İnsan yeter ki kaybetmeye görsün! Bir yerden başladı mı, arkası çorap
söküğü gibi gelir. Kimi zaman hızına yetişemez olursun, ardı arkası kesilmeden
devam eder. Her kayıp, insanda üzerine vurulan bir balyoz etkisi yapar.
Silkinip kalkmaya çalıştıkça üzerine bir diğeri iner. Gücün kuvvetin kesilir.
Çaresiz kalırsın. Beden yorgun düşer. Düşünceler karma karışık, ruh kafesine
sığmaz olur. Bedenden çıkıp özgür olmak ister lakin ona da izin verilmez.
Sonunda teslimiyet...
Kim bilir, belki de hayatın bir oyunu, kaderin insana
çizdiği bir rota yol haritası idi. "Öldürmeyen acı güçlendirir"
misali seni güçlü kılmaktı, mücadele gücünü arttırmaktı, gelecekte sunacağı
acılara karşı dayanma gücünü test etmekti belki… Belki de umut, sabır, mücadele üçgeninde hayata tutunacak bir dal uzatmaktı güçsüz yüreklere...
Pencerenin önüne oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Uçan kuşlara
takıldı gözü. "Ben de sizin gibi özgürce uçabilsem, sevdiğimin diyarına
gidebilsem" diye düşündü. Derin bir iç geçirdi. "Gidemem ki"...
Çünkü kaybettim! Dedi. Zihni bulanık kafası karışıktı. "Bu kaybı hak
etmedim. Hatalıyım kabul. Hırsımın ve ihtirasımın kurbanı oldum. Lakin bedeli
bu kadar ağır olmamalı idi. Küçük yaşta üzerime aile gibi dev bir sorumluluk
yüklenmişti. Cahildim, kendime güvenim yoktu. Köyden şehre gitmiştim.
Korkularım vardı. Kaybetme korkusu bu korku tüm benliğimi sarmış, beynimi aç
bir kurt gibi kemiriyordu... diye savundu kendini kendine karşı.
Geçmişini
yaşadıklarını, onları mutsuz eden sebepleri düşünmeye başladı tekrar. Bir
taraftan kendini sorguluyor, aynı zamanda da yargılıyordu. Zira düşüncesinde yaşattıkları
bir filmin fregmanı gibi idi. Onun için artık fregman bitmiş gerçek film
başlamıştı. O da biliyordu ki, fregmana değil gerçeği yansıtan filmin bütününe
yoğunlaşmalıydı. Hayatı bütünüyle değerlendirmeli idi. Gözleri doldu, kaşları
çatıldı. Derin bir iç geçirdi. Yanan yüreğinde derin bir acı hissetti.
Vakit öğleni
geçmişti. İnsanın yüzüne alev alev vuran yakıcı güneş ışığının etkisi
azalmıştı. Rüzgar yoktu lakin evin yanında akan derenin başındaki iğde ağacının
yapraklarının hışırtısı ve kokusu insana huzur veriyordu. Bir müddet ağacın
gölgesinde oturdu. Kokuyu içine çekti. Sonra her şeye rağmen hayatın güzel ve yaşamaya değer olduğunu düşünerek, yokuş yukarı kaldığı yerden yürümeye devam etti...
Yaşadığımız müddetçe canımızı sıkan, içimizi karartan, gözyaşlarımızı inci gibi döküveren olaylarla muhatap oluruz. İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüverir.
Hayatımızda ki, kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar, kayıp ve yenilgiler yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında… İnsan acıyla güçleniyor. Her acı derinliklerinde gizli hediyeler barındırır. Yapmamız gereken acımızla barışıp, onu çözümlemek ve derinlerinde sunduğu hediyeyi kabul etmektir.
Muhabbetle,
Hanife MERT