Yorgun ayakları bedenini çekemez olmuş,kısa
mesafelerde bile yoruluyordu artık.
Her yola çıkmak istediğinde,dizlerine vuran dünya yorgunluğu,yılgınlığını da
aklına getiriyor,
vazgeçmek için yeterli sebep oluyordu kendisine.
Bazen yürürken bulduğu bir kaldırım taşına
oturarak belinden ayaklarına vuran
sızının acısını dindirmek için çömeliyor,geçmişte kalan dinç günlerini birazda
hayıflanarak aklına getiriyordu.
Bir süre oturması bile geçmişin bütün güzelliklerini gözlerinin önüne getirmeye
yetiyor elem bulutları ufkunu kaplıyordu.Ne yaşlanmasına nede ağrılarına
yanmıyordu,
bunlar hayatın gelen akışında zarurete binaen tezahür eden olaylardı.
Aklına en çok gelen ve kendisini üzen bom boş geçirdiği bir ömrün elle tutulur
bir yanın olmamasıydı.
Hemen hemen bütün arkadaşları ebede göçmüş,kendisini dünyanın meydanında yalnız
bırakmışlardı.
Yıllarca birlikte yaşadığı vefakar eşi de gideli epey olduğundan,hayat
sahnesinde tek kişilik bir role soyunmuştu adeta.
Uzandığı yatağında,evin tavanına diktiği gözleriyle acılarını harmanlayıp,
sık sık eşinin namaz kıldığı seccadesine gözlerini iliştiriyordu.
Bu yaşına kadar hiç merak etmediği seccadenin efsunlu yanıyle yüzleşiyor,
tespihin imamesindeki vakara gıpta ediyordu.
Nasılda geçmişti yıllar hiç anlamadan,bir ikindi vakti kadar
kısaydı sanki zaman.
Düşünüyordu çoğu vakit şimdilerde;her ezan sesiyle birlikte ayağa kalkan eşini
gördüğü halde kendisinin ne yaptığını?
Huşuu ve teslimiyetle boyun eğen secde eden kul olmaya çabalayan,secdenin
ardından dakikalarca dua eden biri vardı evinde bir zamanlar.Buna
rağmen,kendisinin ne yaptığını düşünüyordu uzun uzun.
Ezan okuyan yanık sesli müezzinin,”haydin namaza,haydin kurtuluşa”
nidasını duyduğu halde geçip giden yıllarda ne işle meşguldü acaba?Neydi kendisini
bunca bağlayan isyana,
dünyaya,bütün davetlere rağmen yüz çevirmeye yönelten?
Yine ağrıları arttı,ayak parmaklarına kadar sızlıyor bütün bedeni,bir bardak su
içmeye takati yok gibi.
Geçmişte hoyratça harcadığı günlerinin elemi de eklenince üstüne daha bir
dayanılmaz oluyor bu ağrılar nedense.
Geçmesi zor olan yılların su gibi akıp gittiği gerçeğiyle en acı
şekilde yüzleşmekteydi artık.
Sadece mutfakta duruyordu,ne salona nede odasına gitmek istemiyor,
oda ile mutfak arası kendisine çok uzun bir yolmuş gibi geliyordu.
Ama yıllar yılı aksattıkları da hiç aklından çıkmaz devamlı yaşlı beynini
meşgul eder olmuştu son günlerde.
Eşinden arda kalan,ilk evlendikleri yılda aldıkları bir boy aynası
ve eşinin aldığı ilk seccadesiydi.
Yanında yeşil tespihi,üzerinden belki de binlerce zikir çekilmiş imamesiyele
duruyordu.
Sabahları uykusundan uyandığında küçük pencerelerinin önünde oturmuş,
eşinin Kur’an okuyan hali,sessiz sessiz içten kıraati,şimdilerde nedense
özlediği hayıflandığı en güzel zaman dilimlerinden biriydi.
Uzun yıllar beraberce yaşadığı eski zaman kadınlarından olan ve güneş
doğmadan uyanan,her sabah namazında gözlerindeki yaşları sofrasına
taşıyan,belki bir gün benim eşimde bana benzer
diye dua eden hali şimdilerde yüreğine sokulan bir hançer gibiydi.
Saatlerce gözyaşı dökerek yaad ettiği bu muazzam tablo geri
dönüşü olmayan zamanın en acımasız yanıydı.
Alçak sesle kendisine, eşinin,“ Bey,artık sende biraz dönsen,vakit geçiyor”
dediğini hatırlıyor,benliğinin en ücra köşesine kadar işleyen bu sözler bütün
acılarını unutturuyor,
bu kez de pişmanlığın verdiği ezilmişlik dert olarak kendisine yetiyordu.
Daha önce evinin bütün her yanı kendisine açıktı,şimdi ise sadece
mutfak,masa,bir sandalye ve gözlerini hiç ayırmadığı seccade,
seccadeye iliştirilmiş yarım asırlık yeşil tespih vardı kendisine ait
olan.Böyle düşünüyordu.
Ne kadar geçte olsa,eşinin davetine icabet edebilirdi,başka da
neye ihtiyacı vardı ki?
Yalnızların yakınını yanında olduktan sonra.
Bir ömrü böyle geçirmişti,bir ömrü hiç geçmeyecek sanarak bitirmişti,bitirirken
de çok şeyleri yitirmişti.
Şimdilerde çok daha iyi anlıyor,verilemeyecek hesapların
acısıyle ağlıyordu.Keşke diyordu,keşke…
Ama keşkesiz bir hayatı neden yaşamadığını da düşünüp suçu üstüne alarak
mecburi bir boyun eğişle gözleri yaşarıyordu.
Belindeki ağrılar,dizlerindeki romatizmalar,
gözlerinin fersiz bakışı geç kalmış kulluğuna yeterince engel
olmaya yetiyor,şeytanın bir ömür bırakmadığı vesvesesi hala
devam ediyordu.
Bir asra çeyrek kalan ömründen geçen zamanın büyülü havası başını
döndürdüğünden
dolayı olsa gerek,kendisini,amelsiz defterini eline almış gibi hissediyor,
üzüntüleri daha da artıyordu. Ne açlığı aklında artık nede susuzluğu.
Ne acılarını hissediyor nede ağaran saçlarına bakıyor boy aynasında.
Düşündüğü tek şey var şu günlerde,bir ömür böyle avare geçti diyor.
alıntı
Neden hep ömür geçip son demlere yaklaşırken aklımız başımıza gelmeye başlar anlamıyorum ki ,geçmişe dönme gibi bir şansımızda yok zararın neresinden dönsek kardır dileyip hayırlı dualar diliyorum sevgilerimle...
YanıtlaSilDeğerli yorumun için teşekkür ediyorum, siyah kuğum..İnsan olmanın gereği.İnsan gençken daha tecrübesiz, daha bilinçsiz oluyor. Bellirli bir birikime ve olgunluğa ulaşınca da, pişmanlıklar başlıyor.Er yada geç yanlışın neresinden dönülse kardır deyip, doğruyu bulduğumuz anda o istikamette yaşama devam edilmeli diye düşünüyorum..Öpüyorum sevgilerimle..
YanıtlaSil