Evet, insanın mutlaka bir yaratılış gayesi, bir varlık sebebi olmalıdır. Gerçek akıl sahibinin kabulde tereddüt etmediği ilk gerçek budur. Bu yüzdendir ki, insan denilen yaratık, ta ilk günden beri, 'Niçin yaratıldım? sorusunu cevaplamak için beyninin sınırlarını zorlayıp durmuştur.
“Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” (51/Zâriyât, 56)
“Sizi boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (23/Mü’minûn,115)
İnsan, yalnız yemek,içmek, gezmek tozmak için yaratılmış olsaydı onun herhangi bir hayvandan farkı olmazdı. Zira insan boş yere yaratılmamış ve başı boş da bırakılmamıştır. O,bir görevi yerine getirmek için yeryüzüne gönderilmiştir Kendisi gibi herhangi bir yaratığa kul, köle olmak için değil; yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek, dünyada Allah’ın hükmünü hakim kılmak, buna karşı çıkan engelleyici güçleri (fitneyi) bertaraf etmek suretiyle halifelik görevini yürütmek için yaratılmıştır. İnsan, nefsi için değil; Allah’a ibadet etmek için, şu fâni dünya için değil; ebedî hayat için yaratılmıştır. Allah'a ibadet için yaratılan insan, bu kulluğunun karşılığını hem dünyada hem ahirette alacaktır. Allah'ın emirlerine itaat, dünya ve ahiret mutluluğuna sebeptir.
İnsanın yaratılış sebeplerinden biri, en geniş anlamıyla yeryüzü yönetiminden sorumlu olmaktır. Halife olmanın anlamı budur. O halde insan, kendi toplumuna huzur ve adaleti hakim kılma görevinin yanı sıra, yeryüzünde yaşayan diğer canlıların hayatlarını devam ettirmelerinden, yeryüzündeki bitki örtüsünden, çevreden ve benzeri şeylerden de sorumludur. Aslında bu görevi de, Allah'a ibadet görevinin çerçevesi içinde görülmelidir. Çünkü namaz, oruç, zekât gibi şekli belirlenmiş ibadetler ve helal-haram gibi konularda Allah'a karşı görevini yerine getiren insanın, dünya hayatıyla ilgili çabaları da ibadet kapsamı içerisine girmektedir. Belirlenmiş ibadetlerini yerine getirmeyen, ahlâkî kurallara riayet etmeyen kimsenin, dünyayı imar görevini yerine getirmesi ise, kendisine manevî alanda herhangi bir değer kazandırmaz. Böylesi insanların hayvanlardan farkı yoktur. Çünkü hayvanlar da fesat çıkarmayıp yeryüzünün îmarına hizmet ederler.
Allah'ın emirlerini yerine getiren kimsenin, dünya hayatıyla ilgili çabalarının da ibadet olarak görülmesi, din-dünya ayırımını ve dine ait olan ile dünyaya ait olan gibi bir bölünmeyi de ortadan kaldırmaktadır. Böyle bir ayırım, insan şahsiyetini de parçalar; kişiliğinde birtakım bozukluklara sebep olur. Dünya hayatı, ahiret hayatının bir başalngıcıdır ve onunla sıkı sıkıya bağlıdır. Böyle bir bakış açısı, dünya hayatını olması gereken konuma oturtmuş olur. Bu takdirde dünya hayatı, aşağılık ve çirkef bir hayat değil; ahiret mutluluğunun kazanıldığı bir yerdir; kaçınılmaz bir aşamadır. Bu bilgiler ışığında bakıldığında, insan ya da insanlık ne kadar yaratılış gayesine uygun olarak yaşamakta ya da yaratılışının gereğini ne kadar yerine getirebilmekte? İnsanlığın içinde bulunduğu duruma baktığımızda, insanlığın hüsranda olduğu ve dünyanın kan gölüne dönüşmesi, acı, zulüm, gözyaşı, hak hukuk adaletten uzaklaşmış bir hayatın dünyaya hükmetmesi sonucu olarak, insanlığın yaratılış gayesinden tamamen uzaklaştığını söylemek sanırım yanlış olmaz.
İnsanlığın özüne dönmesi yaratılış gayesinin bir gereği olarak, sevgi, saygı, şefkat, merhamet, hoşgörü, adalet, barış ve kardeşliğin hakim olduğu, zulümleri bertaraf eden bir düzenin hüküm sürdüğü, huzurlu ve mutlu bir dünya hepimizin özlemi...
Muhabbetle
Hanife Mert
Yararlanılan Kaynak:[1] Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 192; Ahmed Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri