Bu sitede yayınlanan öykü şiir ve makalelerimi izinsiz kopyalamak ve yayınlamak, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca suçtur!
22 Aralık 2015 Salı
Mevlit Kandilimiz Hayırlı Olsun
Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Tövbe /128
Mevlid Kandii, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son peygamber Hz Muhammed Mustafa (s.a.v) in 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. günü dünyaya teşriflerinin müjdesi olarak müslümanlarca kutlanan mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.
Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizin doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.
Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.
Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.
Bu vesileyle sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.a.v)'nın dünyaya teşriflerinin müjdesi olan bu mevlid kandilinin; Milletimiz ve tüm İslam alemine huzur, barış, adalet, sevgi, merhamet, şefkat, hoş görü, güzel ahlak, edep, haya, saygı, onur, kardeşlik, merhamet,ilim, bilim, çağdaş makul ve mantıklı düşünce kazandırmasına ve tüm insanlık alemine de hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Mevlid Kandiliniz kutlu olsun.
Muhabbetle,
Hanife Mert
23 Kasım 2015 Pazartesi
Sözün Özü
İki düşün bir söyle. Her aklına geleni söylememeli insan iyi düşünmeli yerinde ve zamanında söylemeli ne söyleyecekse. Aksi takdirde olacaklara katlanmalı.Ha ne mi olabilir kalp kırabilir ya da söylediklerin dosdoğru olsa da eleştirilebilir kötü insan muamelesi görebilirsin.Çok sevdiğin kendini çok yakın hissettiğin hatta her şeyini bilip seni çok iyi tanıyan biri bile bazen yanlış anlayabilir seni sırf aklından geçeni söyledin diye.
Toplum olarak konuşmayı çok
severiz. Severiz sevmesine de bir de dinlemeyi, konuşulanı anlamayı,
anladığımızı idrak etmeyi öğrenebilsek diyorum. Bu aşamada bir çok sorunların
da üstesinden kolaylıkla gelmiş olacağız. Ama nerede.. Dinlemeye sabrımız yok.
Buna karşın konuşmaya mecalimiz hep var.Yerli yersiz gerekli gereksiz hep
konuşuyoruz. Konuşmuş olmak için, söylenen sözün altında kalmamak için
konuşuyoruz. Fikir üretmek bilgi üretmek yerine laf üretiyoruz. Hani ağzı olan
konuşuyor derlerdi ya..! Benim doğrum senin doğrudan üstün, benim sözüm doğru.
Lafın altında kalmama zihniyeti ile hareket eder olduk. Halk böyle yapıyor da
yöneticiler altında kalır mı? Hani balık baştan kokarmış ya! Hükümetiyle
muhalefetiyle laf üretmekte üstümüze yok. Lafa gelince mangalda kül bırakmayız,
icraata gelince sorumluluğu başka yerlerde arayan icraattan çok laf üreten bir
toplum haline geldik.
Konuşabilme yeteneği, insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşmalı. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü, kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ama boş konuş...
Çocukluğumuzda büyüklerin karşısında çok konuşmamamız öğütlenirdi. "İki düşün bir konuş","sana sorarlarsa, söz verilirse konuş", konuşacaksan da dilin doğruyu hakkı konuşsun. Zira "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" denirdi.
Böyle bir kültürün, medeniyetin varisleri olan bizler, özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere karşı hep sustuk. Asıl konuşulması, neler oluyor diye yetkililerden yetkisizlerden hesap sorulması gerekirken sesimiz soluğumuz kesildi. Konuşamaz olduk. Belki korktuk, ürktük...
Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her zaman toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti. Bu durum karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan evlilik programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. Düşünme üretme yetisi devre dışı kaldı.
Pusu kurularak kalleşçe şehit edilen Mehmetçiklerimize, polisimize, gerekli önlemlerin alınmadığı için yöneticilerin kazanma hırsı sebebiyle onca toprağa verdiğimiz maden işçilerimiz, neredeyse her gün şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu, milli ve manevi değerlerimize yapılan haince saldırılar, eğitim sistemimizdeki düzensizlikler, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...
Okumaktan, düşünmekten, bilgi üretmekten çağı yakalamak ve çağdaş seviyeye ulaşmak için çaba harcamaktan, yaşamı ve yaratılışımızı anlamaktan uzak geçen, geri gelmesi imkansız olan haybeye geçen günler...
Aydınlığın önünü kesen, keşkelerle örülmüş kara bir duvar gibi karanlık dikilince karşımıza, kaçacak sığınacak bir bahane fayda vermez olur.
Büyük Türk milletini, iktidarından muhalefine herkesi, Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye’deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkesin bu zulme tepki vermesi gerekmektedir. Devletimizin ve hükumetimizin bu durum karşısında şu ana kadar koyduğu tavrı da yeterli görmüyoruz...
http://degirmendenmektupvar.blogspot.com.tr/2015/11/suriyedeki-turkmen-kym.html
Recep Bey'in bu çağrısını ben de yürekten destekliyorum. En kısa zamanda Devletimizin ve Milletimizin kardeşlerimize yardım elini uzatmasını diliyor ve istiyorum. Herkesin Suriye'deki Bayır/ Bucak Türkmen kardeşlerimize imkanları dahilinde elinden geleni yapacağına inancım tamdır...
Zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin,özgürlüğün, insan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının insanca yaşamın konuşturulduğu, uygulandığı bir dünyada yaşamak dileğiyle...
Muhabbetle,
Hanife Mert
Konuşabilme yeteneği, insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşmalı. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü, kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ama boş konuş...
Çocukluğumuzda büyüklerin karşısında çok konuşmamamız öğütlenirdi. "İki düşün bir konuş","sana sorarlarsa, söz verilirse konuş", konuşacaksan da dilin doğruyu hakkı konuşsun. Zira "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" denirdi.
Böyle bir kültürün, medeniyetin varisleri olan bizler, özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere karşı hep sustuk. Asıl konuşulması, neler oluyor diye yetkililerden yetkisizlerden hesap sorulması gerekirken sesimiz soluğumuz kesildi. Konuşamaz olduk. Belki korktuk, ürktük...
Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her zaman toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti. Bu durum karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan evlilik programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. Düşünme üretme yetisi devre dışı kaldı.
Pusu kurularak kalleşçe şehit edilen Mehmetçiklerimize, polisimize, gerekli önlemlerin alınmadığı için yöneticilerin kazanma hırsı sebebiyle onca toprağa verdiğimiz maden işçilerimiz, neredeyse her gün şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu, milli ve manevi değerlerimize yapılan haince saldırılar, eğitim sistemimizdeki düzensizlikler, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...
Okumaktan, düşünmekten, bilgi üretmekten çağı yakalamak ve çağdaş seviyeye ulaşmak için çaba harcamaktan, yaşamı ve yaratılışımızı anlamaktan uzak geçen, geri gelmesi imkansız olan haybeye geçen günler...
Aydınlığın önünü kesen, keşkelerle örülmüş kara bir duvar gibi karanlık dikilince karşımıza, kaçacak sığınacak bir bahane fayda vermez olur.
Büyük Türk milletini, iktidarından muhalefine herkesi, Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye’deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkesin bu zulme tepki vermesi gerekmektedir. Devletimizin ve hükumetimizin bu durum karşısında şu ana kadar koyduğu tavrı da yeterli görmüyoruz...
http://degirmendenmektupvar.blogspot.com.tr/2015/11/suriyedeki-turkmen-kym.html
Recep Bey'in bu çağrısını ben de yürekten destekliyorum. En kısa zamanda Devletimizin ve Milletimizin kardeşlerimize yardım elini uzatmasını diliyor ve istiyorum. Herkesin Suriye'deki Bayır/ Bucak Türkmen kardeşlerimize imkanları dahilinde elinden geleni yapacağına inancım tamdır...
Zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin,özgürlüğün, insan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının insanca yaşamın konuşturulduğu, uygulandığı bir dünyada yaşamak dileğiyle...
Muhabbetle,
Hanife Mert
9 Kasım 2015 Pazartesi
ATA'YI ANIYORUZ/ ARIYORUZ
Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk'ün ölümünün 77.yılında Onu rahmet ve minnetle anıyoruz.
Millet olarak ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, vatana, bayrağına sahip çıkmak, bu ülkede yaşayan kendini Türk hisseden herkesin vefa borcudur.
Bu ülke bu millet sana minnettardır Ataların Atası... Her insan doğar, büyür ve ölür. Kalıcı olan ise bıraktığı emanettir. Millet olarak bize bıraktığın emaneti canımız pahasına koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad, mekanın cennet olsun...
Hanife Mert
Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad, mekanın cennet olsun...
Hanife Mert
29 Ekim 2015 Perşembe
Cumhuriyet'imiz Bayramımız Kutlu Olsun
Cumhuriyet, Türk milletinin yüzyıllar boyunca, özgürlük ve bağımsızlığı uğruna çektiği acıların ve top yekün mücadelenin sonucunda kazandığı zaferin ürünüdür. 1923 yılında ona en uygun olan, ona yakışan yaraşan bir yönetim biçimi olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet bir yaşam biçimidir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada bir köprüdür. O bir Fazilettir, erdemdir, bağımsızlıktır. Atatürk'ün bize armağanı, gözümüz gibi sahipleneceğimiz bir emanettir.
Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu mesuliyeti bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır.
Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bizim özgür bağımsız bir ülkede yaşamamıza vesile olan başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anıyoruz. Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun.
Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu mesuliyeti bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır.
Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bizim özgür bağımsız bir ülkede yaşamamıza vesile olan başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anıyoruz. Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun.
Muhabbete,
Hanife MERT
25 Ekim 2015 Pazar
Bakış Acı'sı (... Bölüm)
Bir
kitapta okumuştum; “insan kaybetmeye görsün, diye başlıyordu paragraf. Bir
yerden başladı mı kayıplar, arkası çorap söküğü gibi gelir. Kimi zaman hızına
yetişemez olursun. Ardı arkası kesilmeden devam eder. Her kayıp, insanda
üzerine vurulan balyoz etkisi yapar. Silkinip kalkmaya çalışsan üzerine bir
diğeri iner. Gücün kuvvetin kesilir. Çaresiz kalırsın. Beden yorgun düşer.
Düşünceler karma karışık, ruh kafesine sığmaz olur. Bedenden çıkıp özgür olmak
ister lakin ona da izin verilmez. Sonunda teslimiyet...
Kim bilir, belki
de hayatın bir oyunu, kaderin insana çizdiği bir rota yol haritası idi.
"Öldürmeyen acı güçlendirir" misali seni güçlü kılmaktı, mücadele
gücünü arttırmaktı, gelecekte sunacağı acılara karşı dayanma gücünü test
etmekti belki… Belki de umut, sabır, mücadele üçgeninde hayata tutunacak bir
dal uzatmaktı güçsüz yüreklere... diyordu yazar.
Bu yazı tam da bizi anlatıyordu
sanki. Babamın ardından pek çok şeyimizi kaybetmiştik. Huzurumuzu, en yakınımız
dediğimiz bile böyle yaparsa diyerek insanlara olan güvenimizi ve neden biz? Diye
de yaşama sevincimizi kaybetmiştik. Ve daha pek çok şeyi…
Sonra acaba dedim
kendi kendime, " başımıza gelenler bizi güçlendirmek, sabrımızı, mücadele
gücümüzü test ederek hayata bağlanmamızı mı sağlayacaktı?”
Evet öyle olmalıydı.
Çünkü her şeyimizi yuvamızın direğini babamı kaybeden biz, onun acısını
hissedemez ve yaşayamaz olmuştuk. O acıyı unutturacak farklı acılarla
mücadele etmekten...
Kardeşlerim
uyumuştu. Biz annemle demlediğim çay eşliğinde uzun uzun sohbet etmiştik.
İçerik hüzün verse de inanılmaz keyif aldığım bir sohbetti. Bu sohbet bana, kendimi
en az 5-10 yaş büyümüş gibi hissettirmişti…
O bal rengi gözleri hüzne bürünmüştü
annemin. Uzun ve derin bakıyordu. Orada endişeyi, korkuyu, karamsarlığı görebiliyordum. Çayını yudumlarken;
-İşimiz zor
kızım, hem de çok zor, dedi.
Ardından hemen ekledi.
Ama biz el ele verirsek bu zorluğu aşarız diyerek ümitsiz olmadığını ifade
etmişti...
Ona bakarken gözlerinin altındaki torbacıklar, yüzünde yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan çizgiler ve saçına çok erken yaşta düşen aklar içimi acıtıyordu. O daha çok gençti. Şairin
Yaş otuz beş!yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
….
Yaş otuz beş
şiirinin ifade ettiği gibi, daha
otuz beşinde başlamıştı kayıplar hayatından birer birer. O, hayatın yükünü
birlikte omuzladığı arkadaşını, eşini, can yoldaşını kaybetmişti. Bu genç
yaşında, toplumun "dul" yaftasını yapıştırdığı, içeriğine binlerce
anlam yüklediği ve eşinden ayrılan her kadının özgürlüğüne ipotek koyan
bir kelimeyle farklılaştırdığı; Adanalı teyze, Satı nine, Ayşe bacı, Fatma
gelin, Müge hanım, Zeynep… gibi, yüzlercesinden biri olmuştu annem.
Sonra çayını
tekrar yudumladığında, derin bir iç geçirdi.
-"Ah keşke, keşke
okusaydım! keşke bir meslek sahibi olsaydım." O zaman bunlara muhtaç olur
muyduk hiç? Zira ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kadın, tüm özgürlüklerine de
sahip olmuş demektir. Özgür kadın, özgür çocuklar yetiştirir. Özgürce sever,
koklar, sahiplenir yavrularını, diyordu.
Onu okutmadıkları için anne ve babasına sitemini
kızgınlığını dile getirmede yetersiz kalıyordu kullandığı kelimeler... konuşmaya devam etti.
- Kızlarını okuttular,
beni böyle cahil bıraktılar. Ne olurdu beni de okutsalardı! Şimdi ben de
hayatımı kimseye muhtaç olmadan sürdürürdüm. Yol bilmem iz bilmem nasıl baş
ederim? yalanın dolanın, riyanın, kök saldığı bu çirkefe bulanmış hayatla,
dedi.
Ardından sitemini kadere çevirdi:
-Kadersiz doğmuşum
anamdan. Başta yüzüm güldü mü sanki, sonra gülsün.Tam her şeyi yoluna koymuşken,
huzuru yakalamışken, babanı aldı elimden. Bizi böyle sorun yumağının ortasına
bıraktı, dedi.
Ben sadece
ses çıkarmadan annemi dinliyordum. Mimik hareketlerimle belli ediyordum duygu ve düşüncelerimi. Ne diyeceğimi
bilmiyordum. Ona nasıl yardım edebileceğimi de. Bunu zaman gösterecekti...
Annem kelimeleri
toparladı. İçinde bulunduğu hüzünlü ve karamsar ortamdan çıkmış gerçeğe
dönmüştü.
-Bak kızım, babandan
bağlanacak maaş gecikebilir... Muhabbetle,
Hanife Mert
Not: Yeni kitap çalışmam "Bakış Acı'sı"ndan bir bölümde yorumlarınızı bekliyorum...
6 Ekim 2015 Salı
Dünyanın çivisi mi çıkmış?
Halk arasında sıra dışı gerçekleşen olayları anlatmak için "bu dünyanın çivisi çıkmış" deyimi kullanılır. İnsanlığın geldiği noktaya baktığımızda halka hak vermemek ne mümkün? Zira nereyi tutsak elimizde kalıyor. İnsanlığın ele alınacak bir yanı kalmamış. Her yerden bela musibet yağıyor. Yaşadığımız dünyada ne düzen intizam, ne hak hukuk adalet, ne ahlak, edep, ne insana, hayvana doğaya saygı, ne vicdan, merhamet, ne hoşgörü... Kalmamış. "İnsanlık" insanı terk etmiş, vesselam!.. Şu içinde yaşadığımız ve burada kalışımız belirlenen bir günle sınırlı olan dünyada öyle olaylar yaşanıyor ve öylesine şahit oluyoruz ki; bırakın dudak uçuklamasını, içimizde öyle derin yaralar oluşturuyor ki, yaşananları aklımız almıyor, kanımızı donduruyor, yaşama sevincimizi bitiriyor adeta. Güzel ülkem yangın yerine çevrilmişken, neredeyse her gün gencecik yiğitlerimiz kalleşçe şehit edilirken, toplum suni sebeplerle birbirinden ayrıştırılmaya çalışılırken, ülkeyi yönetenler koltuk derdine düşmüşken, dolardaki kontrolsüz yükselişler sonucunda s.o.s veren ekonomik gelişmeler sonucunda kriz kapıda beklerken, güzel ülkemde hak, hukuk, adalet kişilere göre farklılık gösterirken, kadına şiddet, çocuğa şiddet, öğretmene şiddet, doktora şiddet, olmadı gazeteciye şiddet derken şiddet toplumu oluverdik. Kimse kimseyi dinlemiyor, anlamıyor. Ben haklıyım, ben doğruyum, ben bilirim, ben söylerim ben yaparım olur, ısrarında "benlik" mücadelesine girmişken. İnsanın insana, insanın hayvana, insanın doğaya sevgisi, saygısı, hoşgörüsü, vefası kalmamışken. Konan kanunlara yasalara kurallara uymak yerine kendi kurallarını uygulayan insanların sayısı her geçen gün artarken, haklı olarak halkı gelecek kaygısı, hatta günü yaşama kaygısı sarmakta... Kurallar insanların huzur içinde yaşamaları için konur. Bu konuda öyle uzun bir yol katettik ki bırakın konulan kurallara uymayı adeta kendimiz kural koyar olduk. Sonrası malumunuz yangınlar, kazalar, ölümler, yaralanmalar. Ha bu arada covit19 belasını da unutmamak lazım. Dördüncü dalgayla vaka sayıları önü alınmayan bir hızla artmakta... Atalarımız ; "sıkıntı bir yerden başladı mı, arkası çorap söküğü gibi gelir." demiş çok da doğru demiş. Tüm bunlar yetmezmiş gibi son iki- üç gündür devam eden yangınlarla da cennet vatanımızı cehenneme çevirmeye çalışanların hışmına uğradık. Hal böyle iken yana yakıla insanlığı arar durur, nerede bu insanlık, vicdan, merhamet diye sorarız da! Çözümü dışarılarda ararız. Durumumuz umutsuz gibi gözükse de çözümsüz değil. İnsanımız birlik olmalı, özü sözü bir olmalı, birlikte hareket etmeli. Yaratılış amacını hatırlamalı, okumalı, düşünmeli, sorgulamalı ki kaybettiği insanlığı ve onun erdemine tekrar kavuşabilsin. Kavuşabilmeli ki kendinden sonra gelecek nesillerin bu topraklarda huzur, barış, kardeşlik, sevgi, hak, adalet ve güven içinde yaşamalarına olanak sağlamalı. Bu sebeple güzel ülkemi cehenneme çevirenler en kısa sürede yakalanmalı, hak ettiği ceza verilmeli derken, yangında ölen vatandaşlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Okurlarıma sevgilerimle
Hanife Mert
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Utanmayı Unuttuk mu?
Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...
-
TÜRKÜ SÖZÜ Bin cefâlar etsen almam üstüme Gayet şirin geldi dillerin dostum Varıp yad ellere meyil verirsen Kış ola...
-
TÜRKÜ SÖZLERİ Derdim çoktur hangisine yanayım Yine tazelendi yürek yarası Ben bu derde nerden derman bulayım Meğer şah elinden ola çar...
-
TÜRKÜ SÖZLERİ Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem, Zülfü Perişanım Kal Melül Melül. Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni, Ağla Göz Yaşı...