Doğuştan görme engelli
olan bir adam zifiri karanlık bir gece yarısında, engelinden dolayı kazanmış
olduğu ezbere yol bulabilme yeteneğini kullanarak yürümeye devam ediyordu.
Görme derecesi sıfır olduğu halde elinde yanmakta olan bir fener taşımaktaydı.
Karşıdan gelmekte olan şahıs ile yüz yüze geldiklerinde, kendisini tanıyan bu
şahıs, “Bre kör, sen zaten görmüyorsun ki, o fener ne işine yarayacak” demekten
kendini alamamıştı. Bu ifade üzerine görme engelli adamın cevabı manidardır:”
“Feneri kendim için değil, senin gibiler için taşıyorum ki ben
onları görmesem de onlar beni görsün ve böylelikle çarpışmamış olalım. Benim
gözüm kör ama senin kalbin körmüş. Yani asıl kör olan ben değilim,
sensin.” der.
Etrafımıza hep bakarız ama bazen gördüğümüz baktığımız değildir. Çünkü bakmak ve görmek birbirinden ayrı
şeylerdir. Bakmak sadece vücut gözü ile yüzeysel olurken, görmek ise aklın,
mantığın, kalbin, gönlün, ruhun birlikte bakmasıyla, karar vermesi ile olur.
Her birimiz gün boyunca yakınımıza,
uzağımıza, çevremize bakıp dururuz. Hepimiz aynı yere aynı yerden baksak bile
farklı şeyler görürüz muhtemelen. Çünkü bakmak yetmiyor her zaman, görmeyi de
bilmek gerekiyor…Tabii ki önce nereye nasıl bakacağımız önemli, ondan sonra
neyi göreceğimiz görmek istediğimiz..
Olayları ya da kişileri
gördüğümüz ya da olmasını düşündüğümüz yönüyle değerlendirir, net ve kesin bir
tavırla yargılama hatta mahkum etme yolunu seçeriz. Yanılabileceğimizi, hata
yapma ihtimalini düşünemiyoruz maalesef.
“Gönül gözü görmeyen, Can gözünü neylesin”
demişler ya hani; hikayede de bu durumu açıkça görmek mümkün. Etrafımızda
herhangi bir engelinden dolayı, bakışlarıyla, tavırlarıyla, hatta; “bre kör,
bre topal, bre deli...,” gibi onur incitici, aşağılayıcı, dışlayıcı söz ve
davranışta bulunanları görmekteyiz. Şunu unutmamak gerekir ki insan hayatı tek düze değildir. Sağlık da, varlık da, darlık da sonsuza kadar sürmez. İncittiğimiz yerden incinmemiz olasıdır...
Böyle insanlara, kişilere gönül gözüyle bakmalarını önerirken, merhum Aşık Veysel’in;.
Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben sac mıyım?
Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım?
dizeleriyle yanıt vermek istiyorum. Farklılıklarımız bizi asla farklı yapmaz. Zira gelişimiz de gidişimiz de aynı yere olduktan
sonra...
Her insan kendi içinde koskoca bir kainat barındırır. Buna
rağmen hiç kimse diğer kimselerin iç dünyasını yeterince görüp bilemez. Bunun
nedeni, dışımızda ki olaylara kişilere yeterince ilgi duymayışımız ve duyarsız
olmamızdan kaynaklanmaktadır. İnsanların gönüllerine girmeyi başarabilsek, o
gönlü feth edebilsek,
Yunus Emre’nin;
“Hakk bir gönül verdi bana,
Ha demeden hayran olur”
dediği gibi hayran kalmayacağımız bir insan olmazdı. Böylelikle
yine
Yunus’un,
“Yunus Emre der: Hoca,
İstersen bin var hacca,
Hepsinden iyice,
Bir gönle girmektir.”
Dizelerinde ifade ettiği gibi en makbul ibadetlerden
birisini de yerine getirmiş olurduk. Eğer girebilseydik karşımızdakinin
gönül kapısından, dert ortağı olurduk. Dertleri paylaşır, paylaştıkça
azaltırdık derdini ve sevgileri paylaşır, paylaştıkça çoğaltırdık. Kırık kalplere
derman olabilirdik belki. Belki onara bilirdik yıkılıp harap olmuş
gönülleri.
Gerçek dostlukların kurulması da gönül ziyaretleriyle başlamıyor
mu? İnsanların birbirlerinin gönüllerinde kurdukları sevgi köşkleriyle
perçinlenmiyor mu gerçek dostluklar?
Görmesini bilemeyen, dostunun gönlünü kırmaktan çekinmeyen kişiler ; “Ben
kainata sığmam ama insanın kalbine sığarım” diyen Yüce Yaratıcı'nın o güzel
mekanını harap etmiş olmaz mı?
Oysa,
“Eğer gönül kırdın ise, Bu kıldığın namaz değil.”
dizeleri ve
Hz Ömer’in
“Ey Kabe! Seni bin kere yıksam tekrar yapabilirim, fakat kırılan bir
kalbi asla...’’
Bu ifadeler gönül kırmanın insanı ne büyük bir külfete
soktuğunun göstergesi değil mi?
“En büyük engel sevgisizliktir” onları incitmeyelim diyor, Allah'ın
yarattığı her canlıyı sevgiyle kucaklaya bilmemiz, karşılaştığımız tüm insanları
gönül gözü ile görmemiz ve gönül kapılarını çalabilmemiz, gönüllerini feth edebilmemiz dileklerimle; Dünya Engelliler Günü'nü kutluyorum.
Muhabbetle,
Hanife Mert