21 Kasım 2012 Çarşamba

Neden Sonra...

Neden sonra farkına varıyorsun 
Etrafındaki korkunç ıssızlığın. 
Yâr olsun,dost olsun,ne arıyorsun, 
adresi belli mi vefasızlığın? 

Aşk,dostluk!.. Hepsi dökülür yapraklar! 
Çıplak bir ağaç durgun suda aksin. 
Yalnızlık dediğin hayatta başlar; 
Kabir boyunca devam etmek için. 
CAHİT  SITKI  TARANCI



20 Kasım 2012 Salı

İnsanın Kendisi ile Barışık Olması..



İnsanın kendisi ile barışık olması 2 şekilde olur. Birincisi, hani her insan islam fıtratı üzere doğar. Bu şekliyle bu fıtratını devam ettirmesi kendisiyle barışık olması demektir. Orjinal halini koruması ona sahip çıkması ve onunla yaşamaya çalışması gibi. Diğeri de normal yaşamı boyunca, dini inancı gereği yaşantısı ile gurur duyması ve kim olursa olsun karşısında, onurlu ve dik durmayı başarması. Kendisini sevmesi güzel görmesi gibi.Kibir değildir bu, gurur değildir bu. İnancıyla yaşantısıyla elinden geldiğince övünç duymasıdır. Bir yerde şükretmesidir, hamd etmesidir. Bir kalıba girmek ne kadar yetersiz, yani sadece namaz kılmak, sadece oruç tutmak, sadece kapanmak gibi... İnsanın bilgili olması neyi niçin yaptığını bilmesi, bir şekilde yaşayan din olması. Zaten İslamın da istediği bu değil mi?
İnsan bir kimliğe bürününce her yönüyle örnek olması gerekir. Bu anlamda bilinçli ve devamlı olmalı… Toplumun çok iyi örnek kimselerin olmasına gerçekten çok htiyacı var.
Hem görüntüsüyle, hem yaşamıyla, konuşmasıyla, ahlakıyla…Bunun da tek yolu; Peygamberi ahlakla ahlaklanmaya çalışmaktan geçiyor. Başka türlü değil,Onu tanımakla ,İslamı bilmekle mümkün. Örneğin örtü konusunda; etrafta bazı acayip örtünenler görüyorum.Örtünüp de onlar gibi ahlaki davranışlar sergilemektense bırak farklı olsun…
Kuru cahil bir takım işleri yapınca sonuç kötü oluyor. Ben bazen sokakta çarşaflı kimseleri görünce acaba bunlar niye böyle diye onlara değil de, kendime sorarım. Eğer bilinçliyseler böyle olmamaları lazım derim, yok eğer değillerse sırf iyi niyete kötü örnek oluyorlar diye düşünürüm. Çünkü onları görenler gerçek islamda bu tarz giyim şeklinin olduğunu düşünüyorlar, ve bize, müslümanlara kötü gözle bakıyorlar, dışlamaya çalışıyorlar. Zamanla her şey değişti.Çerceve esas olmak üzere esası kaybetmememiz lazım, yoksa içi boş şekillere kalıyor.
din= sakal
din=örtü
din= şalvar
din=çarşaf oluyor..
Oysa peygamberimiz(s.av) tek kelimeyle ne güzel özetlemiş İslamı; “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur. Güzel ahlak insanın kendisine başkasına ve Yaradanına karşı iyi birey olması demek değil mi? Başkasına karşı iyi birey olan başkasını rahatsız edecek giysi giyer mi? Kendi dışında ötekine karşı yararlı olacak kişi, hem sözel, hem davranışsal hem de görüntü olarak aykırı olur mu?
YAŞAR GEDİKLİ
(Yaşar Hocama Allah rahmet etsin,mekanı cennet olsun,
nur içinde yatsın inşaallah)

19 Kasım 2012 Pazartesi

Birlikten Kuvvet Doğar


Özellikle 1980 öncesi dönemde çocuk olmayanlar bilir. Kuyruklarımız meşhurdu. Yağ kuyruğu, gaz kuyruğu, tüp kuyruğu vs. Özellikle zam geleceği zaman şeker, pirinç, fasulye yağ gibi gıda maddeleri saklanırdı. Daha yüksek fiyatta halka satılırdı. Bunu alabilmek için de halk  kuyruklar oluştururdu. İnsanlar sabahın erken saatlerinde sıraya girer, İtiş kakış izdiham yaşanır,ayrıca yer kavgası da cabası..
Kuyruklar sadece gıda maddelerinde değil, her şeyde her yerde olurdu. Banka, belediye, elektirik işletmesi, hastaneler, sinemalar, maç  türübünleri gibi… Kurumlara yapılacak ödeme günlerinde de aynı şekilde insanları canından bezdiren kuyruklar oluşurdu. Sabahın erken saatlerinde daha ilgili kurum açılmadan kapısında yığılmalar olurdu. Kurum açılır insanlar içeri hücum eder yine sıra kaybolur. İşin yoksa bir de sıra kavgası yap. Ne günlerdi o günler.
Teknolojinin gözünü seveyim. Numaratör sistemine geçildi de. Kuyruğa girme izdiham yaşama derdi kalmadı, diye sevinirken, bize teknoloji mi dayanır? Sistemi istediğimiz şekle dönüştürmede üstümüze yoktur. Her yerde, her şeyde  olduğu  gibi para ön planda… Ne kadar paran varsa, o kadar  değerin vardır.
Bu gün  kredi kartımın son ödeme günü idi. Sabah ödeme düşüncesi ile evden çıktım. Bankanın birine geldim. Numaratörden numaramı aldım. Benim önümde yaklaşık  27 kişi vardı. Beklemektense diğer bankadan da numaramı alayım diye düşündüm ve diğer bankadan da fişimi aldım. Orada da yaklaşık 18 kişi vardı önümde. Tekrar ilk fiş aldığım bankada bekledim bir süre sonra  işimi hallettim ve oradan diğer bankaya geçtim. Baya da kalabalık. Kimileri oturuyor, kimileri ayakta. Bekle bekle bizim numaraya bir türlü sıra gelmiyor. Bizden sonrakiler geliyor işlemini yaptırıp çıkıyor. Ben numarayı 10.30 gibi aldım. Saat 11.45 oldu. Hala  benim numaradan bi haber. Artık kızmaya başladım. Sabır sabır dedim baktım olacak gibi değil. Yanımda oturan insanlar da şikayetçi durumdan ancak ses çıkarmıyorlar. Ben daha önceki tecrübelerimden biliyorum. Bu banka fiş sırasını para hareketi en fazla olan müşterilerine öncelik veriyor. Eğer çok paranız yoksa, girdi çıktı işlemleriniz olmuyorsa bekleyeceksiniz!  Size ne zaman sıra gelir Allah bilir. Baktım olacak gibi değil.Ayağa   kalktım, orada ki insanlara gelin müdüre çıkalım bir çözüm bulsun dedim. Önce tereddüt ettiler. Sonra bir bayan arkamdan gelmeye başladı. Baylar da katıldı.Sanki biraz tereddüt eder gibi idiler. Bayan onlara bizi  yalnız bırakmayın diyordu. Ben beklemedim çıktım. Müdire hanımın yanına  durumumuzu izah ettim. Biraz da sert çıktım. Hemen bir telefon, daha  biz aşağı inmeden işimiz halloldu..
 Banka yetkilileri gelecek aylarda bu toplu tepkiyi dikkate alır da sistemi düzeltir mi bilmiyorum? Lakin  bildiğim  bir şey  var ki; bu ülkede eğer sessiz kalırsan üzerine bindikçe biniliyor. Ama eğer bir haksızlık varsa uygun bir dille, toplu olarak  tepki ile dile getirmişseniz de çözüme kavuşturuluyor.  Bir diğer konu ise, insanlar kendi başına bir şey  yapamıyor. Onları  yönlendirecek, "hadi!" diyecek birine ihtiyaç duyuyor.  
Artık bu halk koyun değil, şartlar olgunlaştığında ortamını bulduğunda birlik olarak tepkisini gösteriyor. 
Çünkü bilir ki; birlikten kuvvet doğar.
Hanife Mert

18 Kasım 2012 Pazar

Bir Çocuk İçin Zaman Sevgi Demektir




Genç bir adam ceza evini boylamak üzereymiş. Yargıç onu çocukluğundan beri tanıyormuş ve ünlü bir yazar olan babasıyla da tanışıyormuş. Sulh yargıcı,
-“Babanı hatırlıyor musun?” diye sormuş.
Bu soruya
-“Onu oldukça iyi hatırlıyorum” şeklinde cevap vermiş.
Suçlunun vicdanını yoklamaya çalışan yargıç şöyle demiş:
-“Mahkum edilmek üzereyken ve şu anda mükemmel bir insan olan babanı düşünürken, onun hakkında net olarak ne hatırladığını anlatır mısın?“
Bir sessizlik olmuş. Daha sonra yargıç beklenmeyen bir cevap almış;
-“Öğüt almak için yanına gittiğimde, yazdığı kitaptan başını kaldırarak bana baktığını ve “Çek git başımdan; çok meşgulüm !” dediğini hatırlıyorum. Ona arkadaşlık etmek için yaklaştığımda bana dönerek “Çek git başımda oğul; bu kitabı bitirmeliyim !” derdi. Sayın yargıcım siz onu büyük bir yazar olarak hatırlarsınız fakat ben onu kaybedilmiş bir arkadaş olarak hatırlıyorum”
Yargıç kendi kendine söylenmiş;
-“Yazık ! Kitabı bitirdi ama oğlunu kaybetti ! ”

Çocuklar her şeyin farkındadır. Sizin ona çok zaman ayırmak istediğinde olup olmamanız önemli değildir. Zira onu oyuncağa boğmak, pahalı hediyelerle gönlünü almak, öpücüklerle karşılamak, eğitim konusunda ona üstün imkanlar sunmak, ya da sosyal açıdan her türlü avantajı sağlamak için verilen uğraşlar; onunla birlikte sevgi ile bütünleşerek geçirilen  zamanın yerini tutmayacaktır. Çünkü çocuk onunla geçireceğiniz zamana bakarak, onu sevip sevmediğinizi bilecektir. İşte bu nedenle anne ve babalar, çocuklarına olan sevgilerini onlara zamanlarını vermekle göstermelidirler. Zira bir çocuk için zaman sevgi demektir.



16 Kasım 2012 Cuma

GÜZ

Önce yapraklar döküldü minyatürlerinden yalnızlığımın
Kimi gördüysem o akşam, sessiz
O akşam gül vardı avuçlarında

Köklerinden servilerin ırmaklar geldi
Sarı sularında göründü yüzün

Nerede bulurum senin yurdunu
Hangi bağbozumu bekliyor beni

Sapsarı bulutlar, sümbül tarlası
Ruhumuza aşinaydı ellerin

Biliriz ki, her sonbahar bir göğün
O bembeyaz tohumlarıyla gelir
Anlarız ki, gökkuşağı renklerin
Yavaş yavaş tükendiği yerdedir

Bir zamanlar mevsim bizde, bahardı
İçinde sonsuzluk çeşmesi vardı
Önce dua döndü gittiği yerden
Sonra unutuldu tanyerinde köz
Her kıvılcım bir yangında şimdi
Dönüyoruz şimdi o son seferden

insanlar geldi duyulmamış ülkelerden
sonbaharın sabahında durdular
Sevgiye tutunup, sonra ansızın
Bir rüyanın esrarını sordular

Bir kadın gülmeyi unuttuğunda
Saçlarından süzülürmüş acılar
NURULLAH GENÇ

15 Kasım 2012 Perşembe

Mevlana'dan İnciler

"Uğraşma boşuna, seni ancak gördükleri ve duydukları kadar anlayacaklar. Kimse, bir sen daha olamayacak bu dünyada. Kimse tam anlamıyla sende seni bulamayacak. Gücün yetmeyecek herhangi bir icat edilmiş dilde kendini tam anlamıyla anlatmaya, gördükleri ancak kendi anladıkları kadarı olacak..."

- Hz. Mevlâna

14 Kasım 2012 Çarşamba

Derdim Çoktur Hangisine Yanayım Türkü ve Hikayesi




TÜRKÜ SÖZLERİ
Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde nerden derman bulayım
Meğer şah elinden ola çaresi

Türlü donlar giyer gülden naziktir
Bülbül çevreyleme güle yazıktır
Çok hasretlik çektim bağrım eziktir
Güle gelir gelir canlar paresi

Benim uzun boylu serv-i çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yönüm sana dönerim
Mihrabımdır iki kaşın arası

Didar ile muhabbete doyulmaz
Muhabbetten kaçan insan sayılmaz
Münkir üflemekle çirağ söyünmez
Tutuşunca yanar aşkın çırası

Pir Sultan'ım kati yüksek uçarsın
Selamsız sabahsız gelir geçersin
Aşık muhabbetten niçin kaçarsın
Böyle midir ilimizin töresi

PİR SULTAN ABDAL
SİVAS/ BANAZ YÖRESİ


TÜRKÜNÜN HİKAYESİ
Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun bagrından cikan en büyük halk ozanlarindan biridir.Yasami boyunca haksizliklara karsi mücadele etmis, hatta asilacagini bile bile bu tutumundan vazgecmemistir. Siirleri ve direnisci tutumuyla nice kusaklara örnek olmustur. Pir Sultan’in siirleri ve deyisleri hala dilden dile ve agizdan agiza dolasiyor. Bu büyük insanin hayatina bakmakta yarar var.

Pir Sultan Abdal’in 1510/14 -1589/90 yillar arasinda yasadigi tahmin ediliyor. Öz adi Haydar olmasina karsi siirlerinde Pir Sultan mahlasini kullanir. Kendisi Sivas’in Yildizeli ilcesinin Circir bucagina bagli Banaz köyünde dünyaya gelmistir. Yirmi yasina bastiginda Seyit Ali Sultan Dede’nin dergahina baglanir ve ikrarini verir. Tam bes yil gece-gündüz demeyip, o dostluk ve muhabbet kapisina eli erdigince, gücü yettigince katkida bulunur. Odun tasir, su getirir, hasat kaldirir, konuklar agirlar, ac doyurur, harama el sürmez ve dergaha bir tek haram lokma getirmez. Eline, diline, beline sahip olmak; onun da diger canlar gibi hic aklindan cikarmadigi bir temel ilke olur. Haydar, dergaha ve dolasiyla halka hizmeti, Hakk’a hizmet sayar. Makamlari adim adim alir ve sonunda „Pir" makamina erisir. Pir Sultan Abdal Seyit Ali Sultan Dede’den dedelik hirkasini ve Pirlik nisanini aldiktan sonra canlari tek tek dolasir ve dertlerini dinler. O günlerde, Andadolu’da kötülük kol geziyor, zalim esen rüzgar ölüm türküleri söylüyordu.
Rüsvetci kadilar, yobaz müftüler, zalim pasalar ve niceleri halkin alin terine bakmadan insanlarin hayatini ceheneme dönüstürüyorlardi. Özellikle Alevi toplumunu kafirlikle, imansizlikla ve zindiklikla sucluyorlardi. gerek Selcuklu, gerekse Osmanli döneminde irili ufakli pek cok ayaklanma girisimi olmus, fakat hepsi basarisizlikla sonuclanmisti.Pir Sultan Abdal, zalimlere, ezenlere karsi siirlerini bir silah olarak kullandi, ömrünün sonuna dek türkülerini hem de yüksek sesle söylemekten kacinmadi. Anadolu Alevilerinin zulme karsi baskaldirmalarina önderlik eden Pir Sultan, Hizir Pasa tarafindan asilmistir. Yine söylentilere göre Pir Sultan Abdal’in Seyyid Ali, Pir Muhammed ve Er Gayib adli üc oglu ile Sinem adli bir de kizi vardi.

NOT:( PİR SULTAN ABDAL İLE İLGİLİ BU BİLGİYİ YİNE ONA AİT BİR TÜRKÜDE PAYLAŞMIŞTIM.)

Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...