şiddet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiddet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2021 Cuma

HIÇKIRIKLARDAN GERİYE KALAN



 

Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM)'nin  iki ayda bir çıkardığı İLESAM ilim ve Edebiyat Dergisi'nde yayınlanan yazımı paylaşmak istedim. Keyifli okumalar dostlar.

  Zehra kocasından boşandıktan sonra, daha doğrusu kocası olacak adam onu döverek üç defa boş ol! boş ol! boş ol! diyerek  sokağa attıktan sonra çaresiz, beş yaşındaki kızını ve kızından iki yaş büyük zihinsel engelli oğlunu alarak iki gözü iki çeşme baba evine döner.
Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin, çok zor. Bunu yaşayan bilir. Zehra burada bir yabancıdır. Diken üstünde oturuyormuş gibi batar her şey ona. Evlenmeden önce de annesi babası misafir gözüyle bakardı. Kız çocuğu değil mi, biri alıp götürecektir sonuçta. Zehra da öyle oldu. Daha on beşine girmemişti istendiğinde. "Bu adam seni istiyor kabul eder misin?" diye sorulmamıştı bile. Babası tamam dedikten sonra üzerine kimse laf söyleyemezdi. Kaldı ki babası yüklüce bir de para almıştı damadın ailesinden... Baba evinde misafir, koca evinde el kızı görülen Zehra, hiç bir zaman kendi olamadı kendini ait hissedeceği bir yer bulamadı. Aslında iki çocukla baba evine dönmezdi, dayaklara, hakaretlere, horlanmalara sabrediyordu. Hatta üzerine kuma getireceğini söyleyen kocasına bile karşı çıkamamıştı. Ta ki kocası tarafından öldüresiye dövülüp sokağa atılana kadar. Çaresizdi Zehra, nereye gideceğini bilmiyordu. Baba evine dönmeyi düşündü. Annesinin, daha gelinliğinin içinde evden çıkmadan önce bir köşeye çekip; aman kızım! larla başlayıp, " gelinlikle çıktığın bu eve, ancak kefeninle dönersin! le bitirdiği" sözünü hatırlamıştı. Zehra'nın olmayan özgürlüğüne daha en baştan ipotek koymuştu annesi. Eve dönemezdi, gidecek başka yeri de yoktu. Abla gibi sevdiği komşusu Nurten’in tavsiyesi üzerine devlete sığınmaya karar verdi. Devletin şefkatli kolları bizi de sarar dedi ve bulunduğu yerdeki Kadın Sığınma Evine sığındı. Oradaki kadınların durumunu görünce içini bir korku sarıverdi. Çünkü orada bulunan kadınların her biri diğerinden dertli, sorunlu, psikopatça tavırları vardı. Ne yapalım sabredeceğiz dedi çaresizce. Bir gece orada kaldı. Ertesi gün gördüğü manzara dehşete düşürmüştü Zehra'yı. Birilerinin gizli konuşmalarını duymuştu habersizce. Bir pazarlığa şahit olmuştu Zehra. Bu durum karşısında gördüklerine inanamamıştı. Çareyi evlatlarını alarak kimseye görünmeden oradan kaçmakta buldu. Doğruca baba evine gitti. Döndüğü için dayak da yese, eziyet de görse ailesiydi...

     Bir yanda ne olduğunu anlamayan çocuk yaşta dedesi, babası yaşında adamlarla evlenmeye zorlanan  evlendirilen çocuk gelinler, diğer yandan “töre” denen ortaçağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde bocalayan aileler aydınlanmanın önündeki engeldir... Bu engel kalkmadığı müddetçe gözü moraran, kaşı patlayan, saçları yolunan, cinayete kurban giden kadınlar, daha çok içimizi yakar.

 Daha birkaç gün önce kutladığımız dünya kadınlar gününde, iki kadın vahşice katledilmiş, bir kadın da sokak ortasında küçük kızının gözleri önünde yere yatırılıp tekmelendiğini hepimiz sosyal medyada izledik. Neredeyse her gün her yerde şiddete maruz kalan, taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen yetmedi kesilen yakılan, bıçaklanan, horlanan, aşağılanan, dışlanan hayatının baharında hayatına son verilen kadınların durumları ortada. Artık alışıldı. Sıradan bir olaymış gibi üzerinde bile durulmuyor. İlk duyulduğunda ah vah ediliyor, sonra unutuluyor. Ateş düştüğü yerde yanıp kalıyor.


Artık bu devleti yönetenler şunu iyi anlamalı;
 "kadınlar zulüm görüyor! öldürülüyor!  Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, öldürülüyor.

Baba, erkek kardeş, eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor.

Oysa kadın değerlidir, kadın saygındır. Her şeyden önce o bir insandır. Kadın; adam olmadan önce insan olabilmenin en temel unsuru, var oluşumuzun ardındaki sır, hayatın can damarıdır. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır. O büyük bir nimettir tabi kıymetini bilene.

  Toplumun bu önemli sorunu bizi yönetenler tarafından ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür güçlü toplum demektir. Önce erkekler eğitilsin bilinçlensin dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız şuan için belki onların bilinçlenmesi zor gibi görünebilir. İpin ucu kaçmış olabilir. Ancak gelecek nesillerimizin bu hatalara düşmemesi için bu gerekli. Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara da saygılı nazik olması öğretilmeli.
Muhabbetle
Hanife Mert

5 Ocak 2021 Salı

"ŞİDDET VE KADIN


“Sevginin bittiği yerde başlar şiddet.” Şiddet; güç ve baskı uygulayarak kimilerine göre stres atmak, kimilerine göre varlığını ispat etmek, kimine göre de öz güveni olmayanların baş vurduğu psikolojik bir durum. Sevginin olmadığı yerde çıkar ortaya. Hal böyle iken sevginin olmadığı yerde güzellik ve iyilikten bahsedilemez. Oysa sevgi öyle dolu bir şey ki hiç eksilmez. Verdikçe çoğalır. “ Seni seviyorum” cümlesi ne kadar güzel, öyle değil mi? Sevgi sözcüğünü duymak insanın içini ısıtıyor ne kadar mutlu ediyorsa, tersini duymak da o kadar gerer ve mutsuz eder. 

Ülkemizde kadınlar şiddet görüyor ve öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi yakılıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek öldürülüyor. Baba, kardeş, eş, evlat, sevgili, eski eş, hatta eski sevgili... Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, kimi parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu... Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Kadına reva görülen şiddet, vahşet, zulüm ve ölümler tavan yapmış durumda. 

 Malum bu konular çok fazla yazılıyor, konuşuluyor ancak bir sonuca bağlanmıyor. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kalıyor ve sadece orayı yakıyor. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri cezalar verilmiyor. Cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin de insiyatif kullanarak; suçu işleyenleri takım elbise giymesi, efendi  görünmesini kıstas alarak ceza indirimine gitmesi gibi nedenler kanımca şiddet meraklısı pek çok hasta ruhlu insanları harekete geçirmede etkendir. 

  Sebep ister psikolojik, ister sosyolojik, ister ekonomik, isterse toplumsal olsun. Toplumumuzun bu kanayan yarası ciddiyetle ele alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Bu vesileyle kadınlara uygulanan şiddetin ve kadın ölümlerinin son bulduğu, kadın hak ve özgürlüklerinin tüm kadınlara tanındığı, kadına; anaya, eşe hak ettiği sevginin, saygınlığın, değerinin kazandırılması en öncelikli dileğim...


Muhabbetle,

Hanife Mert


11 Mart 2019 Pazartesi

Hıçkırıklardan Geriye Kalan



  Zehra kocasından boşandıktan sonra, daha doğrusu kocası olacak adam onu döverek üç defa boş ol! boş ol! boş ol! deyip sokağa attıktan sonra çaresiz, beş yaşındaki kızını ve kızından iki yaş büyük zihinsel engelli oğlunu alarak iki gözü iki çeşme  baba evine döner.

 Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin, çok zor. Bunu yaşayan bilir. Zehra burada bir yabancıdır. Diken üstünde oturuyormuş gibi batar her şey ona. Evlenmeden önce de annesi babası misafir gözüyle bakardı. Kız çocuğu değil mi,  biri  alıp götürecektir sonuçta. Zehra da öyle oldu. Daha on beşine girmemişti istendiğinde. Bu adam seni istiyor kabul eder misin? diye sorulmamıştı bile. Babası tamam dedikten sonra üzerine kimse laf söyleyemezdi. Kaldı ki babası yüklüce bir de para almıştı damadın ailesinden... Baba evinde misafir, koca evinde el kızı  görülen Zehra,  hiç bir zaman kendi olamadı kendini  ait hissedeceği bir yer bulamadı. Aslında iki çocukla baba evine dönmezdi, dayaklara, hakaretlere, horlanmalara sabrediyordu. Hatta üzerine kuma getireceğini söyleyen kocasına bile karşı çıkamamıştı. Ta ki kocası  tarafından öldüresiye dövülüp  sokağa atılana kadar. Çaresizdi Zehra nereye gideceğini bilmiyordu. Baba evine dönmeyi düşündü. Annesinin,  daha gelinliğinin içinde evden çıkmadan önce bir köşeye çekip; aman kızım'larla başlayıp, " gelinlikle çıktığın bu eve, ancak kefeninle dönersin’le bitirdiği" sözünü hatırlamıştı. Zehra'nın olmayan özgürlüğüne daha en baştan ipotek koymuştu annesi. Eve dönemezdi, gidecek başka yeri de yoktu. Abla gibi sevdiği komşusu Nurten’in tavsiyesi üzerine devlete sığınmaya karar verdi. Devletin şefkatli kolları bizi de sarar dedi ve bulunduğu yerdeki Kadın Sığınma Evine sığındı. Oradaki kadınların durumunu görünce içini bir korku sarıverdi. Çünkü orada bulunan kadınların her birinin diğerinden dertli, sorunlu, psikopatça tavırları vardı. Ne yapalım sabredeceğiz dedi çaresizce. Bir gece orada kaldı. Ertesi gün gördüğü manzara dehşete düşürmüştü Zehra'yı. Birilerinin gizli konuşmalarını duymuştu habersizce. Bir pazarlığa şahit olmuştu Zehra. Bu durum karşısında gördüklerine inanamamıştı. Çareyi evlatlarını alarak kimseye görünmeden oradan kaçmakta buldu. Doğruca  baba evine gitti. Dayak da yese, eziyet de görse  ailesiydi...

  Hikayemizde anlatılan olayın benzeri, maalesef ülkemizde çokça yaşanıyor. Bu uğurda yuvalar yıkılıyor, çocuklar anneli babalı öksüz- yetim kalıyor. Hatta sebepli sebepsiz kadınlar öldürülüyor.
   Bir yandan çocuk yaşta evlenmeye zorlanan ya da evlendirilen, o yaşta sorumluluk almaya çalışan kız çocukları, diğer yandan “töre” denen ortaçağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde bocalayanlar. Gözü moraran, kaşı patlayan, saçları yolunan, cinayete kurban gidenler.
Kadını aşağılayan, şiddet uygulayan, hatta en kutsal hak olan yaşama hakkını elinden alma hakkını kendinde bulan, kadını el kiri gören, saçı uzun aklı kısa, karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin  gibi kadını hor gören özellikler daha çok  erkek egemen toplumlarda görülmektedir.  Bu  zihniyetteki toplumlarda kadın alabildiğine değersiz ve yok hükmündedir. Yaşadığımız bu çağda, 21. yüzyılda kadının insan olup olmadığının fütursuzca  tartışma konusu yapıldığı  toplumlardır.  Ortaçağın karanlık zihniyetinden cehaletinden kendini soyutlayamayan bu toplumlar tarihte kız çocuklarını diri diri toprağa gömmüş, kız çocuğu babası olmayı  utanç kaynağı saymıştır.

 Kadınları köleleştiren mal gibi alıp satan zihniyet, bugün de güncelliğini korumaktadır.

  Ülkemizde de kadınlar zulüm görüyor, öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, öldürülüyor. 
 Baba, erkek kardeş, eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor.   Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. 

Bu ülkede "Adın Kadın" olunca her türlü çileye, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe gebesin... Şamar oğlanına çevirirler alimallah.

 Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk; "Dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” sözüyle kadının ne kadar değerli ve önemli olduğunu göstermektedir.
Kadın değerlidir, kadın saygındır. Her şeyden önce o bir insandır.  Kadın; adam olmadan önce insan olabilmenin en temel unsuru, var oluşumuzun ardındaki sır, hayatın can damarıdır. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır.  O büyük bir nimettir tabi kıymetini bilene.
    Toplumun bu önemli sorunu bizi yönetenler tarafından ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür güçlü toplum demektir. Önce erkekler eğitilsin bilinçlensin dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız şuan için belki onların bilinçlenmesi zor gibi görünebilir. İpin ucu kaçmış olabilir. Ancak gelecek nesillerimizin bu hatalara düşmemesi için bu gerekli. Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara kızlara da saygılı nazik olması öğretilmeli. Kadın saygınlığını eğitimle taçlandırmalıdır.

Muhabbetle
Hanife Mert
 



21 Ağustos 2014 Perşembe

Elli Kuruşluk Çikolata!!!


Bizim oralarda bir söz vardır; "Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin" derler. Yani evlenen kız boşanıp baba evine dönmesin diye dua ederler... Aslına bakarsanız bu bir dua mı, yoksa beddua mı? Bakış açısına göre değişir. Kızlar evlenmeden önce öyle yetiştirilirdi ki; aman kızım kocana itaat et, aman kızım ona karşı gelme, aman kızım güler yüzlü ol, aman kızım kan kus ama kızılcık şerbeti içtim de sırrınızı kimseye bildirme, aman kızım yuvayı dişi kuş yapar, aman kızım kocanın ailesine saygılı ol, aman kızım..., aman kızım... Bu aman kızımlar uzar giderdi. En sonunda evlendirilir... Kızın anası kızının kulağına "gelinlikle girdiğin bu evden kefeninle çıkacaksın" ültümatomunu da fısıldadıktan sonra aman kızımlarla kısıtladığı özgürlüğünü, çaldığı öz güvenini bu ültümatomla tamamen  ipotek altına almış olurdu.. 
İşte  güzel Anadolu'mun  fedakar cefakar kızları kendi evlerinde  misafir, kocasının evinde  el kızı muamelesine maruz kalmaktaydı... 
 Teknolojinin ilerlemesi, bilimin gelişmesi insanımızın zihniyetini değiştirmedi. Bu gün de dünden farklı değildir. Elbete kadın eşine, çocuklarına, eşinin ailesine sevgi saygı göstermeli. Ama köle olmamalı... Ailede eşler bir elmanın iki yarısı gibidir. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Eşler bu bilinçle yaklaşmalı birbirinin değerine değer katmalı... Ama nerede... Böyle olsaydı bu gün 50 kuruşluk çikolata için şiddet görmeyecek, belkide neredeyse kanıksadığımız ve sıradan bir durum gibi algıladığımız kadın cinayetleri asgari düzeyde olacaktı... 
 Bir kaç gün önce okuduğum bir haber yüreğimi burkmuştu. Bazı kişisel nedenlerden dolayı bu haberi aynı gün paylaşamadım. Haber şöyle;
Haberin Linki:http://www.haberler.com/ofkeli-kocadan-esine-50-kurusluk-cikolata-dayagi-6381235-haberi/

Adana'nın merkez Seyhan ilçesinde Arif K. (30) ile Meryem K. (24) bundan 1.5 yıl önce görücü usulü ile evlendi. Evlendikten kısa süre sonra Arif K., eşini sürekli darp etmeye başladı. Bu arada çiftin 4 ay önce de bir bebeği oldu. Buna rağmen koca eşine şiddet uygulamaya devam etti.
50 KURUŞA ÇİKOLATA ALDI DİYE DAYAKDün de Arif K. işe giderken eşine 10 lira harçlık verdi. Eve geldiğinde eşi verdiği harçlığın 50 kuruşuna çikolata aldığını söyledi. Bunun üzerine koca, eşinin kafasını duvara vurarak darp etti. Meryem K. kocası evden ayrıldıktan sonra polisi aradı. Polis, şikayet üzerine kocayı gözaltına alındı. Genç kadın ise annesi ve bebeği ile rapor almak için Adana Adli Tıp Birimi'ne geldi.
Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Bu aşamada ne denir,ne söylenir ki? Bilemiyorum. Geldiğimiz nokta gerçekten endişe verici, içler acısı...

Her yönden öyle çok dağıldık, öyle çok sorun yumağına döndük ki, nereden tutsak elimizde kalıyor. Düzelir mi, her şey olması gerektiği gibi düzene girer mi? Düşünemiyorum.
Buna rağmen tüm içtenliğimle bu olumsuzlukların düzelmesi, insanın insan gibi onurlu, saygın bir yaşam hakkına kavuşması en büyük dileğim...

Muhabbetle,
Hanife MERT




Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...