Bir toplumun yetiştirdiği
her ferdin o topluma karşı ödemek zorunda olduğu bir vefa borcunun olduğunu
savunanlardanım. Bu anlayışla, yaşadığı toplumu güzelleştirmek temel
değerlerine sahip çıkmak, onları yaygınlaştırmak, geliştirmek, çağdaş uygarlık
seviyesine çıkarmak ve kendinden sonra gelecek kuşaklara en güzel şekilde
bırakmak onun asli görevidir.
Kaldı ki dünya değişim ve
gelişim çağındadır. Bu değişime paralel olarak teknolojik
gelişmeler, kapitalizmin ezici gücü ve metropolleşmenin de etkisiyle
insanların yaşam felsefesi ve değer yargıları da değişime uğramaktadır. Bu
değişim insanı asli görevinden uzaklaştırmakta hatta unutturmaktadır.
Özellikle son
yıllarda toplumumuzda yaşanan örnekler alışılagelmiş bazı değerlerimizin göz
ardı edildiği gerçeğini gözler önüne sermektedir. Nasıl mı? Örnek
çok. Örneğin; artık kimse senin kişiliğinle, karakterinle, edebinle,
ahlakınla, insanlara, canlılara verdiğin değerle, şefkat ve merhametinle,
hoşgörünle, doğruluk ve dürüstlüğünle, hak ve adaletli davranışınla, vefanla,
bilginle, başarılarınla ilgilenmiyor ve önemsemiyor da... Hal böyle iken bir
zamanlar erdem sayılan ve olmazsa olmaz dediğimiz değerlerin yerini mevki
- makam, para ve güç almış durumda. Paran varsa değerlisin. Hele bir de
mevki makam sahibi isen değme keyfine, el üstünde tutulursun. Her türlü erdemi,
tüm insani nitelikleri üstünde taşı, ağzınla kuş tut, eğer paran yoksa hatırı
sayılır bir mevki makama sahip değilsen pul kadar değerin yoktur insanların
gözünde. Çünkü insanımız artık derin düşünemiyor. İnsanın içinde sakladığı
cevheri görmek istemiyor. O sadece görünen dış yüzüyle
ilgileniyor. Kişileri dış görünüşlerine, giyimine, kuşamına, mevkisine, makamına,
rütbesine, malına, mülküne, kazancına göre değerlendirip insan yerine koyuyor..
Görünüş ve madde
insanların ruhlarına o kadar işlemiş ki, bütün değer yargıları; şekil,
görünüş ve madde üzerine kurulmuş durumda. Şeklin güzelse değerlisin, paran
varsa saygınsın, zenginsen önemlisin, mevki makam sahibi isen adamsın gibi..
Kaldı ki bizim
kültürümüz edebi, ahlakı, ilimi, irfanı değerli görürdü. Medeniyetimiz erdem
sayılan bu değerler üzerine kurulmuştu. Bu topraklar nakış nakış sevgi, saygı,
vefa, dürüstlük, hak, adalet, güzel ahlak ve edeple inşa edilmiştir.
Bu günlere
kolay gelmedik. Lakin şuan baktığımızda, her türlü olumsuzluğu, yanlışı sadece
izleyen, sorgulamaktan, hesap sormaktan yoksun, kutsal değerleri önemsemeyen
bir toplum ile karşı karşıyayız. Kendimizi kapitalist dünyanın aldatıcı süsüne
kaptırdık gidiyoruz. Her şeyimizi paraya endeksledik. Bizi bir arada tutacak ne
kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık. İnsana saygı
hak getire. Vicdansızlık, merhametsizlik, edepsizlik, riya, adaletsizlik, kap
kaççılık, adam kayırma, ötekileştirme diz boyu.Yolsuzluk rüşvet tavan yaptı.
Rabbena hep bana demekten yardımlaşmayı paylaşmayı unuttuk. Güçsüz insanlara
reva görülen zulümleri, haksız yere cana kıyanları, çocuklara yapılan
eziyetleri, hayvanlara, doğaya yapılanları söylemiyorum bile...
Hal böyle iken mutsuzluk
ve huzursuzluk peşimizi bırakmıyor. Tüm bu değer yargılarımızın madde üzerinde
yoğunlaştırılması ile, toplumda saygı, sevgi, hoşgörü, dostluk, vefa,
yardımseverlik gibi değerlerin kaybolmasına neden olduğunu görüyoruz. İyinin-
kötünün, haklının-haksızın, doğrunun- yanlışın, güzelin- çirkinin birbirine
girmiş durumda olduğu bir toplumda yaşamaya çalışıyoruz.
Belki çok genelleyici ve
karamsar bir yazı oldu. Ancak sayıları günden güne azalsa da; değer yargıları
ahlak, edep, ilim, irfan temelinde kurulu insanların olduğunu biliyorum ve
benim saygı ve sevgim onlara. Parasına, makamına, arabasına, yazlığına,
kışlığına değer biçenlere, güçsüzü ezenlere, yetimleri yerenlere değil.
Hanife Mert