uzak diyarlara kaçmasını fısıldadı. Bu sesin ardından  tüm yaşanmışlıklar dikiliverdi karşısına...

 İnsan kaçabilir mi? Hem de her şeyi geride bırakarak? Bu mümkün mü? İnsan nereye giderse gitsin kendini geçmişiyle birlikte  götürmez mi gittiği yere? Hali hazırdaki sıkıntıları yetmiyormuş gibi bir de gittiği yerdeki sıkıntılar da eklenmez mi? Derdin birken bin olmaz mı? O halde kaçmak niye? Zira geçmişi  bir sırt çantası gibi sırtındayken... Hal böyleyken, insan kendinden kaçayım derken yine kendine gitmiş olmaz mı? Kaldı ki insanın bindiği gemi de vardığı liman da kendi yüreğinde demirlidir. Ragıp İsfani'nin “Bir yerlere varmak için önce kendine uğramalı insan. İnsanın gideceği bütün yollar kendinden geçer.” sözü sanırım sorumuza yanıt olacaktır.

Zaman zaman her birimiz benzer hisleri yaşarız. Kaçıp kurtulmak! Yok olmak gibi... İnsanın bu denli kendinden uzaklaşmak isteği, onun yaşadığı ortamda sürüklendiği algı yanılsamasının bir sonucu olsa gerek kanımca. Ruhun kendisine yabancılaşması, kendisini tanıyamaması da denebilir bu duyguya... Bireyleri bu çıkmaza sürükleyen neden, yaşadığı  toplumun dayattığı yaşam tarzı... Ve akabinde oluşan duygu birikiminin insan ruhunda oluşturduğu olumsuz etkinin bir sonucu olsa gerek. Bu da  insanı yalnızlaştıran sebebin başında gelmektedir. 

İnsanın bu denli olumsuzluklardan nasıl kurtulacağının yanıtı kendinde gizlidir. Kendine ulaşamamış, kendini bulamamış, kendini tanıyamamış her insan yalnızdır. Ve bu durum onu mutsuz etse de, birilerinden bekler yalnızlıktan kurtulmayı. O, bilemez tanımadığı bir "BEN" le nasıl baş edeceğini. Zira inmemiştir bir gün bile kendi derinine, yüreğine, vicdanının ona neler fısıldadığını duymamıştır. Bu günü de kurtardık mantığı, doğruyu ben bilirim ego tatmini ile iyi taraflarını el üstünde tutmuş, eksi, yanlış olan ne varsa görmezden gelmiştir, itelemiştir kendinden öteye... 

Biliriz ki insan yaratılış itibariyle en güzel şekilde kusursuz olarak yaratılmıştır. Dünya hayatı ile baş edebilmesi için gerekli olan her şey onda mevcuttur.  O, kendini tanıma zahmetinde bulunmadığı sürece, sahip olduğu cevherin farkında olmadan yaşamını mutsuz olarak sürdürecektir.  

Yaşamın getirdiği her türlü olumlu ya da olumsuzluklar  karşısında yaşama sevincini koruyabilmesi için  önce insanın sağlıklı bir ruh yapısına sahip olması gerekmektedir. Sağlıklı bir ruh yapısı ise kendisiyle barışık, kendisini iyi tanıyan bir birey olmakla mümkündür. Tıpkı gönül ustası Mevlana'nın "İçindeki kapıyı çal; başka kapıyı değil.” sözünde ifade ettiği gibi önce kendi içine yönelmeli...  Kendini tanımaya bilmeye öğrenmeye çalışmalıdır.
Kendini bildikçe, kendine yaklaştıkça insan, yalnızlığından arınır. Kendini tanıdıkça önünü aydınlatır, başkalarını da anlar. Ayakları yere sağlam basar. Kendini bildikçe çoğalır. Kendini sevdikçe sevgiyi başkalarından dilenmez, zaten o sevginin kendisi olur. Kendine baktıkça yalnızlığından kurtulur. Kalabalıklaşır ve var olur. Kendini bildikçe hakkı bilir. Kendini bildikçe haddini bilir...

  İnsanın kendi iç dünyasına yönelmesi onu dış dünyadan soyutlamaz, tam tersi tamamen yaratılan tüm varlıklara yaklaştırır. Çünkü kendini doğru tanıyan kişi, bütün varlıkların anlamı ve amacı konusunda derinlikli bir bakış açısına sahip olur. Bu açıdan bakınca, insan kendi dahil yaratılan her şeyin ortak bir amaç için tek bir yaratıcı tarafından yaratıldığını bilir. Yunus'un "Yaratılanı severim, Yaratandan ötürü" sözü gibi, yaratılan her şeye karşı sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşır.

Okurlarıma sevgilerimle

Hanife Mert


 

 



Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...