27 Kasım 2012 Salı

Umudun Bittiği Yerdedir Ölüm!


Bizi yaşatan, hayata bağlayan, zorluklarla mücadele gücümüzü kamçılayan, ölüm ile hayat arasında bir köprüdür umut. 
Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı. İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasında ki çorbada, kimi zaman zenginin bankada ki hesabında, bir hastanın ilacında ki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin,saadetinde gizli...

İnsan umuda  en fazla,  çaresizliğin girdabında kaybolmuşken ihtiyaç duyar. Çünkü çaresizliğin girdabında çabalarken umut anlamlıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır. 

Yapmak istediklerinizin peşine düşmek! Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek. 

Bu çok kolay değil elbet... Hatta hiç kolay değil! Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü?.. Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek "olay daha bitmedi" diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan… 

Kimi zaman da umud eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vaz geçmek yaşamaktan vaz geçmek demek değil midir? Çünkü insan umud ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar. 

Evet sağımız solumuz karanlık görünüyor, öyle bakıyoruz penceremizden; kırmalıyız karaya boyanmış gözlüklerimizi , kırmadan anlayamayız dışarıdaki baharı.

Umutlarımız var , umutlar ki bizi hazırlar yarınlara.

İnsanın umudu bitmemeli, bitmesi kendinin bitmesi demektir. İnsan yürekten, inançla sarılırsa , birlikteliğin gücünü, birleşen ellerin yumruk olduğunu görür ve karanlığa bir balyoz gibi iner o yumruklar. 

Gücümüzün heybetini görürsek, insanın kurtuluşunun, gücümüzün bütünlüğünden geçtiğini anlarız,umut var. 

Umudun bitmesi demek insanın her şeyden vaz geçmesi, hayallerinden isteklerinden, özlemlerinden, beklentilerinden, kısaca yaşamından vaz geçmesi demektir.İşte bu noktada ölümden farksız bir yaşam devam eder.
Çünkü  ölüm, umudun bittiği yerdedir. 
İçinizdeki umut ışığı hiç sönmesin.. 

Hanife Mert














24 Kasım 2012 Cumartesi

Öğretmenlerimiz Gününüz Kutlu Olsun.


Sevgi emek ister, emek ise mücadeleden yılmayan koskoca  bir yürek .. Yüreği sevgi dolu  öğretmenlerimiz,bıkmadan usanmadan verdiğiniz emeğin  karşılığı bir günle sınırlanamaz. 

Bu gün hepimiz için özel bir gündür.Çünkü hepimiz şu anki bulunduğumuz  konumumuzu, emeğini inkar edemeyeceğimiz   eli öpülesi  öğretmenlerimize borçluyuz.  Onların hakkını ödemek çok kolay olmasa gerek.Şartlarının çok ağır,sorunlarının çok fazla, olmasına rağmen asla  mücadeleden vazgeçmeyen öğretmenlerimizi sevgi ve saygı ile yad ediyorum.
Geleceğimizin güvencesi  yavrularımızı da  aynı hassasiyet ve özveri ile  yetiştirmeye çalışan vefakar ve cefakar öğretmenlerimize,  sevgi saygı ve anlayış çerçevesinde  icra ettiği mesleğin ne kadar değerli kutsal ve  onurlu bir meslek olduğunu hissettirebilmeliyiz.
Bu öğretmenler gününün,  geçerli  bir sebebe dayandırmadan, bizim sosyal ve toplumsal yapımıza uygun olup olmadığı göz önüne alınmadan,her fırsatta  değiştirilerek,yap boz tahtasına döndürülen Milli Eğitim Sisteminin  gözden geçirilmesi çocuklarımız ve öğretmenlerimize yaraşır hale getirilmesine,  eğitimin çağdaşlaşması ve bilimsel olarak geliştirilmesi yolunda yeni adımların atılmasına ve öğretmenlerimizin hak ettiği değere kavuşturulmasına  vesile olması dileğimle, başta  başöğretmenimiz M. Kemal Atatürk olmak üzere  onun izinden giden tüm öğretmenlerimizin,  öğretmenler günü kutlu olsun
Hanife Mert

23 Kasım 2012 Cuma

Geçip Giden Ömür


Yorgun ayakları bedenini çekemez olmuş,kısa mesafelerde bile yoruluyordu artık.
Her yola çıkmak istediğinde,dizlerine vuran dünya yorgunluğu,yılgınlığını da aklına getiriyor,
vazgeçmek için yeterli sebep oluyordu kendisine.
Bazen yürürken bulduğu bir kaldırım taşına oturarak belinden ayaklarına vuran
sızının acısını dindirmek için çömeliyor,geçmişte kalan dinç günlerini birazda hayıflanarak aklına getiriyordu.
Bir süre oturması bile geçmişin bütün güzelliklerini gözlerinin önüne getirmeye yetiyor elem bulutları ufkunu kaplıyordu.Ne yaşlanmasına nede ağrılarına yanmıyordu,
bunlar hayatın gelen akışında zarurete binaen tezahür eden olaylardı.
Aklına en çok gelen ve kendisini üzen bom boş geçirdiği bir ömrün elle tutulur bir yanın olmamasıydı.
Hemen hemen bütün arkadaşları ebede göçmüş,kendisini dünyanın meydanında yalnız bırakmışlardı.
Yıllarca birlikte yaşadığı vefakar eşi de gideli epey olduğundan,hayat sahnesinde tek kişilik bir role soyunmuştu adeta.
Uzandığı yatağında,evin tavanına diktiği gözleriyle acılarını harmanlayıp,
sık sık eşinin namaz kıldığı seccadesine gözlerini iliştiriyordu.
Bu yaşına kadar hiç merak etmediği seccadenin efsunlu yanıyle yüzleşiyor,
tespihin imamesindeki vakara gıpta ediyordu.
Nasılda geçmişti yıllar hiç anlamadan,bir ikindi vakti kadar
kısaydı sanki zaman.
Düşünüyordu çoğu vakit şimdilerde;her ezan sesiyle birlikte ayağa kalkan eşini gördüğü halde kendisinin ne yaptığını?
Huşuu ve teslimiyetle boyun eğen secde eden kul olmaya çabalayan,secdenin ardından dakikalarca  dua eden biri vardı evinde bir zamanlar.Buna rağmen,kendisinin ne yaptığını düşünüyordu uzun uzun.
Ezan okuyan yanık sesli müezzinin,”haydin namaza,haydin kurtuluşa”
nidasını duyduğu halde geçip giden yıllarda ne işle meşguldü acaba?Neydi kendisini bunca bağlayan isyana,
dünyaya,bütün davetlere rağmen yüz çevirmeye yönelten?
Yine ağrıları arttı,ayak parmaklarına kadar sızlıyor bütün bedeni,bir bardak su içmeye takati yok gibi.
Geçmişte hoyratça harcadığı günlerinin elemi de eklenince üstüne daha bir dayanılmaz oluyor bu ağrılar nedense.
Geçmesi zor olan yılların su gibi akıp gittiği gerçeğiyle en acı
 şekilde yüzleşmekteydi artık.
Sadece mutfakta duruyordu,ne salona nede odasına gitmek istemiyor,
oda ile mutfak arası kendisine çok uzun bir yolmuş gibi geliyordu.
Ama yıllar yılı aksattıkları da hiç aklından çıkmaz devamlı yaşlı beynini meşgul eder olmuştu son günlerde.
Eşinden arda kalan,ilk evlendikleri yılda aldıkları bir boy aynası
 ve eşinin aldığı ilk seccadesiydi.
Yanında yeşil tespihi,üzerinden belki de binlerce zikir çekilmiş imamesiyele duruyordu.
Sabahları uykusundan uyandığında küçük pencerelerinin önünde oturmuş,
eşinin  Kur’an okuyan hali,sessiz sessiz içten kıraati,şimdilerde nedense özlediği hayıflandığı en güzel zaman dilimlerinden biriydi.
Uzun yıllar beraberce yaşadığı eski zaman kadınlarından olan ve güneş
doğmadan uyanan,her sabah namazında gözlerindeki yaşları sofrasına taşıyan,belki bir gün benim eşimde bana benzer
diye dua eden hali şimdilerde yüreğine sokulan bir hançer gibiydi.
Saatlerce gözyaşı dökerek yaad ettiği bu muazzam tablo geri
dönüşü olmayan zamanın en acımasız yanıydı.
Alçak sesle kendisine, eşinin,“ Bey,artık sende biraz dönsen,vakit geçiyor”
dediğini hatırlıyor,benliğinin en ücra köşesine kadar işleyen bu sözler bütün acılarını unutturuyor,
bu kez de pişmanlığın verdiği ezilmişlik dert olarak kendisine yetiyordu.
Daha önce evinin bütün her yanı kendisine açıktı,şimdi ise sadece mutfak,masa,bir sandalye ve gözlerini hiç ayırmadığı seccade,
seccadeye iliştirilmiş yarım asırlık yeşil tespih vardı kendisine ait olan.Böyle düşünüyordu.
Ne kadar geçte olsa,eşinin davetine icabet edebilirdi,başka da
neye ihtiyacı vardı ki?
Yalnızların yakınını yanında olduktan sonra.
Bir ömrü böyle geçirmişti,bir ömrü hiç geçmeyecek sanarak bitirmişti,bitirirken de çok şeyleri yitirmişti.
Şimdilerde çok daha iyi anlıyor,verilemeyecek hesapların
acısıyle ağlıyordu.Keşke diyordu,keşke…
Ama keşkesiz bir hayatı neden yaşamadığını da düşünüp suçu üstüne alarak mecburi bir boyun eğişle gözleri yaşarıyordu.
Belindeki ağrılar,dizlerindeki romatizmalar,
gözlerinin fersiz bakışı geç kalmış kulluğuna yeterince engel
olmaya yetiyor,şeytanın bir ömür bırakmadığı vesvesesi hala
devam ediyordu.
Bir asra çeyrek kalan ömründen geçen zamanın büyülü havası başını döndürdüğünden
dolayı olsa gerek,kendisini,amelsiz defterini eline almış gibi hissediyor,
üzüntüleri daha da artıyordu. Ne açlığı aklında artık nede susuzluğu.
Ne acılarını hissediyor nede ağaran saçlarına bakıyor boy aynasında.
Düşündüğü tek şey var şu günlerde,bir ömür  böyle avare geçti diyor.

alıntı

22 Kasım 2012 Perşembe

HAYIRLI CUMALAR..Peygamberimiz (s.a.v) Okuduğu ilk Cuma Hutbesi..

Ey İnsanlar!
Kendiniz için âhiret azığı hazırlayınız ve onu kendinizden önce gönderiniz! Elbette bilirsiniz ki, ölecek ve dünyada her şeyinizi geride bırakacaksınız! Sonra Âlemlerin Rabbi, arada bir tercüman ve perde bulunmaksızın sizden herbirinize:
Sana benim Resûlüm gelip, emirlerimi tebliğ etmedi mi?
Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen, bu nimetlerden, kendine âhiret payı ayırdın mı? diyecek!
O da, sağına soluna bakacak, hiç bir şey görmeyecek.Sonra, önüne bakacak, orada da cehennemden başkasını görmeyecek! Öyle ise, yarım hurma ile de olsa, cehennemden kendisini korumaya gücü yeten hemen o hayrı işlesin! Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın! Çünkü bir iyiliğe, on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir.
Selam size,
ALLAH’ın rahmet ve bereketleri üzerinizde bulunsun!

KAYNAK: İbn-i Hişam, I, 118-119, Beyhaki, Delail, I 524

21 Kasım 2012 Çarşamba

Neden Sonra...

Neden sonra farkına varıyorsun 
Etrafındaki korkunç ıssızlığın. 
Yâr olsun,dost olsun,ne arıyorsun, 
adresi belli mi vefasızlığın? 

Aşk,dostluk!.. Hepsi dökülür yapraklar! 
Çıplak bir ağaç durgun suda aksin. 
Yalnızlık dediğin hayatta başlar; 
Kabir boyunca devam etmek için. 
CAHİT  SITKI  TARANCI



20 Kasım 2012 Salı

İnsanın Kendisi ile Barışık Olması..



İnsanın kendisi ile barışık olması 2 şekilde olur. Birincisi, hani her insan islam fıtratı üzere doğar. Bu şekliyle bu fıtratını devam ettirmesi kendisiyle barışık olması demektir. Orjinal halini koruması ona sahip çıkması ve onunla yaşamaya çalışması gibi. Diğeri de normal yaşamı boyunca, dini inancı gereği yaşantısı ile gurur duyması ve kim olursa olsun karşısında, onurlu ve dik durmayı başarması. Kendisini sevmesi güzel görmesi gibi.Kibir değildir bu, gurur değildir bu. İnancıyla yaşantısıyla elinden geldiğince övünç duymasıdır. Bir yerde şükretmesidir, hamd etmesidir. Bir kalıba girmek ne kadar yetersiz, yani sadece namaz kılmak, sadece oruç tutmak, sadece kapanmak gibi... İnsanın bilgili olması neyi niçin yaptığını bilmesi, bir şekilde yaşayan din olması. Zaten İslamın da istediği bu değil mi?
İnsan bir kimliğe bürününce her yönüyle örnek olması gerekir. Bu anlamda bilinçli ve devamlı olmalı… Toplumun çok iyi örnek kimselerin olmasına gerçekten çok htiyacı var.
Hem görüntüsüyle, hem yaşamıyla, konuşmasıyla, ahlakıyla…Bunun da tek yolu; Peygamberi ahlakla ahlaklanmaya çalışmaktan geçiyor. Başka türlü değil,Onu tanımakla ,İslamı bilmekle mümkün. Örneğin örtü konusunda; etrafta bazı acayip örtünenler görüyorum.Örtünüp de onlar gibi ahlaki davranışlar sergilemektense bırak farklı olsun…
Kuru cahil bir takım işleri yapınca sonuç kötü oluyor. Ben bazen sokakta çarşaflı kimseleri görünce acaba bunlar niye böyle diye onlara değil de, kendime sorarım. Eğer bilinçliyseler böyle olmamaları lazım derim, yok eğer değillerse sırf iyi niyete kötü örnek oluyorlar diye düşünürüm. Çünkü onları görenler gerçek islamda bu tarz giyim şeklinin olduğunu düşünüyorlar, ve bize, müslümanlara kötü gözle bakıyorlar, dışlamaya çalışıyorlar. Zamanla her şey değişti.Çerceve esas olmak üzere esası kaybetmememiz lazım, yoksa içi boş şekillere kalıyor.
din= sakal
din=örtü
din= şalvar
din=çarşaf oluyor..
Oysa peygamberimiz(s.av) tek kelimeyle ne güzel özetlemiş İslamı; “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur. Güzel ahlak insanın kendisine başkasına ve Yaradanına karşı iyi birey olması demek değil mi? Başkasına karşı iyi birey olan başkasını rahatsız edecek giysi giyer mi? Kendi dışında ötekine karşı yararlı olacak kişi, hem sözel, hem davranışsal hem de görüntü olarak aykırı olur mu?
YAŞAR GEDİKLİ
(Yaşar Hocama Allah rahmet etsin,mekanı cennet olsun,
nur içinde yatsın inşaallah)

19 Kasım 2012 Pazartesi

Birlikten Kuvvet Doğar


Özellikle 1980 öncesi dönemde çocuk olmayanlar bilir. Kuyruklarımız meşhurdu. Yağ kuyruğu, gaz kuyruğu, tüp kuyruğu vs. Özellikle zam geleceği zaman şeker, pirinç, fasulye yağ gibi gıda maddeleri saklanırdı. Daha yüksek fiyatta halka satılırdı. Bunu alabilmek için de halk  kuyruklar oluştururdu. İnsanlar sabahın erken saatlerinde sıraya girer, İtiş kakış izdiham yaşanır,ayrıca yer kavgası da cabası..
Kuyruklar sadece gıda maddelerinde değil, her şeyde her yerde olurdu. Banka, belediye, elektirik işletmesi, hastaneler, sinemalar, maç  türübünleri gibi… Kurumlara yapılacak ödeme günlerinde de aynı şekilde insanları canından bezdiren kuyruklar oluşurdu. Sabahın erken saatlerinde daha ilgili kurum açılmadan kapısında yığılmalar olurdu. Kurum açılır insanlar içeri hücum eder yine sıra kaybolur. İşin yoksa bir de sıra kavgası yap. Ne günlerdi o günler.
Teknolojinin gözünü seveyim. Numaratör sistemine geçildi de. Kuyruğa girme izdiham yaşama derdi kalmadı, diye sevinirken, bize teknoloji mi dayanır? Sistemi istediğimiz şekle dönüştürmede üstümüze yoktur. Her yerde, her şeyde  olduğu  gibi para ön planda… Ne kadar paran varsa, o kadar  değerin vardır.
Bu gün  kredi kartımın son ödeme günü idi. Sabah ödeme düşüncesi ile evden çıktım. Bankanın birine geldim. Numaratörden numaramı aldım. Benim önümde yaklaşık  27 kişi vardı. Beklemektense diğer bankadan da numaramı alayım diye düşündüm ve diğer bankadan da fişimi aldım. Orada da yaklaşık 18 kişi vardı önümde. Tekrar ilk fiş aldığım bankada bekledim bir süre sonra  işimi hallettim ve oradan diğer bankaya geçtim. Baya da kalabalık. Kimileri oturuyor, kimileri ayakta. Bekle bekle bizim numaraya bir türlü sıra gelmiyor. Bizden sonrakiler geliyor işlemini yaptırıp çıkıyor. Ben numarayı 10.30 gibi aldım. Saat 11.45 oldu. Hala  benim numaradan bi haber. Artık kızmaya başladım. Sabır sabır dedim baktım olacak gibi değil. Yanımda oturan insanlar da şikayetçi durumdan ancak ses çıkarmıyorlar. Ben daha önceki tecrübelerimden biliyorum. Bu banka fiş sırasını para hareketi en fazla olan müşterilerine öncelik veriyor. Eğer çok paranız yoksa, girdi çıktı işlemleriniz olmuyorsa bekleyeceksiniz!  Size ne zaman sıra gelir Allah bilir. Baktım olacak gibi değil.Ayağa   kalktım, orada ki insanlara gelin müdüre çıkalım bir çözüm bulsun dedim. Önce tereddüt ettiler. Sonra bir bayan arkamdan gelmeye başladı. Baylar da katıldı.Sanki biraz tereddüt eder gibi idiler. Bayan onlara bizi  yalnız bırakmayın diyordu. Ben beklemedim çıktım. Müdire hanımın yanına  durumumuzu izah ettim. Biraz da sert çıktım. Hemen bir telefon, daha  biz aşağı inmeden işimiz halloldu..
 Banka yetkilileri gelecek aylarda bu toplu tepkiyi dikkate alır da sistemi düzeltir mi bilmiyorum? Lakin  bildiğim  bir şey  var ki; bu ülkede eğer sessiz kalırsan üzerine bindikçe biniliyor. Ama eğer bir haksızlık varsa uygun bir dille, toplu olarak  tepki ile dile getirmişseniz de çözüme kavuşturuluyor.  Bir diğer konu ise, insanlar kendi başına bir şey  yapamıyor. Onları  yönlendirecek, "hadi!" diyecek birine ihtiyaç duyuyor.  
Artık bu halk koyun değil, şartlar olgunlaştığında ortamını bulduğunda birlik olarak tepkisini gösteriyor. 
Çünkü bilir ki; birlikten kuvvet doğar.
Hanife Mert

"BATIDA ON YIL" HÜSEYİN GÜZEL

  Merhaba sevgili blog dostlarım, Her ne kadar düzenli yazamasam da fırsat buldukça sayfamı ziyaret ediyor, sizlerin paylaşımlarını okumaya ...