Mersin Yazarlar Derneği(MYD)'nin çıkardığı 4 Mevsim Kültür, Sanat, Edebiyat ve Haber Dergisinde yayınlanan yazımı siz değerli dostlarımla paylaşmak istiyorum... Keyifli okumalar.
Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne vuran alev alev yakıcı güneş ışığının etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu. Lakin derenin kenarındaki dut ağacının yapraklarının hışırtısı, dalların arasından dalga dalga etrafa yayılan ışık huzmesi ile masmavi gökyüzü, ruhu dinginleştiriyordu. Küme halinde uçan serçelerin cıvıltıları ve çekirge sesi insana yaşama sevinci aşılıyordu.
Her zamanki gibi bebeğini kucağına alıp derenin kıyısına, dut ağacının dibine oturdu. İnsana huzur veren güzelliklerin farkında bile değildi. Zira aklı kocasında idi… Derenin kıyısında bir müddet oturdu. Başını önüne eğdi. Gürül gürül akan suya bakıyordu. Sanki suyun binlerce metre derinindeki bir noktayı görüyordu. Başını kaldırdı, önce yavrusunun gözlerinin ta içine, sonrada ufka baktı:
-Sanırım bugün de gelmeyecek! Baban dedi sanırım artık gelmez… Bakışlarını akan suya sabitledi. Uzaktan gelen minibüsün korna sesi ile irkildi. Bebeğini kucakladığı gibi koşarak yola çıktı. Minibüs tam da önünde durdu. İnenlere baktı soran gözlerle… Artık son kişi de inmişti. Kimse kalmamıştı. Kapının yanına geldi. Şoföre baktı umutla…
-Yok bacım, kocan bu gün de yok! Dedi.
İstanbul’a çalışmaya gitmişti. Gidiş o gidiş... Bir daha haber alamamıştı kocasından... O, her şeye rağmen umudunu yitirmeden, sabırla çaresiz bekleyişini sürdürüyordu. Gelmeyeceğini bile bile, onu çaresizlik içinde her gün yavrusu ile birlikte, dere kenarına getiren, içinde kaybetmediği umuttu.
Neydi umut dediğimiz şey? Çıkmayan candan vazgeçilmeyen inanç mı?Yada aza kanaat eden fakirin sofrasındaki katık mı? Umut sabırdır, mücadeledir, heyecandır, hüzündür, inanmaktır, hayal etmektir kısaca insanı hayata bağlayan ölüm ile hayat arasındaki köprüdür…
Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı da… İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasındaki çorbada, kimi zaman zenginin bankadaki hesabında, bir hastanın ilacındaki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin saadetinde gizli…
İnsan umuda en fazla çaresizliğin pençesinde çabalarken ihtiyaç duyar. Çünkü umut çaresizliğin girdabında çabalarken anlamlıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır.
Yapmak istediklerinizin peşine düşmek! Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek…
Bu çok kolay değil elbet… Hatta hiç kolay değil! Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü? Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek “olay daha bitmedi” diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan…
Kimi zaman da umut eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vaz geçmek yaşamaktan vaz geçmek demek değil midir? Çünkü insan umut ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar.
Yaşamınızda umut ışığınız hiç sönmesin…!
Muhabbetle,
Hanife MERT