5 Ocak 2021 Salı

"ŞİDDET VE KADIN


“Sevginin bittiği yerde başlar şiddet.” Şiddet; güç ve baskı uygulayarak kimilerine göre stres atmak, kimilerine göre varlığını ispat etmek, kimine göre de öz güveni olmayanların baş vurduğu psikolojik bir durum. Sevginin olmadığı yerde çıkar ortaya. Hal böyle iken sevginin olmadığı yerde güzellik ve iyilikten bahsedilemez. Oysa sevgi öyle dolu bir şey ki hiç eksilmez. Verdikçe çoğalır. “ Seni seviyorum” cümlesi ne kadar güzel, öyle değil mi? Sevgi sözcüğünü duymak insanın içini ısıtıyor ne kadar mutlu ediyorsa, tersini duymak da o kadar gerer ve mutsuz eder. 

Ülkemizde kadınlar şiddet görüyor ve öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi yakılıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek öldürülüyor. Baba, kardeş, eş, evlat, sevgili, eski eş, hatta eski sevgili... Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, kimi parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu... Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Kadına reva görülen şiddet, vahşet, zulüm ve ölümler tavan yapmış durumda. 

 Malum bu konular çok fazla yazılıyor, konuşuluyor ancak bir sonuca bağlanmıyor. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kalıyor ve sadece orayı yakıyor. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri cezalar verilmiyor. Cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin de insiyatif kullanarak; suçu işleyenleri takım elbise giymesi, efendi  görünmesini kıstas alarak ceza indirimine gitmesi gibi nedenler kanımca şiddet meraklısı pek çok hasta ruhlu insanları harekete geçirmede etkendir. 

  Sebep ister psikolojik, ister sosyolojik, ister ekonomik, isterse toplumsal olsun. Toplumumuzun bu kanayan yarası ciddiyetle ele alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Bu vesileyle kadınlara uygulanan şiddetin ve kadın ölümlerinin son bulduğu, kadın hak ve özgürlüklerinin tüm kadınlara tanındığı, kadına; anaya, eşe hak ettiği sevginin, saygınlığın, değerinin kazandırılması en öncelikli dileğim...


Muhabbetle,

Hanife Mert


4 Ocak 2021 Pazartesi

Begonvilli Ev - Müjde Dural


Öncelikle 2020 yılından kurtulduğumuz şu günlerde, yeni yılın tüm dostlarımıza, arkadaşlarımıza, sevdiklerimize, ülkemize ve tüm insanlık alemine sağlık, huzur, mutluluk, barış, adalet getirmesini dileyerek,  eski yıldan kalma tüm olumsuzlukları da alıp götürmesi en büyük isteğim...
  Uzun zamandır bloğuma giremiyordum. Sebebi; yaklaşık üç yılı aşkın bir süredir üzerinde çalıştığım Orhan Veli'nin biyografik kurmaca romanı kitap projemi bitirmekti. Bu nedenle de rutin yaptığım pek çok işlerimi dondurarak kitabıma yoğunlaştım. Çok şükür kitabımı tamamladım. Şu an editör incelemesinde...
  Bunu fırsat bilen ben, tekrar yarım kalan işlerimi tamamlamaya geçtim. Öncelikle, sevgili Müjde'mden özür diliyorum. Çünkü askıya aldığım işlerin arasında okumaya başladığım ancak bitiremediğim "Begonvilli Ev" adlı kitabı da vardı. İlk iş olarak kitaba kaldığım yerden başladım ve önceki gün bitirdim. 
Yorumuma geçmeden; fotoğrafını çekip bloğumda paylaşmak için girdiğimde, heyecanla ve neşeli girdiğim bloğumda karşılaştığım yazı beni gerçekten çok üzdü. hatta ağlamama neden oldu. Blogspotta uzun yıllar birlikte yazılar paylaştığımız, bu yazılar vesilesiyle dost olduğumuz 
https://nurtendemirel.blogspot.com/2021/01/annem-yok-artik.html bloğunun sahibi sevgili Nurten Demirel arkadaşımızın "Annem yok artık!" yazısıyla karşılaştım. Çok çok üzüldüm. Ona tekrar baş sağlığı ve sabırlar diliyor, annesine de Allah'tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun inşallah. Anne olmak ve annenin olması bambaşka bir şey. İnsan annesi yaşarken kaç yaşında olursa olsun kendini hep genç ve çocuk gibi hissediyor. Kendimden biliyorum, anneni kaybettiğinde bilmem kaç yaş yaşlandığını hissediyor insan. Sırtımın buz gibi soğuduğunu hissetmiştim. Hani baba için söylenen "sırtını yasladığın dağ" sözü hem anne hem baba için geçerli diye düşünüyorum.

  Kitaba geldiğimizde; büyük bir keyifle okudum. Okumak ne kelime, bildiğin film dizi izler gibiydim. Adeta sayfalara kilitlendim. Biri bir şey sorduğunda duymuyordum bile. Hepimizin bildiği gibi Müjde'nin sade ve akıcı bir dili var. Bunu gerek makalelerinden ve gerekse yayınladığı hikayelerden biliyoruz. Kitabın konusu malum "Kadın" onun çilesi... Her yerde her zamanda aynı. Erkeğin zulmüne sabreden, yavruları için kendini feda eden çilekeş bir eş bir anne olan Terzi Mürüvvet'in ve çocuklarının yaşadığı sıkıntılar ve bu sıkıntıların sonunda öyle biri var ki annesinin ve kardeşlerinin intikamını alarak, peşinden gittiği hayaline kavuşmaktadır. Bu sıkıntıları anlatırken yazar okuyucuya "hayalinizin peşinden gidin" diyerek sıkıntının ve sabrın sonunun ferahlık selamet olduğunu göstermektedir.
 Burada daha  fazla detaylandırmak istemiyorum. Onu nasılsa siz edinip okuyacaksınız. Ben sadece kitabın tanıtım yazısını paylaşmak istiyorum.

"Bir tarafta dev bir holdingin haşarı çocukları... Diğer tarafta terzi iğnesinden geçmeye hevesli hayaller... Hayat söndüren cinayetler... Tanığı bol, görgüsüz kazalar... Öbür  yanda insanlığı teste muhtaç babalar. Bir de boncuk ailesinin pırıl pırıl mavi gözleri...

Begonvilli Ev, her santimi usta işi örülmüş, sökük yerleri itinayla ilmeklenmiş ,iğnesi bol, makasaı keskin bir trajedi. Okunası bir film, izlenesi bir roman... 
  Tezatlarla dolu. hayat gibi...

Sevgili Müjde'yi kutluyor, daha nce kitaplarında buluşmayı diliyorum.


Muhabbetle,
Hanife Mert



22 Eylül 2020 Salı

DALGALAR




Takıldı gözüm coşan dalgaların toyuna
Yeşilin dinginliğine çağırıyordu boyuna,
Düşündükçe çekiyordu beni içine,
Bırak diyordu kendini huzurun koynuna...
Kıyıya vururken azgın dalgalar
Bende kederli bir hal arar
Mazime gömdüğüm öksüz duygular
Bana ötelerden hesap sorar.

Muhabbetle,
Hanife Mert

19 Eylül 2020 Cumartesi

Eskiyi Hatırlamak Bazen İyi Gelir


      Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Şimdi ne yapsam nafile!
Ve
Kim demiş ´can eskimez´ diye
Bu can tedirgin tende
Can da eskimiş
Ben de...

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Eskici adlı şiirinde ifade ettiği gibi her ne kadar kabul etmek istemese de insan gençliğinde verdiği hayatta kalabilme var olabilme mücadelesi, onu ruhen ve bedenen yıpratmıştır. Artık gençlik günleri geride kalmış yorgun, yaşlı ve eskimiş bedeni sona yaklaşmış olmanın tedirginliğini hissetmektedir.
İnsanın en verimli üretken olduğu bir dönem vardır. Gençlik, hani kanının deli aktığı delikanlılık dönemi. Hani taşı sıksa suyunu çıkardığı, bastığı yerden ses getirdiği, her şeye herkese yetiştiği dönem... İşte gün gelir gençliğin elden gittiğini haber verir azaları. Saçlar beyazlar, derileri buruşur, ruhta ve bedende yorgunluklar baş gösterir. Artık güç, kuvvet, anılar, yaşanmışlıklar birer birer rafa kalkar, geçmişe eskiler arasına saklanır. Bu habercilerin haberine kulak vermek istemez insan. Kendini gizlemenin yollarını arama gayretine girer. Eskimeyi yaşlanmayı kabullenmek istemez. Ama nafile...İstemese de can da tıpkı beden gibi hatıralar gibi tende eskir. Ten kafesine sığamaz olur. Kendini eskilerde geçmişte mazide aratır hale gelir.
Maziyi hatırlamak bazen iyi gelir yüreğe. Eskiden yaşadığı tüm güzellikler çiçeklenir yeniden kalbinde. Uzun zamandır içinden çıkamadığı sorulardan sorunlardan, yoğunluktan olumsuzluklardan kurtulur anlık da olsa. Yüreğe iyi gelen bu küçük mutluluklar için eski olan her şeye bakmak yeterlidir. Kimi zaman gözlerde nemli yürekte hüzünlü bir hal yaşatsa da, eskiler güzeldir. Anlam doludur, hatıra doludur... Gelecek için umut olur eskimiş yüreklere...
Her yaşın kendine özgü bir güzelliği vardır. Aslolan yaşanılan anı farkına vararak yaşamaktır. Erdemli, ahlaklı, saygı ve sevgi ortamını içselleştiren, başkalarını ötelemeyen, kibir ve güç bataklığına saplanmadan örnek bir hayat yaşamanın önemini kavramalı.
Muhabbetle
Hanife Mert
Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Şimdi ne yapsam nafile!
Ve
Kim demiş ´can eskimez´ diye
Bu can tedirgin tende
Can da eskimiş
Ben de...
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Eskici adlı şiirinde ifade ettiği gibi;
her ne kadar kabul etmek istemese de insan gençliğinde verdiği hayatta kalabilme var olabilme mücadelesi, onu ruhen ve bedenen yıpratmıştır. Artık gençlik günleri geride kalmış yorgun, yaşlı ve eskimiş bedeni sona yaklaşmış olmanın tedirginliğini hissetmektedir.
İnsanın en verimli üretken olduğu bir dönem vardır. Gençlik, hani kanının deli aktığı delikanlılık dönemi. Hani taşı sıksa suyunu çıkardığı, bastığı yerden ses getirdiği, her şeye herkese yetiştiği dönem... İşte gün gelir gençliğin elden gittiğini haber verir azaları. Saçlar beyazlar, derileri buruşur, ruhta ve bedende yorgunluklar baş gösterir. Artık güç, kuvvet, anılar, yaşanmışlıklar birer birer rafa kalkar, geçmişe eskiler arasına saklanır. Bu habercilerin haberine kulak vermek istemez insan. Kendini gizlemenin yollarını arama gayretine girer. Eskimeyi yaşlanmayı kabullenmek istemez. Ama nafile...İstemese de can da tıpkı beden gibi hatıralar gibi tende eskir. Ten kafesine sığamaz olur. Kendini eskilerde geçmişte mazide aratır hale gelir.
Maziyi hatırlamak bazen iyi gelir yüreğe. Eskiden yaşadığı tüm güzellikler çiçeklenir yeniden kalbinde. Uzun zamandır içinden çıkamadığı sorulardan sorunlardan, yoğunluktan olumsuzluklardan kurtulur anlık da olsa. Yüreğe iyi gelen bu küçük mutluluklar için eski olan her şeye bakmak yeterlidir. Kimi zaman gözlerde nemli yürekte hüzünlü bir hal yaşatsa da, eskiler güzeldir. Anlam doludur, hatıra doludur... Gelecek için umut olur eskimiş yüreklere...
Her yaşın kendine özgü bir güzelliği vardır. Aslolan yaşanılan anı farkına vararak yaşamaktır. Erdemli, ahlaklı, saygı ve sevgi ortamını içselleştiren, başkalarını ötelemeyen, kibir ve güç bataklığına saplanmadan örnek bir hayat yaşamanın önemini kavramalı.
Muhabbetle
Hanife Mert
Fotoğraf açıklaması yok.
Nurcan Öztemel Dağ, Nejmiye Duru ve 34 diğer kişi
27 Yorum
1 Paylaşım
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

23 Ağustos 2020 Pazar

BİR GÜN DAHA BİTMEDEN


Bu gün de akşam oldu. 
Bir günün daha geldik sonuna. 
Ufukta güneşin kızıllığını saklarken bulutlar, 
Bir gün daha bitmeye hazırlanıyor 
Belki de hayattaki son günümüz! 
Zamanın hızlı çarkında kaybolup gidiyor ömrümüz. 
Yapamadıklarımızı yapmak ve keşkeler için ek süre yok! 

Geç olmadan tutunmalı hayata, 
Bulutun maviliğini, güneşin kızıllığını, 
ayın parlaklığını fark etmeli. 
Yıldızların güzelliğini, denizin serinliğini, 
yeşilin huzurunu çekmeli içimize 
Sevginin yüceliğini, dostluğun değerini, 
vefanın güzelliğini bilmeli bildirmeli herkese. 

Çaresizlere çare, dertliye derman, 
Mazlumun yüreğinde umut, 
Zalimin tepesinde yumruk olmalı 
Kuşların kanadına yazmalı 
barış, sevgi, kardeşlik türküsünü 
ulaştırmalı herkese... 

Bir gün daha bitmeden... 
Yaşamalı bu günü, yarına gitmeden 
Yaşamalı... Bu gün bitmeden... 

Muhabbetle 
Hanife MERT 


EYLÜL VE HÜZÜN


  Hani bazen hayat üzerimize çöreklenir de nefes alamaz hale geliriz ya! Hani iç dünyamızı tarifsiz bir hüzün kaplar. Hani dokunsalar ağlayacak gibi oluruz ya bazen. İçimizden hiç bir şey yapmak gelmez. Kendimizi çaresiz, güçsüz, onca kalabalığın içinde yapayalnız hissederiz. Hani her şeyi olduğu gibi bırakıp, tanıyanı bileni olmayan bir yere gitmek ister, sonra da vazgeçeriz ya. İşte o, sonbaharın müjdecisi güz aylarının sarışın mahzunluğu, hüznün adresi Eylül'dendir.

Yazdan kalma duyguların, düşüncelerin, boşa geçen zamanların yorgunluğu içinde yeniden toparlanacak olan hayatın, hüzünle kaplı rengidir Eylül.


Hep bu ayda içimi tarifsiz bir hüzün kaplar. Etraf sessizliğe bürünür. Sıcak yaz günlerinin sona ermesiyle tatlı tatlı esen hazan rüzgarlarının sesinde duyarım geçmişin çığlığını. Sarının tonlarında kurarım geçmişle köprümü...
Oturduğum sandalyeden izliyorum pencereme vuran güneşi. İnce bir tül gibi üzerimize serilen Eylül’ün kadife sıcaklığını hissediyorum. Çokça sarı demektir eylül; biraz da o yüzden bu yürek burkulması. Çokça isyan taşır içinde, çokça yalnızlık, çokça hüzün; usulca gelen ilk habercisi güzün…
Şiirlere konu olmuş şaire ilham vermiş, adına romanlar yazılmış, hüzünlü şarkılar bestelenmiş, sonun başlangıca gebe olduğu aydır Eylül.
İlkbahar ve yaz aylarında yemyeşil tomurcuk iken etrafa canlılık güzellik katan yeşil yaprakların, Eylül'le birlikte hazana dönüşerek dalını terk etmesi üzer beni. Sanki sevdiğinden ayrılan, acısını ve gözyaşlarını yüreğine gömen bir sevgili görünümünde , çaresiz düşmesine boyun eğen dallar hüzünlendirir. Yaprağın kaderiymiş düşmek. Düşen ve hışırtılı sesleriyle sağa sola savrulan yapraklar bize neyi ima eder bilinmez...
Ancak bilinen bir şey var ki; o da hiç bir şeyin süreklilik göstermediğidir. Güzelliğin, mutluluğun, canlılığın, sağlığın, gençliğin ve hayatın bir gün son bulacağı gerçeği ile yüzleşmesidir.
Tatlı tatlı esen sonbahar rüzgarlarının ardından yağan yağmurlar da sona eren son bulan güzellikler için dökülen göz yaşını andırır. Doğanın bu sessiz çığlığı ne çok şey anlatır, anlamak isteyene…


İnsan da öyle değil mi? Ne zaman son bulacağı belli olmayan bu hayat yolculuğunda, yemyeşil bir yaprak gibi etrafa canlılık saçarken, ışık olur kimilerine, mutluluk huzur verir. Kimine rehber olur, sevgi tohumları eker sevgisiz gönüllere. Dost olur, yaren olur, kardeş olur kimine, kimine eş, kimine arkadaş olur. Kimine tutunacak bir dal olur... Ve bir gün gelir, kendinden gidenlerle kaybettikleriyle yüzleşir. Ne olduğunu anlamadan, tıpkı kuru bir yaprak gibi savrulup durur dünya denen bu alemde...

Hiç ummadığı bir anda acı acı verilen bir sela sesiyle irkilir. Hüzün dolu bir sesle sarsılır. Acı bir haber! Ölüm karşısında çaresizliği fısıldar habersiz yüreklere. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı sözün bittiği yerdir burası…

Gidenin ardından çaresiz bakakalırız. Gönül gözümüzü açmak için bir çağrı mı sizce hazan mevsimi? Ölümü, yokluğu, çaresizliği, hiçliği çağrıştırması adına? Bilinmez ama Eylül hüzündür hep...

“Sonbahar Düşünceleri” adlı şiirinde Ümit Yaşar Oğuzcan;


“Sonbahar geldi yağmurla beraber
Boynu bükük duruyor kasımpatı
Ölümü düşündürür oldu geceler
Yaz güneşinde bıraktık hayatı
İnsan böylede mahzun olurmuş meğer
Ansızın silindi renk saltanatı
Yaz güneşinde bıraktık hayatı”

....
....
dizeleriyle ifade ettiği gibi...

Eylül İşte! hüznün ta kendisi... Bitişlerin başladığı, gidenlerin özlendiği, gelişinin beklendiği ay... Eylül bu acıtır... Acıtır da zamanla acıya alıştırır...

Muhabbetle,
Hanife Mert











Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...