23 Kasım 2012 Cuma

Geçip Giden Ömür


Yorgun ayakları bedenini çekemez olmuş,kısa mesafelerde bile yoruluyordu artık.
Her yola çıkmak istediğinde,dizlerine vuran dünya yorgunluğu,yılgınlığını da aklına getiriyor,
vazgeçmek için yeterli sebep oluyordu kendisine.
Bazen yürürken bulduğu bir kaldırım taşına oturarak belinden ayaklarına vuran
sızının acısını dindirmek için çömeliyor,geçmişte kalan dinç günlerini birazda hayıflanarak aklına getiriyordu.
Bir süre oturması bile geçmişin bütün güzelliklerini gözlerinin önüne getirmeye yetiyor elem bulutları ufkunu kaplıyordu.Ne yaşlanmasına nede ağrılarına yanmıyordu,
bunlar hayatın gelen akışında zarurete binaen tezahür eden olaylardı.
Aklına en çok gelen ve kendisini üzen bom boş geçirdiği bir ömrün elle tutulur bir yanın olmamasıydı.
Hemen hemen bütün arkadaşları ebede göçmüş,kendisini dünyanın meydanında yalnız bırakmışlardı.
Yıllarca birlikte yaşadığı vefakar eşi de gideli epey olduğundan,hayat sahnesinde tek kişilik bir role soyunmuştu adeta.
Uzandığı yatağında,evin tavanına diktiği gözleriyle acılarını harmanlayıp,
sık sık eşinin namaz kıldığı seccadesine gözlerini iliştiriyordu.
Bu yaşına kadar hiç merak etmediği seccadenin efsunlu yanıyle yüzleşiyor,
tespihin imamesindeki vakara gıpta ediyordu.
Nasılda geçmişti yıllar hiç anlamadan,bir ikindi vakti kadar
kısaydı sanki zaman.
Düşünüyordu çoğu vakit şimdilerde;her ezan sesiyle birlikte ayağa kalkan eşini gördüğü halde kendisinin ne yaptığını?
Huşuu ve teslimiyetle boyun eğen secde eden kul olmaya çabalayan,secdenin ardından dakikalarca  dua eden biri vardı evinde bir zamanlar.Buna rağmen,kendisinin ne yaptığını düşünüyordu uzun uzun.
Ezan okuyan yanık sesli müezzinin,”haydin namaza,haydin kurtuluşa”
nidasını duyduğu halde geçip giden yıllarda ne işle meşguldü acaba?Neydi kendisini bunca bağlayan isyana,
dünyaya,bütün davetlere rağmen yüz çevirmeye yönelten?
Yine ağrıları arttı,ayak parmaklarına kadar sızlıyor bütün bedeni,bir bardak su içmeye takati yok gibi.
Geçmişte hoyratça harcadığı günlerinin elemi de eklenince üstüne daha bir dayanılmaz oluyor bu ağrılar nedense.
Geçmesi zor olan yılların su gibi akıp gittiği gerçeğiyle en acı
 şekilde yüzleşmekteydi artık.
Sadece mutfakta duruyordu,ne salona nede odasına gitmek istemiyor,
oda ile mutfak arası kendisine çok uzun bir yolmuş gibi geliyordu.
Ama yıllar yılı aksattıkları da hiç aklından çıkmaz devamlı yaşlı beynini meşgul eder olmuştu son günlerde.
Eşinden arda kalan,ilk evlendikleri yılda aldıkları bir boy aynası
 ve eşinin aldığı ilk seccadesiydi.
Yanında yeşil tespihi,üzerinden belki de binlerce zikir çekilmiş imamesiyele duruyordu.
Sabahları uykusundan uyandığında küçük pencerelerinin önünde oturmuş,
eşinin  Kur’an okuyan hali,sessiz sessiz içten kıraati,şimdilerde nedense özlediği hayıflandığı en güzel zaman dilimlerinden biriydi.
Uzun yıllar beraberce yaşadığı eski zaman kadınlarından olan ve güneş
doğmadan uyanan,her sabah namazında gözlerindeki yaşları sofrasına taşıyan,belki bir gün benim eşimde bana benzer
diye dua eden hali şimdilerde yüreğine sokulan bir hançer gibiydi.
Saatlerce gözyaşı dökerek yaad ettiği bu muazzam tablo geri
dönüşü olmayan zamanın en acımasız yanıydı.
Alçak sesle kendisine, eşinin,“ Bey,artık sende biraz dönsen,vakit geçiyor”
dediğini hatırlıyor,benliğinin en ücra köşesine kadar işleyen bu sözler bütün acılarını unutturuyor,
bu kez de pişmanlığın verdiği ezilmişlik dert olarak kendisine yetiyordu.
Daha önce evinin bütün her yanı kendisine açıktı,şimdi ise sadece mutfak,masa,bir sandalye ve gözlerini hiç ayırmadığı seccade,
seccadeye iliştirilmiş yarım asırlık yeşil tespih vardı kendisine ait olan.Böyle düşünüyordu.
Ne kadar geçte olsa,eşinin davetine icabet edebilirdi,başka da
neye ihtiyacı vardı ki?
Yalnızların yakınını yanında olduktan sonra.
Bir ömrü böyle geçirmişti,bir ömrü hiç geçmeyecek sanarak bitirmişti,bitirirken de çok şeyleri yitirmişti.
Şimdilerde çok daha iyi anlıyor,verilemeyecek hesapların
acısıyle ağlıyordu.Keşke diyordu,keşke…
Ama keşkesiz bir hayatı neden yaşamadığını da düşünüp suçu üstüne alarak mecburi bir boyun eğişle gözleri yaşarıyordu.
Belindeki ağrılar,dizlerindeki romatizmalar,
gözlerinin fersiz bakışı geç kalmış kulluğuna yeterince engel
olmaya yetiyor,şeytanın bir ömür bırakmadığı vesvesesi hala
devam ediyordu.
Bir asra çeyrek kalan ömründen geçen zamanın büyülü havası başını döndürdüğünden
dolayı olsa gerek,kendisini,amelsiz defterini eline almış gibi hissediyor,
üzüntüleri daha da artıyordu. Ne açlığı aklında artık nede susuzluğu.
Ne acılarını hissediyor nede ağaran saçlarına bakıyor boy aynasında.
Düşündüğü tek şey var şu günlerde,bir ömür  böyle avare geçti diyor.

alıntı

6 yorum:

  1. Koca Reis

    Hey gidi koca reis,
    Gidiyorsun ha,
    Sen adam gibi yaşamanın bedelini,
    Biz senin bedenini vurup sırtımıza,
    Gidiyorsun ha,
    Ne diyeyim şimdi; iyi mi ettin diyeyim,
    Kalan,,,,kalan yok be reis,
    Hani,birkaç küçük anı,birkaç hatıra,
    İçimde tuhaf bir his,
    Sana geldi diyor belki de şimdi sıra,
    Pekala,baş üstüne,
    Ölüm çoktan kabulüm,
    Nasıl olsa çocuklar büyüdü,
    Üç buçuk emekli aylığımda geçinir gider karım,
    Lakin,lakin benim korkum;
    Şiirlerim kalır diye yarım,
    Satılır diye bir mahalle bakkalına kitaplarım,
    Zeytin sarılır,helva sarılır,
    Kalırsa duvarda bir resmim kalır,
    Belki kapı zilinde bir müddet ismim,
    Sonra,sonra unutulur gider cismim dahi,
    Hey gidi koca reis,
    Gidiyor musun sahi?
    Hatırlar mısın? aynı yıl bitirmiştik okulu,
    Senin tayının Anadolu”ya çıkmıştı da,
    Giderim ulan demiştin,güle oynaya giderim,
    Bizi vatan haini ilan edip;
    Ve güle oynaya gitmiştin,bir akşam treniyle,
    Gerçi sık,sık mektuplaşır,
    Oraları anlatırdın bizlere,
    Değişmeli derdin,değişmeli buraların makus talihi,
    Oralardan yine öğretmenle evlenmiştin,
    Çağırmıştın da gelememiştik be koca reis,
    İş güç işte birazda bahane,
    Kızmıştın,hatırlar mısın,ulan demiştin;
    Siz benim cenazeme de gelmezsiniz,
    Geldik,geldik be koca reis,geldik,
    Sen adam gibi yaşamanın bedelini,
    Biz senin bedenini vurup sırtımıza,
    Gidiyor musun sahi?

    Ne hikmetse en çokta bana kızardın,
    Bırak derdin,şu aşk meşk şiirlerini,
    Yazacaksan ulan,memleket meselelerini yaz,
    Öyle Erenköy”de oturup,
    Köylü geldim,köylü gideceğim hikayelerini kimse yemez,
    Buralar yok yoksul,buralarda akşamlar ayaz,
    Buralara ne kimse geliyor,ne yaz,
    Tutturmuşsunuz,varsa yoksa bizim kuşak,
    İnsan insanlarına olmalı,taşına toprağına olmalı,
    İnsan vatanına olmalı uşak,
    Gelmeyin ulan,gelmeyin derdin,ölümümde dahi,
    Geldik be koca reis,geldik,
    Sen adam gibi yaşamanın bedelini,
    Biz senin bedenini vurup sırtımıza,
    Gidiyor musun sahi?
    Kalan,kalan yok be reis,
    Satılır palton bir eskiciye,
    Kömürlüğe atılır haftasına masan,
    Kalırsa duvarda bir resmin kalır,
    Belki,belki kapı zilinde bir müddet ismin.
    SAYGI VE SELAMLAR::::

    YanıtlaSil
  2. Canım hiç bir şey üzülüp takmaya değmiyor.
    Bu gün varsak, bu akşam belkide olmayacağız o yüzden ne dalını kıralım nede gülümüz solsun ,sevgilerimle kocaman öptüm.

    YanıtlaSil
  3. Hüseyin Hocam, bu güzel şiirinizle katkınızdan dolayı teşekkür ediyorum. saygılar.

    YanıtlaSil
  4. Siyahkuğum yorum için teşekkür ediyorum canım..
    sevgiler.

    YanıtlaSil
  5. paylaşım süper, teşekkürler

    YanıtlaSil
  6. Ben teşekkür ediyorum, sayfamı ziyaretinizden dolayı..

    YanıtlaSil

Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...