orhan veli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
orhan veli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2022 Cuma

OHAN VELİ 108 YAŞINDA



1914 yılının, Nisan ayının on üçünde sabaha karşı bir Orhan Veli geldi bu dünyaya. O, Mehmet Veli Bey ve Fatma Nigar Hanım’ın ilk göz ağrısı, Adnan Veli ve fırfırcığım diye sevdiği kız kardeşi Firuzan Yolyapan’ın çok sevdikleri ağabeyiydi…

Orhan Veli aynı zamanda lise sıralarında iken her teneffüste; "Oktay teneffüsü gavur etmeyelim, şiir konuşalım” dediği Oktay Rıfat Horozcu ve aynı kıza âşık olduğu Melih Cevdet Anday’ın en yakın dostuydu. İleriki yaşlarında Türk şiirine hatırı sayılır bir yenilik getirecek olan şiirimizin bu üçlü sacayağı, bütün boş vakitlerini şiir ve edebiyat konuşarak araştırarak geçirmiştir. Ayrıca bu üçlü yirmili yaşlarına ve dönemin usta yazarlarına ve şairlerine rağmen, şiirde kafiye, redif, mısra, hece vezin gibi kuralları kaldırarak şiirimizde bir devrim yapmışlardır. Cemal Süreya’nın deyimiyle “Orhan Veli şiire kasket giydirdi. Onu sivilleştirdi...”

Orhan Veli şairliğinin yanında, bir dost arkadaş canlısıydı. Dönemin pek çok ünlü edebiyatçılarıyla yakın dostluk kurmuştur. Ancak bunlardan Sait Faik Abasıyanık’la olan dostluğu farklıdır.. Pek çok ortak noktaları vardı. Ruh ikizi gibiydiler... Orhan Veli Sait Faik'in şair, Sait Faik ise Orhan Veli'nin öykücü haliydi....

Bu iki yakın dostla ilgili bir anıyı paylaşmak istiyorum.

İstanbul Kasımpaşa'daki Deniz Hastanesi'nde yatan Melih Cevdet'i ziyaret etmek için Oktay Rıfat'la birlikte İstanbul'a gelen Orhan, ziyaretin ardından hastaneden ayrıldıktan sonra yakın dostu Sait'le buluşur. İstanbul'a kadar gelip de sevgili dostunu görmeden Ankara'ya dönmek olmazdı. Buluştuklarında Sait Faik:

-Orhan içimden geldi. Gel bugün seni ben yemeğe davet ediyorum, dedi. Zamansız bu davet Orhan Veli’yi şaşırtmıştı. Her zamanki muzip dalgacı tavrıyla:

-Hayırdır, hangi dağda kurt öldü? Böyle durup dururken?”

Orhan'ın tavrı Sait'i kızdırmıştı:

-Ulan içimizden geldi davet ettik. Vazgeçtim, yok davet mavet. Unut, dediklerimi, dese de Orhan'ın mazlum, muzip bir çocuk edasıyla ısrarına dayanamadı ve birlikte Mustafa'nın meyhanesine gittiler. Meşrutiyet Caddesi’nde, İngiliz Konsolosluğu'ndan Tepebaşı’na giden yolun solunda bulunan meyhane Sait'in keşfettiği ve zaman zaman da yalnız gittiği bir meyhaneydi.

Masaları donatılmış, şaraplarını yudumlarken, Sait rahat durmuyordu. Orhan'ı kızdırmak en büyük zevklerindendi.

- Orhan, dedi.

Orhan seslenmedi, sadece yüzüne baktı. Sait muzipçe gülüşünü gizlemeye çalışarak baktı Orhan'ın yüzüne. Gecenin ilerleyen saatleriydi. Şarabın etkisiyle ikisi de gevşemişti. Bugün Sait'in muzipliği üzerindeydi tekrar:

-Orhan, dedi

Orhan tam sigarasından bir nefes çekmiş, ardından da şarap bardağını ağızına götürürken baktı Sait'e, bardağı ağzında tuttu:

“Gene ne oldu?” dedi.

Sait :

-Sence en büyük şair kimdir?

Orhan Veli düşünmeden:

-Fuzuli, dedi.

Sait Faik alaylı, muzip gülüşüyle sakin sakin demleniyordu. Orhan farkındaydı, Sait'in kendini

tongaya düşüreceğinin. Şarapları bitmişti. Sait eliyle işaret etti.

-Mustafa! hadi bakalım masayla ilgilenin! dedi.

Masa temizlendi, şarap ve meze geldi. Sait Faik yerinde duramıyordu. İkinci şişenin ikinci bardağını içerken Orhan'a tekrar sordu:

-Sonra? dedi.

Orhan Veli Sait Faik'in ne sorduğunu unutmuş izlenimi verir gibi:

-Azizim sonra ne?

Sait: -Fuzuli'den sonra kim?

Orhan Sait'in pes etmeyeceğini anlamıştı. Kısa kesmek için:

-Fuzuli mi dedim? Yok canım Fuzuli de kimmiş? O da avuç açanlardan, dedi.

Sait Faik:

-Öyle mi? Peki bana göre en büyük şair kim öğrenmek ister misin? diye sordu.

Orhan Veli merakla:

-Kim?

Sait Faik alaylı gülümsemesini bozmadan,

-Sen! Benim için en büyük şair sensin, dedi.

İşte Orhan, Sait'in bu alaylı cevabına öfkelenmişti. Elindeki bardağı sinirlice masaya bıraktı.

Kaşlarını çattı, gözlerini kısarak,

-Hadi oradan it! dedi.

Sait Faik söylediğinde samimiydi, ancak amacına ulaşmanın zevkini yaşıyordu.

-Ömründe hiç küfür etmemiş Çelebi Orhan Veli'yi kızdırdım! diye nara attıktan sonra bir kahkaha patlattı. Keyfine diyecek yoktu.

Edebiyatımızda Garip Hareketi ( Birinci Yeniler) olarak bilinen hareketin öncülerinden olan ve 36 yıllık kısacık yaşam öyküsünü araştırıp kitap haline getirerek okurlarıma sunmaktan büyük mutluluk duyduğum Ünlü Şair Orhan Veli’yi saygı ve rahmetle anıyorum. İyi ki doğdu ve iyi ki bu dünyadan bir Orhan Veli geçti. Ruhu şad olsun.



Hanife Mert

4 Nisan 2022 Pazartesi

Kitap Önerisi: Fırçadaki Son Şiir/ Turgay Aksoy


Kitap yazan ve yayımlatanlar iyi bilir. Yazarları en mutlu eden şeylerden biri de kitabının tanıdığı, yakın arkadaşları ve dostları tarafından okunup yorumlanmasıdır diye düşünüyorum. Benim de kitaplarım blog arkadaşlarım tarafından yorumlandı. Öncelikle https://bucurukveben.blogspot.com/ bloğunun yazarı sevgi Müjde'm üç kitabımı da okudu ve yorumladı. Yine https://huseyinguzel.blogspot.com/ bloğunun yazarı Hüseyin Güzel Hocam da kitaplarımı yorumladı. Şuan aklıma gelenler bunlar. Başka okuyan ve yorumlayanlar da olmuştur illaki.

Son olarak https://turgayaksoy.blogspot.com/ bloğunun yazarı Turgay Bey'le instagram hesabı üzerinden konuştuk. Kendisi son kitabım Ünlü Şair Orhan Veli'nin yaşam öyküsünü yazdığım Fırçadaki Son Şiir adlı kitabımı edindiğini ve okumaya başladığını söylemişti. Çok mutlu oldum. Turgay Bey kitabı okumuş ve blog sayfasında da harika yorumunu  yayınlamış. Kendisine çok ama çok teşekkür ediyorum. Umarım onun vesilesiyle kitabım çok fazla okura ulaşır. Ünlü Şairlerimizin yazarlarımızın nasıl yaşayıp, hangi aşamalardan geçtiğine ve bugüne kadar nasıl geldiğini öğrenmemiz ve onları kendimize örnek almamız açısından gerekli diye düşnüyorum.

Lafı daha fazla uzatmadan Turgay Aksoy Bey'in "Fırçadaki Son Şiir/ Bir Orhan Veli" adlı kitabımın yorumunu okumanızı öneriyorum. Keyifli okumalar diliyorum.


Yorumu okumak için tıkla  


Hanife Mert


16 Kasım 2021 Salı

Orhan Veli Şiiri Aşık Olduğu Bir Kadını Sever Gibi Severdi!

Orhan Veli yaşamı boyunca yalnızlık, yoksunluk ve yoksulluk içinde parasızlıkla boğuşurken bile çok sevdiği şiirle soluklanmayı bilmiş, sevdasıyla yaşama tutunmayı başarmış bir şairdir.

Melih Cevdet’in deyimiyle Orhan Veli şiiri; “Âşık olduğu bir kadını sever gibi severdi...” işte usta şair sevdasını ve şiiri kendisiyle öylesine özdeşleştirmişti ki, şiirsiz Orhan Veli, Orhan Velisiz de şiir düşünülemezdi. O bazen yaşadığı gibi yazar, bazen de şiirlerinde yazdığı gibi yaşardı...
Otuz altı yıllık kısa yaşamında iki büyük savaşa, sayısız devrimlere tanıklık etmiş, birebir çalışmalarda bulunmuş, hatta kendisi de şiirde bir devrim yaparak, Köklü Türk şiir geleneğine hatırı sayılır bir yenilik getirmiştir.
Usta Şair, kısacık yaşamında sıradan mı sıradan, yoksul mu yoksul bir hayat yaşadı. Hayatın içinden ve yine hayatı anlatan şiirleriyle edebiyat dünyasını sarstı. O, şiiri anane şiir olmaktan, şairanelikten, belli kalıplardan ve burjuva sınıfının tekelinde duygusallıktan kurtarmış, gerçek halkla buluşturmuştur. Çocukluğundan ömrünün sonuna kadar yanında olan ve hiç ayrılmayan Oktay Rıfat, Melih Cevdet’le birlikte tüm çilelere göğüs gererek Garip Akımını gerçekleştirmişlerdir. Zamanın ünlü şairleri, edebiyatçılarına rağmen. Onlar yirmili yaşlarda pek çok kişinin cesaret edemeyeceği bir oluşuma önderlik etmişlerdi. Karşılarında çok donanımlı başarılı bir edebiyat ordusuna karşı, tek başlarına donanımlı bir ordu gibi karşılık vermişlerdir. Hakaretlere aşağılanmalara karşı, nazikçe kırmadan incitmeden nükteli sözlerle karşılık vermişlerdir. Zira Orhan Veli Orhan Akbal’a söylediği, “Aleyhimde söylenen sözlerin, lehimdekilerden çok olması beni mutlu eder.” sözüyle kendisine yapılanlara tepkisiz kalmış, gerektiği zaman nükteli sözlerle şiirlerini savunmuştur. İlk garip şiirlerini 1941 yılında çıkardıkları Garip adlı kitapla duyurmuşlardır. Orhan Veli adıyla çıkan kitap, Orhan Veli’nin yazdığı önsözle kitap olmaktan ziyade bir manifesto özelliğini taşımaktadır. Bu bağlamda;

Orhan Veli'ye göre şiir;

"İnsanları duygusallığa sevk eden ve belli bir kesime hitap eden sözcükleri; aruz- hece gibi ölçülerle; redif, kafiye, mısra gibi dayatmalarla ve ayrıca teşbih, teşhis gibi sanatlarla kurallara boğmaktan kurtarmak gerekiyordu. Şiir duyguya değil, akla hitap etmeliydi. Şiir sözcüklere yüklenen anlamlardan oluşmaktaydı. Bu nedenle sözcükler özgürleştirilmeli, duygular anlatılırken net ifadeler kullanılmalıydı. Şiir bir kesime değil, tüm halka mal edilmeliydi. Dağdaki çoban, şehirdeki memur, meyhanedeki sarhoş, sokaktaki satıcı, kerhanedeki hayat kadını, hapishanedeki kader mahkûmu da şiire konu edilmeli, onlar da şiir okuyabilmeliydi...”
Kendini doğruluğun ve samimiyetin emrine veren şair, bu düşüncesini gerçekleştirirken şiiri halka götürmüş, adına "halkça" dediği ve halkın da anlayabildiği bir dil kullanmıştır.
Orhan Veli tıpkı şiirlerinde kuralları kaldırıp sözcükleri özgürleştirdiği gibi, yaşamında da özgür olmayı seven bir insandı. Onun bohem hayat tarzı başta ailesi olmak üzere pek çok kişiye garip gelmiştir. Dost arkadaş canlısı bir insandı. Çocukluğundan beri; elleri nasırlı alnından şıpır şıpır ter akarak geçimini sağlamaya çalışan insanları çok sevmiştir. Bu insanları şiirlerinde görmek mümkündür. Örneğin Kitabe-i Sengi Mezar (Mezar yazıları) adlı şiirinde “...Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” diyerek ayağı nasırlaşmış halktan birini şiirine konu etmiştir.

Kitabe-i Sengi Mezar Şiiri Orhan Veli’nin yaşamında dönüm noktası olmuştur. Zira bu şiir dönemin kelli felli edebiyatçıları tarafından hakarete varacak şekilde eleştirilirken, halk tarafından kabul görmüş bir şiirdir. Orhan Veli’nin pek çok şiirinde benzer özelliklere rastlanır.
Orhan Veli’nin şiirlerinin temel özelliği, daha önce yayınlanmış şiirlere benzememesi, dönemin önemli şairlerinin şiirlerine benzememesi (Nâzım Hikmet, Yahya Kemal Beyatlı...) şiirlerinin kafiye, redif ve mısradan yoksun olması, duygusallıktan uzak, gerçekçi bir anlatımla düşüncenin direkt ifade edilmesi, konuşma diliyle yazıldığı için okuyucunun kolay anlaması, yazımının da kolay olacağı izlenimini vermesi gibi özellikleri taşıyordu.

Ünlü şairimiz Orhan Veli, gençliğinin baharında, 14 Kasım 1950 tarihinde otuz altı yaşında aramızdan ayrıldı. Ünlü şairimizi ölümünün 71. Yılında minnet ve şükranla anıyoruz. Ruhu şad olsun.

Toplum olarak bize düşen ünlü şairlerimize, edebiyat ve sanat insanlarımıza sahip çıkmak, onları iyi tanımak ve bizden sonraki kuşaklara tanıtmak en önemli görevimiz olmalı.



Muhabbetle

Hanife Mert

26 Şubat 2020 Çarşamba

"Fırçadaki Son Şiir"


Artık soğuk, karlı, tipili, yağmurlu kış mevsimi görevini tamamlamış bir memur gibi devir teslim yapmış ve görevi  ilkbahara bırakmıştı. Havalar ısınmış, doğa canlanmış, güneş cömertçe yeryüzünü ısıtmaya ve ışıtmaya başlamıştı. Doğa gibi insanlar da, yeni güne uyanmış bebeğin saflığı, mahmurluğu, canlılığı, hareketliliği tadında karşılamıştı baharı. Kıpır kıpır içleri, umut doluydu. Zira yeni başlangıçlar, yeni umutlar doğururdu...

 Orhan'da da benzer durumlar mevcuttu. Heyecanlı, umutlu, ve inançlıydı. Sıkıntıları olsa da çözeceğine yürekten inanıyordu. Yüreği sevgi doluydu, coşkuluydu...
   Bir taraftan şefinden gelen ikazlar, bir taraftan Veli Bey ve Fatma Nigar Hanımın evlendirme çabaları, diğer yandan yayınlanan şiirleri ve gelen tepkilere rağmen inancını yitirmemişti. Öncelikle Fatma Nigar Hanımın, kısmen de Veli Bey'in, karabasan gibi üzerine çöken evlendirme konusundaki   ısrarının yersiz olduğunu anlatmalıydı. Çünkü bu konu Orhan'ı rahatsız ediyordu.
" Evlenme konusu  çok uzadı. Ben daha kendi arzularıma bile gem vuramayan biriyken, kendime bir ailenin sorumluluğunu nasıl yüklerim? Yok bu böyle olmayacak, annemle konuşup halletmem lazım gelecek" dedi iç sesi.
Sabah evden çıkacağı sırada Fatma Nigar Hanım Orhan'ı durdu:
-Orhancığım, güzel evladım ne oldu konuştuğumuz konu, düşündün mü? diye sordu.
Orhan bu soruyu bekliyordu."İşte tam zamanı"diye düşündü..
-Düşündüm... dedi sustu...
Fatma Nigar Hanım merak ve heyecanla baktı oğlunun yüzüne.
Orhan annesinin olumlu bir yanıt alacağı hissine kapılmasını engellemek için tekrar konuşmaya başladı:
-Bak anne seni çok severim bilirsin...
  Fatma Nigar Hanım teyit edercesine başını öne arkaya doğru salladı.
-Bilmem mi evladım, elbet bilirim. Ben de seni çok severim. Teklifimi geri çevirmeyeceğini de bilirim dedi gülerek.
 Orhan ciddiyetini bozmadan devam etti:
-Senin üzülmeni de istemem. Gel evlenme konusunu erteleyelim. Şundan emin ol  ki adayın kim olduğunun önemi yok. Bu konuda bir fikrim olursa ilk sana söyleyeceğim, dedi.
 Kapıya doğru yürüdü. Fatma Nigar Hanım Orhan'ın kesin tavrı karşısında öylece baka kaldı ardından. Artık bu girişimlerinin sonuç vermeyeceğini anlamış, kararı Orhan'a bırakmıştı.

    Melih'in yokluğu, baharın gelişi ve şiire dair düşüncelerini harekete geçirememek  sıkıntıya sokuyordu Orhan'ı. Kafasında sürekli şiiri, yapmak istediklerini ve sonucunu düşünüyordu. Zira düşünceler  beynini esir almış gibiydi.  Zihninde her kafadan bir ses çıkıyordu. Aslında   şiire dair düşünceleri Oktay ve Melih'le yaptıkları zorlu tartışmalarının ardından son şeklini almıştı. Üçü de hem fikirdi. Ancak düşüncelerini eyleme geçiremedikleri için huzursuzdu. Ona göre eyleme dönüşmemiş düşünce  etkisiz bir düşünceydi.
  Onlar artık biliyordu ki Türk Edebiyatı'nda şiiri, anane şiiri olmaktan, şairanelikten kurtarmak gerekiyordu. Bunda hemfikirdiler. Şiir bir söz söyleme sanatı olduğuna göre sözü etkili kılan şey  ona yüklenen anlamdır. Yani şiirde anlam önemlidir. Anane, şiiri  nazım kuralları çerçevesinde muhafaza etmiştir. Nazımın belli başlı unsurları ise vezin ve kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın temini,yani hafızayı güçlendirmek amacıyla kullanmışlardır. Zamanla bu durum hoşlarına gitti ve bunu vezinle birlikte kullanmayı maharet saydılar.  Bu haliyle şiir günlük konuşmadan tamamen farklı ve nisbi bir *garabet arzetmektedir.
İnsanları duygusallığa sevk eden ve belli bir kesime hitap eden sözcükleri;  aruz- hece gibi ölçülerle; redif, kafiye, mısra gibi dayatmalarla ve ayrıca teşbih, teşhis, tecaülü arif gibi sanatlarla kurallara boğmaktan  kurtarmak gerekiyordu. Sözcükler özgürleştirilmeli, duygular anlatılırken net ifadeler kullanılmalı. Şiir bir kesime değil, tüm halka mal edilmeli. Dağdaki çoban, şehirdeki memur, meyhanedeki sarhoş, sokaktaki satıcı, kerhanedeki hayat kadını, hapishanedeki kader mahkumu da şiire konu edilmeli. Onlar da şiir okuyabilmeli" düşüncesi geçiyordu zihninden. Orhan çocukluğundan kalma; alnından şıpır şıpır ter damlayan, avuçları nasırlı Çamur İhsanları, Çolak İsmail'leri, Karpuzcu Tahsin'leri hiç unutmamıştı...

  Bu düşünceler eşliğinde kendini, PTT müdürlüğünün bulunduğu Evkaf Apartmanının önünde buldu. Vakit bir hayli geçmişti. İçeri girip girmeme konusunda kararsızdı.  Yine asık suratlar, ceza zarfları ve nasihatler istemiyordu. Ani kararla içeri girdi. Düşünceleri gerçekleşmişti. Masasına geçti. Ağzı açılmamış ceza zarfları karşılamıştı. Onlara baktı hüzünlü... Sonra servis şefine baktı gülümseyerek. Şef gözlerini kaçırdı... "Yapacak bir şey yok. Tek çare..." diyordu düşünceleriyle. Orhan şefin masasına geldi:
-Ne yapmam gerekiyor şefim? diye sordu.
Şef başını masadan kaldırdı. Gözlüklerinin üzerinden Orhan'a baktı.
-Olmuyor bu şekilde Orhan Bey... dedi. Orhan anlamıştı.Masasına geri döndü. Çekmeceden çıkardığı çizgisiz beyaz kağıda istifasının kabul edilmesi için gereğini arz ettiği ve altına adını soy adını  yazıp imzaladığı kağıdı şefine verdi. Duygusal bir sahneydi yaşanan. Vedalaştıktan sonra oradan ayrıldı . İnanılır gibi değildi. Artık o tekrar işsiz kalmıştı. Annesine babasına ne diyecekti, diye düşünürken vazgeçti bu düşünceden. Artık olan olmuştu. Pişman değildi. Önüne bakmalıydı. Zira edebiyat adına, özellikle şiir adına yapacakları çok fazla şey vardı.

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.

...
diye başlayan d
izeler geldi geçti zihninden.

*garabet:   dil kurallarına ve genel kullanışa aykırı olan, yadırganan sözcük ve tümceler kullanma durumu.


Muhabbetle,
Hanife Mert

NOT: Yazmakta olduğum ve sona yaklaştığım "Fırçadaki Son Şiir" adlı Orhan Veli biyografik romanımdan mini bir bölüm paylaştım siz değerli blog dostlarımla. Okuyanlar düşüncelerini paylaşırsa sevinirim.







Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...