19 Ağustos 2021 Perşembe

Kibir Hırs ve Kıskançlık Cana Yüktür

 

Yıllar geçtikçe zaman  değişiyor. Buna parelel olarak insanlar değişiyor. Ardından ihtiyaçları, beklentileri, düşünceleri, istekleri, öncelikleri değişiyor. Bu değişim onun  hayat felsefesini yaşam biçimini de değiştiriyor.
Bu değişime farklı bir açıdan bakan Hüseyin Güzel Hocam der ki;“Yaşam kulvarında zaman en iyi yargıç olsa da akıllara gelen soru şu; insanlar neden değişiyor? İhtiyaçları, istekleri, hükmetme arzuları, zalimlikleri, yok etme girişimleri neden dur durak bilmiyor ve değişiyor?
Farklı düşüncede kulaç atanlar için değişimin ana sebeplerine verilecek cevaplar hiç kuşkusuz farklı olacaktır. Değişimin ana kumandasına bakıldığında karşımıza egemenler, emperyalistler, kapitalistler ve bu sistemden palazlanan piyonlar çıkıyor.” diyor.

 Bu bağlamda sermaye sahipleri kapitalist, emperyalist güçler ve bunların gücünden etkilenerek kendilerini köle yapanlar ve karşılarında el pençe divan durmaya çalışanların cehaleti de içler acısı...

Kibir ve bencilliğin tavan yaptığı bir zamanda yaşıyoruz. Bencillik o boyuta geldi ki bencil insan her şeyde “ben” diyor başka da bir şey demiyor. Ben bilirim, ben yaparım, ben haklıyım, ben doğruyum, ben yaparsam olur düşüncesi hükmetmiş vicdanına. Karşısındakine fırsat vermek şöyle dursun,  onu eleştiren, rencide eden, küçümseyen, ötekileştiren hatta onunla alay eden tavırlar bu insanlar arasında revaçta. Benciliğin ardından kibir de kendini göstermekten geri durmuyor.

Konuyla ilgili olduğunu düşündüğüm Mesnevi’den bir hikaye paylaşmak isterim. Mevlana Mesnevi’de şöyle bir hikaye anlatıyor;

“Kendini beğenmiş kibirli bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve gururla oturdu yerine.
Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
Denizin orta yerine geldikleri sırada bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
-Sen hiç gramer okudun mu? Dil biliminden anlar mısın?
Kayıkçı:
-Hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-Vah vah dedi bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgar şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. Denizde fırtına çıkmış, bilgin korkmaya başlamıştı.
Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. Gördü ki artık kurtuluş ümidi yok, bilgine dönüp sordu:
-Efendim, yüzme bilir misiniz?
Bilgin:
-Ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
O zaman kayıkçı:
-Vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız, der.
 

 Kibir ruhu kaplayan deridir.” der Nietzsche.  İnsanı alçak gönüllü olmaktan uzaklaştırır. İnsanın kibri arttıkça hırsı ve kıskançlığı da artıyor. Bu durumsa insanı mutsuz ediyor. Kibir, hırs ve kıskançlık insan ruhuna yüktür. Huzurlu ve mutlu bir yaşam düşleyen bu yükten kurtulmalıdır.

 

Muhabbetle,

Hanife Mert

 

 

 

 

 


13 Ağustos 2021 Cuma

KADIN VE KAYIP





İnsan kaybetmeye görsün. Bir yerden başladı mı, arkası çorap söküğü gibi gelir. Hızına yetişemezsin. Üzerine balyoz gibi inen kaybın etkisi  karşısında dizlerinin bağı çözülür, olduğun yere çöker kalırsın. Yüreğin yanıp kavrulurken, gözyaşların o yangını söndürmede yetersiz kalır.

Özellikle son günlerde çok kayıp verdik, çok... Hepimizce malum ormanlarımız, içinde yaşayan hayvan dostlarımız, evlerimiz,  canlarımız gitti. Günlerce endişeden korkudan nefesimiz tükendi. Biz bu kayıplarımıza ağlarken, duyduğumuz bir kayıp vardı ki tarif etmeye sözcükler yetmezdi. Yirmi bir yaşında  bir fidanımızı geleceğimizi kaybetmek bizi şaşkına çevirdi. Üzüntümüzü ifade etmeye sözcükler yetersiz kaldı. Üniversite öğrencisi Azra Gülendam Haytaoğlu adındaki kızımız hunharca canice öldürülmüştü. Sadece Azra değildi, ardından başka kadın cinayeti haberlerini okuduk öğrendik üzüldük, ağladık, ah vah ettik...  Ancak ah vah etmekle kadınlara reva görülenler çözüme kavuşturulmadı...

Maalesef ülkemizde kadınlar şiddet görüyor. Kimi sokak ortasında, kimi gizli bir köşede, kimi de çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Cani bir el son kez dokunarak onu bu hayattan koparıyor. 

Eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Bahane mi? Bahane çok,  kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor.

Oysa kadın değerlidir. Özünde koskoca bir dünyayı barındırır. İnsan olmanın en temel unsuru, en büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır.  O, Mustafa Kemal Atatürk'ün;" Dünyadaki her şey kadının eseridir." sözüyle taçlandırılarak yüceltilmiştir. Çünkü kadının değersizleştirilmesi toplumun hatta dünyanın değersizleştirilmesi demektir.

Kadın konusunda  çok fazla yazılıyor, konuşuluyor, sivil toplum örgütlerince çalışmalar yapılıyor. Hatta bir kadın olarak ben de bu konuda çok fazla yazdım, hala yazmaya devam ediyorum. Yetmedi iki tane de kitap yayımlattım. Ancak etkili olamadık... Kadın istismarı hızını kesmeden devam etti. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kaldı. 
Bu da yetmezmiş gibi vahşeti, şiddeti, zulmü işleyen canilere hak ettikleri cezaların verilmemesi,  hakimlerimizin  ceza indirimine gitmesi yürekteki ateşi daha da körükledi.

Bu aşamadan sonra lafı daha fazla uzatmak yerine, yazımı yönetenlerden isteğimi tekrarlayarak bitirmek  istiyorum. İsteğim odur ki; bizi yönetenler toplumun bu önemli sorunu ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Çünkü kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Çünkü kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür ve güçlü toplum demektir.  Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara kızlara da saygılı nazik olması öğretilmeli... 

Okurlarıma sevgilerle,

Hanife Mert












3 Ağustos 2021 Salı

Çaresizlik!

Çaresizlik nedir bilir misin? Çaresizlik,  insana en çok acı veren hislerden biridir kanımca. Çünkü canım dediğin, tüm gücünle bağlandığın, canını bile feda etmekten çekinmediğin en değerlin gözlerinin önünde cayır cayır yanarken, yok olurken sen elin kolun bağlı çaresiz onu izlemek durumunda kalırsın. Bu süreçte yüreğin daralır, nefesin kesilir, için cayır cayır yanar da o yangını söndürmek için elinden bir şey gelmez...

Ülkemizin özellikle kıyı bölgelerindeki ormanlarda başlayan ve pek çok şehirlerimize hatta köylerimize kadar yayılan yangın karşısındaki çaresizliğimiz gibi. Yaklaşık beş gündür söndürülemeyen yangın, ülke yönetiminde söz sahibi olan yöneticilerin yetersizliği nedeniyle, her birimizin yüreğinde farklı yangınlara ve acılara sebep olmaktadır.

Çaresizliğin ne kadar zor olduğunu anlamak için Manavgat Belediye Başkanı'nın elinde telefonuyla yere çöküp gözyaşı dökmesinden anlamak mümkün. Sadece belediye başkanı mı?  Evini, yuvasını ve geçim kaynağı hayvanlarını kaybeden insanların korkudan endişeden ve çaresizlikten yuvalarından fırlayacak gibi bakan yaşlı gözlerinden, yangından kaçamayan yanan canlıların kömür olmuş iskeletlerinden... Sırtına tonlarca ağırlıktaki ve metrelerce  uzunluktaki hortumu sırtlayarak yangın söndürmek için mücadele etmeye çalışan kadınlarımızın bakışlarındaki acıdan. İçindeki eşyalarıyla birlikte evi yanarak viraneye dönen eviyle birlikte anılarını, hayallerini, ümidini kaybeden genç kızımızın yanan göz nuru el emeği çeyizinin kül olması nedeniyle akıttığı gözyaşlarından.  Viraneye dönmüş evine bakarak: "Ben kanser hastasıyım, içeride eşyalarımla birlikte tedavi param da yandı kül oldu" diye ağlayan teyzenin gözlerine ve daha nice hikayelere bakmak lazım...

Bu ülke bu ulus tüm çaresizlikler içinde bile, kendine yeni çareler üreterek her defasında küllerinden doğarak yeniden ayağa kalkmıştır. O, bu gücü tarihinden, ulu önderi Mustafa Kemal Atatürk'ün kendine aşıladığı güçten ve ruhtan almıştır. Buna inancım sonsuzdur...

Yazımı kendilerini efendi, halkı ise maraba sanan ve öyle davranan, yangında her şeyini yitirmiş acılar içinde kıvranan vatandaşlara çay atan yöneticilere seslenerek bitirmek istiyorum. 

Ben bu yaşıma kadar onca terör eylemi, onca doğal afet, onca toplumsal olay gördüm. Ancak, böyle bir çaresizlik, böyle bir acizlik, böyle bir yetersizlik, böyle bir basiretsizce yönetilen bir yönetime tanıklık etmedim. Ülkenin onca olanakları varken, sudan bahanelerle kullanmadıkları için, çaresiz kalan halk, kendi devletinden değil, başka devletlerden yardım dilenmek zorunda bırakılmıştır. Onlara adeta yalvardık. Ne olur bizi kurtarın! diye haykırdık. Bu durumdan utanç duymayan bizi muhannete muhtaç eden bu ülkeyi yönetemeyen yöneticilere yazıklar olsun! diyorum.

Muhabbetle

Hanife Mert


Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...