25 Eylül 2021 Cumartesi

Neremiz Doğru ki?


 

Televizyondan akşam haberlerini izlemek benim için uzun zamandır vazgeçemediğim ve alışkanlık haline gelen bir durum oldu. Nur içinde yatsın dedem de babam da haberleri hiç kaçırmazdı. Çocukluğumun anıları arasında dedemin dişsiz ağzıyla bize "susun çocuklar, acans dinliyorum" diyen sesi kulaklarımda hâlâ. Belki de onlardan gelen bir alışkanlıktı bu.
Eşim ve kızlarımın, her fırsatta haberleri izlememem konusunda verdiği tepkiler etkisiz kalıyor. Çünkü ben  ısrarla izlemeye devam etmek istiyorum. Onların tepkisi benim üzülmemem  ve kendimi strese sokmamam içindi.
Güzel ülkemin durumu hepimizce malum. Hangi birini yazayım ki… Hani hepimiz biliriz deveye; “senin boynun neden eğri?  diye sormuşlar. O da  “nerem doğru ki?" diye yanıt vermiş.

     Bizde de öyle değil mi? Nereyi tutsak elimizde kalıyor. Her tarafımızdan bela musibet yağıyor. Her defasında son olur inşallah diye dileklerde bulunduğumuz, ama neredeyse her gün sessiz sedasız toprağa verdiğimiz gencecik fidanlarımız, kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, hırsızlık olayları, haksızlık hukuksuzluk olayları, eğitimdeki çarpıklıklar, masum hayvanlara yapılan insanlık dışı zulümler, kavgalar, tacizler, tecavüzler, açlık, almış başını giden enflasyon, fakirleşen açlık sınırının altında yaşamaya çalışanlar, ne iş olursa yapmaya razı insanların olmasına rağmen, işsizliğin tavan yaptığı bir toplumda daha nelerden bahsedilir ki...

 İnsanların ötekileştirildiği, adam kayırmacılığın tavan yaptığı, hukukun kişilere göre işletildiği durumlarından bahsetmiyorum bile. Bir de söylemeden geçemeyeceğim. Covit 19 virüsünün hiçbir engel tanımadan önüne çıkanı kırıp geçirdiği, sürekli varyantların arttığı bir durumda, buna dur diyecek bir babayiğidin henüz çıkmadığını düşünürsek, söylenecek sözlerin ne kadar kifayetsiz kaldığı aşikâr...

   Haberleri elbette internette gazetelerden de okuduğum oluyor arada. Ama illaki televizyondan izlemek beni rahatlatıyor. Sanki bir şehit haberinde şehit yakınlarıyla birlikte üzülmek, annesi ölen bir çocuk için üzülmek,  yapılan bir haksızlığa birebir tepki vermek, kızmak hakaret etmek, eleştirmek, az da olsa güzel bir olaya sevinmek… Daha da önemlisi toplumun içinde olduğumu hissettirmekti. 
  Yaklaşık üç gün önce izlediğim bir haberden bahsetmek istiyorum. Daha önceden örneklerini çok gördük. İllaki hepimizce bilinen bir konu... Haberlerde; sokak aralarında, park köşelerinde, apartman boşluklarında, yıkık harabelerde dünyadan bihaber, yerlerde sere serpe yatan gençlerimizi gösteriyordu haber muhabiri. Bu çocukların durumu bir anne olarak  içimi  acıttı. Bu gençlerimize neden sahip çıkılmıyor? Devlet neden bunları koruma altına almıyor? diye hayıflandım kendi kendime. Sonra bu gençler üzerinden milyonlar kazananlara verdim veriştirdim. Hiç mi içiniz sızlamıyor? Bu gençler de ana kuzusu! Bir çocuk kolay yetişmiyor… Haber muhabiri bonzai illetini kullanma yaşının 10- 12 yaş gurubuna kadar indiğini söylüyordu. Çocukları; "Bir kereden bir şey olmaz!” diyerek kandırıyorlarmış. Ülkemizde yeşillikler yok edilerek  devasa AVM ler yapılıyor. Büyük iş merkezleri açılıyor. Açılsın elbette, denizde yüzen cami planları projeleri yapılıyor. Yapılsın ülkemiz güzelleşecekse, çağı yakalayacaksak olsun. Ama lütfen bu uyuşturucu tacirleri ile etkili mücadele yöntemleri de arttırılsın. Ayrıca uyuşturucu belasının kollarına atılmış bu gençlerimizi tedavi edecek rehabilitasyon merkezlerinin sayıları da arttırılsın. Toplum ve  aileler bu konularda bilinçlendirilsin. O gençlerin her biri bizim geleceğimizi inşa edecek toplumsal yapı harçlarımızdır. Sahip çıkılmalı...

Özetle “Bir kereden bir şey olmaz” demeyin. Bir anda hayalleriniz son bulur, düşler kabusa döner, umutlarınız yok olur, beklentileriniz biter, hayat hikayeniz son bulur... Kısaca bir kereden sayamayacağınız kadar çok şey olur.

Muhabbetle,

Hanife Mert

 

21 Eylül 2021 Salı

Eskiden mi Güzeldik? Yoksa Eskiler mi Güzeldi?


Her geçen gün geçmişe duyulan özlemimiz artıyor. Buna sebep içinde bulunduğumuz yaşam şartlarının günden güne zorlaşması olsa gerek. Bu durum insanların kabuğuna çekilmesine, kendinden başkasına ne olduğunun önemsenmemesine sebep olmakta. Yani insanları bencilleştiren, yalnızlaştıran bir yaşam tarzı benimsemesidir. 

Hal böyleyken sorunlarıyla kendi başına mücadele etmeye çalışan insan, geçmişin dayanışma, yardımlaşma, paylaşımcı, sevgi, saygı, dostluk duygularını ön plana alan bireylerin olduğu bir yaşama özlem duymakta. Maalesef bizler erdem sayılan bu güzel değerlerimize sahip çıkamadık. Onları ne bugüne ne de gelecek kuşaklara taşıyamadık. Gelecekte yaşayacak olanlar bu değerlerin varlığından habersiz bir yaşam tarzı benimseyeceklerdir belki de. Kim bilir...   

  Buna bir de yöneticiler tarafından yürütülen dengesiz, basiretsiz politikalarla toplumu oluşturan bireyler arasında adil olmayan bir gelir dağılımıyla geçim kaygısı eklenince yaşam çekilmez bir hal almakta. Kimi alabildiğince varlıklı şatafat içinde yaşarken, kimisi de yaşamını zorluklarla kazanarak günü kurtarma, karnını doyurma çabasında. Bu dengesizlik bireylerin yarınından umudunun azalmasına kiminin ise tamamen yok olmasına neden olmaktadır. Özetle  bakıldığında bu zorlu yaşam şartlarının bir sonucu olarak hayatından memnun olan yok. Kiminde gelecek kaygısı, kiminde günü kurtarma çabası, kimi de karnını doyurma derdinde.

Yaşadığım site ana cadde üzerinde. Günün her saatinde insanlar cadde ve sokakları dolduruyor. Geceleri de sokak lambasının ışığında canlılık devam ediyor...

  Sokak ve caddelerde oluşan çöp konteynerlerinin etrafında insanlar görüyorum. Her biri kendince o günkü rızkını çıkarmanın derdinde. Elleri yüzleri kirden siyahlaşmış, giysileri rengini kaybetmiş şekilde...  Bazısı da marketlerin pazarların önünde bekliyor. Bozulmaya yüz tutmuş sebzeleri meyveleri alarak o da o günkü rızkını elde etme düşüncesinde...
 

 Her nerede olursa olsun, çöp konteynerinde bulduğu ekmeği yemek durumunda kalan bir tek kişinin dahi olması, o toplumu yönetenlerin sosyal devlet olma işlevini yerine getirmediği ve  o toplumun da sosyal yardımlaşma dayanışma ruhunda bozulmanın olduğunun bir göstergesidir.

 Bizler çocukluğumuzda “komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir.” felsefesiyle yetiştik. Yardıma muhtaç insanlara yardım edilmesi gerektiği yönünde öğütler aldık. 

Annem; "göz hakkı olur" der evimizin önündeki tarlada yetişen sebze ve meyvelerden komşulara da verirdi. Hatta biz alışalım diye, komşuya bizimle gönderirdi. Sadece annem değildi, sokağımızda herkes benzer şekilde kendinde olanı paylaşırdı...   Ancak görünen o ki bizim kuşak ailemizden aldığımız güzel davranışları bugünlere taşıyamadık. İnsanın aklına eskiden mi güzeldik? Yoksa eskiler mi güzeldi? diye sorası geliyor. Eskiden bir toplulukta bulunan insanlar arasında yaşam kalitesi açısından bugünkü kadar fark yoktu. Dolayısıyla insan da düzende bozuk değildi. Hem eskiler hem de eskiden güzeldi her şey. İşte bu yüzdendir, bugün insanın düne özlem duyması...

Son söz olarak, dilerim en kısa zamanda toplumu oluşturan bireyler arasındaki ekonomik ve sosyal dengesizlikler düzelir, her birey milli gelirden eşit oranda adil bir biçimde pay alır, insanca yaşayabileceği saygın ve kaliteli bir yaşama kavuşturulur.

 


Muhabbetle,

Hanife Mert









9 Eylül 2021 Perşembe

Güzel Yaşamak İstemez misiniz?


Her ne kadar güzellik göreceli bir kavram olup kişiye göre farklılık gösterse de, insanın sağlıklı bir ruh yapısına sahip olabilmesi için iç güzelliğine, ruh güzelliğine önem vermesi gerekmektedir. Ruhunu güzelleştiren ona uygun gıdalar veren kişi, yaratılan her şeyde güzeli arama, güzeli görme ve gördüğü çirkinlikleri güzelleştirme eğilimindedir.

İnsan her ne yaparsa yapsın illaki öncelikle sağlıklı bir ruh yapısına sahip olmalı. Bu durum kişinin kendi ile barışık yaşamasını, insanları, birlikte yaşamak zorunda olduğu diğer canlıları ve hayatı sevmesini, onlara karşı sorumlu, saygılı, dürüst şefkat ve merhametli davranmasını sağlar. Bunun için önce ön yargılarından kurtulmalı, olaylara karşı bakış açısını değiştirmeli, güzel düşünmeli, kendini çıkmaza sokacak eylemlerden uzak durmalı. Zira" Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan tat alır." demiş Mevlana.

Her insan huzur ve güven içinde yaşamak, dostluğun ve sevginin var olduğu ortamlarda olmak ister. Bulundukları yerlerde sevgi, saygı, huzur, mutluluk, barış, kardeşlik, hak ve adaletin özlemini duyar. Lakin özlediği bu ortamın oluşması yönünde kendisi gayret göstermek istemediği gibi, dostluğu, güler yüzü, güzel sözü karşısındaki kişilerden bekler ya da bu ortamları sağlayacak birilerinin çıkmasını bekler.

 

Bu yönüyle de insan toplumsal bir varlıktır. Yaşadığı toplumun olmazsa olmaz taşlarından biridir. Kendini yaşadığı toplumdan ve o toplumu ilgilendiren değerlerden soyutlayamaz. Hal böyleyken toplumun bir parçası konumunda olan her bireyin özlemini duyduğu değerlerin oluşması, yerleşmesi, gelişmesi ve devamlılığının sağlanması adına üzerine düşeni yapması gerekmez mi? Herkesin olanakları ölçüsünde büyük küçük, az çok yapabileceği mutlaka bir şeyler vardır. Bunun için biraz duyarlı olması yeterli.  

 

Örneğin,  bu sıcak yaz gününde açlıktan susuzluktan takati kesilmiş hayvanlar için evinin bir köşesine bir tabak yemek veya su koymak, yaşlı ve kimsesizleri ziyaret edip gönlünü almak, birilerine selam vermek, tebessüm etmek, insanlara iyi niyetli dürüst davranarak dostluk için küçük kapılar aralamak, birliği güçlendirmek, milli manevi değerlere sahip çıkılması yönünde önderlik ve örneklik ederek teşvik etmek, haksızlık karşısında onurlu ve dik duruşunu korumak, evinde sokağında, mahallesinde hoş olmayan göze hoş görünmeyen olumsuzlukları düzeltmek gibi yükte ağır pahada hafif erdem sayılan güzel davranışları sergilemek gibi.

 

Kolay değil elbet gönüller arasında pencere aralamak. Zira sevgi ve dostluk bağları kurmak emek ister, sabır ve özveri ister. Maalesef günümüzde bu değerler yeterince önemsenmiyor. İnsan için varsa yoksa kendi çıkarı ve kazanımı ön planda...

 

 Bir toplumda her birey sadece  kendi çıkarlarını, rahatını düşünerek hareket eder, konuşur ve kendi çıkarları doğrultusunda yaşarsa bencil, huzursuz, mutsuz, agresif insanlardan oluşan bir toplum halini alır. Böyle bir toplumda hak ve adaletten, birlikte huzur içinde yaşamaktan söz edilemez. Hak hukuk adaletin kişilere göre farklılık gösterdiği bozuk ve bozguncu bir düzen hakim olur.

 

Zira, toplumun yetiştirdiği her ferdin o topluma karşı ödemek zorunda olduğu bir vefa borcu vardır. Yaşadığı toplumu güzelleştirmek, temel değerlere sahip çıkmak, yaygınlaştırmak, geliştirmek, çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak ve kendinden sonra gelecek kuşaklara en güzel şekilde bırakmak insanın asli görevidir. 

Oysa biz ney yapıyoruz? Kapitalist dünyanın aldatıcı büyüsüne kaptırdık kendimizi gidiyoruz. Her türlü kazanımlarımız "ben" merkezli... Hayatımızda yer eden her şeyi maddi bir değerle ölçüyor, her insana bir etiket yapıştırıyoruz. Son yılların iletişim ve teknoloji çılgınlığı, televizyonların ışıltılı dünyası da bizim maddeciliğimize çanak tutuyor. Pahalı en iyi son moda olan ne varsa alıyoruz, ve doymak bilmiyoruz. Hep bir tarafımız aç. Giderek hep tatminsiz, mutsuz ve yalnız insancıklar olduk. Bizler küçüldükçe faturalarımız büyüdü, borçlarımız kabardı ama biz hala küçücüğüz, büyüyemedik.

Biz bu yaşama alıştık veya alıştırıldık. Artık kazanmanın yerini emek sarf etmeden, alın teri dökmeden kolay yoldan kazanmak aldı. Güçsüzü ezmek, zalimi alkışlamak, güçsüzün kafasına vurup elinden ekmeğini almak, kolay kazanmak uğruna başkalarını kullanmak, kırmak başarılı akıllı insan oldu.

İçimizde büyüttüğümüz hırslarımız, bizi küçülttü. İnsanlığımızı, dostluğumuzu, dostlarımızı, saygınlığımızı, toplumsal benliğimizi kaybettirdi. Düzensiz, sistemsiz, kalitesiz bir yaşam sürmemize neden oldu. İnsana verilen değer neredeyse kalmadı. İnsanın kazandığı paranın değil, paranın kazandığı insanların değeri arttı. Araç amacın önüne geçti...

Gözlerin, kulakların zihinlerin açılması ve insanlığın kazandığı insani değerlerin artması, güzel görüp, güzeli düşüneceğimiz ve güzel yaşayacağımız günlerin gelmesi dileğiyle.

 

 Muhabbetle,

Hanife Mert


Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...