17 Mart 2021 Çarşamba

Adımız "ANDIMIZ"dır

 

 

Her sabah günün ilk ışıklarıyla yavrularımızın kararlı, gururlu, coşkulu sesleri ile günaydın sevgili arkadaşlar diye başlayan; Türküm, doğruyum , çalışkanım… diye devam eden yaklaşık seksen küsür yıldır ilkokullarda çocuklarımızın okuduğu andımızı 23 Nisan 1933 yılında Türk çocuklarına armağan eden Dr. Reşit GALİP’dir.
Aynı zamanda dönemin Milli Eğitim Bakanı da olan Dr. Reşit Galip'in Türk çocuklarına armağan ettiği andımız; 30 Eylül 2013 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti' nin başbakanı tarafından demokratikleşme paketi adı altında yayınlanan paketin maddelerinden biri ile kaldırılmıştı. Görülen o ki, Türk çocuklarının büyük bir coşku ile verdiği söz and demokrasiye aykırı gelmiş.Yavrularımızın o küçücük yüreklerine zihinlerine ilmek ilmek işlenen andımızda , doğruluk, çalışkanlık, büyüklerini saymanın, küçüklerini sevmenin, vatanını canından aziz bilecek kadar kutsal olduğunu öğrenmesi, Atasının gösterdiği ilim ve irfan yolunda ilerlemesi için söz vermesi, and içmesi sağlanmakta idi. Bu Türk Milletinin yansıması olarak, Türk çocuğundan alınan sözün demokratikleşmeye aykırı olarak görülüp kaldırılması hepimizi derinden üzmüştü. Danıştay'ın Andımızı kaldıran yasayı iptal etmesine sevinmiştik ki sevincimiz kursağımızda kaldı. Danıştay'ın kararı başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, bazı vekiller tarafından tepkiyle karşılandı. Daha üzücü yanı ise kendisinden demokratik laik eğitim konusunda beklenti içine girdiğimiz Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kararın temyize götürülmüş olmasıydı.

MEB'in temyiz başvurusunun ardından "dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun önüne geldi. Kurul da Andımız ile ilgili nihai kararı verdi. Buna göre Kurul, MEB'in itirazını oy çokluğu ile kabul ederek, Danıştay 8. Dairesi'nin yönetmeliği iptal eden kararını kaldırmış oldu. Karar uyarınca artık okullarda Andımız okunmayacak." diyorlar.

Her ne yaparlarsa yapsınlar; şu bilinmeli ki ben Türküm diyen kendini "TÜRK" gibi hisseden her "TÜRK", çocukluğunda verdiği anda söze, son nefesine kadar kadar sadık kalacak ve andını içinden de olsa haykırmaya  devam edecektir.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
Hanife Mert

12 Mart 2021 Cuma

HIÇKIRIKLARDAN GERİYE KALAN



 

Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM)'nin  iki ayda bir çıkardığı İLESAM ilim ve Edebiyat Dergisi'nde yayınlanan yazımı paylaşmak istedim. Keyifli okumalar dostlar.

  Zehra kocasından boşandıktan sonra, daha doğrusu kocası olacak adam onu döverek üç defa boş ol! boş ol! boş ol! diyerek  sokağa attıktan sonra çaresiz, beş yaşındaki kızını ve kızından iki yaş büyük zihinsel engelli oğlunu alarak iki gözü iki çeşme baba evine döner.
Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin, çok zor. Bunu yaşayan bilir. Zehra burada bir yabancıdır. Diken üstünde oturuyormuş gibi batar her şey ona. Evlenmeden önce de annesi babası misafir gözüyle bakardı. Kız çocuğu değil mi, biri alıp götürecektir sonuçta. Zehra da öyle oldu. Daha on beşine girmemişti istendiğinde. "Bu adam seni istiyor kabul eder misin?" diye sorulmamıştı bile. Babası tamam dedikten sonra üzerine kimse laf söyleyemezdi. Kaldı ki babası yüklüce bir de para almıştı damadın ailesinden... Baba evinde misafir, koca evinde el kızı görülen Zehra, hiç bir zaman kendi olamadı kendini ait hissedeceği bir yer bulamadı. Aslında iki çocukla baba evine dönmezdi, dayaklara, hakaretlere, horlanmalara sabrediyordu. Hatta üzerine kuma getireceğini söyleyen kocasına bile karşı çıkamamıştı. Ta ki kocası tarafından öldüresiye dövülüp sokağa atılana kadar. Çaresizdi Zehra, nereye gideceğini bilmiyordu. Baba evine dönmeyi düşündü. Annesinin, daha gelinliğinin içinde evden çıkmadan önce bir köşeye çekip; aman kızım! larla başlayıp, " gelinlikle çıktığın bu eve, ancak kefeninle dönersin! le bitirdiği" sözünü hatırlamıştı. Zehra'nın olmayan özgürlüğüne daha en baştan ipotek koymuştu annesi. Eve dönemezdi, gidecek başka yeri de yoktu. Abla gibi sevdiği komşusu Nurten’in tavsiyesi üzerine devlete sığınmaya karar verdi. Devletin şefkatli kolları bizi de sarar dedi ve bulunduğu yerdeki Kadın Sığınma Evine sığındı. Oradaki kadınların durumunu görünce içini bir korku sarıverdi. Çünkü orada bulunan kadınların her biri diğerinden dertli, sorunlu, psikopatça tavırları vardı. Ne yapalım sabredeceğiz dedi çaresizce. Bir gece orada kaldı. Ertesi gün gördüğü manzara dehşete düşürmüştü Zehra'yı. Birilerinin gizli konuşmalarını duymuştu habersizce. Bir pazarlığa şahit olmuştu Zehra. Bu durum karşısında gördüklerine inanamamıştı. Çareyi evlatlarını alarak kimseye görünmeden oradan kaçmakta buldu. Doğruca baba evine gitti. Döndüğü için dayak da yese, eziyet de görse ailesiydi...

     Bir yanda ne olduğunu anlamayan çocuk yaşta dedesi, babası yaşında adamlarla evlenmeye zorlanan  evlendirilen çocuk gelinler, diğer yandan “töre” denen ortaçağ kalıntısı bir kültür anlayışı içinde bocalayan aileler aydınlanmanın önündeki engeldir... Bu engel kalkmadığı müddetçe gözü moraran, kaşı patlayan, saçları yolunan, cinayete kurban giden kadınlar, daha çok içimizi yakar.

 Daha birkaç gün önce kutladığımız dünya kadınlar gününde, iki kadın vahşice katledilmiş, bir kadın da sokak ortasında küçük kızının gözleri önünde yere yatırılıp tekmelendiğini hepimiz sosyal medyada izledik. Neredeyse her gün her yerde şiddete maruz kalan, taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen yetmedi kesilen yakılan, bıçaklanan, horlanan, aşağılanan, dışlanan hayatının baharında hayatına son verilen kadınların durumları ortada. Artık alışıldı. Sıradan bir olaymış gibi üzerinde bile durulmuyor. İlk duyulduğunda ah vah ediliyor, sonra unutuluyor. Ateş düştüğü yerde yanıp kalıyor.


Artık bu devleti yönetenler şunu iyi anlamalı;
 "kadınlar zulüm görüyor! öldürülüyor!  Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltılıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, öldürülüyor.

Baba, erkek kardeş, eş, sevgili, eski eş hatta eski sevgili… Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Erkekler, yıllar önce boşanmış veya ayrılmış olmasına rağmen bunu kabullenemiyor ve kanlı elleriyle kadınların hayatına son kez dokunuyor. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor.

Oysa kadın değerlidir, kadın saygındır. Her şeyden önce o bir insandır. Kadın; adam olmadan önce insan olabilmenin en temel unsuru, var oluşumuzun ardındaki sır, hayatın can damarıdır. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardır. O büyük bir nimettir tabi kıymetini bilene.

  Toplumun bu önemli sorunu bizi yönetenler tarafından ciddiye alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Öncelikle kadının eğitimine önem verilmeli. Kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Kadının istihdam edilmesi için gerekli ortam hazırlanmalı. Kadın ekonomik açıdan özgür olursa, özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar özgür güçlü toplum demektir. Önce erkekler eğitilsin bilinçlensin dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız şuan için belki onların bilinçlenmesi zor gibi görünebilir. İpin ucu kaçmış olabilir. Ancak gelecek nesillerimizin bu hatalara düşmemesi için bu gerekli. Çocuklarımızı cinsiyet ayırımcılığından uzak tutmalı. Erkek çocuklarımıza annesine kız kardeşine saygılı olması gerektiği gibi onların dışındaki kadınlara da saygılı nazik olması öğretilmeli.
Muhabbetle
Hanife Mert

10 Şubat 2021 Çarşamba

Hayri Usta (KİTAP)


 Anne ve babamız yaşamımızın  en önemli değerleri, olmazsa olmazlarımız. Hangisini diğerinin yerine koyalım ki? Bu mümkün mü? Elbette değil. Baba sırtımızı yasladığımız varlığından güç aldığımız koca çınarımız. Annemiz de o çınarın gölgesinde nefeslendiğimiz içimize huzur yayan yaşama sevinci aşılayan her şey. Onlarsız hayat boş ve anlamsızdır. Yaşımız kaç olursa olsun her zaman yanımızda olmalarını isteriz. Ancak bu her zaman mümkün olmayabiliyor... 

İşte;  https://nurtendemirel.blogspot.com/ bloğunun yazarı sevgili Nurten Demirel arkadaşım, babasını anlatan  "Hayri Usta" adlı kitabını adıma imzalayarak göndermiş. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.  Kitabın içeriği hüzün dolsa da  sevgili Nurten'in yüreğinden kopup gelen duygulardı sözcüklere dökülen. Nurten'in kalemini severim. Sade ve akıcı bir üslup kullanır yazılarında. Kitabında babasını anlatırken de aynı üslubu kullanmış. Öyle güzel anlatmış ki kitabı okurken ben de geçmişe yolculuk yaptım. Biz aynı kuşak olduğumuz için kitapta anlatılan  özellikle 70- 80 ve 90'lı yıllarda yaşadıklarımız neredeyse aynı. Çünkü o yıllarda ülkemin şehirleri, kasabaları ve köyleri birbirine yakın benzerlikler gösterirdi. Şimdi teknolojik gelişmeler öylesine yoğun ki bırakın şehri, kasabayı mahalleler arasında bile farklılıklar olabiliyor. Düşünüyorum da 70- 80 ve 90'lı yıllarda bu günkü gibi çok fazla kazanımlarmız olmasa da sahip olduğumuz şeylerle mutlu olmayı biliyorduk. 

Nurten'e öncelikle kitabını bana gönderdiği için çok teşekkür ediyorum. Hayri Amca'ya  Allah  rahmet etsin, kabri nur, cennet mekanı olmasını diliyorum.


Muhabbetle,

Hanife Mert


5 Ocak 2021 Salı

"ŞİDDET VE KADIN


“Sevginin bittiği yerde başlar şiddet.” Şiddet; güç ve baskı uygulayarak kimilerine göre stres atmak, kimilerine göre varlığını ispat etmek, kimine göre de öz güveni olmayanların baş vurduğu psikolojik bir durum. Sevginin olmadığı yerde çıkar ortaya. Hal böyle iken sevginin olmadığı yerde güzellik ve iyilikten bahsedilemez. Oysa sevgi öyle dolu bir şey ki hiç eksilmez. Verdikçe çoğalır. “ Seni seviyorum” cümlesi ne kadar güzel, öyle değil mi? Sevgi sözcüğünü duymak insanın içini ısıtıyor ne kadar mutlu ediyorsa, tersini duymak da o kadar gerer ve mutsuz eder. 

Ülkemizde kadınlar şiddet görüyor ve öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi yakılıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek öldürülüyor. Baba, kardeş, eş, evlat, sevgili, eski eş, hatta eski sevgili... Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, kimi parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu... Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Kadına reva görülen şiddet, vahşet, zulüm ve ölümler tavan yapmış durumda. 

 Malum bu konular çok fazla yazılıyor, konuşuluyor ancak bir sonuca bağlanmıyor. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kalıyor ve sadece orayı yakıyor. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri cezalar verilmiyor. Cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin de insiyatif kullanarak; suçu işleyenleri takım elbise giymesi, efendi  görünmesini kıstas alarak ceza indirimine gitmesi gibi nedenler kanımca şiddet meraklısı pek çok hasta ruhlu insanları harekete geçirmede etkendir. 

  Sebep ister psikolojik, ister sosyolojik, ister ekonomik, isterse toplumsal olsun. Toplumumuzun bu kanayan yarası ciddiyetle ele alınmalı ve çözüme kavuşturulmalı. Bu vesileyle kadınlara uygulanan şiddetin ve kadın ölümlerinin son bulduğu, kadın hak ve özgürlüklerinin tüm kadınlara tanındığı, kadına; anaya, eşe hak ettiği sevginin, saygınlığın, değerinin kazandırılması en öncelikli dileğim...


Muhabbetle,

Hanife Mert


4 Ocak 2021 Pazartesi

Begonvilli Ev - Müjde Dural


Öncelikle 2020 yılından kurtulduğumuz şu günlerde, yeni yılın tüm dostlarımıza, arkadaşlarımıza, sevdiklerimize, ülkemize ve tüm insanlık alemine sağlık, huzur, mutluluk, barış, adalet getirmesini dileyerek,  eski yıldan kalma tüm olumsuzlukları da alıp götürmesi en büyük isteğim...
  Uzun zamandır bloğuma giremiyordum. Sebebi; yaklaşık üç yılı aşkın bir süredir üzerinde çalıştığım Orhan Veli'nin biyografik kurmaca romanı kitap projemi bitirmekti. Bu nedenle de rutin yaptığım pek çok işlerimi dondurarak kitabıma yoğunlaştım. Çok şükür kitabımı tamamladım. Şu an editör incelemesinde...
  Bunu fırsat bilen ben, tekrar yarım kalan işlerimi tamamlamaya geçtim. Öncelikle, sevgili Müjde'mden özür diliyorum. Çünkü askıya aldığım işlerin arasında okumaya başladığım ancak bitiremediğim "Begonvilli Ev" adlı kitabı da vardı. İlk iş olarak kitaba kaldığım yerden başladım ve önceki gün bitirdim. 
Yorumuma geçmeden; fotoğrafını çekip bloğumda paylaşmak için girdiğimde, heyecanla ve neşeli girdiğim bloğumda karşılaştığım yazı beni gerçekten çok üzdü. hatta ağlamama neden oldu. Blogspotta uzun yıllar birlikte yazılar paylaştığımız, bu yazılar vesilesiyle dost olduğumuz 
https://nurtendemirel.blogspot.com/2021/01/annem-yok-artik.html bloğunun sahibi sevgili Nurten Demirel arkadaşımızın "Annem yok artık!" yazısıyla karşılaştım. Çok çok üzüldüm. Ona tekrar baş sağlığı ve sabırlar diliyor, annesine de Allah'tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun inşallah. Anne olmak ve annenin olması bambaşka bir şey. İnsan annesi yaşarken kaç yaşında olursa olsun kendini hep genç ve çocuk gibi hissediyor. Kendimden biliyorum, anneni kaybettiğinde bilmem kaç yaş yaşlandığını hissediyor insan. Sırtımın buz gibi soğuduğunu hissetmiştim. Hani baba için söylenen "sırtını yasladığın dağ" sözü hem anne hem baba için geçerli diye düşünüyorum.

  Kitaba geldiğimizde; büyük bir keyifle okudum. Okumak ne kelime, bildiğin film dizi izler gibiydim. Adeta sayfalara kilitlendim. Biri bir şey sorduğunda duymuyordum bile. Hepimizin bildiği gibi Müjde'nin sade ve akıcı bir dili var. Bunu gerek makalelerinden ve gerekse yayınladığı hikayelerden biliyoruz. Kitabın konusu malum "Kadın" onun çilesi... Her yerde her zamanda aynı. Erkeğin zulmüne sabreden, yavruları için kendini feda eden çilekeş bir eş bir anne olan Terzi Mürüvvet'in ve çocuklarının yaşadığı sıkıntılar ve bu sıkıntıların sonunda öyle biri var ki annesinin ve kardeşlerinin intikamını alarak, peşinden gittiği hayaline kavuşmaktadır. Bu sıkıntıları anlatırken yazar okuyucuya "hayalinizin peşinden gidin" diyerek sıkıntının ve sabrın sonunun ferahlık selamet olduğunu göstermektedir.
 Burada daha  fazla detaylandırmak istemiyorum. Onu nasılsa siz edinip okuyacaksınız. Ben sadece kitabın tanıtım yazısını paylaşmak istiyorum.

"Bir tarafta dev bir holdingin haşarı çocukları... Diğer tarafta terzi iğnesinden geçmeye hevesli hayaller... Hayat söndüren cinayetler... Tanığı bol, görgüsüz kazalar... Öbür  yanda insanlığı teste muhtaç babalar. Bir de boncuk ailesinin pırıl pırıl mavi gözleri...

Begonvilli Ev, her santimi usta işi örülmüş, sökük yerleri itinayla ilmeklenmiş ,iğnesi bol, makasaı keskin bir trajedi. Okunası bir film, izlenesi bir roman... 
  Tezatlarla dolu. hayat gibi...

Sevgili Müjde'yi kutluyor, daha nce kitaplarında buluşmayı diliyorum.


Muhabbetle,
Hanife Mert



22 Eylül 2020 Salı

DALGALAR




Takıldı gözüm coşan dalgaların toyuna
Yeşilin dinginliğine çağırıyordu boyuna,
Düşündükçe çekiyordu beni içine,
Bırak diyordu kendini huzurun koynuna...
Kıyıya vururken azgın dalgalar
Bende kederli bir hal arar
Mazime gömdüğüm öksüz duygular
Bana ötelerden hesap sorar.

Muhabbetle,
Hanife Mert

19 Eylül 2020 Cumartesi

Eskiyi Hatırlamak Bazen İyi Gelir


      Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Şimdi ne yapsam nafile!
Ve
Kim demiş ´can eskimez´ diye
Bu can tedirgin tende
Can da eskimiş
Ben de...

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Eskici adlı şiirinde ifade ettiği gibi her ne kadar kabul etmek istemese de insan gençliğinde verdiği hayatta kalabilme var olabilme mücadelesi, onu ruhen ve bedenen yıpratmıştır. Artık gençlik günleri geride kalmış yorgun, yaşlı ve eskimiş bedeni sona yaklaşmış olmanın tedirginliğini hissetmektedir.
İnsanın en verimli üretken olduğu bir dönem vardır. Gençlik, hani kanının deli aktığı delikanlılık dönemi. Hani taşı sıksa suyunu çıkardığı, bastığı yerden ses getirdiği, her şeye herkese yetiştiği dönem... İşte gün gelir gençliğin elden gittiğini haber verir azaları. Saçlar beyazlar, derileri buruşur, ruhta ve bedende yorgunluklar baş gösterir. Artık güç, kuvvet, anılar, yaşanmışlıklar birer birer rafa kalkar, geçmişe eskiler arasına saklanır. Bu habercilerin haberine kulak vermek istemez insan. Kendini gizlemenin yollarını arama gayretine girer. Eskimeyi yaşlanmayı kabullenmek istemez. Ama nafile...İstemese de can da tıpkı beden gibi hatıralar gibi tende eskir. Ten kafesine sığamaz olur. Kendini eskilerde geçmişte mazide aratır hale gelir.
Maziyi hatırlamak bazen iyi gelir yüreğe. Eskiden yaşadığı tüm güzellikler çiçeklenir yeniden kalbinde. Uzun zamandır içinden çıkamadığı sorulardan sorunlardan, yoğunluktan olumsuzluklardan kurtulur anlık da olsa. Yüreğe iyi gelen bu küçük mutluluklar için eski olan her şeye bakmak yeterlidir. Kimi zaman gözlerde nemli yürekte hüzünlü bir hal yaşatsa da, eskiler güzeldir. Anlam doludur, hatıra doludur... Gelecek için umut olur eskimiş yüreklere...
Her yaşın kendine özgü bir güzelliği vardır. Aslolan yaşanılan anı farkına vararak yaşamaktır. Erdemli, ahlaklı, saygı ve sevgi ortamını içselleştiren, başkalarını ötelemeyen, kibir ve güç bataklığına saplanmadan örnek bir hayat yaşamanın önemini kavramalı.
Muhabbetle
Hanife Mert
Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile
Şimdi ne yapsam nafile!
Ve
Kim demiş ´can eskimez´ diye
Bu can tedirgin tende
Can da eskimiş
Ben de...
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Eskici adlı şiirinde ifade ettiği gibi;
her ne kadar kabul etmek istemese de insan gençliğinde verdiği hayatta kalabilme var olabilme mücadelesi, onu ruhen ve bedenen yıpratmıştır. Artık gençlik günleri geride kalmış yorgun, yaşlı ve eskimiş bedeni sona yaklaşmış olmanın tedirginliğini hissetmektedir.
İnsanın en verimli üretken olduğu bir dönem vardır. Gençlik, hani kanının deli aktığı delikanlılık dönemi. Hani taşı sıksa suyunu çıkardığı, bastığı yerden ses getirdiği, her şeye herkese yetiştiği dönem... İşte gün gelir gençliğin elden gittiğini haber verir azaları. Saçlar beyazlar, derileri buruşur, ruhta ve bedende yorgunluklar baş gösterir. Artık güç, kuvvet, anılar, yaşanmışlıklar birer birer rafa kalkar, geçmişe eskiler arasına saklanır. Bu habercilerin haberine kulak vermek istemez insan. Kendini gizlemenin yollarını arama gayretine girer. Eskimeyi yaşlanmayı kabullenmek istemez. Ama nafile...İstemese de can da tıpkı beden gibi hatıralar gibi tende eskir. Ten kafesine sığamaz olur. Kendini eskilerde geçmişte mazide aratır hale gelir.
Maziyi hatırlamak bazen iyi gelir yüreğe. Eskiden yaşadığı tüm güzellikler çiçeklenir yeniden kalbinde. Uzun zamandır içinden çıkamadığı sorulardan sorunlardan, yoğunluktan olumsuzluklardan kurtulur anlık da olsa. Yüreğe iyi gelen bu küçük mutluluklar için eski olan her şeye bakmak yeterlidir. Kimi zaman gözlerde nemli yürekte hüzünlü bir hal yaşatsa da, eskiler güzeldir. Anlam doludur, hatıra doludur... Gelecek için umut olur eskimiş yüreklere...
Her yaşın kendine özgü bir güzelliği vardır. Aslolan yaşanılan anı farkına vararak yaşamaktır. Erdemli, ahlaklı, saygı ve sevgi ortamını içselleştiren, başkalarını ötelemeyen, kibir ve güç bataklığına saplanmadan örnek bir hayat yaşamanın önemini kavramalı.
Muhabbetle
Hanife Mert
Fotoğraf açıklaması yok.
Nurcan Öztemel Dağ, Nejmiye Duru ve 34 diğer kişi
27 Yorum
1 Paylaşım
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...