29 Ocak 2014 Çarşamba

Halimiz Ahvalimiz...

                     

   Her insanda bir yere ait olma duygusu vardır. Doğuştan getirdiğimiz bu duyguya insan, türünü devam ettirebilmek ve diğer canlılarla ortak yaşam alanını paylaşmak için gereksinim duyar. Zira her insan bir yere ait olmak ister. Bir aileye, bir mahalleye, bir bölgeye, bir millete, bir devlete, bir dine, bir spor kulübüne ya da bunların tamamını karşılayabileceği bir toplumun ferdi olmak ister. Zira bu aidiyet bağı insanı mutlu eder, ve ona bir takım hak ve sorumluluklar yükler.
Öncelikle ait olduğu ülke  çıkarlarını korumak, milli ve manevi değerlerine sahip çıkmak önde gelen sorumluluklarındandır. 
 Acaba vatandaşlık bağı ile bağlı olduğumuz ülkemize karşı sorumluluklarımızın ne kadarını yerine getirebildik? Ülkemizin çıkarlarını ne kadar koruyabildik?  Milli ve manevi değerlerimize ne kadar sahip çıkabildik? 
Zira, özellikle son yıllarda milli ve manevi değerlerimiz göz ardı edildi. Yok sayıldı. Yüzyıllarca bir arada sorunsuz yaşadığımız farklı etnik guruplarla aramıza nifak tohumları atıldı. Ayrıştırıldık, ötekileştirildik, farklılaştırıldık.  Olmayan sorun sorun haline getirildi. Tüm bu olanlara karşı bizler  ne yaptık? Sadece izledik, dinledik ve sustuk. Bana değmesinler de... İşime, aşıma, kariyerime, sahip olduğum yaşam standardıma bir zarar gelmesin de... Sadece sustuk ve izledik. Konuşanlar da tesirli olamadı.
 Özellikle son dönemlerde idarecilerimizin seçiminde önceliği  kişisel çıkarlarımıza verdik.Toplumsal çıkarlarımız geri planda kaldı. Verdiğimiz oyumuzun akibetini araştırmadık, sormadık, sorgulamadık. Başa getirdiklerimizi efendimiz, kendimizi maraba kabul ettik. Oysa efendi olanın kendimiz olduğunu hissettiremedik.
 Oyumuzu alana kadar halkı tanıdılar bildiler. Seçildikten sonra kendilerini seçenleri unutup, koltuk derdine düştüler. Kendilerini ilgilendiren kararları bir çırpıda, halkın menfaatine olanlar ise sürüncemede  bıraktılar.
 Özellikle 17 aralıkta maruz kaldığımız olaylar,neredeyse 17 Ağustos depremini aratmayacak türden can yakıcı endişe verici idi.Hırsızlık,yolsuzluk, kumpas, balyoz, Ergenekon, cemaat- hükümet arası sürtüşmeler ve akabinde de hükümet yetkilerinin aklanma çabaları,hakimlerin, savcıların, emniyet birimlerinin yerlerinin değiştirilmesi, kan gölüne dönen şehitsiz bir gün geçmeyen, olmadı canlı bombalarla hayatlarına son verilen masum insanlar, kaçırılan tecavüz edilen hırsını alamayıp yakılan gençlerimiz, kelli felli insanların küçük çocuklara yaptıkları akıl almaz, vicdanlar kabul etmez halleri, kendi gibi düşünmeyenleri yok sayma, yok etme çabaları bunlara karşı sessiz tepkisiz izlemek... Artık insanlarımız yarınından değil bu gününden endişeli. Bu ve benzer nedenlerden dolayı pamuk ipliğine bağlı olan ekonomimiz tehlike sinyalleri vermeye başladı. 
Doların, euronun Türk Lirası karşısında değer kazanması enflasyonun tırmanması ile kriz endişesi, hükümete, güvenlik güçlerine, adalete olan güvensizlik gibi nedenler halkımızı  olumsuz etkilemiştir.Yarınından umutsuz,gelecek, iş- aş, yer, yurt kaygısı taşıyan,stresli, gergin, agresif insanların bir arada olduğu bir toplum haline getirmiştir. 
 Gün geçmiyor ki, sıradan nedenlerle birbirini bıçaklayan, öldüren, intihar eden, kadına, çocuğa şiddet uygulayan, açlıktan, soğuktan sefillikten ölümlerin yaşandığı, sevgi,şefkat, merhamet yoksunu, araştırmayan, okumayan, üretmeyen kendini karanlığa cehaletin bağrına teslim etmekten çekinmeyen insanların sayısı artmasın... Bu artış alınan önlemlerin yetersizliğinin göstergesi.
Bir kaç gün önce tv kanalının birinde sabah haberlerinde bir uzmanın "Panik atak" hastalarına haberleri izlememeleri yönünde uyarısını izledim.Uzmanın bu uyarısı ilginçti. Acaba bu uzmanlar toplumun s.o.s veren gidişatı hakkında  idarecileri de uyarıyor muydu? 
İnsanımız uyanmalı gözünü açmalı. "Nasıl olsa battık, bir daha düzelmez" tarzı cahilce düşüncesinden vaz geçmeli. Zararın neresinden dönülürse kardır. Düşüncesinde olmalı. Vatandaşlıktan doğan sorumluluğunu mutlaka yerine getirmeli ve üzerinde ki kamburdan kurtulmak için gereğini yapmalı.
Muhabbetle
Hanife Mert

24 Ocak 2014 Cuma

Veda Hutbesi'nin Evrensel Mesajı...(Hayırlı Cumalar)

Peygamberimizin ölmeden önce yaptığı son haccında, Müslümanlara yaptığı son konuşmaya veda hutbesi denir. Peygamberimiz yirmi yıldan fazla bir süredir sürdürdüğü İslam'ı yayma mücadelesinde önemli bir başarı elde etmiş Arabistan yarımadasının her tarafına İslam'ı yaymıştı. Yüce Allah dinini tamamlamış, insanlara iletmekistediği ayetler tamamlanmıştı. Peygamberimiz görevinin bittiğini, yakında Yüce Sevgili'ye kavuşacağını umuyordu. Bu nedenle İslam'ın evrensel değerlerini özetleyen bir hutbe verdi.
Peygamberimiz bu hutbede Allah'ın birliğine vurgda bulunarak, tekrar putperestliğe ve onun batıl uygulamalarına dönmemeleri konusunda uyardı. Herkesin Rabbinin huzuruna kavuşacağını ve yaptıklarndan dolayı hesap vereceğini bir kez daha hatırlattı.
İslam'ın en önemli özelliklerinden biri hak ve adalet konusudur. Bu nedenle Peygamberimiz insanların birbiri üzerindeki haklarını hatırlattı. Bu haklar konusunda dikkatli olmalarını istedi.
Cahiliye döneminin en büyük kötülüklerinden biri, kadınları değersiz görmeleri, kız çocuklarnı diri diri gömmeleriydi. Peygamberimiz kadınların haklarına bir kez daha dikkat çekti ve onları gözetmelerini istedi.
İslam'dan önceki dönemin bir başka kötülüğü, soy üstünlüğünü iddia etmeleri bu nedenle birbiriyle sürekli savaşmalarıydı. Peygamberimiz bütün insanların Adem'den geldiğini hatırlattı ve üstünlüğün ırk ve soyla değil, yapılan güzel iş ve davranışlarla olduğunu vurguladı.
Peygamberimiz, iki emanet bıraktığını bunlara sımsıkı sarıldıkları sürece hiçbir zaman yollarını şaşırmayacaklarını, bu iki emanetin Kur'an ve kendisinin uygulamaları olduğunu bildirdi ve en son şöyle dedi:
İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar. Ne diyeceksiniz? Orada bulunanlar hep birlikte şöyle dediler: "Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz,vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz diye şehadet ederiz." Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz(sav) şehadet parmağını kaldırdı,sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:
"Şahid ol yâ Râb! Şahid ol yâ Râb! Şahid ol yâ Râb!"
Veda Hutbesinde Hz. Peygamber, Sözümü iyi dinleyiniz! İyi anlayınız… Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup ta işitenden daha iyi anlayarak, muhafaza etmiş olur diyerek bizden söz almış ve tüm söylediklerine Yüce Allah’ı şahit tutmuştu.
Bu hutbe, İslam'ın temel konularına temas etmesi, Cahiliye adetlerini ortadan kaldırması, eşitlik, hürriyet, kan davaları, fâiz, emanet, özellikle insan hakları, aile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefalet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önem taşır. Hz. Peygamber'in (s.a.v) bu hutbesi, yalnız Müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.
Şimdi bu bağlamda hutbede yer alan evrensel prensipleri maddeler halinde ortaya koyalım:
1. Paragraf başlarını oluşturan 'Ey İnsanlar!' ifadesi hutbenin sadece Müslümanlara değil bütün insanlara hitap eden yönünü, başka bir deyişle hutbenin evrenselliğini ortaya koymaktadır.
2. 'Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.
3. Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu hemen sahibine versin!
4. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır.
5. Ashabım! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır.
6. Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların, aile mahremiyetinizi sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru bir şekilde her türlü giyim ve yiyimlerini temin etmenizdir.
7. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Meğer ki, gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.
8. Ashabım! Nefsinize (kendinize) zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.
9. Ey İnsanlar! Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Varise vasiyete lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankördür.
10. Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise, topraktandır. Allah yanında en kıymetliniz, takvası çok olanınızdır. Arabın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takva iledir.
Bahsedilen bu konular cihanşümul nitelikte olan evrensel hukuk kaideleridir. Batı dünyası bu değerleri ancak 1950'li yıllarda elde etmiştir. Nice savaşlar, zulümler, işkenceler, sınıf ayrımları ve nihayetinde insan haklarına uzanan uzun bir yol…


Alıntı

16 Ocak 2014 Perşembe

Güzel Gören Güzeli Düşünür...


Her ne kadar güzellik göreceli bir kavram olup kişiye göre farklılık gösterse de, insan sağlıklı bir ruh yapısına sahip olabilmesi için iç güzelliğine, ruh güzelliğine önem vermeli. Ruhunu güzelleştiren ona uygun gıdalar veren insan, yaratılan her şeyde güzeli arama, güzeli görme ve güzelleştirme eğilimindedir. 

   İnsan her ne yaparsa yapsın illaki öncelikle sağlıklı bir ruh yapısına sahip olmalı. Bu durum kişinin kendi ile  barışık yaşamasını, insanları, birlikte yaşamak zorunda olduğu diğer  canlıları ve hayatı sevmesini, onlara karşı sorumlu, saygılı, dürüst şefkat ve merhametli davranmasını gerekli kılar. Bu bağlamda insan Pozitif düşünmeli, kendini çıkmaza sokacak eylemlerden uzak durmalı. Zira" Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan tat alır."

   Her insan  huzur ve güven içinde yaşamak, dostluğun ve sevginin var olduğu ortamlarda olmak ister. Bulundukları yerlerde sevgi, saygı huzur, mutluluk, barış,kardeşlik,  hak ve  adaletin   özlemini duyar.  Lakin özlediği bu ortamın oluşması yönünde  kendisi gayret  göstermek istemediği gibi, dostluğu, güler yüzü, güzel sözü  karşısındaki  kişilerden bekler ya da bu ortamları sağlayacak birilerinin çıkmasını bekler durur. Bu yönüyle de insan toplumsal bir varlıktır. Yaşadığı  toplumun  olmazsa olmaz  taşlarından biridir. Kendini yaşadığı toplumdan ve o toplumu ilgilendiren değerlerden soyutlayamaz. Hal böyle iken toplumun bir parçası konumunda olan   her birey de, özlemini duyduğu  değerlerin oluşması, yerleşmesi, gelişmesi ve devamlılığının sağlanması adına  üzerine düşeni yapması gerekli değil mi? Herkesin  imkanları doğrultusunda, büyük küçük, az çok yapabileceği mutlaka bir şeyler vardır. Bunun için biraz duyarlı olması yeterli...
   Yolda gördüğü kırık bir cam parçasını kaldırıp çöpe atmak, bu soğuk kış gününde açlıktan susuzluktan takatı kesilmiş hayvanlar için evinin bir köşesine bir tabak yemek veya su koymak, yaşlı ve kimsesizleri ziyaret edip gönlünü almak, birilerine selam vermek, tebessüm etmek,  insanlara iyi niyetli dürüst davranarak dostluk için küçük kapılar aralamak,  birliği güçlendirmek, milli manevi değerlere sahip çıkılması yönünde önderlik ve örneklik ederek  teşvik etmek, haksızlık karşısında onurlu ve dik duruşunu muhafaza etmek, evinde sokağında, mahallesinde hoş olmayan göze hoş görünmeyen olumsuzlukları düzeltmek gibi yükte ağır pahada hafif  erdem sayılan güzel davranışları yapmak insana ne kaybettirir?  Hiç bir şey... Yapıldığında hem kendine ve hem de yaşadığı çevreye çok şey kazandırır. Nedendir bilinmez,  bunları yapmak  insana zor geliyor. Kolay değil elbet  gönüller  arasında pencere açmak sevgi, dostluk bağları kurmak emek ister, sabır ve özveri  ister.
Eğer herkes kendi çıkarlarını düşünerek hareket eder, konuşur ve  kendi çıkarlarına göre davranışlarda bulunur, yalnızca kendi rahatını düşünerek yaşarsa, bencil, huzursuz, mutsuz, agresif insanlardan oluşan bir toplum halini alır.
Hak hukuk adaletin kişilere göre farklılık   gösterdiği bozuk ve bozguncu bir düzen hakim olur. 
Zira, toplumun yetiştirdiği  her ferdin o topluma karşı ödemek zorunda olduğu bir vefa borcu vardır. Yaşadığı toplumu güzelleştirmek,temel değerlere sahip çıkmak, yaygınlaştırmak, geliştirmek, çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak ve  kendinden sonra gelecek kuşaklara  en güzel şekilde bırakmak insanlık görevidir. Fıtratı bunu gerektirir.   
    Oysa  biz  ney yapıyoruz? Kapitalist dünyanın aldatıcı büyüsüne  kaptırdık kendimizi gidiyoruz. Her türlü kazanımlarımız "BEN" merkezli...Hayatımızda yer eden her şeyi maddi bir değerle ölçüyor, her insana bir etiket yapıştırıyoruz. Son yılların iletişim ve teknoloji çılgınlığı, televizyonların ışıltılı dünyası da bizim maddeciliğimize çanak tutuyor. Pahalı en iyi son moda olan ne varsa alıyoruz, ve doymak bilmiyoruz. Hep bir tarafımız aç. Giderek hep tatminsiz, mutsuz ve yalnız insancıklar olduk. Bizler küçüldükçe faturalarımız büyüdü, borçlarımız kabardı ama biz hala küçücüğüz, büyüyemedik.
Biz bu yaşama alıştık veya alıştırıldık. Artık kazanmanın yerini  emek sarf etmeden, alın teri dökmeden  kolay yoldan kazanmak aldı. Güçsüzü ezmek, zalimi alkışlamak,güçsüzün  kafasına vurup elinden ekmeğini almak,kolay kazanmak uğruna başkalarını kullanmak, kırmak  başarılı akıllı insan oldu. Hak hukuk hak getire...
    İçimizde büyüttüğümüz hırslarımız, bizi küçülttü. İnsanlığımızı, dostluğumuzu, dostlarımızı, saygınlığımızı, toplumsal benliğimizi   kaybettirdi. Düzensiz, sistemsiz, kalitesiz bir yaşam sürmemize neden oldu. İnsana verilen değer neredeyse kalmadı. İnsanın kazandığı paranın değil, paranın kazandığı insanların değeri arttı…Araç amacın önüne geçti...

Gözlerin, kulakların zihinlerin açılması ve  insanlığın kazandığı insani değerlerin  artması,göreceğiniz güzelliklerin çoğalması dileğiyle.

Muhabbetle,

Hanife Mert



12 Ocak 2014 Pazar

Mevlid Kandilinz Kutlu Olsun.


"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler." (Âl-i İmrân, 164)

Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.a.v)'nın dünyaya teşriflerinin müjdesi olan mevlid kandilinin; Milletimiz ve tüm İslam alemine huzur, barış, adalet, sevgi, merhamet, şefkat, hoş görü, güzel ahlak, edep, haya, saygı, onur, kardeşlik, merhamet,ilim, bilim, çağdaş makul ve mantıklı düşünce kazandırmasına ve tüm insanlık alemine de hayırlara vesile olmasını diliyorum.


Kandiliniz kutlu olsun.

Hanife Mert

8 Ocak 2014 Çarşamba

Sevginin Gücü!


Yüreğinde sevgi olanın gözünden gülümseme eksik olmazmış. Çünkü gözler yürekler arasında sevgi akışını sağlayan bir köprü, yüreğin dünyaya açılan pencereleri dir.
İnsan sevgisiz yaşayamaz. Çünkü onun özü de sözü de sevgidir. İnsanı hayata bağlayan, hayatına anlam katan onun mayasıdır sevgi. Günü birlik koşuşturmalar,hayatın zorlu mücadelesi onu özünden uzaklaştırsa da, o yüreğinde sevginin eksikliğini hisseder her daim. 
  Ruhun gıdası, insanın mayasıdır sevgi. Yürekler arasında yaşanan coşku selidir. Bilek işi değil, yürek işidir sevgi.
Ticari bir alış veriş değil,pazarlıksız olmalıdır sevgi.
“ Ben seni severim ama………”
Benim gibi düşünürsen benim sevdiklerimi seversen benim dediklerimi yaparsan! pazarlığı yapılmayan dır sevgi.
Yaradan’ın yarattığı yaradılışa aykırı yaşamayan tüm insanları “amasız” sevebilmektir gerçek sevgi. Dostu sevgiliyi kendi kalıplarımıza sokmaya çalışmak yerine onu her hali ile kabullenmektir sevgi.
 “sen bu çerçeveye uymuyorsun o halde ya benim istediğim gibi ol yada ben seni sevmem” bencilliğini yenebilmektir sevgi.
En ufak bir kusurunda hatasında kendini dev aynasında görüp seyredip,onların kusurlarıyla da güzel olduğunu fark etmemekte ısrarcı olmamanın adıdır sevgi.
Sevgi şarta bağlanmamalı. Şartsız sevgilere aşk denir.Öyle yüce bir duygu ki; Mevlana’yı cezbeden asıl güneşin Şems kılığına bürünmüş sevgi olduğunu, Yunus Emre’yi hak ateşiyle coşturup diyar diyar gezdirenin sevgi olduğunu, Şirinine kavuşmak için Ferhat’a dağları deldiren gücün sevgi olduğunu, Leyla’sını ararken çöllere düşen Mecnuna Mevlasını bulduran  şeyin sevginin gücü olduğu unutulmamalı. 
Dünya üzerinde yaşanan pek çok kötülüğün temelinin sevgisizlikten kaynaklandığı uzmanlar tarafından kabul edilmektedir. Sevgisizlikten kaynaklanan olayların önüne geçebilmek için, artık insanlara sevgiyi öğretmek bir ihtiyaç haline gelmiştir. 
Tıpkı Erich Fromm’un "Sevme sanatı" isimli kitabında ifade ettiği gibi, "doktorluğu,mühendisliği,öğretmenliği, marangozluğu öğrendiğimiz bunlara emek ve zaman verdiğimiz gibi sevme sanatını da öğrenebilmemiz gerekiyor. 
Sevgi onu yaşayan için bitip tükenmek bilmeyen bir hazinedir. Onun yokluğu insana acı verir, hayatı anlamsızlaştırır.
İnsanlık ile birlikte var olmuştur. Dün vardı, bu gün de var, yarın da var olacak ve hayatın her noktasında en güzel şekilde yerini alacaktır. Çünkü insan yüreğinde ki sevgiyi büyüterek sahibine yaklaşır.

Sevelim ki sevile bilelim. Sevile bilelim ki kendimize,insanlara,yaşama güvene bilelim.

“Sevgi yoksa güven, güven yoksa mutlu yaşam yoktur”.

Sevgiyle kalın.
Hanife MERT

5 Ocak 2014 Pazar

Sarıkamış'ta Ölenlerin Ağıdı (Sarıkamış Destanı)





Avşarlar,Ceritler,Tecirliler, Bozdoğanlar, Mürsel oğulları ve öteki Türkmen boyları ve oymakları 1865 yılında iskân edildiler. O tarihe kadar göçebe bir yaşam süren bu Türkmenler bundan böyle artık nüfus kütüklerine geçerek resmen Osmanlı vatandaşı oldular.
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başlayınca devlet seferberlik ilan ederek bu Türkmenleri de askere çağırdı. Güçlü yiğit bu delikanlılar Kafkas cephesine gönderildiler.
Enver Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu daha Kars’a ulaşmadan Allahüekber dağlarında Soğanlı dağının eteğinde Şenkaya’ya yakın Bardız Deresi’nde Çil Horoz dağında Çakır Baba’da donarak şehit oldular.Asıl donma zirveye yakın yerde Taht yaylalarında oldu.
Daha savaşa başlamadan Şubat 1915’te doksan bin asker şehit oldu.Sağ kalanlar Ruslar tarafından esir edildiler.
Sarıkamış harekatının yiğitçe ve cüretli bir girişim olduğu genellikle kabul edilir. Ancak, bu cüretli plan uygulamaya koyulurken ordunun manevra yeteneği ve ikmal olanaklarının dikkate alınmaması, harekatın felaketle sonuçlanmasına yol açtı. Üç Kolordunun 90.000 olan mevcudu düşmanla savaşmaktan çok, soğuk ve açlıktan kırılarak yok oldu. Anadolu'da tüten her ocakta binlerce taze gelin dul, çocuklar yetim kaldı. Ana ve babalar bu savaşta geri dönmeyen yiğitlerine günlerce göz yaşı döktü.
Oltu'dan girdik Sarıkamış'a
Akıl ermez yerde yatan üleşe
Askeri kırdıran Enver Paşa
Kitlendi kapılar mekan ağladı.
Birinci Dünya Savaşında Kafkas cephesindeki Türk, Rus savaşları 1 Kasım 1914'de başladı. Sınırı geçen Rus kuvvetleri, Hasan İzzet Paşa'nın komutasındaki 3. Ordu tarafından Pasinler'in doğusundaki Köprüköy'de durduruldu.
Geri çekilmek zorunda kalan Ruslar, Azap sırtlarında mevzilendiler. 16-17 Kasım'da ileri harekata girişen 3. Ordu birlikleri, Rusları Azap mevzilerinden atmayı başaramadılar. Rusların doğu cephesini çökertmek isteyen Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, durumu incelemesi için Miralay Hafız Hakkı Bey'i cepheye gönderdi. Ardından da kendisi, Alman yardımcısı Bronsart ile birlikte cepheye gitti.
Zamansız olduğu için taarruza yanaşmayan Hasan İzzet Paşa'yı görevden alarak 3. Ordu'nun komutasını bizzat üstlenen Enver Paşa, Hafız Hakkı Bey'i de 10. Kolordu komutanlığına getirdi. Bu arada Ruslar, Sarıkamış'a önemli kuvvet yığdıklarından ertesi gün yapılan taarruz da başarılı olamadı. Sarıkamış'a ulaşmak için cebri yürüyüşle Allahüekber dağlarını aşan 10.Kolordu, 28 Aralık günü Sarıkamış doğusuna varmayı başardı. İki Kolordu şiddetli kar ve tipiye rağmen Sarıkamış'ta birleşti. Ancak 9. Kolordu Sarıkamış dağlarında, 10. Kolordu da Allahüekber dağlarında açlık, kar ve soğuktan donarak eriyip yok olmuş, iki Kolordu'nun asker sayısı on bin kişiye kadar düşmüştü. Enver Paşa, 11. Kolordu'nun hareketini hızlandırmak için 9. ve 10. Kolorduları sağ taraf ordusu adıyla, Generalliğe yükselttiği Hafız Hakkı Paşa'nın emrine vererek cepheden ayrıldı ve 10 Ocak 1915'te İstanbul'a döndü. Aynı gün Hafız Hakkı Paşa çekilmeye karar verdi.
Bu dramın bir gününü kısaca özetleyip genelini yorumlamak gerekirse, karanlık bir ormanda bir metreyi aşan kar, gece-gündüz hiç durmadan devam eden deli bir tipi, göz gözü görmeyen kar fırtınası içinde herkesin birbirinden kopuşu. Çaresizlik, açlık, ümitsizlik, soğuk ise sıfırın altında 30 derece. Bu gece Sarıkamış-Allahüekber dramının en korkunç gecesidir. Erler silâhlarıyla düşmana karşı koymadan bir türlü dinmek bilmeyen kar fırtınasının altında birbirlerine sarılarak kıvrılıp kendilerini yavaş yavaş uyuşturan donma ölümüne terk ediyorlardı. İşte o son gece, nice Türk gencinin düşmanla savaşarak değil, buzlarda eridiği gündür.
Yüzbaşılar yüzbaşılar
Tabur taburu karşılar
Tipi yağar kar altında
Yatar şehitler ışılar
Savaşın bu evresi "Sarıkamış Bozgunu" adıyla tarihe geçti. Enver Paşa ise cüretli ve acımasız, ama bozguna yol açan komutanlığı ile "Askeri kırdıran Enver Paşa" namıyla halk türkülerine ve nice ağıtlara konu oldu, eleştirildi.

Kırşehir Kaman'lı Emine ananın, bu savaşta yitirdiği dört oğluna yaktığı ağıt bunlardan birisidir.
Kaman'da uşak kalmadı
Redif gitti sürüyünen
Sabahaca yatılmıyor
Gelinlerin zarıyınan

Moskof'a kavga kuruldu
Redifler orda derildi
Acı acı düdük öter
Mızıkalı boruyunan

Halil gitti Ali'yinen
Süleyman'ım Veli'yinen
İnşallah biner de gelir
Al sekili doruyunan

Ana ağlar bacı ağlar
Ağ gelinler kara bağlar
Hep kapandı böyük evler
Koca kaldı karıyınan

Haçça'nın beliği sırma
Ayşe gelin sarı hurma
Meryem'in gözleri sürme
Aslı ağlar yariyinen

Yüzbaşılar redif dizer
Askerler de tabya kazar
İnşallah Moskof'u bozar
Türklüğünün zoruyunan

Soğanlı'ya yağan karlar
Ağ işliğe kanlar damlar
Kurban olam Enver Paşa
Ağaç gürler dalıyınan

Emine der gayri aman
Başımızda gitmez duman
Bizim meskenimiz Kaman
Mor sümbüllü bağıyınan

Kaynak: Ahmed Hamid - Mustafa Muhsin, Türkiye Tarihi, Milli Matbaa İst. 1926, s.690. Elyazma Destan, nr. 18; Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Remzi Kitabevi İst. 1978, C. III, s.94, 95; Kırşehir Destanları, nr. 13. Yaşar Kemal, Ağıtlar, Toros Yay. İst. 1993, s. 57, 58; Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları - Baki Yaşa Altınok, Oba Yayıncılık, Mayıs - 2003, Ankara, s.217-218-219-220

Yüreğimizi acıtan kanımızı donduran, açlık, yokluk, soğuk ve kar sebebi ile Sarıkamış da donarak şehit olan 90.000 askerimizin ruhları şad olsun. Mekanları cennet olsun.


Hanife MERT

30 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni Yılınız Kutlu Olsun.



Her bitiş yeni bir başlangıca gebedir. Bitişler hüzün, başlangıçlar ise umut ve sevinci müjdeler.
Bu yeni yılda yeni umutlar yeşersin yüreğinizde, sağlık, huzur,mutluluk, dostluk duyguları kök salsın gönlünüzde. Sevdiklerinizle, mutlu ve umutlu yıllar sizin olsun.

Ülkemiz ve dünya insanlığı adına, yanan yüreklerin sona erdiği, göz yaşlarının son bulduğu, acıların, zulmün, savaşların sonsuza kadar bittiği, adaletin sağlandığı, sevgi, barış ve kardeşliğin hakim olduğu bir yıl olması dileğim. Her zaman ki dileğim gerçekleşir inşaallah:) …
Mutlu Yıllar
Hanife Mert

27 Aralık 2013 Cuma

Bir Toplum Utanmayı Unutmuşsa!

Bir Hint atasözü; “bir gün mutlu olmak isterseniz yeni bir elbise giyinin. Bir yıl mutlu olmak isterseniz evlenin. Bir ömür boyu mutlu olmak isterseniz, namuslu olun” der.

Hintlilere hak vermemek mümkün mü? Yaşadığımız dünyada utanmasını, hayasını yitiren insanlığın dramı ortada iken...
 Utanma, sıkılma, ar, namus anlamına gelen haya canlılar içinde sadece insanlara bahşedilmiş bir özellik bir duygudur. O da küçük yaştan itibaren öğrenilir. Asıl olan her şeyden önce Allah’tan utanmasını öğrenmektir. Allah’tan gereği gibi utanmasını bilen insan, diğer insanlar arasında da haya sahibi olur. İnsanlara karşı haya; konuşmada, davranışta, yaşam biçiminde kendini gösterir. Allah’a karşı haya ise; O’nun kendini gördüğü bilinciyle, günah işlemekten kendini alıkoyması, bu durumu yaşantısına yansıtması ile gerçekleşir.
Medeniyetimiz haya üzerine kurulmuştur.Bu topraklar nakış nakış haya ve edeple inşa edilmiştir. Burnunun ucunu göstermekten haya eden ninelerimiz vardı.Bu günlere kolay gelmedik. Lakin  şuan baktığımızda, haya etmekten utanmaktan utanan, her türlü hayasızlığı sadece izleyen, sorgulamaktan, hesap sormaktan yoksun, kutsal değerleri  önemsemeyen bir toplum ile karşı karşıyayız. 
 Kendimizi kapitalist dünyanın aldatıcı süsüne kaptırdık  gidiyoruz. Her şeyimizi paraya endeksledik. Bizi bir arada tutacak ne kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık. İnsana saygı hak getire. Vicdansızlık, merhametsizlik, edepsizlik, riya,adaletsizlik, kap kaççılık, adam kayırma, diz boyu. Rabbena hep bana demekten, yardımlaşmayı paylaşmayı unuttuk.
Toplum olarak öylesine kanıksadık öylesine kabullendik ki, utanmak, yüzümüzün kızarması şöyle dursun, görmezden anlamazdan geliyoruz çoğu şeyi. 
 Hal böyle iken mutsuzluk ve huzursuzluk  peşimizi bırakmıyor. Zira haya duygusundan yoksun olan insanlar mutlu ve huzurlu olamazlar.Onlar tedirgin,şüpheci,sıkıntılı, saldırgan ve güvensiz bir yapıya bürünmüştür. Hayasız davranışlarını sıradanlaştırır, karşı tarafa  doğal bir eylem gibi aktarır. Dolayısıyla hayasını yitirenler düşünme kabiliyetini de yitirirler.
Utanmayan insan her şeyi yapar. “utanmıyorsan dilediğini yap!” ikazını büyüklerimizden duymuşuzdur. Çünkü utanmayan insan her türlüğü kötülüğü, edepsizliği, vicdansızlığı yapmaktan çekinmez. Bu duruma toplum da kayıtsız kalıp bana değmesin de ne yaparsa yapsın felsefesi ile yaklaşırsa artık çirkinliklerin önü alınmaz bir duruma gelmiş demektir. Haksız yere öldürülen savunmasız, zavallı çocuklar, kadınlar. Çöp kutularına atılan bebekler. Açlık ve soğuktan ölüme terk edilen hayatlar.Üç kuruşluk parası için öldürülen insanlar. Gözler önünde kaza geçirip acı içinde kıvranan insanları sadece izlemek veya başım belaya girer endişesi ile o halde bırakıp gitmek, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını gasp etmek, çalmak çırpmak ... Toplumumuzda, insanın tüylerini ürperten kanını donduran öyle olaylara şahit oluyoruz ki, geldiğimiz ve gittiğimiz nokta hiç de iç açıcı bir geleceğe işaret etmiyor.
Oysa insanın en güzel süsüdür utanması, utancından dolayı yüzünün kızarması.İnsan olduğunun göstergesi. Utanmak insanın kalitesini gösteren bir güzelliktir.Utanan insan saygılıdır, edeplidir, faziletlidir, güzel ahlaklıdır. Vicdan merhamet sahibidir. İnsana, hayvana, doğaya karşı merhametlidir. Emek vermediği şeye sahip olmak istemez. Hakkı ve halkı korur gözetir. Erdemli, adaletli, haya sahibidir.

Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde
Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde
Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul
Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul
Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş
Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş

Mehmet Akif Ersoy 

Bu vesileyle İstiklal Marşımızın büyük şairi Merhum Mehmet Akif Ersoy'u ölümünün 77.yılında rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz. Ruhu şad olsun.

Hanife MERT


20 Aralık 2013 Cuma

Rabbena Hep Bana!

Kız dilenirken sokaktan genç sağlıklı zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı fark etmişti. Ama belli etmemek için dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat az sonra gördüğü o dilenci kız aklına takıldı yeniden. Duyguları bir şeylere itiraz ediyordu.
Sonra kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi? İçin için O’na karşı:
-Böyle bir şeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için bir şeyler yapmıyorsun?” diye yakınmaya başladı. Biraz sonra ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:

“Yaptım. Seni yarattım!”
Brıan Cavanaugn
Günlük yaşamımızda da benzer tablolarla sık sık karşılaşırız. Dilenen, mendil satan, vızır vızır trafik yoğunluğuna aldırmadan üç kuruş için arabanın camını silen çocuklar, çöp kutusundan yiyecek arayan insanlar, soğuk kış gününde evsiz barksız aç susuz  kalanlar ... Bu tablolar karşısında bizde tıpkı hikayede ki, genç sağlıklı zengin görünümlü adam gibi, vicdanının sızısından kurtulmak için bahanelere sığınırız. Zira sahip  olduğunun bir bölümünü  paylaşmak insan nefsine zor gelir. Hal böyle iken vicdan sahibi insanlar vicdanlarını sızlatan,rahatsız eden durumdan kurtulmak için sorumluluğu başka yerlere başka şeylere havale ederek kendini rahatlatma yolunu seçer.Gerçeği görmez, görmek istemez . 

Bazen de, "adaletsiz dünya" ya da  "kader" e havale ederek kurtulmaya çalışır sızlayan vicdanından. Dünya adaletsiz değildir. Dünyayı adaletsiz yapan insandır. Onun doymak bilmeyen gözü ve nefsidir. Ne kadar çok sahip olsa da her daim daha fazlasını ister. "Rabbena hep bana der." Oysa sahip olunan bir lokma ekmeği paylaşmanın insana katacağı huzuru anlatmaya kelime yetmez. Salt kendini düşünen, başkasına ne olduğunun umursanmadığı bir toplum haline geldik. 
 Bir tarafta çöpe atılan, diğer tarafta  çöpte aranan hayatlar... Ne acıdır zevkine saçılan yiyecekler, zevkine havalara atılan, saklanan, kaçırılan liralar,milyon dolarlar, eurolar... 
Bu durumda adaletsiz olan dünya mı, yoksa insanlar mı? Bu ayırdımı iyi yapmak gerekir. Zira dünyayı yaratan Allah,asla şaşmayan, en küçük bir adaletsizliğe meydan vermeyecek şekilde, gözle görülemeyecek kadar küçük bir canlının bile  rızkını adaletle yaratmıştır. Lakin insan üzerine  düşeni yapmamakta, ihtiyaç sahibine vermesi gerekeni vermemektedir...

Sözün özü, insan yaşadığı toplumda her düşkünden, fakirden aç ve açıkta kalan her canlıdan sorumludur.Hiç bir şekilde bunun kaçarı yoktur. Zira büyük küçük herkesin yapabileceği mutlaka bir şey vardır. Zenginlerimiz sosyal hayatı adil hale getiren zekat, sadaka, fitre gibi sorumluluklarını yerine getirdiğinde aç açıkta kimse kalmadığı gibi fakirlikte asgari düzeye inecektir.

Unutulmamalı ki, "kefenin cebi yoktur" derler. Kimse bu dünyadan bir şey götüremeyecek. Yaptığı hayırların, kazandığı kalbin ve güzel işlerin dışında.

Hayat paylaşmaktan ibarettir.Güzellikler paylaşıldıkça çoğalır.
Muhabbetle.
Hanife MERT




6 Aralık 2013 Cuma

İnsan ve değeri!

İnsan  değerini kendi belirler.
Kiminin engin deniz gibidir yüreği,  
Açık ve berrak.
Gönlünden taşar sevgisi, 
Gelir başa taç olur. 

Kiminin Ağrı dağı kadar
Yüksektir gururu,
Aydınlığı gölgeler
Güzelliklere ayak bağı olur.

Kimi koşar yardımına düşkünün,
Gönüllerde taht kurar.
Kimi  takar çelmeyi düşürür.
Gözden de gönülden de düşer.

Kimi erdemlidir,

Ahlak edep timsali
Kimi  cehaletin anası,
Yalan, dolan, riya deryası.

Akıl eyle ey insan! 

Özüne dön!
Neye faydası var,
 Biriktirdiğin metaın
Kara toprak değil mi? 
Sanki sonunda yatağın.


Hanife MERT


5 Aralık 2013 Perşembe

Kendini düzeltemeyen başkasını düzeltemez!...

Gül dikensiz, insan kusursuz olmazmış. Kendinde var olan kusurları görmek ve onlarla yüzleşmek hatta kabullenmek insana zor gelir. Lakin başkasında arar kendinde görmek istemediği yüzleşemediği kusurları... Dönüp düzeltmeye çalışır kendince. İnsan kendi kusurlarının farkına varıp kendini düzeltmeden bir başkasını düzeltmede ne kadar başarılı olabilir ki?  Kendi yapmadığı şeyleri karşıdaki insandan yapmasını istemek beklemek ne kadar doğru? "Bir kör başka bir köre yol gösterirse ikisi de çukura yuvarlanır."
Yaşadığımız dünya problemi insanla tanımıştır.Dünyayı inim inim inleten problemlerin çözümü insanda gizli.  Her fırsatta nerede bu insanlık? bu insanlığın hali nice olacak? gibi endişelerle hayıflanıp duruyoruz. Oysa çözüm insanda! İnsanı da insanlığı da kurtaracak olan insanın ta kendisi. İnsanlar kendini düzeltirse dünya da düzelir.  
İnsanlar kendini nasıl düzeltir? Öncelikle insan iç dünyasına dönmeli, yaratılışının gayesine uygun davranmalı, öz güvenini kazanmalı, kendini tanımalı, yüreğine yük olan içini karartan huzursuz eden kıskançlık, kin, nefret, haset, kibir gibi kötü duygu ve düşüncelerden kurtulmalı. Yerine şefkat, merhamet, hoşgörü, hak ve adalet, sevgi, saygı, güzel ahlak gibi ruhu hafifletecek, aydınlatacak huzura erdirecek erdemlerin gönlünde yer etmesini sağlamalı.
 İnsan kendini tanımadan, eğitmeden hatalarını düzeltmesi mümkün değildir. Kendi ile barışık hem hal olmayı başaran insan, kendini düzeltmeyi de başarır ve düzgün insan olur. 
Başkalarının kusurunu araştırmak, açığa çıkararak rencide etmek yerine,  gördüğü yanlışlardan ders almalı kendini korumalı.
" Hz. Ali'ye sormuşlar; sen bu terbiyeyi edebi nereden aldın?  Hz Ali şöyle cevap vermiş;"Terbiyesizlerden!"  İnsanın başkasında görüp hoşlanmadığı şeyi kendisi de yapmamalı.
Kusurlarını görebilmek, onlardan kurtulmanın ilk adımıdır. Hatasını, kusurunu, ayıbını, yanlışını, yanılgısını göremeyenler en büyük hata ve yanılgı içerisindedirler. 
"Başkasının ayıplarını, kusurlarını anlatmak istediğinde hemen kendi kusurlarını hatırla." buyurmuş sevgili peygamberimiz (Hz. Muhammed (S.a.v)) 
Hal böyle iken,  başkasında gördüğü bir hataya karşılık kendi hatasını hatırlamalı. Başkasının kendisine yapılmasını istemediği, bir şeyi başkalarına yapmamalı. Başkalarının hatalarıyla uğraşanlar, kendi hatalarını düzeltmeye vakit bulamazlar. Başkalarının ayıplarını sayıp dökenler, kendilerini ayıpsız sanırlar, bu ise en büyük aymazlıktır. Çünkü kendini noksan ve kusurlu gören her an kendini düzeltmeye, iyilerden olmaya çalışır.

İnsanların düzelmesi ile düzelen bir dünyada yaşamanız dileğiyle.


Muhabbetle,

Hanife Mert

2 Aralık 2013 Pazartesi

Türk Diye Bir Uygarlık Yokmuş Öyle mi?

30 Kasım 2013… AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi Prof.Dr. Yasin Aktay, Bayburt’ta katıldığı panelde, “Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok.’demiş, haber bu… Prof. Dr. Aktay şöyle devam etmiş; “Sana demişler ki, ‘Sen Türksün’. Ne demek Türklük? İşte Orta Asya'dan gelmişsin. Bir bakıyorsun, kaçımızın dedesi Orta Asya'dan gelmiş? Bir sor bakayım gerçekten. Var mı böyle bir şey? O milletin yavaş yavaş zaten etnografyası da işlenmeye başlanıyor. Gerçekten de böyle bir şey. Türk nedir mesela? İsmet Özel'in çok ilginç, çok güzel tahlilleri vardır. Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok."
Bu haberi iyi okumamız gerekiyor, anlatayım…
Aslında uzun bir hikâyedir bu, kimse anlatmadı bize, haberimiz olmadı tarihimizden…
Anadolu’nun böylesi kıymetli olduğunu bir türlü anlayamadık biz, “Anadolu bizim” deyip geçtik, Anadolu’nun dünyanın merkezi olduğunu bir türlü göremedik. Anadolu uygarlıkların merkezidir; Hitit, Sümer, Akad, Urartu, Asur, Babil, Med, Pers, Roma, Bizans ve biz Türkler. Ama biz, en aşağı yedi bin yıllık tarihimizi dahi öğrenemedik…
‘Anadolu’ dedik, bu topraklar ‘Ana dolu’ deyip, geçip gittik. ‘Sayın’ dediler ‘uygarlıkları bir bir sayıp geçtik’, bu uygarlıkların mirasçısı olduğumuzu bilemedik. Bu toprakların dünyanın merkezi, kültürün, insanlığın merkezi, tarihin merkezi, insana yaşam veren kaynakların merkeziolduğunu bilemedik, bilemedik, bilemeyince de sahip çıkamadık. Onun için şimdi birileri çıkıp ortaya, ‘Türk yoktur’ diyebiliyor.
Olsun, hepsi geldi geçti bu uygarlıkların ama biz hala varız, yaşayan son uygarlık biziz, biz Türkler. Var isek hala Anadolu’da, demek hala güç bizde ve bu güç bize, uygarlık ve kültürümüzden, adımızdan, tarihimizden geliyor.
Alınız haritayı, alınız Anadolu’yu elinize ve bir bakınız, heybetine, gücüne, güzelliğine bir bakınız;üç tarafı denizlerle çevrili, üç kıtayı birbirine bağlayan yollar bizde, boğazlar bizde, denizlerbizde. Karadeniz’in en uzun sahil şeridi bizde, Doğu Akdeniz’i kontrol eden Kuzey Kıbrıs Türk Devleti bizim, Ege Denizi’nde sorunlar devam etse de, güç yine bizde…
İsrail’in boğazı bizde, istersek yavaş yavaş sıkar, nefes aldırmayız. Ortadoğu’da Amerika’nın kanlı siyasi emellerini durduracak güç yine bizde; kaldırın üsleri, kaldırın İncirlik’i, çıkın NATO’dan, görelim bakalım şu ABD’yi, nereye saldıracak…
Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün anahtarı bizde. İran bize tehdit değil, kontrolü bizde. Kafkaslar, iyi bakın haritaya, Kafkaslar, Ermenistan ve Gürcistan, Azerbaycan, Rusya; enerjinin yolu bizde…
Bu Anadolu bizim…
Bu uygarlık ve tarih, bu kültür mirasları bizim…
Şu AB’nin bir temsilcisi olan Karen Fogg ağabeylerine yazmış, “Türk Tarihi’ni nasıl yok edeceğiz” diye… Korku bu zaten: Türk Milleti, Türk Tarihi ve Anadolu’nun gücü… Onun için birileri çıkıyor, Türk diye bir kavim yoktur diyerek tarihimizi yok saymak istiyor.
11 Eylül 2001’de bir saldırı oldu ABD’de, İkiz Kuleler. ABD Başkanı Bush’un, saldırı sonrası yaptığı açıklamadır bu:“Haçlı seferleri başladı”:
Fransa Libya’ya saldırdı, İçişleri Bakanı bakınız ne dedi: “Fransa Haçlı seferlerine öncülük ediyor”…
İngiltere Libya’ya saldırdı, dönemin Rusya Başbakanı Putin ne dedi: “Bu bir Haçlı seferidir”…
Bugün ortaya çıkarak ‘Türk yoktur’ diyenlerin ardında bunlar yatıyor. Bin yıllık Haçlı düşmanlığıdır bu. Bin yıldır süren Türk-Bizans savaşıdır bu ve bu savaş hiç bitmeyecektir. Çünkü bu Haçlı ittifakının emeli, Anadolu’yu ele geçirmek ve Türk varlığını yok etmektir. Özelleştirme diyerek Anadolu’yu parsel parsel satın alsalar da, Türk milleti ve tarihini yok edemedikleri için, TÜRK adını silmek istiyorlar, onun için sadece Anadolu değil, ‘dünyada Türk diye bir ırk yok’diyorlar!
Ve bizim, belki de en çarpıcı özelliğimiz; bu kutsal topraklar para ile satın alınmadı, ne AB kredileri kullanıldı, ne ABD, ne İsrail ne de Rusya, bedel ödendi bedel… Ama bu bedel asla para olmadı, can oldu, can, canımızla ödedik bu toprakların bedelini…
Bakın Fas, Tunus, Cezayir’e…
Bakın Mısır’a, Libya’ya, Filistin, Mekke ve Medine’ye, hepsinde şehitlerimiz yatar.
Bakınız Irak, İran ve Suriye’ye, bakınız Kafkaslara, Balkanlara, orada şehitlerimiz uyur.
Allah aşkına bir bakınız Çanakkale’ye, bu şehitler neden şehit? Bu Anadolu’yu bize vatan yapmak için, bu kutsal toprakları bize yurt olarak miras bırakmak için, bir vatan için vatan!
Dünya tarihinde biz Türkler kadar bu topraklara ağır bir bedel ödemiş ikinci millet yoktur. Anadolu bizimdir, şehitlerimizin mirasıdır, yedi bin yıllık Türk tarihinin mirasıdır, bizimdir bizim…
Biri çıkış demiş ki, ‘dünyada Türk yoktur’! Bunu diyen kimdir, ona bakmalı. Biz Türk’üz, Türk yok diyen de varsa azıcık yürek, çıksın söyleyin bize; kendisi kimdir!..
Konu açık; adımız ve tarihimiz unutturulmak ve silinmek isteniyor. Böylece emellerine ulaşacaklarını sanıyorlar ama aldanıyorlar. Çünkü Türk olmaz ise, Anadolu olmaz!

Bu bir ‘var ya da yok olma’ mücadelesidir, sonsuza dek sürecektir. Bunu çocuklarımıza anlatmalısınız, geleceğe şimdiden hazırlıklı olsunlar için…
Erdal Sarızeybek
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/haberler/turk-diye-bir-uygarlik-yokmus-oyle-mi-h424.html


Ben de sayın prof. Dr. Yasin Aktay' a diyorum ki; Türk diye bir ırk anlı şanlı tarihiyle vardı, vardır, sonsuza kadar var olacaktır. Tarih tekerrürden ibarettir. Dünde Türklüğü yok sayma çabaları olmuştur ve sonuçsuz kalmıştır. Varlığını, kanıyla canıyla bedel ödeyerek ispatlamıştır. Şimdi yine aynı eylemler gündemde, bu Yüce Millet  atalarının verdiği cevabı, biz torunlar da vereceğiz. Canımız kanımız pahasına... Türkü Türklüğü yok saymak kimsenin haddi değildir.
...
Eğiliniz ey şerefler, ey şanlar,
Ey ırklara altın destan yazanlar!
Biz devlerin, fillerin, diz çöktüğü kuvvetiz
Eski, yeni dillerin anlattığı milletiz!
Mehmet Emin Yurdakul

Ne Mutlu Türküm diyene!
Hanife MERT

24 Kasım 2013 Pazar

Sen uyursan, ben ölürüm öğretmenim!

Herkesin okumasını tavsiye ettiğim güzel bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Umarım sizi sıkmış olmam.
    Annemin babamın biricik evladı iken, okul sıralarında seninle tanıştım öğretmenim. Beni sana teslim ettiler. Okumayı – yazmayı bana sen öğreteceksin öğretmenim. Toplamayı çıkarmayı da senden öğreneceğim. Bana hayatı da anlatacaksın öğretmenim.
Sadece beni de değil, annemi babamı da eğitmelisin öğretmenim. Bu memleketin geleceği için neler yapmam gerektiğini de bana öğretmelisin. Beni, annemi, babamı uyandır öğretmenim.
Babam uyuyor öğretmenim!
İş ve ev arasında geçen zamanı dışında, evde saatlerce Televizyon izlemekten başka bir şey yapmıyor benim babam. Benim okul kıyafetlerimi, kırtasiye malzemelerini aldığı için, tüm sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünüyor. Elimden tutup parka götürmeyen, ödevlerimi yaparken saçlarımı okşamayan, her akşam saatlerce televizyon izleyen babama, yaptığı hataları anlatmak zorundasın öğretmenim.
Beni hayata hazırladığın gibi, Babamı da uyandır!
Annem uyuyor öğretmenim!
Beni dünyaya getiren, benim için geceleri uykusuz kalan, saçını benim yolumda süpürge yaptığını söyleyen annemin, bana olan sevgisinden şüphem yok. Ancak her sabah saatlerce evlendirme programları izleyen, yemek programı ve diziler dışında hayatında fazla bir yeri yok annemin. Bizim kıyafetlerimizi hazırlamayı, bize sofra kurmayı, okula bırakıp akşam almayı yeterli bir annelik sanıyor.
Beni bilinçlendirdiğin gibi, Annemi de uyandır.
Medyayı yola getirelim öğretmenim.
Her türlü ahlaksızlığı anlatan dizileri yayınlamaktan çekinmiyor medya. Kendilerine daha çok izleyici bulmak adına yaptıkları / yapacakları ahlaksızlıkların sınırı nerdeyse kalmamış. Medya patronları para uğruna bizi de harcıyorlar. Bize izlettikleri dizi ve filmlerle ahlakımızı bozduklarını, şiddete heveslendirdiklerini bilmediklerini sanmıyorum. Onlar için, daha çok para kazanmak, bizim geleceğimizden daha önemli.
Bize, ailemize ve bu topluma zarar veren dizi ve filmlerin zararları ve bu zararların önlenmesi için bir şeyler yapalım öğretmenim. Cumhurbaşkanına, Başbakana, Milli Eğitim Bakanına bütün sınıf arkadaşlarımızla birlikte mektuplar yazalım öğretmenim.
Bize onları da uyandırmayı öğret!
Ben bugün küçük bir çocuk olabilirim. Ancak birkaç yıl sonra bir genç olacağım öğretmenim. Gençliğimin enerjisini kötü yollarda harcamamayı bana öğret öğretmenim.
Bana tarihimizi anlat. Bana Çanakkale şehitlerini anlat öğretmenim. Sen bana, metrekareye 6000 (altı bin) mermi düşerken, tekbir sesleriyle düşman üzerine yürüyen Çanakkale şehitlerinin kalbindeki imanı anlatıp sevdirmesen, medya bizi sihirli dizilerle uyutuyor öğretmenim.
Sen bize kültürümüzü öğretip sevdirmesen, medyanın etkisiyle batı hayranı oluyoruz öğretmenim.
Sen bize çalışkan olmanın erdemini öğretmesen, medya yüzünden biz, topçu yada popçu olma hayalini aşılıyor.
Sen bize arı gibi çalışkan olmayı öğretmesen, batının etkisinden kendini kurtaramayan medya, bize sinek gibi hazıra konmayı aşılıyor öğretmenim.
Derler ki, bir çocukta eşkıya olma potansiyeli de vardır, evliya olma potansiyeli de. Annesi, babası, öğretmeni ve çevresi çocuğa sahip çıkarsa, o çocuktan evliya gibi sevilen ve çevresine faydası dokunan bir insan yetişebilir.
Genç yaşta katil, cani, hırsız olan, kötü yollara düşen gençlerin elinden anneleri tutmamış, babaları ilgilenmemiş. Cahil anne, ilgisiz baba yanında büyüyen gençlerin, elinden öğretmenleri de tutmazsa, yanlış yola sapmaları kaçınılmaz oluyor.
Sen beni de, annemi de, babamı da uyar / uyandır öğretmenim.
Sınırda nöbet tutan asker uyursa ölür, ancak sen uyursan sınırda nöbet tutacak asker kalmaz öğretmenim.Sınıfta nöbet tutmak sınırda nöbet tutmak kadar kutsaldır öğretmenim.
Herkes uyusa da, sen uyuma öğretmenim.
Sen uyursan ben ölürüm öğretmenim.
Sait ÇAMLICA

Sevgi emek ister, emek ise mücadeleden yılmayan koskoca bir yürek...Bir ana gibi şefkatli bir baba gibi dimdik yüreği çocuk sevgisi, vatan sevgisi, meslek aşkı ile dolu Atatürk'ün izinden giden idealist öğretmenlerimizin  özel gününde  hepsini sevgi saygı ve minnetle yad ediyor, ebediyete göç etmiş öğretmenlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. 
Bu öğretmenler gününde de eğitim sistemimiz ve öğretmenlerimiz için olmasını istediğim dileğimi yineliyorum;  geçerli  bir sebebe dayandırmadan, bizim sosyal ve toplumsal yapımıza uygun olup olmadığı göz önüne alınmadan,her fırsatta  değiştirilerek,yap boz tahtasına döndürülen Milli Eğitim Sistemimizin tekrar  gözden geçirilmesi çocuklarımız ve öğretmenlerimize yaraşır hale getirilmesine,  eğitimin Atatürk ilkelerine uygun olarak çağdaşlaşması ve bilimsel olarak geliştirilmesi yolunda yeni adımların atılmasına ve öğretmenlerimizin hak ettiği değere kavuşturulmasına  vesile olması dileğimle, başta  başöğretmenimiz M. Kemal Atatürk olmak üzere  onun izinden giden tüm öğretmenlerimizin,  öğretmenler günü kutlu olsun.
Hanife MERT

21 Kasım 2013 Perşembe

Vefa Nedir?

Vefa nedir, bilir misin? Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır. Hz. Mevlana

Vefa hepimizin yüreğinde hissettiği bir borçtur. Kredi kartı borcuna benzemez. Kalmasa da günümüzde kredi kartı borcu kadar önemi, önemlidir vefa borcu… Gönül borcudur çünkü. Kalbinden çıkar, en derinlerinden. Küçücük bir söz, bir iyilik unutulmaz vefa için, hatalar affedilir, gerekirse uğruna canlar verilir gözünü bile kırpmadan. 
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar. Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru. Bu söz üzerine Hz. Ömer “anlat bakalım nasıl oldu” diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan ibaret” dedi. Hz Ö Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası idam. Üstelik suçunu da kabul ettin” dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım. Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz. Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde yerime birini bulurum, der. Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki? Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As’ dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der. O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer’e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz” derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim. Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız. Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin? Genç vakurla başını kaldırır ve;
- ‘AHDE VEFASIZLIK ETTİ’ demeyesiniz diye geldim, der. Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni As’a der ki: - Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun. Nasıl oldu onun yerine kefil oldun? Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir: - Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. ‘İNSANLIK ÖLDÜ’ dedirtmemek için kabul ettim, der. Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz. Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel “babamızın kanı yerde kalmasın” diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der. Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- MERHAMETLİ İNSAN KALMADI’ demeyesiniz diye…



Şu inceliğe asalete bakın... Asil bir duygudur vefa.Yaradana duyulur, dosta duyulur, seni yetiştiren topluma, geçmişine duyulur.Bu asil his de, dostluk gibi, sevgi gibi, hatır gibi geçmişin tozlu raflarında yerini almaya hazırlanıyor... Mevlana'nın bu güzel sözü ve Hz Ömer'in kıssası ile tekrardan hatırlatmak istedim. Hepimizin bizi insan olmakla şereflendiren Yaradanına, bizi yetiştiren toplumuna, tarihine, atalarına, milletine ve dostlarına vefa borcu vardır unutulmamalı...

Vefayla kalın.
Hanife Mert

17 Kasım 2013 Pazar

Ömür Dediğin nedir ki! (Deneme şiir)

                                                
Burnu kaf dağında
Düşse, eğilmez almaya
Yüreğinde kibri çok,
Bilmez ki, izin yok 
Burada sürekli kalmaya.

Cehalet kalp gözünü köreltmiş,
Aydınlığı karanlığa terk ettirmiş.
Kendini sözleri ile nesh etmiş
nereye kadar bu aldanış,
nereye bu kaçış?

Ömür dediğin nedir ki!
Dün ile yarın arasında 
 bilmece.
Nedenlerle, niçinlerle, 
Sorgulanan bin bir hece.

Vazgeçeceksin kaf dağından
gideceksin sende,
öncekiler gibi
bilinmez bir geleceğe…
Hanife MERT

11 Kasım 2013 Pazartesi

Atatürk'ten gençliğe unutulmaz anılar..




Kırk asırlık Türk Yurdu Yabancı elinde kalamaz
-“Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!” demesinden iki gün sonraydı. Mersin’de istasyondan şehrin içine doğru yavaş gidiyordu. Yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir afiş tutan bir kaç genç kız çıktı. Afişte şu yazı vardı:
-“Suriye hemşerinizi de kurtarın.” Suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı. Türkiye de artık dinci değil, milliyetçi bir devletti. Suriye içinde, bütün esir yurtlar için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi. Ama kurtarmaya kalkmak gereksiz olurdu.
Etrafta hıçkırıklar ve gözyaşları yoktu; Atatürk’ün de gözleri ıslanmış değildi. Suriyelilerin 1. Dünya savaşında Türk düşmanlarıyla birleştiklerini, Türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu.
-“Her millet, layık olduğu yaşayışa erer...”Dedi ve yürüyüp gitti.1
Türk milleti hiçbir zaman esirlikte kalamaz
Damar Arıkoğlu, Adana anılarına şöyle devam ediyor:
-“Biraz daha yürüdük; Baraja giden yol kavşağına vardığımız zaman yolun solunda kadınlı erkekli siyahlar giymiş büyük bir kalabalık, siyah bayraklar ellerinde, başlarında Tayfur (Sökmen) Bey sıkıntı içinde ve feryatla Gazi’yi selamladılar. Bir kısmı da ağlıyordu. Tabii Paşa durakladı, bu kalabalık tamamiyle Hataylılardan oluşmuştu. 15–16 yaşlarında baştan aşağıya siyahlar içinde bir genç kız elinde bir siyah bayrakla yaklaştı. Gazi’nin karşısında gözyaşları arasında içten gelen, bağlı bulunduğu toplumun özlem ve ızdırabını temsil eden acıklı bir dille, Hatay’ın anavatandan ayrı kalmasını, Fransızların zulüm ve işkenceleri içinde kalan 500 bin Türk’ün feci durumlarını, cehennemi hayatlarını hem ağlıyor hem de ağlatıyordu:
-‘Ne olur Paşam bizleri de kurtar. Bu zalim Fransızların esirliğinde bizi bırakma. Sana yalvarıyorum, bütün Hataylılar yalvarıyor; bizi de hürriyete, anavatana kavuştur’ dedikten sonra hıçkıra hıçkıra ağladı. Doğrusu Gazi, önümüzde olduğu için onun gözlerini göremedim, fakat Latife Hanım da bizim gibi aynı halde olduğunu gördüm. Gazi tatlı bir sesle:
-‘Türk milleti hiçbir zaman mahkûmiyette ve esirlikte kalamaz; gönlünüz rahat olsun’ dedi. Bu şekilde bütün topluluğu ve hepimizi görülmedik bir sevince boğdu. Tayfur Bey, ilk Hatay başarısını burada temin etmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan, şerefli bir askerden kararlılık ifade eden bir söz almıştı.”2
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 15 Mart 1923 tarihinde Hataylılara verdiği sözü, 20 Mayıs 1938 tarihinde Dolmabahçe’deki hasta yatağından kalkarak ve yaşamını riske atarak geldiği Adana’da gerçekleştirdi. Onun bu ziyareti, Fransızlara ve de Suriye’ye bir gözdağıydı ve sonuçta Hatay anavatana kavuştu.
1 Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, İstanbul 1973, s. 98.
2 Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul 1961, s. 307–308.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
Sabiha Gökçen şöyle naklediyor: 
"10-11 yaşında idim. Bursa'daki evimiz Atatürk'ün köşküne çok yakındı. Bir gün Atatürk Bursa'yı şereflendirmiş, köşkün bahçesinde dolaşıyordu, ben de onu yakından görmek arzusu ile kıvranıyordum.
Yine bir gün bahçede dolaştığı sırada yerimden fırladım, Ona doğru koştum. Beni yolumdan çevirenlere ağlamakla karşı koymaya çalışıyordum, birden bir ses işittim: "Bırakın onu" diyordu, "Bırakın gelsin." Koşarak Ata'nın yanına gittim, ellerine sarıldım. Atatürk sordu: 
"Çocuk, sen okula gidiyor musun?" 
Harpler sebebiyle okulumu yarıda bırakmıştım ve bir yatılı okula alınmamı istedim.
"Ben seni yanıma alayım, gelir misin?" diye Atatürk sordu.
"Abime sorayım" dedim. Kabul ettiler, derhal çağırtarak onunla konuştu, anlaştılar. Böylece Çankaya'ya geldim.
Uzun zaman ayrı kaldığım okuluma yeniden başlamanın sevinci içinde memnundum. Çankaya Köşkü bahçeleri içindeki eski bir seyis evi düzeltilerek okul haline getirilmişti. Köşkte çalışanların, yaverlerin ve diğer hizmetlilerin çocukları ile birlikte ben de bu okula gitmeye başladım. 
Bir sabah, Ata'nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim birden, derin bir iç geçirdi ve "Allah!" dedi. (O, sık sık bu şekilde yapardı.) 
Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı.
Ata'nın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki:
"Sen dindar mısın?" diye sordu.
Ben de ailemden aldığım din terbiyesi ile;
"Evet dindarım" dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti.
"Çok iyi... Allah, büyük bir kuvvettir. O'na daima inanmak lazımdır" dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki; Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata, bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır.
(Kaynak: S. Arif Terzioğlu, Yazılmayan Yönleriyle Atatürk, s. 88-89)
Türk, Kendi Düşer, Kendi Kalkar!
Fransızlarla Hatay konusunda anlaşma yapıldığı günlerden biriydi. Atatürk, Hatay’dan dönüşünde Eskişehir’de kaldı. Şereflerine Orduevinde bir şölen verildi. Şölende Eskişehirli bir genç aradı ve buldu. Ona Fransa hakkında bir şeyler yazdırdı ve okuttu. Bunda Fransızların savaşacak durumda olmadıklarından bahsediliyordu. Son derece neşeli ve heyecanlıydı. Yenildi, içildi. Milli oyunlara başlandı. Atatürk bir aralık büsbütün coştu. Zeybek havasına kendisini kaptırdı. Ayağa kalkarak oynamaya başladı. Coşkunluğu o dereceyi bulmuştu ki dizini yere vururken bir aralık sendeledi. Halk, onu kucaklayıp kaldırmak istedi. İşaretle onları durdurdu. Ve:
-“Türk, kendi düşer, kendi kalkar...” diyerek, zemberek gibi yerinden fırladı.1
1 BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967., s. 448-449.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009


Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk'ün ölümünün 75.yılı dolayısıyla, Atatürk'ten Türk Gençliğine unutulmaz anılar isimli eserden bir demet hazırladım. 


Gençlik Ata'sının anılarını okumalı öğrenmeli, ondan feyz almalı. O'nun gösterdiği çağdaş uygarlık yolundan ayrılmadan, özellikle Millet olarak ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, vatana, bayrağına sahip çıkmalı. Bu ülkede yaşayan kendini Türk hisseden herkesin vefa borcudur.
Bu ülke bu millet sana minnetardır, Ataların Atası... Her insan doğar, büyür ve ölür. Kalıcı olan bıraktığı emanet, millet olarak bize bıraktığın emaneti canımız pahasına koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. 

Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad olsun, mekanın cennet olsun...

Hanife Mert

9 Kasım 2013 Cumartesi

ATAMIZI MİNNETLE HASRETLE VE RAHMETLE ANIYORUZ!



17 Mart 1937 - Atatürk'ün, Çankaya'da Romanya Dış işleri Bakanı Antonesco'yu kabulü.

Atatürk'ün, gece Romanya Dışişleri Bakanı Antonesco şerefine Ankara Palas'ta verilen ziyafette konuşması: "...Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol gös­termektir! Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdur. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lâzım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir."
M.KEMAL ATATÜRK

ATAM RUHUN ŞAD, KABRİN NUR, MEKANIN CENNET OLSUN.

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...