19 Ocak 2013 Cumartesi

Çift pırpırlı mektup!

Mustafa Mutlu
Konferans davetleri nedeniyle Anadolu’yu karış karış dolaşıyorum. En son gittiğim yerlerden birinde sohbet bittikten sonra yanıma altmışlı yaşlarda bir beyefendi yanaştı.
“Ben yıllarca devlete hizmet ettim. Bunu daha sonra okumanız için size vermek istiyorum ama lütfen şimdi açmayın” dedi.
Verdiği bir zarftı, katlayıp cebime koydum.
Bir gün sonra İstanbul’a döndüm, ceketimi çıkarıp askıya asmak için ceplerini boşaltmaya başladım.
O sırada fark ettim zarfı ve hemen açtım. İçinden önce askerlerin “çift pırpır” dedikleri bir çavuş rütbesi çıktı.
Daha da meraklandım ve zarftaki mektubu çıkarıp okumaya başladım. Aslında bu mektubu yayınlamayacaktım ama... Fransa’da öldürülen teröristlerin dünkü cenaze görüntülerini izledikten sonra, farz oldu:
“Mustafa Bey. Şehrimize geleceğinizi duyduğum günden beri bu mektubu yazıp yazmamak konusunda karar veremedim. Şimdi yazıyorum ama size verip veremeyeceğimi bilmiyorum. Belki son anda vazgeçerim.
Eğer okuyorsanız; cesaretimi toplamışım demektir.
Beyefendi.
Mektubumun kahramanı biricik oğlum S.
Bir de kızımız var Allah bağışlarsa.
O sadece mektubumun değil, annesinin, benim, bütün ailemizin ve şehrimizin kahramanı. Bugün geldiğiniz kentte adını taşıyan bir ilköğretim okulu bile var.
Meslek Lisesi’nde okudu oğlum, motor bölümünde.
Okulunu bitirir bitirmez de mesleğiyle ilgili bir iş buldu. Takım anahtarları elinde kelebek gibi uçuşurdu. Cin gibi bir çocuktu. Askerlik yaşı gelince koşa koşa gitti. Annesi biliyormuş ama ben sonradan öğrendim, sevdiği bir kız varmış, onunla bir an önce evlenmek istiyormuş. O yüzden askerlik engelini önünden kaldırmakmış niyeti.
Askere 1998’in Mart ayında uğurladık oğlumu davulla zurnayla. Acemiliğini Bilecik’te jandarma olarak yaptı. Orada onbaşı oldu. Sonra dağıtımı Şırnak’a çıktı. Dağıtıma gitmeden önce memlekete uğradı, öpüşüp koklaştık. Bu, onu son görüşümüz oldu. Çünkü 6 ay 19 gün sonra şehit olduğu haberi geldi. Meşhur karakol baskınlarından birinde can verdi.
Haberi duyduğumuzda kahrolduk tabii, o bizim tek oğlumuzdu. Cenazesi, şehit haberinden üç gün sonra geldi. Biz karımla ve kızımla bu sürede bir karar verdik:
Ne cenazede, ne de cenaze sonrasında ağlamayacaktık. Çünkü gözyaşlarımız oğlumuzun ruhunu huzursuz eder diye düşündük.
Söz verdiğimiz gibi; gözyaşlarımızı içimize akıttık. 
1998’in on ikinci ayından beri, geçen ayın ortasına kadar kimse bizim ağladığımızı görmedi. Ne zaman televizyonda bir şehit haberi duysak, günlerce uykularımız kaçtı ama ağlamadık.
Karım, oğlumuzu toprağa verdiğimiz günden beri oğlumun arkadaşlarıyla karşılaşmamak için sokağa çıkmıyor. 14 yılda sadece 16 kez sokağa çıktı:
14’ü oğlumuzun doğum gününde kabristana gitmek için, iki kere de zorla hastaneye götürdüm.
Balkona bile çıkmıyor. Kendisini eve hapsetti. Evet; söz verdiğimiz gibi ağlamıyor ama yaşamıyor da...
Geçen aydan beri ise durum değişti Mustafa Bey.
Gece gündüz, durmadan ağlıyor. Ne yapsak, ne kadar yalvarsak durduramıyoruz. Kızımın kocası doktor, sakinleştirici hap veriyor, iğne yapıyor ama o bana mısın demiyor.
Neden ağladığını ise tahmin etmişsinizdir sanırım.
Devletimiz, adını bile anmak istemediğim o alçakla kaldığı inde görüşmeye başladı ve bunlara genel af gibi söylentiler çıktı ya işte o yüzden.
‘Helaaaaalllll etmeeeem, helaaaallll etmeeeem. O köpeklerin elini eteğini öpenlere hakkımı helaaaallll etmeeeemm’ diyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyor.
Elbette biz de vicdan ve insaf sahibi her vatandaş gibi akan kanın dinmesini istiyoruz Beyefendi.
Suça bulaşmamış olanların kazanılmasını da istiyoruz.
Ama söz konusu olan cinayetse af yetkisi sadece maktulün annesinde, babasında, karısında ve çocuğundadır. 
Biz affetmiyoruz Mustafa Bey...

Nasıl affederim ki, onlar sadece oğlumu öldürmediler; kızımın, karımın, benim hayatımızı bitirdiler. Soframızdaki bereketi kuruttular, yüzümüzü soldurdular. Bizi canlı ceset haline getirdiler.

Müebbet hüzne mahkûm ettiler.

Ne yediğimizi biliyoruz, ne içtiğimizi.

Karım her gün beş vakit namazdan sonra, ‘Al benim de canımı, kavuştur oğluma Allah’ım’ diye dua ediyor; bu duaya 12 yıldır günde beş kez tanıklık etmek nasıl bir duygudur bilir misiniz Mustafa Bey...

Son yıllarda karımın bu sesli duasını duyduktan sonra ben de her defasında ‘Beni de unutma Ya Rabbim’ diyorum.

Allah bize oğlumuzun katillerinin yüzünün güldüğünü göstermesin. Adaletsiz acı, kanayan parmak bırakmasın.
Ve Allah, bizi yönetenler dahil hiç kimseye böyle bir acı yaşatmasın Mustafa Bey...
Bu mektubu size verirken bu kadar kararsız kalmamın nedeni, yine karım.
Hani siz yayınlarsınız da ona da yazınızı okuyan komşular haber verir ve acısı katlanır diye endişe ediyorum. Bu yüzden ne olur oğlumuzun ve şehrimizin ismini, bizim isimlerimizi yazmayın. Bizi tanıyan komşulardan da rica ediyorum; lütfen karıma haber vermeyin.
Fakat siz bu mektubumu yayınlayın ki her gün ekranlara birilerini çıkarıp, ‘Şehit aileleri İmralı’da sürdürülen uzlaşma çabalarını destekliyor’ diye haber yapan televizyoncular biraz utansın.
Öyle düşünen aileler de olabilir ve onlara saygı duyarız. Ama biz oğlumuzu bizden alan katilleri affedeni affetmeyiz.
Bu dünyada hesabını soramazsak bile öbür dünyada iki elimiz yakalarında olur.
Allah sizi, tüm yakınlarınızı ve milletimizi, bizim yaşadığımız acıları yaşamaktan korusun.”

Bana “İmralı’daki gizli görüşmelerde konuşulan çok önemli detay” haberleri gelmez...

Anadolu’yu gezerim; bir beyefendi buğulu gözlerle yanıma yaklaşır, elime bir zarf tutuşturur...

Açarım o zarfı; içinden şehit bir çavuşa ait “çift pırpır”la, babasının yazdığı bir mektup çıkar...

Yani halkım gibidir, bizim kaderimiz:

Bize hep acı düşer!
*****
GÜNÜN SORUSU

Sorum İmralı’da cezasını çeken teröristle pazarlık yapan devlet görevlilerine:

Yukarıdaki mektubu yazan babanın bana gönderdiği “çift pırpır”ı içinizden birine göndermek istiyorum. Kabul edebilecek kimse var mı?

Mustafa Mutlu
http://haber.gazetevatan.com

18 Ocak 2013 Cuma

EN BÜYÜK KİŞİSEL GELİŞİM KİTABI



Bakın Kuran-ı Kerim'de bizi yaradan Rabbimiz bize nasıl öğütler veriyor.
Bizi bizden daha iyi bilen olmaz deriz ya.
Yanılıyoruzdur aslında.
Bizi bizden daha iyi bilen biri var.
Bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz, yüce kitabında gören gözler için apaçık bir kişisel gelişim dersi veriyor.
Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.
Saff 2: Yalandan uzak dur.
Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.
İsra 37: Kibirli olma, alçak gönüllü davran.
Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.
Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabul et.
Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.
Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.
En''am 50: Ön yargılarla hayatı kendine zehir etme.
En''am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.
Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.
Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.
Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.
Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.
Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.
Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.
Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.
Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.
Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.
Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine öfkenin dinmesini bekle.
İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.
Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.
Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.
Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.
Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.
Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme.
Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.
Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.
Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.
Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.
Al-i İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.
Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.
İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.
İsra 23: Anne ve babana ''off'' bile deme.
Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.
Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
Âl-i İmrân 139: Yaşadığın zorluklar karşısında kendini bırakma ve üzülme; hedefe ulaşmak inancını ve azmini korumayı, duygularına hakim olmayı gerektirir.
Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.
Necm 3: İnanma duygunu diri tut.
Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme. 
YAŞAMAYI SEV, ÖLÜMÜ U NUTMA
YARATILANI SEV, YARATANI UNUTMA
MALI MÜLKÜ SEV, HESABINI UNUTMA
DÜNYA HAYATINI SEV, KABRİ UNUTMA
YALNIZ ALLAH'A DUA ET, BİZİ DE DUANA DAHİL ETMEYİ UNUTMA:)
ALLAH'A EMANET OLUN
ALINTI

17 Ocak 2013 Perşembe

Gitmek





Bu günlerde herkes gitmek istiyor
Küçük bir sahil kasabasına
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…


Herşeyi, herkesi bırakıp gitme istegi.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir..


Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hani kendimizden razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz iste.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…


iş, Güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık
Alışkanlıgın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, agaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
işi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi gitmekten alıkoyabiliyor.

Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,

iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında

Herkes onu o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az
Sadece kaymak tabakası
Hepimiz kaçabilsek…

Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün
Sabah 9, aksam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.


Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?

Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun… istemek de güzel.


CAN YÜCEL


Not; Sevgili arkadaşım Nurten Hanıma ithafen...


16 Ocak 2013 Çarşamba

Utanmaktan Utanan Gençlik!

“Pek yakında utanmaktan utanan bir nesil gelecektir.” 
Necip Fazıl Kısakürek
    Üstat Necip Fazıl, Kahraman Maraş’ta verdiği bir konferansta “pek yakında utanmaktan utanan bir nesil gelecek” sözünü yarım asır öncesinden bu günün gençliğinin durumunu görüp haber vermiş. Bu sözün söylendiği zamanda genç olanlar tarafından yadırganmış olabilir. Lakin günümüzde gençlerimizin gençliğimizin durumu şairimizi haklı çıkarır durumda...
   Sevgili arkadaşım Müjde Dural'ın  birkaç gün önce bücürük ve ben isimli bloğunda paylaştığı," Ahlaksızlık Sıradanlaşırsa Sonunda Ne olur" başlıklı yazısında ifade ettiği öyle bir nesil yetişiyor ki,“TEK AMACI VAR: NE PAHASINA OLURSA OLSUN PARA KAZANMAK” sözüne kesinlikle katılıyorum.
Gençlerimizin tek isteği, amacı  emek vermeden, zorluk çekmeden, çaba sarf etmeden alın teri dökmeden kazanmak ve harcamak. En güzel yerlerden giyinmek, gezmek, eğlenmek yemek içmek...Yaşamanın gayesi sadece bundan ibaretmiş gibi davranış sergilemek.
 Gençlerin bu zafiyetinden kendilerine rant sağlamaya çalışan gerek medya ve gerekse gözünü para hırsı bürümüş para babalarının,  servetine servet katmak için, her yolu mübah saymaları, milli ve manevi değerlerimizi hiçe sayan ahlak dışı, insanlık dışı  davranışları allayıp pullayarak özendirmeleri de cabası.
 Sorumluluk, saygı, sevgi, edep, ahlak, utanmak, haya gibi değerlerden yoksun bir gençlikle karşı karşıyayız..
   Utanmayan insan her şeyi yapar. “utanmıyorsan dilediğini yap!” ikazını büyüklerimizden duymuşuzdur. Çünkü utanmayan insan her türlüğü kötülüğü, edepsizliği, vicdansızlığı yapmaktan çekinmez. Bu duruma  toplum da kayıtsız kalıyor bana değmesin de ne yaparsa yapsın felsefesi ile yaklaşıyorsa artık çirkinliklerin önü alınmaz bir duruma gelmiş demektir. Haksız yere öldürülen savunmasız, zavallı çocuklar, kadınlar. Çöp kutularına atılan bebekler. Üç kuruşluk altını için öldürülen yaşlılar. Gözler önünde kaza geçirip acı içinde kıvranan insanları sadece izlemek veya başım belaya girer endişesi ile o halde bırakıp gitmek... Toplumumuzda,  insanın tüylerini ürperten  kanını donduran öyle olaylara şahit oluyoruz ki, geldiğimiz ve gittiğimiz nokta hiç de iç açıcı bir geleceğe işaret etmiyor.

Oysa insanın en güzel süsüdür utanması, utancından dolayı yüzünün kızarması.İnsan olduğunun göstergesi. Utanmak insanın kalitesini gösteren bir güzelliktir.
  Utanan insan saygılıdır, edeplidir, faziletlidir, güzel ahlaklıdır. Vicdan merhamet sahibidir. İnsana, hayvana, doğaya karşı merhametlidir. Emek vermediği şeye sahip olmak istemez. Hakkı ve halkı korur gözetir. Erdemli haya  sahibidir.
Bu güzel değerler  önemsenmeyerek utanılacak ve unutulacak bir duruma getiriliyor. 

    Artık utanmaktan utanan bir nesil yetişiyor.Utanması gerekenden utanmayan, ama utanmaması gerekenden utanan bir nesil…                
    Utandırması gereken, ahlaksızlık, faziletsizlik, haksızlık, merhametsizlik ve sevgisizlik olması gerekirken günümüzde, bu insani güzelliklerden dolayı utananlar ayıplanıyorlar,eksik ve noksan olarak görülüyorlar. Hatta böyle kimselerin durumu, içine kapanık, pasif, a sosyal, basiretsiz biri gibi algılanıp kişilik bozukluğu olarak gösteriliyor.
   Sevgili Müjde'nin yazısında ifade ettiği gibi, kapitalist dünyanın aldatıcı süsüne kaptırdık kendimizi gidiyoruz.Her şeyimizi paraya endeksledik.Bizi bir arada tutacak ne kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık.. İnsana  saygı hak getire. Vicdansızlık, merhametsizlik, edepsizlik, riya, kap kaççılık, adam kayırma, diz boyu. Rabbena hep bana demekten, yardımlaşmayı paylaşmayı unuttuk. 
 Toplum olarak öylesine kanıksadık öylesine kabullendik ki, utanmak, yüzümüzün kızarması şöyle dursun, görmezden anlamazdan geliyoruz çoğu şeyi..  
Bedirhan Gökçe'nin bir şiirinde ifade ettiği gibi;
..."Eskiden utanınca yüzü kızarırdı tüm ergenlik kızların(gençlerin)
Şimdi yüzü kızarınca utanır oldularsa suçu kimde bunların...!
Kuzum degişmeyen neydi eskiyen ne
zaman mıydı değişen yoksa değişmek kirlenmek için bahanemiydi
Biz mi büyüdük ar yıkanmaz mı utançla
Geçmi kaldık yoksa geçmi kaldık
Avuçlarımızdan kayıp giden sabahla"

Kabul edelim suç hepimizde!..

Hanife Mert










9 Ocak 2013 Çarşamba

Kara Tren Türküsü ve Hikayesi


    


                           TÜRKÜ HİKAYESİ
Birden durdu, başını öne eğdi, yere sanki saydammışçasına toprağın binlerce metre derinindeki bir noktaya bakarak:-Sanırım artık gelmez dedi.
Anlamamıştım, daha doğrusu konuştuğumuz konuyla bir alaka kuramadım.. Bu nedenle söylediğini teyit ettirdim.Sonra da saf saf kim gelmez!!? diye sordum..
Başını kaldırdı, önce gözlerimin taa içine, sonrada ufka baktı:
-Babam dedi. Sanırım artık gelmez!!... 

Yıl 1915 Osmanlının birçok cephede savaştığı her türden levazımın gerekli olduğu gibi her şeyden önce de savaşacak asker lazımdı. Büyük kayıpların verildiği, gidenlerin geri dönmediği çoğunun akibeti bilinemediği günler.. İnsanımız istasyonlarda sabahlıyor.. Ümitle beklenen kara trenler kara haber getiriyor çoğu zaman. Anaların, bacıların, eşlerin, gözleri ağlamaktan fersiz düşmüş çaresiz bekleyişi...Bekledikleri bir defa ölmüş ama o her kara tren gelişinde bir defa daha ölen kadınlarımız. Yorgun, bitkin ve başı eğik kara tren acı bir çığlık atarak uzaklaşıyor. İnadına yaşatılmaya çalışılan ümitleri, o korkunç bekleyişleri bir ağıta dönüşüyor;
"Kara tren kara yılan gelmez olaydın,
Gül yarimi elimden almaz olaydın
Ya da bir türküye:

Gözüm Yolda Gönlüm Darda
Ya Kendin Gel Ya Da Haber Yolla
Duyarım Yazmışsın İki Satır Mektup
Vermişin Trene Halini Unutup
Kara Tren Gecikir Belki Hiç Gelmez
Dağlarda Salınır Da Derdimi Bilmez
Dumanın Savurur Halimi Görmez
Gam Dolar Yüreğim Gözyaşım Dinmez
Yara Bende Derman Sende
Ya Kendin Gel Ya Da Bana Gel De
Duyarım Yazmışsın İki Satır Mektup
Vermişin Trene Halini Unutup
Kara Tren Gecikir Belki Hiç Gelmez
Dağlarda Salınır Da Derdimi Bilmez
Dumanın Savurur Halimi Görmez
Gam Dolar Yüreğim Gözyaşım Dinmez

Ruhu şad olsun!   bu topraklar için toprağa düşen şehidlerin gazilerin... Dilerim bu millet, bu acıları bir daha asla yaşamaz!..


Kaynak: derleme

7 Ocak 2013 Pazartesi

Artık Sevinçleriniz İz Bıraksın Yüreklerinizde!




İnsan neden sevinçleri mutluluğu değil de, hüzünleri  üzüntüleri yüreğinde gizler? Neden sevinçler değil de, hüzünler yürekte iz bırakır? 
İnsanın  hüzünlere acılara odaklanması; güzellikleri unutturur, kinini arttırır,onu mutsuz eder. 
En son size yapılan iyiliği hatırlıyor musunuz? 
Ya size en son kimin kötülük yaptığını?
Bize  iyilik yapan insanları çok çabuk unutur da, kötülük yapanları hiç unutmayız..
Terk ettiklerimizin sayısını bilmeyiz ama, bizi terk edenleri unutmaz  asla affetmeyiz
Biz iyi şeyleri unutmada hafızamızın zayıflığına sığınır,kötü şeyleri unutamama da kinimize bürünürüz.
Sürekli şikayet eder,sonunda  kendimizi mutsuz etmeyi başarırız. 
İnsan neyi düşünürse,kendini neye inandırırsa o gerçekleşir. Kötü olanı düşünmek, kötülüğe davetiye çıkarmaktır. 
 İyiliği güzeli düşünen güzeli görür, güzeli yaşar mutlu olur. 
Eşinizin,dostunuzun, çocuğunuzun, komşunuzun, arkadaşınızın,sevgilinizin, annenizin, babanızın, amirinizin, memurunuzun davranışlarını olumlu yönden görmeye çalışın. Kötü düşünmeye meyletse de  kalbiniz, iyi yönlerini düşünün. Kötülük, kin, nefret cana yüktür.
 Eksiklere hatalara, yanlışlara yoğunlaştıkça, eksildiğimizi görüyoruz. Enerjimizi kaybediyoruz, etrafa nefret eden gözlerle bakıyoruz. Oysa iyilikle, güzellikle,varlıkla uğraşmaktır asıl olan! Varlıkla, güzelliklerle  uğraşmak var olanı arttırır, var olan  güzellikler  çoğalır, bereketlenir. Kötülükle, eksiklerle, yanlışlarla hatalarla uğraşırsanız, var olan güzelliği de kaybeder hayatınızda eksiler çoğalır çoğu kere... 
Örneğin çocuğunuzun karnesinde ki; “beş” olan Türkçe notunu görmeyip “iki” olan matematiğe odaklanırsanız beş olan Türkçe nin güzelliğini yaşamaktan mahrum edesiniz kendinizi ve çocuğunuzu. Uzun yıllar birlikte huzur içinde yaşadığınız  eşinizin, dostunuzun küçük  bir yanlışında hatasında dünyanın en kötü insanı ilan edilmesi, iyilikleri gözardı etmek hayatınızda kötülüğü arttırır.
Çevrenizde umut saçan cıvıl cıvıl insanların olmasını istemez misiniz? Öyleyse önce siz etrafınıza umut saçın, neşeli cıvıl cıvıl olun! Bunu gerçekleştirebilmek için, yüreğinizi sıkan rahatsız eden olumsuzluklardan kurtulun. Size yanlış yapanları affetmekle başlayabilirsiniz mesela. Kırın inadınızı kurtulun geçmişin yüreğinize yük olan olumsuzluklarından. 
Somurtan, sürekli dert yanan, şikayet eden, hayata simsiyah gözlerle bakan birini siz ne kadar istemezseniz, emin olun başkaları da istemez…

Artık, sevinçleriniz iz bıraksın yüreklerinizde!
Hanife MERT





İslam sadece emirler ve yasaklar mıdır?

MÜSLÜMANLIK sadece namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekát vermek midir? Müslümanlık sadece "yap" veya "yapma" şeklinde ifade edilecek bir dizi emir ve yasaklar zinciri midir? Yani İslam’da sadece zina yapmak, kumar oynamak, içki içmek, karaborsacılık yapmak veya intihar etmek mi günahtır?
İslam’a dış kalıbı açısından bakanlar için, evet din sadece budur. Tabii ki bu saydıklarımın hepsi dindendir. Gereklidir. Ama din, daha doğrusu İslam sadece bu değildir. İslam’ın bir diğer yönü, yani haylice ihmal edilen bir terazi var ki sanıyorum sosyal yaralarımızın çoğu bu yönünün ihmal edilmesinden dolayı kangren haline gelmiştir.
Bugünkü yazımızda Hz. Peygamber’e biraz kulak kabartalım mı? Bakalım O’nun Medine mescidinden, ihmal ettiğimiz bu yönümüzü düzeltecek hangi sözler yansıyacak:
a) Sevgi ve kızgınlıkta ölçülü olmak gerekir:
Ebu Hureyre (RA) anlatıyor; Peygamberimiz şöyle buyurdu: Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki, bir gün sevmeyeceğin (kızgın olduğun, ayrıştığın) kişi olabilir. Sevmediğim bir kimseden de ölçülü bir şekilde uzaklaş (sevmezlik et) bakarsın bir gün çok sevdiğin biri olabilir.
İnsan ilişkilerini ve evrenin oturduğu dengeyi bundan daha güzel nasıl özetleyebilirsiniz.
Hepimiz sevgi ve nefrette ölçüsüzlüğün vurgununu yiyenlerden değil miyiz? Siyaset dünyasında ne de çok görünüyor değil mi? Kulakları sağır, gözleri kör eden işte bizim bu ölçüsüzlüğümüz değil midir? Sevgide ve nefrette insaflı olmak. Tapınmamak veya bir çırpıda silmemek. Dosta dostlukla ölçülü olmak, rakibe muhalefette dengeli olmak. İşte Peygamber çizgisi.
Hz. Peygamber "Dünyada ’Allah’tan başka’ her şeyimi feda edeceğim, gayrisini düşünmeyeceğim, ’bir Halil’ sevgili edinseydim Ebu Bekir’i (RA) edinirdim" diyor. Çünkü O’nun sevgisi ve dostluğu olmadan diğer dostluklar ne kadar da yavan, basit ve çapsız kalır değil mi?
b) Kibirli olmamak lazım; çünkü kibirli kişi cennete giremez:
Evet, aynen böyle buyuruyor: "Kalbinde zerre (hardal tanesi) kadar kibir ve büyüklenme olan kişi cennete giremeyecektir. Yine kalbinde bir hububat ağırlığınca iman olan kimse de cehenneme girmeyecektir." (Müslim, İmam, 31; İbn Mace, Mukaddine, 9)
Çünkü insan büyüklenecek hiçbir şeye sahip değildir ki! Güzellikse, bunu veren Allah’tır. Akılsa, bunu lütfeden de O. Zenginlik veya makamsa, daha becerikli olan nice insan çok daha düşük şartlarda hayatını devam ettiriyor değil mi? Peki neyinle kime karşı büyükleniyorsun öyleyse? Sendeki her şey nihayet bir emanet değil mi?
Bazı álimler bu hadisin ağır vurgusunu hafifletmeye çalışmışlardır. Zerre kadar kibirli olan hemencecik cennete girmeyecek, bedelini ödedikten sonra cennete girecek demişlerdir. Yoksa ebediyen girmeyecek anlamına alınmamalı demişlerdir.
"Hububat kadar iman olan cehenneme girmez" sözünü de öyle yorumlamışlar. Yani günahları çok olsa da ebediyen cehennemde kalmaz demişlerdir. Peygamberimizin bu sözlerini duyan bir sahabi soruyor: Ey Allah’ın elçisi. Ben elbisemin ve ayakkabımın güzel olmasından hoşlanırım. Bu kibir midir?
O cevap buyuruyor: Allah güzelliği sever. (Senin bu duyguların güzel duygulardır.) Fakat kibir, hakkı tanımamak ve insanları küçük görmektir. (İbn Mace, Mukaddine 9)
c) Utanmak, hayá imandandır:
Şöyle buyurur bir gün: "Hayá imandandır. İman edenin yeri ise cennettir. Hayásızlık, kötü söz konuşmak insanlara sıkıntı verip incitir. İnsanlara sıkıntı verip incitenin yeri ise cehennemdir." (Ahmed, Müsned 10108)
Günahtan utanmak hayádır. Hak yememek hayádır. Acımak hayádır. İnsanlara zulmetmek hayásızlıktır. Meşru hayatı terk etmek hayásızlıktır. İnsanları küçük görüp onları ezmek hayásızlıktır. İnsanlara tuzak kurmak hayásızlıktır. Hayásızlık yaparken erdemli görünme hayásızlıktır.
Allah’ın adını kullanıp insanları kandırmak hayásızlıktır. İnsanları Allah’tan koparmak hayásızlıktır. Dindar görünüp samimi olmamak, secde ederken riya taşımak, Kuran’ı Kerim okurken fitne peşinde olmak hayásızlıktır. Secdeye veya Kuran’a düşman olmakta hayásızlıktır.
Allah’la samimi olmak, insanlara merhametli olmak, herkese kapıyı açık tutmak hayádır, imandır.


Prof.Dr. Nihat Hatipoğlu


20 Şubat 2009  Hürriyet Gazetesindeki Makale

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...