Zorlu geçen kış, köylüye
illallah dedirtmişti. Artık soğuklar sona ermiş, bahar gelmişti. Güneş sıcak
yüzünü yavaş yavaş gösteriyor, lakin tamamen ısıtmıyordu. Sadece havanın
donduran ayazını almıştı. Doğa da, yavaş yavaş uyanmaya başlamış, kışın
bembeyaz karın örttüğü akasya, ıhlamur, erik, elma ağaçlarının dalları baharın
gelmesiyle rengarenk çiçeklerle bezenmiş, narin zarif bir gelin gibi göz
kamaştırıyordu. Etraf insanın yüreğine canlılık huzur veren bir hale
bürünmüştü.
Hasan, tam
da baharın gelişi ile doğanın canlandığı bir dönemde, kıvrım kıvrım virajları
ile hiç bitmeyecek sandığı uzun ve yorucu bir otobüs yolculuğunun ardından
köyüne gelmişti. Köyde karşılaştığı renk cümbüşünün yaşandığı bu manzara
ruhuna bir dinginlik, gönlüne ise bir huzur veriyordu. Köyünü çok seviyordu. Zira her taşında, toprağında,
bağında, bayırında, dağında ormanında güzel olduğu kadar canını yakan acı
anılarının izini taşıyordu. Onlara baktıkça tüm yaşanmışlıkları bir film şeridi
gibi geçiveriyordu gözünün önünden...İşte o zaman anlıyordu insan; ne kadar uzağa
giderse gitsin, yeni hayatlar, yeni yüzler, yeni yaşanmışlıklar, bir sırt çantası
gibi üzerinde taşıdığı geçmişini unutturamıyordu. Her ne kadar üzerine, sünger çektiğini sansa da...Zira yaşadığı müddetçe hayat ona hatırlatacak bir ortam sağlayacaktı. Kimi zaman yanık yanık söylenen bir türküde, bir ağacın dallarında, bir meyvenin çiçeğinde, bir kuşun nazlı nazlı uçuşunda,bir derenin akışında ve kimi zaman da, küçük Elifciğin mahsun mahsun bakışında anımsayacak, pişmanlığını vicdanının en derin yerinde duyumsayacaktı.
Hasan yolda fazla
oyalanmak istemiyordu. Bir an önce anasına, kızına akrabalarına kavuşmak için
adımlarını hızlandırdı. Zira onları çok özlemişti. Mektup yazıp geleceğini de
bildirmemişti. Gelişi sürpriz olsun istedi.
Hatice Ana ve
Mustafa Emmi ise, ayağı hafif aksak olduğu için köylünün Çot Selver
dediği komşusunun toprak damlı evinin duvarının dibinde kendileri gibi
bir kaç ihtiyarla birlikte, güneşe karşı bükülmüş belini çevirmiş, bastonuna yaslanarak
güneşli bahar havasının tadını çıkarmaya çalışıyordu. Aralarında kendi
hallerince konuşup birbirlerine dertleniyordu. Zira dertleri, kaygıları, kederleri ortaktı.
Mustafa Emmi:
-Bekir Çavuş, bu yıl zemheri
ortalığı kırdı geçirdi. Biraz daha devam edeydi kazma kürek sapını da
yaktıracaktı mazaallah...
-He ya haklısın Mustafa
Onbaşı, doğru dersin. Bu yıl kış çok çetin geçti. Biz de olan tezeği, odunu yaktık da zor ısındık. Senin Ali’den ne haber?
-İyiymiş, işe başlamış
arada bize de para gönderiyor.
-Allah iyilik versin,
-Amin.
Bu yaşlı İki ihtiyar, bahar güneşinin bedenlerini ısıtması ile gevşemiş, kendilerini iyice rahatlamış hissediyordu. Laf lafı da açtıkça sohbet keyifli hale gelmişti...
Hatice Ana
duvarın dibindeki büyükçe taşın üstüne güneşten tarafa koyduğu kalın küçük kilimin üstüne
oturmuş konuşmaları dinliyordu. Ali'nin lafı geçince yüreği sızladı. Evlat işte! Hasretine dayanmak çok zor. "Geleydi hele bir" diye düşündü. Sonra "daha nereden gelecek", gideli altı ay oldu. Bir yıl geçmeden gelemez, diye geçiriyordu zihninden.
Elif ise,
arkadaşı Yıldız ile birlikte yere çizgi çizmiş taş atlatmaca oynuyordu.Yerden taşı aldı atacaktı ki, uzaktan gelene takıldı
gözü. Dikkat kesildi:
-Babam geliyor!
Dedi.
Hatice Ana:
-Ne babası gız, babanın
ne işi var bu zamanda? Diyerek Elif'in hayal görmüş olacağını düşündü. Elif
ısrarla eliyle karşısını işaret ederek:
-Bak hele şuraya...
Hatice Ana merakla kalktı
baktı. Elif haklıydı. Oğlu elinde valizi ile kendilerine doğru geliyordu.
Heyecanlanmıştı.Eli ayağı birbirine dolaştı. Mustafa Emmi de o tarafa yöneldi. Hasan
gerçekten gelmişti. Hatice Ana yavrusuna sarılıp yüreğini kor gibi yakan özlemini soğutmaya çalışıyordu. Göz pınarlarından damla damla yanaklarına doğru iniyordu yaşlar...
Şu insanoğlu ne garip! Sevinir ağlar, üzülür ağlar, hasret çeker ağlar, kavuşur yine ağlar. Yüreğimizin sessiz çığlıklarıdır gözyaşlarımız. Kimi zaman kaçıp sığındığımız limanımız, kimi zaman yüreğimizi alabildiğince coşturduğmuz rahmet deryamızdır. Onlar, kelimeler duygularımızı anlatmakta kifayetsiz kaldığında çıkarlar ortaya...
Analarımız! Dünyada var oluşumuzun sebebi, yüreği yanık, gözü yaşlı analarımız. İnsanlığın devamı için olmazsa olmazlardandır. En büyük dertlerin dertlisi, çilelerin çilelisi, en büyük mutlulukların ardındaki sırdır. Her ne yapsak hakkını ödeyemeyeceğimiz çileli analarımız...Bizim analarımız çilekeştir. Yavrusunun rızkını temin etmek için gece gündüz demez çalışır. Güneşin kavurucu sıcağının altında, çocuğu sırtında tarladadır, bağdadır, bahçededir, dairededir. Kendisi yemez yedirir, giymez giydirir. Özetle yavrusu için her türlü çileye katlanır. Anadolu’muzunn anası fedakârdır. Vatanı için, bu vatanda yaşayan ve yaşayacak olan evlatlarının huzuru için gerektiğinde cephelerde savaşmış, sırtında mermi taşımıştır. Vatan ve bayrak uğrunda feda ettiği en sevdiği varlıkların acısını içine gömmeyi bilmiş vakarından da hiçbir şeyi kaybetmemiştir.
Bu vesileyle tüm annelerimizin ve anne adaylarımızın anneler günü kutlu olsun. Ahirete göç etmiş annelerimize de Allah'tan rahmet diliyorum.
Muhabbetle
Hanife MERT