Emma Bombeck, Avustralya’da kanserden öldü. Ölümünden hemen
önce şunları yazdı:
“Hayatımı yeniden yaşayabilseydim;
Hastayken yatağa girer dinlenirdim.
Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim.
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım.
Daha az konuşur; daha çok dinlerdim.
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.
Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer; şömineyi yakmak isteyen biri olduğunda, ona engel olmaz; yerler leke olacak diye korkmazdım.
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım.
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim.
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum.
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.
Ömür boyu garantilidir denen hiçbir şeyi satın almazdım.
Hamileliğimin bir an önce sona erip doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim. Bu o kadar nadir bir olay ki… Mucize gibi birşey…
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla ‘Önce git, ellerini yüzünü yıka’ demezdim. Onlara, daha çok ‘Seni seviyorum’, ondan da çok ‘Özür dilerim’ derdim.
Başka bir hayat verilseydi, en çok yapacağım şey, her dakikasını değerlendirmek olurdu.
Dikkatle bak. Gerçekten gör. Yaşa. Vazgeçme.
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç.
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı, beni ilgilendirmezdi. Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım.
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için şükredin.
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.
Umarım, her gününüzü değerlendirirsiniz.” . . . .
“Hayatımı yeniden yaşayabilseydim;
Hastayken yatağa girer dinlenirdim.
Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim.
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım.
Daha az konuşur; daha çok dinlerdim.
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.
Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer; şömineyi yakmak isteyen biri olduğunda, ona engel olmaz; yerler leke olacak diye korkmazdım.
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım.
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim.
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum.
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.
Ömür boyu garantilidir denen hiçbir şeyi satın almazdım.
Hamileliğimin bir an önce sona erip doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim. Bu o kadar nadir bir olay ki… Mucize gibi birşey…
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla ‘Önce git, ellerini yüzünü yıka’ demezdim. Onlara, daha çok ‘Seni seviyorum’, ondan da çok ‘Özür dilerim’ derdim.
Başka bir hayat verilseydi, en çok yapacağım şey, her dakikasını değerlendirmek olurdu.
Dikkatle bak. Gerçekten gör. Yaşa. Vazgeçme.
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç.
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı, beni ilgilendirmezdi. Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım.
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için şükredin.
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.
Umarım, her gününüzü değerlendirirsiniz.” . . . .
Gerçekten çok güzel..
YanıtlaSilNe yazık ki elimizdekinin kıymetini klişe bir durum ama kaybetmeden anlamıyoruz..
Umarım bir gün yolun sonuna geldiğimizde "iyi ki" lerimiz "keşkelerimiz"in önünde olur..
İnşaallah Nursalkımı hepimiziçin temenni ediyorum..Yaşayarak yaşadığımız anın farkına vararak yaşamak, yarınımızdan emin değiliz.Gereksiz ayrıntılara takılmadan, kısa zamanı güzelliklerle geçirmek..Teşekkürler yorumun için, sevgilerimle..
YanıtlaSil