denemelerim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
denemelerim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eylül 2012 Pazartesi

Eylül , Hüzün ve Ben

Her Eylül ayı geldiğinde içimi bir hüzün kaplar..Eylül hüznün ayı, hazan mevsiminin başlangıcı.…Her yerde bir sessizlik hakim olur.Sadece sıcak yaz günlerinin sona ermesi ile tatlı tatlı esen hazan rüzgarlarının sesi duyulur. Bir zamanlar nadide bir tomurcuk iken etrafa canlılık güzellik katan yemyeşil yaprakların sararıp kuruması ve tutunduğu dalı terk etmesi gibi.Tıpkı yavrusundan ayrılan acısını ve gözyaşlarını yüreğine gömen bir ana edasıyla çaresiz düşmesine sessiz kalan dallar.
 Yere düşen ve hışırtılı sesleri ile bir oyana bir bu yana savrulan yapraklar ne söyler kim bilir..
Bilinen bir şey var ki; o da hiç bir şeyin süreklilik taşımadığıdır.Güzelliğin, mutluluğun, canlılığın,sağlğın gençliğin ve hayatın bir gün son bulacağıdır. 
Tatlı tatlı  esen sonbahar  rüzgarlarının ardından yağan yağmurlar  da sona eren son bulan güzelliklerin ardından dökülen göz yaşını andırır adeta... Doğanın bu nadide hali ne çok şey anlatır.! Anlamak isteyene…
Doğanın sessiz çığlığı. 
İnsanlar da öyle değil mi? Ne zaman son bulacağı  belli olmayan bu hayat yolculuğunda, yemyeşil bir yaprak gibi etrafa ışık canlılık saçarken, ışık olur kimilerine mutluluk huzur verir. Kimine rehber olur. Sevgi tohumları eker sevgisiz gönüllere...Dost olur, yaren olur.Kardeş olur kimine, kimine eş, kimine arkadaş olur.Kimine tutunacak bir dal olur...Ama bir gün kendinden çok şeyin gittiğini fark eder. Bir türlü ne olduğunu anlamadan tıpkı kuru  bir yaprak gibi bir o yana bir bu yana savrulup durur dünya denen bu hanede.. 

Hiç ummadığı bir anda acı acı çalan bir telefonla irkilir.    hüzün dolu bir sesle sarsılır. Acı bir haber! Ölüm karşısında çaresizliğin haberini verir.
Gidenin ardından çaresiz bakakalırız.Gönül gözümüzü açmak için bir çağrı  mı hazan mevsimi? Ölümü, yokluğu, çaresizliği çağrıştırması adına..Her güzelliğin bir sonu olduğunu bilip ona göre yaşamalı,kadere rıza göstermeli kısaca…  

Eylül İşte! hüznün değişmez adresi..
Eylül bu, acıtır...Ama zamanla acıya da alıştırır.



Hanife Mert

5 Eylül 2012 Çarşamba

Toplum Nereye Gidiyor!!


Bir toplumda farklı anlayış ve bölgesel kültürleri birleştiren,herkesin ortak paydasını oluşturan bazı değerler vardır. Vatan gibi,bayrak gibi,bağımsızlık gibi, ülkü gibi, tarih, kültür gibi değerler..
 Yüzyıllar boyunca aynı geçmişe sahip oluşumuz, aynı inançları paylaşmamız, aynı vatan toprakları üzerinde barış içinde kardeşçe yaşamamız,oluşan bazı farklılıkları unutturmuştur. 
Sevinçli günlerimizde temel değerler etrafında bir araya gelerek sevincimizi paylaştık. Ülkemizin bir tarafında meydana gelen acı bir olay karşısında hep birlikte yas tuttuk. Yardım için elimizden geleni yapmaya gayret ettik.. 
Ancak şu son günlerde, yaşanan toplumsal olaylar ve verilen daha doğrusu verilemeyen tepkiler gösteriyor ki; bir halkın yapı taşlarından biri olan toplum olgusu kökünden sallanmaya başlamıştır. İnsanların bana değmeyen yılan bin yaşasın felsefesinde olmaları da bu gerçeği desteklemektedir. Hoş, bu yılanı bize değdirmeden bin yıl yaşatmak ne kadar mümkün olursa… 
Toplum olarak birçok acıya, gözyaşına maruz kaldığımız, milli değerlerimize yapılan saldırıların yaşandığı, hak ve adaletin, özgürlüğün kişilere göre farklılık gösterdiği şu günlerde yaptığımız en güzel şey seyirci olmak. Olayları tepki vermeden sadece seyrediyoruz.. Öyle ki,bir çoğumuz tepki verenlere karşı tepkili .. 
Günübirlik yaşadıklarımız, toplum içinde karşılaştığımız olaylar ve bu olaylara karşı tepkisizlikler, ister istemez aklımıza şu soruyu getiriyor! Bize ne oluyor? Toplum nereye gidiyor? 
Doğrusu hiç de hoş olmayan bizi aydınlık yarınlara taşımak yerine, karanlıklara boğacak manzaralar gün geçtikçe artıyor. İnsanların birbirlerine karşı saygısız agresif tavırları, birbirlerini çekiştiren, kötüleyen karalayan tavırları, birbirini dinleyip anlamak yerine sadece kendi bildiğini okumak, kendi bildiğini doğru kabul etmek ve ettirmek, farklı düşüncelere tahammülsüz oluşu, farklı düşüncede olanları öteleyip dışlamamız benim doğrum tek doğru havalarında, başkalarının da doğru olabileceği gerçeğini göz ardı edişimiz bizi bir arada tutmak yerine arada ki sevgi kardeşlik bağlarının sekteye uğradığının göstergesi. 
Bir toplumu bir arada tutacak ne kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık.. Son zamanlarda bizim can güvenliğimizi sağlayan, neredeyse hemen her gün duyduğumuz şehit haberleri karşısında bile, o kadar basit ve yalın davranıyoruz ki, sanki sonlanan gencecik, yarım kalmış  hayatlar, yüreği yanan analar- babalar, dul kalan bir eş, yetim kalan çocuklar değil de, giden   öylesine bir yolcu, bir hayat..Hoş, giden yolcuda olsa insanın içi vicdanı bir cız etmez mi? Nerde kaldı saygı,nerde kaldı vatan sevgisi, millet olma bilinci, nerde kaldı vefa? 
Kapitalist dünyaya kaptırdık kendimizi gidiyoruz , biz bu yaşama alıştık veya alıştırdılar Artık kazanmanın yerini başkasının kafasına vurup elindekini almak , sanatın yerini şık elbiseler gülücükler , şairin yerini sesli cdler , yazarın yerini tanıtımlar , siyasetçinin yerini polemikler aldı..Çok eskilerden siyasetçinin yatırımlarını , yazarın yazılarını , sanatçının sesini , söz yazarının bestesini , şairin dilini , işsizlerimizin halini eleştirirdik.Şimdilerde ise, şu evine ne almış, ne kadara almış, yazlığı, kışlığı, baharlığı var mıymış? Hangi marka arabası kaç km de imiş, kim ne giymiş, nerden giyinmiş ..Ne bize ne de toplumumuzun gelişip çağdaşlaşmasına en ufacık bir katkısı olmayan düşünceler ve eleştiriler. Boş düşünceler, fikir üretmeyen beyinler,sevgisiz acıma hissini kaybeden, saygı, sevgi, dostluk, paylaşma, edep, ahlaktan yoksun insanların çok olduğu bir toplum haline geldik..

Öyle ki; artık savaşlarda,öldürülen, katledilen suçsuz günahsız yavrular,diri diri yakılan eziyet edilen insanlar  bile kanatmıyorsa şuracıkta ki yüreğimizi , şehit oğullarımız için bile ağlamıyorsak şu kara toprak başında , genç bedenler gidiyorsa töre cinayetlerine,şiddete maruz kalıp yok ediliyorsa bir aile, hemen yanı başımızda birileri açlıktan , sefillikten ölürken biz keyifle  yudumluyorsak çayımızı , her gün televizyon başında,bilgisayar başında  sabahlıyorsa  çocuklarımız , önce çarpıp sonra kaçıyorsak ardımıza bakmadan, gün geçmiyor ki hırsız ,bir düşman gibi ensemizde bitince yapamıyorsak bir şeyler bilelim ki , hayatı hayatlarımızı öyle yerinden tutup , öyle yerinden sallıyoruz ki toplum denilen o sağlam sapasağlam çınarın kökleri kopuyor ..

Hanife Mert

7 Ağustos 2012 Salı

Güven Sevgiden önce gelir..

Başkalarına karşı beslediğimiz güvenin en büyük kısmını doğuran, kendimize olan güvenimizdir.. La Rochefoucauld
İnsan hayatını  etkileyen önemli  faktörlerden biridir güven duygusu.. Gerek kendimiz, geleceğimiz, insanlarla olan ilişkilerimiz ve gerekse  toplumumuz ve insanlık adına yapacaklarımızın teminatıdır . İnsanı başarıya götüren yoldur.
 Güven duygusu özünde cesaret , saygı, sevgi, kendini değerli hissetme gibi olumlu , güvensizlik ise; korku, endişe ve çekinme  gibi olumsuz duyguları barındırır.
Kendine  güveni kazanabilmek için, öncelikle kendimizle ilgili artı eksi yönlerimizi gerçekçi bir şekilde teşhis etmeli, olumlu yönlerimizi besleyerek desteklemeli ve öz güven arttırıcı tutum ve davranışları sergilemeliyiz. Aksi halde güvensizlik kişinin kendine olan saygınlığının kaybolmasına, kendini değersiz biri olarak hissetmesine ve toplumdan kendini soyutlamasına neden olduğu gibi, kişinin hata yapma riskini de arttırmaktadır.
Kendine güvenini kazanan, iç dünyası ile barış yapmış kimse artık bir çok şeyi aşmış demektir. Öncelikle kendine güvenen kimse karşı tarafa da güven telkin eder. Tabiri caizse ayakları yere sağlam basar. Kendinden emin hareket eder, yalandan, riyadan, uzaktır. Emanete hıyanet etmez, verdiği sözü her halükarda yerine getirir. İnsanlarla ilişkilerinde dürüstlük, doğruluk ve saygı ön plandadır. Dostluğa, arkadaşlığa önem verir. Kendine  güvenen insanların bu kadar güzel özelliklere sahip olmaları çok normal. Çünkü böyle insanların saklayabilecekleri bir “BEN”i yoktur. Dolayısıyla,bu kişiler hiç kuşkusuz  herkes tarafından sevilen aranan insanlardır.
“Güven sevgiden önce gelir” güvenilen insan sevilir, değer görür. Kendisine güvenemediğimiz, davranışlarından emin olamadığımız, ama hasbel kader sevgi beslediğimiz bir arkadaşımız, dostumuz veya bir yakınımız  ile olan ilişkimiz kısa bir süre sonra bitecektir. Çünkü güvensizliğin insanın iç dünyasında oluşturduğu şüphe;  ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi, sevgiyi bitirir..
Bir gün merhum Mehmet Akif Ersoy, bir arkadaşı ile randevulaşır. O gün yağmur yağar buna rağmen M. Akif  randevu yerine gider ve arkadaşını bir süre bekler. Ancak arkadaşı hava yağmurlu olduğu için M. Akif’in gelmeyeceğini düşünür ve randevu yerine gitmez. Sonra M.Akif arkadaşına gider onu beklediğini ancak gelmediğini söyler ve senden dost olmaz diyerek dostluğunu bitirir. M.Akif Ersoy’un bu güzel anısında da gördüğümüz gibi, verilen sözde durmamak, dostlar arasında ki güvenin zedelenmesine ve  dostluğun arkadaşlığın bitmesine sebep olmuştur.
 Günlük yaşamımızda bir çok kişi ile etkileşim halindeyiz. Kimileriyle ticarî, kimileriyle birlikte çalışma, kimileriyle sadece selâmlaşıp geçme veya ayak üstü kısa bir sohbet şeklindedir. Bazı kimselerle ise dertlerimizi, sıkıntılarımızı, endişelerimizi, sevinçlerimizi, mutluluk ve hasretlerimizi paylaşırız. Hayat onlarla daha güzel ve daha anlamlı hâle gelir. İç dünyamızı açabildiğimiz bu insanlar doğrularımızı ve yanlışlarımızı, iyi ve kötü yönlerimizi dostça söylerler. Hayâllerimizi, isteklerimizi, daha doğrusu kendimizi gerçekleştiririz onlarla birlikte. Ve onların yanında "gerçek BEN" oluruz. Dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği, sırdaşlığı, dürüstlüğü onlarla yaşarız. Gerçek dostluk ve arkadaşlıklar yılların geçmesi, insanların birbirini tanıması, anlaması ve güven duygusuyla kurulur. Güveni sarsmadan bu güzel ilişkileri hayat boyu sürdürmek gerçekten zordur. Güven sarsılınca bütün ilişkiler bir anda yıkılır; yere düşen cam misali paramparça olur. Çünkü güven duygusu insanları birbirine bağlayan, birbirleri ile olan ilişkilerini perçinleyen bir mıknatıs gibidir. 
Güvensizlik ailede; eşler arasında, çocuklarla anne-baba arasında, işyerinde; işverenle işçiler, yönetilenlerle yöneticiler arasında, ülkelerde; devlet ile fertler arasında ve kurumlar arasında olduğu zaman hiçbir şey yolunda gitmez. Bu durumda insan gücünü kullanamaz, güzel duygularını sergileyemez, yapabileceklerini yapamaz, yenilikleri deneyemez, ilişkiler sıradanlaşır, hayat rutin hale gelir, maddî ve manevî kazanımlar biter. 

Güven duygusu olmayan bir aile düşünün; anne-baba birbirine, çocuklar anne-babaya güvenmiyor, aynı çatı altında olmalarına rağmen kimse niyetini, yapacaklarını çeşitli endişelerini açıkça söyleyemiyor. Orada ailenin hangi ferdinin düşüncesi, sevinci, acısı veya derdi paylaşılır ki? Kim gerçek duygusunu açıklar ve kim dürüst olur? Bu ailede olsa olsa, sorunlu, kendine güveni olmayan, sevgiden mahrum çocuklar; birbirini yiyip bitiren, kendi menfaati için diğerini istismar eden, kızgın, bunalmış, yorgun eşler olur. 

 Duygu ve düşüncelerini, ideallerini, hayallerini, güçlü ve zayıf yanlarını açıkça ortaya koyabilme ve bundan zarar görmeme güvencesine sahip fertlerden oluşan bir ailede bir toplumda, bir ülkede, anlayış, sevgi, hoşgörü, şefkat, merhamet, huzur ve mutluluk esintileri hâkimdir; acılar, sevinçler, endişeler hep birlikte paylaşılır; hayâl ve özlemler birlikte gerçekleştirilmeye çalışılır. 



Hep birlikte güvenli yarınlara.. 


Hanife Mert












.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Kendini Sevmekle Başlar Bir İnsanı Sevmek



"Kendini sevmekle başlar; bir insanı sevebilmek" 
Bir insanın kendini sevebilmesi için öncelikle kendini çok iyi analiz etmesi, tanıması ve sevginin oluşmasını engelleyici unsurlar olan,bencillik, çıkarcılık,samimiyetsizlik, kibir gibi engellerden kurtulması gerekmektedir. Kendini nefsini terbiye eden, sevginin önündeki engelleri kaldırmayı başaran insan kendini seven insandır.Kendini seven, kendiyle barışık, dost olan insan, diğer insanları da sever onlara şefkat ve merhametle yaklaşır..

Acaba hangimiz kendimizi sevmeyi ve dost olmayı başarabildik, hangimizin hayatında halâ çocukluk ve okul yıllarından kalma dostlukları var.
Hangimiz, bir sokak çocuğunun veya bir yetimin başını okşuyor, onları sevindirebiliyoruz.
Hangimiz, hiç tanımadığımız bir insanın acısına ortak olup, acısını paylaşıp kendi acımız bilip gözyaşı dökebiliyoruz.
Hangimiz, sımsıkı sarılabileceği, başını omzuna koyabileceği, bütün sıkıntılarını anlatabileceği dostlara sahip..
Hangimiz, sevdiğimiz birinin doğum gününü kendi doğum günümüz gibi unutmuyoruz. Hangimiz, gerçek bir dost, bir sırdaş ve bir sevgili diye anıldık. Kaç kişi size sevdiğim, yüreğim, dostum, kardeşim iyi ki varsın ve hep yanımda ol diyebildi. Ve kaç kişi sizi ailesinden bir parça gibi görüp anne, baba, abla, abi, kardeş diyebildi. Bugüne kadar yüreğinizin kapısını kaç kişi çaldı ve siz yüreğinizi ona açtınız.
Hanginiz dost ve düşmanı birbirinden ayırıp dostunuzu düşmanınıza satmadınız. Hanginiz bir çiçeği dalında sevdiniz. Hanginiz yaralı bir hayvana şevkatle yaklaştınız. Hanginiz her gece ettiğiniz duâ da kendiniz için istediklerinizi sevdikleriniz için, yüzünü bile görmediğiniz insanların mutluluğu için dilediniz.
Hanginiz yüzünü bile görmediğiniz birine dostum dediğiniz için, onun sıkıntısından üzüntü duyup gözyaşı döktünüz.

Hanginiz bir hayali gerçekleştiğinde mutlu olduğunuz zaman, bende bir insanın hayalinin gerçekleşmesi için bir umut, bir ışık olacağım, diyebildiniz.
Hanginizin yıllar sonra bile anlatırken gülümsediği hatta gözyaşı dökebildiği anıları var.
Hanginiz size yapılan bir hatayı görmemezlikten gelip, bende yanlış yapabilirim, bende yanılabilirim diyerek o insanı affedebildiniz?
Aslında düşündüğümüzde bütün bunları yapmak bizi çok fazla yormayacaktır.Sadece biraz zaman,biraz yürek,sevgi, emek ve istek, hepsi bu..
Hayatta her şeyin bir bedeli var. Ama insanları sevmenin bedeli ise, yine sevgidir.
Hepimiz bu hayat yolunda bir şekilde giden yolcularız. Beraber yolculuğa çıktığımız ve hayatı paylaştığımız sevdiklerimizi gelip geçici değerler için ihmal etmeyelim.

Unutmayalım ki hayatımız da olan her insan yüreğimizin bir sahibi.
Hem kendimizi hem de sevdiklerimizi mutlu edelim.
Hayatta ki her şey ertelenebilir ama sevdiklerimiz ertelemeye gelmez.
Bizden beklenen sıcacık bir sevgiyi, bir tebessümü, bir merhabayı onlara çok görmeyelim. 

Çünkü; yaşamak için hayat çok kısa..
Hanife Mert

10 Haziran 2012 Pazar

Nehir Gibidir İnsan... (6)

”Nehir gibidir insan, sadece yüzeysel bilinir; derinliklerinde ne saklar, ne fırtınalar kopar söylemez.. Sadece sessizce akar ve gider…” der Mevlana . 
İnsanı bir nehre benzetir...  Doğuşunda bir saflık vardır. Sadeliği ve berraklığı göz alıcıdır. O, doğduğunda gürül gürül akan bir pınardı. Pınar, bağrından koparak kendini dağların kollarına hoyratça bırakır. Dağlardan gelen ne varsa içine alır. Saklar onları istemez kimsenin görmesini.  Pınar, coşar bir çağlayan gibi hayata. Önüne engeller çıktığında ya o engeli aşıp geçecek ya da kendine başka bir yol bulacaktır. Zira hayatta iz bırakmak için ne olursa olsun yoluna devam etmelidir.. 
Zamanla nehir büyür, geçtiği topraklar onu değiştirmiştir. Artık kıvrılmayı da, geçtiği toprağın şeklini alarak  öğrenmiştir. Bir gün başka bir nehirle buluşur ve birleşir.. 

İnsan da öyle değil midir? Doğumu saf, temiz, berrak ve göz alıcıdır. Büyür gelişir kendini zorlu hayat mücadelesine bırakır. Önüne çıkan engelleri aşmak ve kendine bir yol bulmayı öğrenir. Yılmadan yorulmadan yoluna devam etmeli iz bırakmak için bu gerekli. İnsan da artık hayatla mücadeleyi öğrenmiş yolunu belirlemiş ve günün birinde  karşısına çıkan biriyle buluşur ve birleşir. Artık insan doğumundan ölümüne kadar geçen süreçte yoğun  mücadeleden yorulmuş,durağanlaşmıştır.Hızla  geçen zaman, tüketmiş olduğu ömür sermayesi onu  kendi iç dünyasına yöneltmiş ve yalnızlık hissi tüm benliğini kuşatmıştır artık ...Kendiyle yüzleşme iç hesaplaşma başlamıştır iç dünyasında.. 
Öyle ya, bu süreçte nice vedalarda boynu büküldü.. Kim bilir kaç gidenin ardında gözlerine yağmur bulutları çöktü. Kimi zaman   gözlerinden akıtamadığı yüreğini sele çevirdi.  Kaçıncı kez hazan mevsimi yaşadı. Sevdi, sevildi, özlemleri hasretleri büyüttü içinde. Kimi zaman ezildi, itildi, aşağılandı,dışlandı,horlandı kendini  anlatamadı,anlaşılamadı... Kendine sakladı her şeyini.

Takvimlerden kopanlar bir daha geri gelmedi... Sessizce öylece aktı gitti. Öyle bir akıştı ki, geri dönüşü olmadı. İşte bu akışın adı , geçerken insandan çok şeyi de beraberinde alıp götüren kimine göre her şeyin ilacı olarak bilinen zamandı... 

Neydi ki bu zaman? Ardından koşarken kanadına nice umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş mu? Yoksa çağlayarak akan ve hayallerimizin, amaçlarımızın içine düştüğü ve bizim ulaşmak için var gücümüzle koştuğumuz  boğulmaktan korktuğumuz, her şeye rağmen yetişmeye çalıştığımız bir türlü yetişemediğimiz çağlayarak akan bir ırmak mı? 
O ki, ne kanadına umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş, nede yetişmeye çalıştığımız ve içinde boğulmaktan korktuğumuz çağlayarak akan bir ırmak. 
O, şimdi geriye dönüp baktığımızda uzun uzun seyredebileceğimiz bir film şeridine dönüşmüş umutlarımız, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, anılarımız ve tüm yaşanmışlıklarımızı gösteren bir şerit. O şeritte büyük bir mutlulukla seyredeceğimiz kareler olduğu gibi, keşke bir makasla kesip atabilsem dediğimiz görüntüler de mevcut..

Sularla birlikte akar insan ömrü. Ta ki son menzile varılır  öyle durulur. Sular kaynağında duruydu saftı. Sen kundağında… Sularla birlikte aktı hayatın. Kimi zaman bulandın kimi zaman duruldun. Sen yüreğinde biriktirdin, sakladın her şeyini ve yaşaman gereken her neyse onu yaşadın... 

Sular kadar berrak nehir kadar 

3 Haziran 2012 Pazar

İçindeki Kapıyı Çal, Başka Kapıyı Değil!!


Bu günlerde kimin yüzüne baksam, bir mutsuzluk huzursuzluk, belirsizlik hakim.. Sebebine  baktığımda; bir çırpıda cevap bulmak pek kolay olmuyor..Çünkü  insanlar hayatın getirdiği zorluklar karşısında öylesine kendinden uzaklaşmış ki; bu durumdan kurtulması yine kendine bağlı..
Öncelikle hayatın getirdiği her türlü iyi ya da kötü günler karşısında, insanların yaşam sevinçlerini koruyabilmeleri onların sağlıklı bir ruh haline bağlı. 
Sağlıklı bir ruh haline sahip olabilmek için, insan önce kendi iç dünyasına yönelmeli ve kendini sorgulamalı .. Tıpkı Mevlana’nın “İçindeki kapıyı çal; başka kapıyı değil…” sözünde olduğu gibi. İçindeki kapıyı çalan kimse öncelikle kendiyle yüzleşmeyi başarabilmeli, şu soruların cevabını bulabilmeli..
-Ben kendimi ne kadar seviyorum? 
Gerçekten kendini ne kadar seviyor ve özen gösteriyorsun? Sabahları uyandığında o günün, kalan ömrünün ilk günü olduğu bilinciyle, önce kendine gülümseyebiliyor musun? Çünkü her şey insanın kendisini sevmesiyle başlar.
Sonra , başkalarını ne kadar seviyorsun? Bu sevgide, ırk, dil, din, cinsiyet, renk, giyim, makam, mevki, ünvan.. farkı gözetip, kimilerini farklılıklarından dolayı baş tacı edip, kimilerini  dışlıyormu sun? Yoksa yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü deyip, insan olduğu için sevip onu bağrına basabiliyor musun? 
Sor içine; ait olmayı seviyor musun? Çünkü ait olmak sağlıklı bir ruh halinin göstergesi. 
Kendini evine,eşine, mahallene, apartmanına, sokağına,ülkene, milletine, dünyaya  ait hissediyor musun? … Eğer ait olmayı sevmezse insan mutlu olamaz. Mutlu olamayınca da sağlıklı bir ruh hali sergileyemez.
İnsan  ne kadar ait hissederse dünyaya, o kadar mutlu olur. 
Kapıyı tekrar çalalım, bu defa soralım bakalım, çalışmayı seviyor muyuz? Kendimiz için, ailemiz için, şehrimiz için, milletimiz için, ülkemiz için, dünya insanlığı için çalışmayı. Bir insan eğer çalışmayı sevmiyorsa mutlu olamaz ve sağlıklı bir ruh hali sergileyemez. 
Tekrar içimizdeki kapıyı çalalım ve soralım: “ Ne kadar inançlıyım? “ Neye, niçin, ne kadar ve ne kadar samimiyetle inanıyoruz? Bir şeylere inanmak sağlıklı bir ruh halinin diğer bir parçasıdır.
İnançlı olmak, iyi kötü günü kabul etmektir. İnançlı olmak suçlamamaktır. İnançlı olmak, başka inanç ve insanlara saygıdır, tahammüldür, hoşgörüdür. 
Sonra tekrar iç kapına yönel ve sor: “ Hayallerim var mı? Onları betona mı gömdüm kuma mı? “ 
Hayal yoksa umut yoktur, mutluluk yoktur. Hayallerinizle yüzleşin, sınırlarını zorlayın hayallerinizin… Size yetişmese bile başkalarına fayda sağlayacak hayallerinizi büyütün.
Nasreddin Hoca yol kenarında portakal ağacı dikiyormuş. Gelen geçen de acıyarak bakıyormuş, Hocaya. Biri dayanamayarak sormuş: Yahu Hocam, meyvelerini yemeğe ömrünün yetmeyeceği bir ağacı neden dikmeye çalışıyorsun?  
Hoca doğrulmuş: Ömrümün yetip yetmeyeceğini Allah bilir. Ama ben de sen de ömrü bu günleri görmediği halde fidan dikenlerin meyvelerini yiyoruz. 
Evet… Yanlış yerde yanlış kapı çalmayalım. İyi günde, kötü günde her zaman gülümsemek için içimizdeki kapıdan ayrılmayalım…


2 Haziran 2012 Cumartesi

Hayatın Anlamı Nedir?

Eski zamanlarin birinde bir adam hayatin anlamının ne olduguna takmış kafayı.. Buldugu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş.Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.. Köy,kasaba,ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabiki ... Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştugu insanlar ona -şu karşı ki dağları görüyormusun,orada yaşlı bir bilge yaşar! istersen ona git belki o sana aradığın cevabi verebilir. " demişler. Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulasmış adam. Kapidan içeri girmiş ve bilgeye Hayatın anlamının ne oldugunu sormuş.. Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş ... Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamin eline ve içinede silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş. Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel ... Yalniz dikkat et kaşıktaki zeytinyag eksilmesin eger bir damla eksilirse kaybedersin. Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayip gelmiş.Bilge bakmış evet demiş kaşıkta yag eksilmemiş,peki bahçe nasıldı? Adam şaşkın.. Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki... Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş Bilge... Adam tekrar bahçeye çıkmış gördügü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü ... Geri geldiginde bilge, adama bahçe nasıldı diye sormuş ... Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendigini anlatmış.. Bilge gülümsemiş ,ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş :"Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatin akıp gider sen farkina varmazsin..Yada görebilecegin tüm güzelliklerin tam ortasinda hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır ... "
"Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir" 
Bazı insanlar güzel çiçeklere erişmek için uğraşırlarken ayaklarının altında ezilen papatyaların farkına bile varmazlar.
Aslında bir çoğumuzun yaptığı da hayatı tek cepheden görüp, o naktaya takılıp kalması değil mi? Oysa ne güzellikler kaçırıyoruz farkında olmadan..Zaman alabildiğince hızla geçiyor.Geçerken bizden de çok şey alıp götürmeyi ihmal etmiyor..
Hayata  anlam katan bizim bakış açımız.Güzel yönden bakarsak güzel görür hayatımız anlam kazanır, güzel yönünü görmeden yaşamaya çalışırsak hayat çekilmez bir hal alır. O  halde bakışımızı güzelleştirelim. Çünkü güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen  hayattan tat alır..


21 Mayıs 2012 Pazartesi

Herkese Günaydın,

Gönlünüzden umutlar, yuvanızdan saadetler, sofranızdan bereketler eksik olmasın, gönlünüzce bir hafta  diliyorum...

Vefa nedir, bilir misin? Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.

Hz. Mevlana


Vefa hepimizin yüreğinde hissettiği bir borç..Kredi kartı borcuna benzemez..Kalmasa da günümüzde kredi kartı borcu kadar önemi, önemlidir vefa borcu… Gönül borcudur çünkü..kalbinden çıkar, en derinlerinden. Küçücük bir söz, bir iyilik unut...ulmaz vefa için, hatalar affedilir, gerekirse uğruna canlar verilir gözünü bile kırpmadan. Asil bir duygudur vefa..Yaradana duyulur, dosta duyulur, seni yetiştiren topluma, geçmişine duyulur..Bu asil his de, dostluk gibi, sevgi gibi, hatır.. gibi geçmişin tozlu raflarında yerini almaya hazırlanıyor.. Mevlana'nın bu güzel sözü ile tekrardan hatırlatmak istedim.. Hepimizin bizi insan olmakla şereflendiren Yaradanına, bizi yetiştiren toplumuna,tarihine, atalarına,milletine   ve dostlarına vefa borcu vardır, unutulmamalı...

27 Nisan 2012 Cuma

BİR UMUT İŞTE!!


Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne vuran alev alev yakıcı güneş ışığının etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu. Lakin derenin kenarındaki dut ağacının yapraklarının hışırtısı,  dalların arasından dalga dalga etrafa yayılan ışık hüzmesi ile, masmavi  gökyüzü ruhu dinginleştiriyordu. Küme halinde uçan serçelerin cıvıltıları ve çekirge sesi  insana  yaşama sevinci aşılıyordu.
   Her zaman ki gibi, bebeğini kucağına alıp derenin kıyısına, dut ağacının dibine oturdu. İnsana huzur veren güzelliklerin farkında bile değildi. Zira aklı kocasında idi… Derenin kıyısında bir müddet oturdu. Başını önüne eğdi. Gürül gürül akan suya bakıyordu. Sanki suyun binlerce metre derinindeki bir noktayı görüyordu. Başını kaldırdı, önce yavrusunun gözlerinin taa içine, sonrada ufka baktı:
  -Sanırım bu gün de gelmeyecek! Baban dedi sanırım artık gelmez… Bakışlarını akan suya sabitledi. Uzaktan gelen minibüsün korna sesi ile irkildi. Bebeğini kucakladığı gibi koşarak yola çıktı. Minibüs tamda önünde durdu. İnenlere baktı soran gözlerle… Artık son kişi de inmişti. Kimse kalmamıştı. Kapının yanına geldi. Şoföre baktı umutla…

-Yok bacım, kocan yok…dedi.
  Hikayede eşini İstanbul'a çalışmaya gönderen ve kendisinden bir daha haber alamayan bir kadınının umudunu yitirmeden sabırla çaresiz bekleyişini okuduk. Onu gelmeyeceğini bile bile çaresizlik içinde, her gün yavrusu ile birlikte dere kenarına getiren içinde kaybetmediği umuttu.
  Neydi umut dediğimiz şey? Çıkmayan candan vazgeçilmeyen inanç mı? Ya da aza kanaat eden fakirin sofrasındaki katık mı?
  Umut sabırdır, mücadeledir, heyecandır, hüzündür, inanmaktır, hayal etmektir kısaca insanı hayata bağlayan ölüm ile hayat arasında ki köprüdür…
  Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı da… İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasında ki çorbada, kimi zaman zenginin bankada ki hesabında, bir hastanın ilacında ki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin saadetinde gizli...
  İnsan umuda en fazla çaresizliğin pençesinde çabalarken ihtiyaç duyar. Çünkü umut çaresizliğin girdabında çabalarken anlamıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır.
 Yap mak istediklerinizin peşine düşmek! Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek.
  Bu çok kolay değil elbet... Hatta hiç kolay değil! Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü?.. Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek "olay daha bitmedi" diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan…
  Kimi zaman da umud eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vaz geçmek yaşamaktan vaz geçmek demek değil midir? Çünkü insan umud ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar.


Yaşamınızda umut ışığınız hiç sönmesin.

Muhabbetle,
Hanife MERT    





























15 Nisan 2012 Pazar

İşte ! Hayat Böyle Bir Şey


Sonu belli olmayan bir yoldur hayat. Önümüze  ne zaman, neyin çıkaracağını bilemeyiz. Bazen kolayca yol alabileceğimiz gibi, bazen engeller aşarak geçeriz hayat yolundan. Kimi zaman düz ve zorlanmadan, kimi zaman da bizi düşürmeye çalışan taşlı yollardan geçeriz,canımızı yakan dikenli yollardan ve keskin virajlardan da..

Bu yolda karşılaştıklarımız, kimi zaman keyif aldırır, kimi zaman da keşke, başka kestirme yollar  mı  deneseydim? Diye düşündürür insana.

Yaşadıklarımız, düşüncelerimiz, tecrübelerimiz ve düşlerimizle yol alırız.Ayrıca bu yolculukta bizi yalnız bırakmayan üç şey daha vardır; gerçekleştirmeyi dilediğimiz hayallerimiz,ulaşmamızı bekleyen hedeflerimiz ve bizi biz yapan değerlerimiz!
Bunlar hayat yolculuğunda sırtımızda taşıdığımız çantamızdadır.

Olumsuzluklar,başarısızlıklar, kırılan ümitler,üzüntüler çantamızdaki yükümüzü ağırlaştırırken, sevinçler, başarılar, mutluluklar ve gerçekleştirdiğimiz hayallerimiz de bir o kadar yükümüzü hafifletir.

Ruhumuzu hafifletmek için ise, öncelikle hayatımızda her şeyin yolunda gitmesini sağlamak gerekir.Örneğin iş hayatımızda verimli üretken ve başarılı bir konumda olmak. Duygusal anlamda, sevgiyi ön plana çıkarmak, sevmek ve sevilmek, yaşam standartlarımızın iyi olması. Bunlar yükümüzü hafifletirken mutluluğu da iliştiriverir duygularımıza.

Bunların gerçekleştirilmesi için farkına varılması gereken şey  nedir biliyor musunuz? İstediğimiz, ulaşmak istediğimiz her neyse, onu gerçekleştirebilmek için gerekli her şeyin ‘insanın kendi elinde’ olduğunu anlaması. İşte bununla başlıyor her şey.

Yapmak istediklerimizin peşine düşmek! Bu uğurda zorluklar, engeller, önümüze çıkan her ne varsa sabırla, kararlılıkla,azimle  ve inançla mücadele etmek.
 ‘Bu çok  kolay değil  belki... Hatta hiç kolay değil! Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen şeye ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü?.. Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğimiz şeye ulşmanın  kıymetini anlayabilir miydik?
Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine ‘olay daha bitmedi’ diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan…

Bunu da doğruluğun başarısı için savaşarak yapmak. Edindiğimiz misyon doğrultusunda anlamlı bir hayat sürerek, yaşamın farkına vararak… Ki bunlar yapıldığı takdirde emin olun ki durdurulmamız mümkün değildir.

Hayat yolunda görülenler, yaşananlar önderliğinde; öğrenmeye, öğretmeye, başarmaya devam etmek de önemli esaslarımızdan biri aslında. Bu üçlüye inanarak, kalbinizin sesini de eklediniz mi bir bakın neler oluyor? Hemen söyleyeyim. Bu levhalar doğrultusunda ilerlediğimizde; hayat yolculuğunda mola verdiğimiz duraklarda, gördüklerimiz bizi öyle mutlu eder ki… İşte o zaman dünyaya bir iz bırakmak isteriz. Hayatın bizim üzerimizde bıraktığı olumlu yada olumsuz izlere adeta misilleme yapmak isteriz.

İz bırakmaktan maksat,önemli olan  hayatımızda ve bizim kesiştiğimiz hayatlarda güzel, güzel olduğu kadar da anlamlı izler bırakmak..
Güzel, anlamlı iz bırakan insan ya da kişiler varsa hayatımızda, aldığımız nefesin anlamı bile başkalaşır. Daha sıkı yapışırız yaşama.Bu insanları bırakmak istemeyiz. 

Hayatı bir bütün olarak her şeyini olduğu gibi kabul etmeli.Tıpkı, hani gök gürler, şimşekler çakar da arkasından, yağmur yağar ya peşinden…

İşte! Hayat böyle bir şey..





27 Mart 2012 Salı

Hayatımızı Yüzeysel Yaşıyoruz..


Hayatımızı yüzeysel yaşıyoruz..Her konuda derinlemesine düşünüp, fikir yürütme zahmetinden yoksunuz.. Anlık ilişkiler, günü birlik dostluklar, anlık mutluluklar, sevinçler ve gereksiz koşuşturmalar içinde kaybolan benliğimiz.. Tam anlamıyla bir hengamedir gidiyor..Hayatımızda koşuşturma öyle bir hal aldı ki, iç dünyamızda yapmamız gereken seyahat sekteye uğradı. Derin dostluklarımız, sığ ilişkilere döndü..Ne bir yetimin gözyaşı,ne bir hastanın ahı, ne bir annenin feryadı, ne zalimin zumlu artık zamana derinlik katmaktan uzak kaldı. 

Tüm bu, hayatın yıpratıcı etkisinin sonucu olarak, bazen bunalır insan tahammül edemez hayata, işe,işsizliğe,eşe,eşşizliğe,durağanlığa, harekete,hareketsizliğe, soğuğa, sıcağa…Aslında insanın tahammül edemediği kendisidir. Farkına varamaz. Can kafesinde sıkıldığını, uçmak istediğini, özgürleşmek istediğini anlayamaz..Kızacak, söylenecek, şikayet edecek, mutsuzluğunun, huzursuzluğunun sebebini bertaraf etmeye çalışsada, kafasında ki sorulardan kaçar. Farklı yerlerde farklı cevaplar bulmaya çalışır. Oysa aradığı kendindedir, İç alemindedir.Sebebi farklı yerlerde, farklı kişilerde arar..Bahaneyi havaya,suya,toprağa,eşine, arkadaşına,işine, dostuna, arabaya,eve, kariyere, sevgiye,sevgiliye,sevgisizliğe ve daha pek çok şeye bulma gayretindedir.Oysa kendini sorgulamadan dışarıda suçlu arayarak geçen zaman boşa geçen zaman değil midir? 

Hayat sadece yemek, içmek, gezmek, eğlenmek, çocuk büyütmek,işe gidip çalışmak mıdır? İnsanın iç dünyasına yönelip ruhunun isteklerine cevap bulması, ruhunu tanıması onu terbiye edip olgunlaştırması , iç alemiyle hemhal olması gerçek mutluluğa ulaşması değilmi dir? İnsan kendi ile barışık olmalı , büyük şeylerde kısa süreli geçici mutluluklar yerine küçük şeylerde uzun süreli kalıcı mutlulukları tercih etmeli. Kendi olmalı kendi gibi yaşamalı. Derin düşünmeli. Hayatın sorumluluğunu üstlenmeli. Unutmayalım ki, hayatımız daki, küçük şeylerde büyük tatlar bulmak bizim sorumluluğumuzdur. 

Aklını çok iyi kullanan ve çok derin düşünen insanların dünya hayatından aldıkları lezzetler, bu vesileyle elde ettikleri nimetler ve yaşadıkları konfor, düşünmekle kendilerini yormadan, yüzeysel basit düşünen bir akılla yaşayan insanların hayat kalitelerinden çok farklıdır. 

1 Şubat 2012 Çarşamba

Hatır Artık Hatıralarda mı? ( 3)

Çocukluğumda, insanların birbirine şöyle iyi dilekte bulunduklarını hatırlıyorum;” Allah dumanınızı doğru tüttürsün.”Çocukluğun verdiği saf ve temiz düşüncelerle evlerin bacalarından yükselen dumanlara bakardım. Oysa dumanlar kıvrım kıvrım adeta gamı kasveti, kederi alıp götürürcesine yükselirdi, gökyüzüne..Orada sorun mu var acaba? diye düşünürdüm. Çünkü eğri büğrü tütüyordu.
Çok haklıydı bu sözü söyleyenler gürül gürül yanan sobaların etrafına toplananlar ellerini ısıttığı gibi yüreklerini de ısıtıyordu. Derdi, gamı, kederi,ve üzüntüsü de yanan ateşle, dumana karışıp gökyüzü semalarına karışıp uçuyordu. Her aile, diğer bacadan yükselen dumandan haberini alıyordu belli ki..Bu duaya vesile olmuş.
Şimdilerde ise ne baca görebiliyoruz ne duman.. Devasa yükselen binalardan başka göze çarpan; sevgisiz, mutsuz, umutsuz, karamsar,kötümser,agresif, gergin ve üzgün yüzler görebiliyoruz..Sobamız yok, ancak yangınlar yüreğimizde çörekleniyor. Dumanı ateşi orada kor halini alıyor. Çünkü gürül gürül yanan sobayı farklı araçlarla ikame ettik.. Haber veremiyoruz durumumuzdan eşe, dosta, arkadaşa, konuya komşuya…Devasa yükselen binalarla birlikte içimizde ki sıkıntılar,endişeler,huzursuzluk, mutsuzluklarımız da devasa boyutlara ulaşıyor.Yürekleri yakıyor gürül gürül..
Bir annenin parıldayan gözlerinde gördüm; endişe, korku ve çaresizliğin yüreğinde kor halini almış acının gözlerine yansımasını.. Hasta olan yavrusuna çare olamayışının çaresizliğini, onu kurtaramamanın verdiği acıyı, korkuyu okudum o parlayan parıldayan gözlerinde..Belli ki ,yüreğini yakan ateşi söndürememiş, paylaşıp sıkıntısını azaltamamış.. Hatırı hali sorulmamış, yüreğini yakan ateşin alevini paylaşacak dinidrecek birini aradığını fark ettim.Bu durum benim de içimi acıttı.. Belki bacadan kıvrım kıvrım duman yükselmiyordu ama, o duman öyle yakıp kavurmuş ki o acılı ana yüreğini, acı gözlerinden fışkırıyordu..
Durumunu anlayan halini hatırını soran varmıy dı? Belikli bulamamış ..Kim kimin hatırını sorabiliyor, sorulmalı mı? Yoksa gerçekten hatır geçmişin tozlu hatıraları arasında ki o hazin yerini mi almıştı.. Hatır hatıralarda mı kalmıştı artık?..
Öyle kendimiz olduk ki, hatır sormak şöyle dursun..Öbek öbek kaçar olduk, hatırı sorulası dostlarımızdan, arkadaşlarımızdan, kardeşlerimizden.. Nerde kaldı bizim hatırşinaslığımız, kardeşimizin dertleri ile dertlenmemiz..?
Oysa; öyle ince, derin ve yüreği sevgi dolu paylaşımcı, hoşgörülü, olmayı öğütleyen bir kültür mirasının varisleri olan bizlere, kardeşimizin derdiyle sıkıntısıyla dertlenmemizi, paylaşmamızı öğütlerken; “Müslüman’ dan bir sıkıntıyı giderenin, Allah da kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir” diye müjdeler veren rahmet peygamberi(s.av)nin bu müjdesi hatıralarda kalmış,tıpkı hatır gibi..Soramaz olmuşuz eşimize dostumuza, arkadaşımıza,yare yarene hatırını.. Oysa bir fincan kahvenin hatırını kırk yıla yayan medeniyet, acaba bir hatır sormanın değerini kaç katır yükü ile taşıyabilir..
hm

30 Ocak 2012 Pazartesi

Ağlamak? (2)



Öz ağlamazsa göz ağlamaz derler...Özün ağlaması yürekte çöreklenen acıların hüzünlerin göz pınarlarına doğru coşmasıdır.Özden coşup gözlerden damla damla boşalırken solmuş yanaklara adeta hayat verir, geride bırakılan hüzünlü acı hatıralara...
Öz ağladığı zaman gözlerden akanı durdurabilene aşk olsun.
Ağlamak güzeldir. Gözlerden süzülen yaşlar, bazen öksüz kalmış hasretlere teselli içindir. Bazen, dönmeyeceğini bile bile gidenin arkasından akıttığımız, göz pınarlarımıza oluk oluk akan özlemlerdir...
Ağlamak; benliğini oluşturan duygularını yüzeye çıkarıp yüzdürmektir, gözyaşı denizinin kıyılarında..Ve maziye bakmaktır arkasından nemli nemli..Duygularından yağan yağmur yaşları ile birleşip gök kuşağı rengine bürünmesidir.. 
Gözyaşının bile görevi varmış, ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış der Mevlana. Ağlamak, sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık , güçsüzlük demek değildir.Canımız yandığında öfke ve intikam duygularıyla kalbimiz nasırlaştığında, gözyaşlarımızla yapılan temizlik,kalbin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olmasıdır."
Ağlamak; gözlerden süzülürken geçmişin izleri, tek tek dolar yüreğinin çatlamış topraklarına. Verimli topraklara dönüştürür ve gülümsemelerin tekrar yeşermesi için gelecek günlerde... 
Ağlamak özeldir; bazen, kimin için, neyin için belli olmadığı durumlarda sarmasıdır ılık göz yaşlarının yüreğini bir dost, bir yaren, bir anne şefkatinde..
Ağlamak; özünde biriken ne varsa, hıçkırıklarında boğulmasıdır. Yarına ait umutların tekrar hayat bulmasıdır.. 
"Ne zaman ağlayan birini görsem içim acır.Bir taraftan da  sevinirim. Çünkü bilirim ki ağlayan kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Katılaşmamıştır yüreği. Kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz derler ya hani. İşte onun gibi. Sevindiğimizde atılan kahkahalar kadar ,
üzüldüğümüz zamanlarda dökülen gözyaşları da o kadar değerli.
Ağlamak;duyurmaktır sesini ve nefesini… Yaşadığını varlığını hissettirmektir tıkalı kulaklara… Bir mücadelenin zaferidir… Ortaya çıkan savaşlarında…
Ağlamak rahmettir, ötelerden ötesine haber salmaktır. Ruh dinginliğini, temizliğini duyurmaktır en sevgiliye..
"Ağlayabilmek insan olmanın gereğidir.
Ağlamak çok özeldir, şayet biliyorsan değerini..

Muhabbetle 
Hanife MERT

Hayatın Anlamı, Mutluluğun Mayası Sevgi.. (1)



Hani bazen öyle anlar vardır ki sevgide sınır tanımazsınız.Yüreğinizi öylesine açarsınız ki başka bir şey düşünmeniz adeta imkansız hale gelir. Öyle ki tek gayeniz hayatın getirdiği kargaşanın derinliklerinde kaybolup, yaşanamayan,yüreğinizin tozlu raflarında bir kenara atılan, unutulmaya yüz tutan gönül ilacınızı o tozlu gönül rafınızdan çıkarmak ve sunmaktır...
Çünkü insan sevgisiz yaşayamaz. Hayatın anlamı, mutluluğun ilacı, insanın mayası sevgi. İnsan özünden uzak kalabilir mi? Sevgi sözde değil özde yaşanır. Dolayısıyla yüreğinde özünde bunu hissedemeyenlerin, kalp sizlerin, merhamet vicdan duygusundan yoksun, hayatı madde üzerine şekillendirenlerin sevgiden söz etmesi mümkün mü?
Hem dünya nimetlerine sıkı sıkıya bağlanacaksın, hem maddi kazanımların ince hesapların peşine düşüp hırsına hırs katıp önüne çıkanları ezip geçeceksin sonra da sevgiyi yaşamaktan söz edeceksin. Bu anlamda bir sevgi ancak sözde ifade edilen öze inememiş sevgidir..Böyle kişilere sevgi ile yaklaştığınızda; karşılık olarak gördüğünüz tepki size bir tokat gibi gelir. Neye uğradığınızı şaşırır, duygu dünyanızda adeta şok etkisi yaşarsınız, travma geçirirsiniz. Kendinize gelmeniz zaman alır.
Sevginin en çok yazılıp konuşulduğu dönemdir,içinde yaşadığımız dönem..Zira, yaşayan azaldıkça konuşanlar çoğalıyor..Konuşulan ve yazılan sevgi yürekte taşınamayan taşan sevgidir. O yüzdendir ki, her gün karşılaştığımız asık suratlı, mutsuz, umutsuz,karamsar görünümlü insanlar yüreklerinde sevgi hissi olduğunu unutanlar yaşayamayanlardır.
Oysa, Sevgiyi asıl söyleyen,yaşamaya vesile kılan bedenin bütünüdür. Çünkü insanın içini gerçek manada sevgi donatırsa, bütün vücut ruhun dili olur. Sevgiyi yaşayan aldığı nefes, attığı adım sevgi olur. Sevgi ayrı ve özel bir eylem olarak görünmez sevende... Çünkü onun her işi, her sözü, her özelliği sevgiden ibarettir.Sevgi insanı, havasız susuz ekmeksiz yaşayabilir ama sevgisiz yaşayamaz.
Sevgide pazarlık olamaz. Herhangi bir ticari ilişki de alma verme hesapları da söz konusu değildir. Sevmek için bir sebepte gerekmez. Çünkü sevgi emektir, sevgi fedakarlıktır, sevgi sevdiğinde fani olabilmektir. Sevği, sevdiğinin “ hadi dediğinde” nereye ?diye sormamaktır...
Böylece sevmeyen ve böylesine sevilecek olanı bulamayan, sevginin uzağındadır.
Öyleyse, en çok sevilmesi gereken, bu muhteşem duyguyu yoktan yaratıp yüreklerimize hediye edendir. En çok sevgi, sevmeyi bize öğretene olmazsa, sevgiye saygısızlık yapılmış olmaz mı?
En çok Allah'ı sevmemek, sevginin öz kaynağından koparılmasıdır.
Kaynağından koparılan sevgi, sevgi olmaktan çıkar ve sahte bir görünüme bürünür. Her şeyin sahtesi kötüdür, çirkindir, çekilemez ama, sevginin sahtesi, ne yenir, nede yutulur. Sevginin sahtesi hiçbir şeye benzemez. Çünkü sevgi samimiyetle mayalanmadan kendisi olamaz, varlığını bulamaz, özelliklerini kazanamaz.
Bize bu güzel duyguyu bahşeden Rabbimize ne kadar şükretsek azdır..Sevgi ustası Yunus Emre’nin “Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü” sözü ile bizler de yüreğimizdeki sevgi mayamızı eksiltmeyelim.Yaratılan her şeye karşı sevgi borcumuzu ödeyelim..Kaldı ki,hayatta ki mutluluğumuz, yaşama sevincimiz sevgiyi yaşamamızla mümkün oluyor.Yaşama sevinci sevgiyle kalplere doluyor…
hm 

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...