Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kaptırdık ki; ne eş-dost -arkadaş, ne akraba, ne yaşlı, ne büyük- küçük umurumuzda bile olmuyor artık. Umurumuzda olmuyor derken yanlış anlaşılmasın. Kendimizi yaşam denilen bu keşmekeşte öylesine kaybettik ki, akıl edemiyoruz diyelim sadece. Hoş aklımıza gelse de ruhen ve bedenen öylesine sardı ki benliğimizi, kimseyi düşünecek takatimiz kalmıyor... Konumuz bu değil tabii.
Sevdiğim bir arkadaşımdı arayan kişi. Geçmişe dair
pek çok güzel anılarımız vardı. Üniversitede birlikte okuduk. Aşağı yukarı aynı
dönemde çalışma hayatına başladık, aynı dönemde evlendik ve yaklaşık aynı
dönemde de emekli olduk.
Arkadaşımın sohbetini severim. Hani, "Gönül ne
kahve ister, ne kahvehane. Gönül sohbet ister, kahve bahane." cinsinden,
sohbet etmesini iyi bilen biri. O, hem konuşmasını hem de dinlemesini bilir.
Yani, her lafa maydanoz olan, fikri olsa da olmasa da konuşmaya çalışan, ancak
karşıdakini dinlemeye tahammülü olmayan, yalnızca ben konuşayım, beni
dinlesinler mizacında olanlardan, değil.
Sohbet kısa bir hal hatırın ardından, yönünü direkt
tüm sohbetlerin ortak noktası olan ekonomiye çevirdi. Artık kimse öyle iyi
misin? Hoş musun? Derdin sıkıntın var mı? diye sormuyor. Öyle laf lafı da
açmıyor artık. Çünkü sorun tek ve ortak... Konu, sebze- meyve fiyatları, et fiyatları,
elektrik –doğal gaz faturaları, benzine-mazota- motorine gelen zamlar ve
enflasyonun hız kesmeyen yükselişi... Doğal olarak da yılbaşında aldığı zammın
aynı ay içinde erittiği cebindeki paradan dert yanmaya başlıyor insan.
Artık günümüzde ekonomist olmak için öyle yıllarca
üniversitelerin iktisat- işletme fakültelerinde dirsek çürütmeye gerek kalmadı.
Türkiye'de yaşamanız yeterli... Şartlar size kafanıza vura vura öğretir
ekonomiyi...
Arkadaşımla geçmişle bugünü karşılaştırdık. Emekli
olduğumuz dönemlerde aldığımız emeklilik tazminatıyla rahatlıkla orta halli bir
ev ve ikinci el bir de araba alınırdı. Şimdi öyle mi? Eşimden biliyorum,
Ağustosta emekli oldu. Aldığı tazminatla bunların hiç birinin yanına bile
yaklaşılmadı...
Arkadaşım çok endişeliydi. Çünkü onun bu
sorunlarının yanında bir de üniversitede okuyan bir oğlu vardı.
Eşiyle birlikte aldığı pula dönen emekli maaşıyla nasıl zorlandığını ve zaman içinde nasıl zorlanacağını düşünüyordu
kara kara. O haklıydı... İlkokul, ortaokul ve lisede bile çok zorken,
üniversitede çocuk okutmak ailelerin iyice belini kıracağa benziyor...
Bu sorunları aşıp okulu bitirse bile karşılığında
işsizler ordusuna dahil olduktan sonra, ne kıymeti var diyesi geliyor insanın.
Ama çıkmayan candan umut kesilmezmiş. Bizler elimizden geldiği hatta gelmediği
kadar bile olsa mücadeleye devam etmek zorundayız. Pes etmek bize yakışmaz.
Arkadaşımla uzun ancak keyifli demeyim de kaliteli
bir dertleşme yaptık. Yine de laf lafı açtı. Eee sorun ortak. Çözüm olamasak da
sıkıntımızı paylaştık. Eskilerin dediği gibi, sıkıntılar paylaşılırsa hafiflermiş
ya...
Zaten bizde sorun bitmez. Hani deveye sormuşlar;
"Neden boynun eğri?" diye, o da "nerem doğru ki?" demiş ya,
işte öyle bir şey bizde haller durumlar.
Okurlarıma sevgilerimle,
Hanife Mert