felsefe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
felsefe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2012 Cuma

Düşün Ya incittiğin,kırdıgın gönlü ALLAH (cc) seviyorsa!!!.

 
Düşün Ya incittiğin,kırdıgın gönlü ALLAH (cc) seviyorsa!!!.

                    Yaralı yürekler, okşanmaktan hoşlanır yumuşak ellerle.

Uzattığın el, ipekten olsun.. söylediğin söz kalbten.. bakışların içten.. kucak açışın candan… iltifatın inancından ve gadabın da adaletinden olsun..!!
*Başkalarına karşı alabildiğine müsamahalı, nefsine karşı da yüzde yüz acımasız ve katı ol. Eden kendisine eder
. Yapan bulur ve çeker..!!
Unutma! Kazanmak, koca bir ömür ister. Kaybetmeye ise ânlık gaflet yeter..!!
*Vefasız kimsenin gönlü gamla, matemle dolsun; vefası olmayan, şu alemde olmasın, yok olsun!”
*Bir gönlü mü kırdın; ağlamalısın. Hele özür dilemesini bilmiyorsan; senden dost olmaz, Senden yâren olmaz.. ya incittiğin, kırdığın gönlü ALLAH (c.c.)
seviyorsa..! RASULULLAH (S.A.V.) seviyorsa..! hatta arz-ü sema dahi seviyorsa..!!
Nerden bileceksin, bilmiyorsun.. Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan.. *Her varlığı yalnızca ALLAH’tan (c.c.) ötürü sevmek ve övmek gerektiğini asla
unutmamalısın…!!

”ALLAH (c.c.) seni mahlukattan uzaklaştırdığı zaman, bil ki sana kendi dostluğunun
kapısını açmak istiyordur”
(Ataullah İskenderani)
 

5 Mart 2012 Pazartesi

En Uzaktaki En Yakındır Bazen..




 
En uzaktaki en yakındır bazen
Bazen elinin değemediğine yüreğin değer, yüreğin dokunur
Yüreğinin dokunduğu teselli eder seni,
Yaralarını sarar, düğümlendiğinde boğazın
Nefes aldırır sana...
Tekrar tutunmak istediğinde hayata,
Sıkıca tutar elinden...
Hayatın bütün virajlarından canın acımadan döndürür seni,
Yaraların bile çabuk iyileşir o zaman.
Taşlı sulardan ayakların kanamadan geçip gidersin,
Düştüğün kuyulara bile ya bilerek düşersin,
Ya da kenarından geçip gidersin.
Hayat ve içindeki her şey,
Bir yolculukta camdan seyrettiğin görüntülere döner.
Resmin dışından bakarsın hayata.
Uzaktakinin gerçek yakınlığı teselli eder seni,
Seni asıl bilenin ve en çok sevenin tesellisidir bu aslında,
O seni bilir, ne ile mutlu olacağını, neyi seveceğini de bilir.
Hangi merhemin iyi geleceğini de yine en iyi O bilir.
Yarayı açan da merhemi süren de O dur.
Eğer duyabilirsen içindeki Ona ait sesi,
Sesini duyurmuş bir garibin, yorgun ama mutlu bakışıyla,
Gözlerini kaldırıp gökyüzüne, Ona bakarsın,
Bilirsin, sen her konuşmak istediğinde sadece ve sadece O hazırdır.
En yakın ama, en uzak da olabildiğin O dur aslında,
Sen seçersin Ona uzak ya da yakın olmayı,
Hayatındaki bütün mesafelerde Onun izi vardır.
Ona yakın olduğunda her şeye de yakınsındır aslında,
Sorduğu her soruda kendini göstermek ister sana,
Hayatın eli en tatlı dokunuşlarıyla okşarken seni,
Sen şifreyi çözmeye çalışırsın.
Bu sırada hayatındaki yakınlar ve uzaklar yer değiştirir,
Yakın bildiklerin uzak, uzak bildiklerin de yakın olur.
Çözemediğinde tekrar tekrar sorar sorularını, hiç bıkmadan,
Şifreleri hayatın içinde gizler, çözdükçe güçlenirsin,
Her bir soru arasında sana teselli zamanları bırakır,
Yorulduğunu Ondan iyi bilen var mıdır?
Soruyu çözemediğinde ise soruyu sevmeye çalışırsın,
Hatta bir adım öteye giderek soruyu soranı da seversin,
Gerçek uzaklık nedir aslında ya da gerçek yakınlık ...
Bildiklerin midir yakın olan, uzaklar hep bilmediklerin midir.
Ey uzak görünüp de en yakın olan;
Sana yakınlığımı artır
Ey soruları soran;
İstediğim bütün uzakları benim için yakın eyle,
Kalbimi sıkan bütün yakınları da uzak eyle,
Ve bütün bunları gönlüme de sevdir olur mu…
alıntı

4 Mart 2012 Pazar

Hayatın Anlamı, Mutluluğun Mayası Sevgi..

Düzenle

Hani bazen öyle anlar vardır ki, sevgide sınır tanımazsınız..Yüreğinizi öylesine açarsınız ki, başka bir şey düşünmeniz adeta imkansız hale gelir. Öyle ki, tek gayeniz hayatın getirdiği kargaşanın derinliklerinde kaybolup, yaşanamayan,yüreğinizin tozlu raflarında bir kenara atılan, unutulmaya yüz tutan gönül ilacınızı o tozlu gönül hanenizden çıkarmak ve sunmak..
Çünkü insan sevgisiz yaşayamaz. Hayatın anlamı, mutluluğun ilacı, insanın mayası sevgi..İnsan özünden uzak kalabilir mi? Sevgi sözde değil özde yaşanır. Dolayısıyle yüreğinde özünde bunu hissedemeyenlerin, kalpsizlerin, merhamet vijdan duygusundan yoksun, hayatı madde üzerine şekillendirenlerin sevgiden söz etmesi mümkün mü?
Hem dünya nimetlerine sıkı sıkıya bağlanacaksın, hem maddi kazanımların ince hesapların peşine düşüp hırsına hırs katıp önüne çıkanları ezip geçeceksin sonra da sevgiyi yaşamaktan söz edeceksin .. Bu anlamda bir sevgi ancak sözde ifade edilen öze inememiş bir sevgidir..Böyle kişilere sevgi ile yaklaştığınızda; karşılık olarak gördüğünüz tepki size bir tokat gibi gelir. Neye uğradığınızı şaşırır, duygu dünyanızda adeta şok etkisi yaşarsınız, travma geçirirsiniz. Kendinize gelmeniz zaman alır.
Sevginin en çok yazılıp konuşulduğu dönemdir,içinde yaşadığımız dönem..Zira, yaşayan azaldıkça konuşanlar çoğalıyor..Konuşulan ve yazılan sevgi yürekte taşınamayan taşan sevgidir. O yüzdendir ki, her gün karşılaştığımız asık suratlı, mutsuz, umutsuz,karamsar görünümlü insanlar yüreklerinde sevgi hissi olduğunu unutanlar yaşayamayanlardır.
Oysa, Sevgiyi asıl söyleyen,yaşamaya vesile kılan bedenin bütünüdür. Çünkü insanın içini gerçek manada sevgi donatırsa, bütün vücut ruhun dili olur. Sevgiyi yaşayan aldığı nefes, attığı adım sevgi olur. Sevgi ayrı ve özel bir eylem olarak görünmez sevende... Çünkü onun her işi, her sözü, her özelliği sevgiden ibarettir.Sevgi insanı, havasız susuz ekmeksiz yaşayabilir ama sevgisiz yaşayamaz.
Sevgide pazarlık olamaz. Herhangi bir ticari ilişki de alma verme hesapları da söz konusu değildir. Sevmek için bir sebepte gerekmez. Çünkü sevgi emektir, sevgi fedakarlıktır, sevgi sevdiğinde fani olabilmektir. Sevği, sevdiğinin “ hadi dediğinde” nereye ?diye sormamaktır...
Böylece sevmeyen ve böylesine sevilecek olanı bulamayan, sevginin uzağındadır.
Öyleyse, en çok sevilmesi gereken, bu muhteşem duyguyu yoktan yaratıp yüreklerimize hediye edendir. En çok sevgi, sevmeyi bize öğretene olmazsa, sevgiye saygısızlık yapılmış olmaz mı?

En çok Allah'ı sevmemek, sevginin öz kaynağından koparılmasıdır.
Kaynağından koparılan sevgi, sevgi olmaktan çıkar ve sahte bir görünüme bürünür. Her şeyin sahtesi kötüdür, çirkindir, çekilemez ama, sevginin sahtesi, ne yenir, nede yutulur. Sevginin sahtesi hiçbir şeye benzemez. Çünkü sevgi samimiyetle mayalanmadan kendisi olamaz, varlığını bulamaz, özelliklerini kazanamaz.


Bize bu güzel duyguyu bahşeden Rabbimize ne kadar şükretsek azdır..Sevgi ustası Yunus Emre’nin “Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü” sözü ile bizler de yüreğimizdeki sevgi mayamızı eksiltmeyelim.Yaratılan her şeye karşı sevgi borcumuzu ödeyelim..Kaldı ki,hayatta ki mutluluğumuz, yaşama sevincimiz sevgiyi yaşamamızla mümkün oluyor.Yaşama sevinci sevgiyle kalplere doluyor…
Hanife MERT

3 Mart 2012 Cumartesi

Keşkesiz bir hayat ve üç nokta...


 Resmin üzerine Tıklayınız…
Hani bazen kendini… Çok yalnız hissedersin ya,
Hani başını Bir dost omuza yaslayıp, Sessizce ağlamak Gelir ya içinden,
Hani bir şeyler içini karartır ya,  Keşkesiz bir hayattır istediğimiz…

Keşke noktalama işaretleri kadar insaflı olsaydı parantez, içlerine sığdırmaya çalıştığımız hayat, Her noktanın ardından cümleler kurabilseydik yeniden…
Yaşamı virgüller ile uzatabilseydik keşke…
Tırnak içine alınmış hayatlarımız olsaydı…

Eskiler öyle yaparmış…  SEVENLER,Sevdiklerine “Seni Çok Seviyorum” anlamına gelen satırların sonuna üç nokta -…- koyarmış…
Ve üç nokta koyabilseydik tüm sevgilerin arkasına…

Keşkesizliği hedeflerim ben hayatımda… “Evet ya da hayır” hep sevimli gelmiştir bana… Hayatı düz çizerim... Zikzaklarım yoktur… Kaybetmişsem boynumu eğerim… Kazanmışsam zaten benim olmuştur……
Keşkesiz bir insanımdır... Yanında yaşadıklarımız...  Yâda dostlarımız…
Karsısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil, zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan birimidir yitirilen?
Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır keşkesizliği bu şekilde dillendiren?
Nedenlerini merak etse de, gözyaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükûnetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kâfi gelen insanlara mı dostum deriz?
Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karsımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildiğimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
Ne bileyim, ayni fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi şaşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır…  Başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını mı tutmaktadır? Paylaştığı her şeye ölüm de mi dâhildir?
Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir? Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda? Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?

İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için…

alıntı

1 Mart 2012 Perşembe

Dostluk


dostluk, dost yazılı resimler, dostluk  yazılı resimler
Dostluk, bizden olmayana, bizim gibi düşünmeyene yüreğimizin kapılarını kapamak değil, hataları olanları hatalarından dolayı yalnız bırakmak değil, günahları olanları kendi terazimizde yargılamak değil.
Dostluk bizden olmayana bizdeki güzelleri gösterebilmek, bizim gibi düşünmeyenlerin de düşüncelerini dinleyebilmek, hataları olanlara yanlışlarını gösterebilmektir.
Dost, dostlar, günahıyla sevabıyla bizden olan, gönül bahçelerimizin kapılarını sonuna kadar açtığımız yegane insan veya insanlar...
Dostlar ırmak gibidir. Kiminin suyu az, kiminin çok. Kiminde ellerin ıslanır yalnızca, kiminde ruhun yıkanır boydan boya...
Eğer ki dost dediğimiz insanı herşeyi ile kabul edebilmişsek, güzel yönlerine güzellikten bakabiliyor, hatalarına birlikte yanıp, birlikte ağlayıp, birlikte düzeltme yoluna gidebiliyorsak, dost acı söyler ama doğru söyler hoşgörüsüyle hareket edebiliyorsak ve kırılmadan, gücenmeden bütün açık yürekliliğimizle konuşabiliyor, birlikte dertlerimize çareler arayabiliyorsak, dostun ruhunu yıkayan ırmağı olabilmişizdir...






27 Şubat 2012 Pazartesi

Gerçek Huzur ve Mutluluk Kur'an Ahlakını Yaşamakla Elde Edilir.



   Huzursuz bir hayat yaşayan insanların içinde bulundukları en büyük yanlış, çözümü Kuran ahlakında aramamalarıdır. Bu kişiler içinde bulundukları durumun açmaz bir hal aldığını açıkça görürler. Yaşadıkları hayat tarzının, benimsedikleri karakter yapısının onlara istediklerini vermediğini, kendilerini tatmin etmediğini ve hatta sıkıntıya soktuğunu hayatlarının her anında hissederler. Ancak buna çözüm olarak Kuran ahlakı dışında pek çok alternatifi deneseler de sonuç yine mutsuzluk ve huzursuzluk olmaktadır. Bu insanlar için gezme ve eğlenme zamanı bir serap gibidir. Hiçbir gerçekliği yoktur. Sadece eğlendiklerini ve hoş vakit geçirdiklerini zannederler ancak içlerinde duydukları sıkıntı ve hoşnutsuzluğun da farkındadırlar. Rabbimiz bir Kuran ayetinde inkar eden insanların dünya hayatında yaptıklarının birer serap niteliğinde olduğunu şöyle bildirmiştir:

“İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.” (Nur Suresi, 39)

Unutulmamalıdır ki, gerçek anlamda mutluluğun kaynağı, hayatı ve ölümü yaratan Yüce Allah’a iman etmek ve Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Yüce Allah Kuran’da sadece bu şekilde hareket eden kullarına huzur ve mutluluk vereceğini şöyle bildirmiştir:

“Erkek olsun, kadın olsun, mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi, 97)

Asıl önemli olan, sonsuz ve kusursuz olan hayatın ahiret hayatı olduğunu unutmadan yaşamak ve ömür boyunca büyük bir kararlılıkla Allah’ı razı edeceği umulan salih amellerde bulunabilmektir.

alıntı
   

23 Şubat 2012 Perşembe

Neyin Hasretini Çekiyoruz?


Neyin Hasretini Çekiyoruz?


,

Neyi çok severseniz ve neye bel bağlarsanız, onunla imtihan olursunuz.
Düşüncelerinize takılan v e aklınızı meşgul eden, geceleri uykularınızı bölen neyse, onunla karşılaşırsınız.
Hasretini çektiklerinize bir bakıverin. İsteklerinize ulaşmak için çabaladıklarınıza. Çabanız ne yöndeyse ona yönelirsiniz. Ve onunla da imtihan olunursunuz.

İmtihan edildiklerinize bir bakıverin, kayda değerse kaydetmeye devam edin yüreğinize.
Lakin unutmayın, sizin kaydettikleriniz de kaydediliyor her an.
Hasretleriniz yakıyorsa yüreğinizi, değsin yüreğiniz yanmaya. Yangınlarınız nefsinizi de yaksın, sadece yüreğinizi değil. Kuruyorsa göz pınarlarınız ağlamaktan, yoruluyorsanız eğer beklemekten, ardınıza bir bakıverin. Uğruna ağladıklarınıza… Beklediklerinize…

Alçaltıyor mu sizi? Yüceltiyor mu? Korkmayın, sorun kendinize. Vicdan aynasına bakın, yüzleşin içinizle. Hatta kalbinizle, hatta gözlerinizle, hatta nefsinizle…

Değiyor mu acaba, ne zaman son bulacağı belli olmayan kısacık hayatınızda uğruna yandıklarınız? Değiyorsa bırakın varsın yansın ebediyen.

Hayatı Anlamlandırabilmek
Bir şeyler yaşanıyorsa şu kısacık hayatta, anlamlı olmalı, yaşanan her ne varsa.
Anlam kazandırmak, aklımıza ve irademize bağlı. Aklın ve iradenin hakkını vermek
bize bağlı. Yaşamak için yaşamamalı sadece, atılan her adımda O anılmalı, nefes
alış verişlerimizi O’nunla değere bindirmeliyiz.

Hayatımızı değerlilerle değerlendirmek bizim ellerimizde. O’nu anmadığımız
günleri yaşanmamış saymalıyız, O olmadıktan sonra yanımızda, ne kıymeti var alıp
verdiğimiz solukların.

Hayatınızı kime adarsanız onunla fanileşir ya da ebedileşirsiniz. Karun parayı
sevdi, Ebu Cehil kibri sevdi, Firavun zulmü. Kim neyi sevdiyse onunla yandı.
Şeytan gururu sevdi, gurur kovdurdu onu cennetten. Bir anlık hatasıyla kaybetti
ebediyeti. Pişmanlığı fayda vermedi, konumunu kendi elleriyle yerle bir etti.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Allah’ı sevdi, hayatının
odağında hep Rabbi vardı. Ve her adımında biraz daha zirveleştirdi O’nu Allah
sevgisi.

Hayatımız bir emanet, suya kapılmış, yele savrulmuş, kuytularda unutulmuş bir
hiç değil. Hayatımızı kıymetlendirmek bizim ellerimizde, kıymetlilerle beraber…

Ayağımız takılıyorsa taşa bir yerlerde, bir diken kanatıyorsa parmağımızı,
sorgulamalıyız kendimizi. Gereksiz olan neye takıldım da şimdi ayağım taşa
takılıyor diye.

Sizin Hayatınızın Odağında Kimler Var?

Şimdilerde çok daha farklı telaşlar var dünyamızda. Takip ettiğimiz yollar,
özendiğimiz hayatlar, pek de cennete davetiye çıkarmıyor. Mal mülk biriktirme
sevdası adına her şeyi mubah sayan aklımız, magazin sayfalarında, televizyon
kanallarında ya da kahve köşelerinde aradığımız, heba ettiğimiz hayatımız, yakıp
yıktığımız iç dünyamız.

Neye bağlanırsak onunla imtihan oluruz. Bağlandıklarımız bir şey ifade ediyor mu
yarınımız adına? Yarınların güvencesi sadece bu diyarlar için mi geçerli! Ya
ahiretin güvencesi ne olacak? Neye bağlanırsak, neyi takip edersek onunla
karşılaşacağız. Peki, karşılaşacaklarımız bizi kurtarmaya vesile olabilecek mi?

Ne var hayatımızın odağında, kimlerle hem dem oluyoruz, O’nu hatırlatıyor mu
dost bildiklerimiz? Attığımız adımların kaçı O’nun için? Yoksa biz sadece
yaşamak için mi yaşıyoruz? Talip değil miyiz cennete? Talip değil miyiz henüz
görmediğimiz fakat düşününce titrediğimiz Rabbimize?

Biz neye tutunduk kurtulmak için? İmtihanlarımız bizi O’na götürüyor mu? Yoksa
uzaklaştırıyor mu? Yüceltiyor mu? Yoksa alçaltıyor mu?
Bugün sevdikleriniz, hasret çektikleriniz, yarın cehennemin alevleri arasından
çekip alacaksa sizi, sevmeye ve hasret çekmeye devam edin!

alıntı

20 Şubat 2012 Pazartesi

Aziz Dost!!!!



 Aziz dost !..Zorluklar karşısında ümitsizliğe kapılma.Sıkıntıların arasında,Karanlıkların içinde,Kendi kendini hapsetme !..Geceler hep gündüzlere gebedir.

Her Yokuşun Bir İnişi Var
Aziz dost !..
Zorluklar karşısında ümitsizliğe kapılma.
Çünkü her şeyin bir sırası vardır.
Açlıktan sonra tokluk,
Uykusuzluktan sonra uyku,
Hastalıktan sonra sağlık vardır!..

Elbette ki;
Sefere çıkan, bir gün dönecek,
Uzakta olan gelecek,
Kaybolan bulunacak,
Ve karanlık,
Bir gün aydınlıkla son bulacaktır.

Çünkü;
Her yokuşun bir inişi,
Her zorluğun bir çözümü vardır!..

Aziz dost !..
Müjdeler olsun;
Geceyi kovalayan bir gündüz var.
Karanlığı kovalayan..
Dağların, tepelerin üzerinde..
Derelerin, vadilerin arasında..
Beliren bir ışık var !..

Müjdeler olsun;
Sıkıntıdan sonra gelen,
Onu unutturan,
Belki yarından daha yakın olan,
Bir ferahlık var !..

Çünkü ;
Her yokuşun bin inişi
Her zorluğun bir çözümü vardır !..

Uçsuz bucaksız çölü,
Ve engin denizleri görürsen,
Bil ki;
Onun ötesinde,
Kıyısında,
Yeşil vâhalar..
Şırıl şırıl akan sular vardır!..
Sürekli çekilen bir ipi görürsen,

Bil ki;
Bir gün gelecek
O ip kopacaktır !..

Çünkü;
Her göz yaşından sonra bir gülümseme,
Her korkudan sonra bir güven,
Ve her ürkeklikten sonra bir durulma vardır !..

Aziz dost !..
Tarihin derinliklerine dön ve unutma;
Ateş bile,
Hz. İbrahim’i yakmamış…
Çünkü ilâhî kudret,
Ona bir serinleme penceresi açmıştı!..
Ateş onu yakacağı yerde,
Onu serinletmişti!..

Deniz bile,
Hz. Mûsâ’yı ve beraberindekileri boğmamış…
Çünkü ilâhî güç,
Onları yalnız bırakmamıştı !..

Yılan bile,
Azılı düşmanlar bile,
Son peygamber’e ve mağara arkadaşına
Zarar vermemiş…

Çünkü;

“korkma Allah bizimle beraberdir” inancı,
Onların tek güvencesi olmuştu !..

İnsan vardır;
Zamanın kölesi olmuş..
Sıkıntıdan,
Uğursuzluktan,
Başka bir şey göremez olmuş…
Çünkü o,
Yalnız odanın duvarlarına,
Ya da evin kapısına bakmıştır…

Oysa;

Duvarların ötesine bakıverse..
Surların dışını düşünebilse..Görebilse..
“Gün doğmadan neler doğar” ı kavrayabilse;
Zindan bile onun için bahar olur.

Çünkü o zaman bilir ki;
Her yokuşun bir inişi,
Her güçlüğün bir çözümü vardır !..


Şu halde aziz dost !..
Sıkıntıların arasında,
Karanlıkların içinde,
Kendi kendini hapsetme !..
İçinde bulunduğun zor ortama,
Kendi kendini mahkum etme !..

Günler geçicidir.
Zaman değişkendir.
Geceler hep gündüzlere gebedir.
Gelecek ise gizlidir.
Onu bilen ve yöneten
Yalnız bir yüce varlık vardır!..
Ola ki yakında O,
Mutlu bir ortam yaratacaktır.

Çünkü inanmalısın ki;
Her yokuşun bir inişi,
Ve her zorluğun bir çözümü vardır.
alıntı

17 Şubat 2012 Cuma

Gözyaşım..

  Ne müthiş duygusun sen...renk renk akıveriyorsun gözlerimden...
Hüzünlerimle, sevinçlerimle, umutlarımla, çaresizliğimle koşuyorsun peşimden...
Adını bulamıyorum sen söyleyi ver ''Gözyaşım'' kimsin sen?
Hayata açar açmaz gözlerimi seninle tanıştım taa ki anne kucağına verilene denk...
Nedir anne kokusun da ki sır ki dindiriverdi damlalarını...
Bu bir ilahi mucize Bu bir ilahi mesaj mı bana?
Çocukken ne çok sıgınırdım ne çok saklanırdım arkana...
En mutlu günlerimde de benimlesin...
Şükre dogru yol alırız birlikte
Dönüşüverir damlaların Yaradana teşekkür'e...
Hüzün demlerinde öyle dokunaklı akarsın ki
Dualar eşlik eder sana...
Götürürsün benliğimi alemlerden öteye...
''Gözyaşım'' sen bitanemsin
Beni Rabbime yaklaştıran en güzel vesilesin
''Gözyaşım'' hadi başla durma!!!
ıpıl ıpıl akmaya....
alıntı
 

Ne Güzeldir Birine İyi ki Varsın Diyebilmek..

Ne güzeldir birine ' İyi ki Varsın' Diyebilmek..
Bu ' biri' hayatınızdaki o boşlukta iyilerin derinliğini bırakmıştır.Bıraktığı derinlik de,
devamında iyi damlalarını ardından getirmek de gecikmeyecek ve 'İyikiler' denizini oluşturacaktır.
Bu deniz berraktır.Ayaklara batacak çakıldan ıraktır. Ne kadar derine giderseniz gidin denizin dibi
aynı mavilikte olacaktır.
Bu deniz sukundur.Sizi fırtınalarında savurmaz. Başka denizlerdeki fırtınaların önceden habercisidir.
Onu izlerken dalıp gidersiniz hayallere, ama şu anki gerçeklerle..
Bu deniz Filizdir.Yeşilinin taze kokusu,yeni doğuşların müjdesidir. Emekle beslenir,meyveleri
çeşit çeşit renk renkdir.
Bu deniz paylaşımdır. Lokman ağzındayken, kursağı boş olanları düşünmektir. 'Ne fark eder ki' deyip geçmemektir.Binlerce deniz yıldızı sahile vurduğunda,'hangi birini okyanusa geri göndereceğiz' dememektir. Bir tanesi için bile çok şey fark ettiğini bilmektir..

Bu deniz ' Sevgi' dir.. Her harfinin hakkını vererek söylemek,değerini bilerek yaşamaktır.
Sözde değil Özde Sevmektir...
Bu gün kaç kişiye ' İyi ki Varsın ' dediniz..
Hayatlarımıza zaman eklenirken,Zamanlarımıza hayat eklemeyi unutmayalım...
(alıntı)

15 Şubat 2012 Çarşamba

Dostluk Mesafe Tanımaz..


Sevdikleriniz sizden kilometrelerce uzakta olsa da yalnız değilsinizdir şu hayatta. Sizi düşündüğünden emin olduğunuz bir yürek varsa asla güçsüz de düşmezsiniz uzaklarda. Hani hep derler ya gözden uzak olan gönülden de uzak olur diye. Yok öyle bir şey gönüle dokunmayı bildikten sonra, ister 5 adım ötede ol ister denizler ötede, ikisi de aynı.

Sevgi dil, din, ırk ve mesafe ile orantılı değildir, ne kadar içtenlik taşıdığı ile orantılıdır.

Farklı şehirlerde, farklı ülkelerde de olsanız, farklı farklı hayatlar da yaşasanız, bazen aynı anda telefonlara sarılırsınız, bazen de eş zamanlı mesajlar çekersiniz dostunuza. Hayatı onunla beraber yüklersiniz omuzlarınıza.. Sıkıntılara çareler ararsınız, sevinçlere kutlamalar yaparsınız ayrı ayrı şehirlerde...

Hatta bazen onun canı yanmadan günler öncesinden canınız yanar da siz bile şaşırırsınız rastlantılara. Ama inanırsınız o sizin canınızdaki parçadır çünkü.
Onun ne hissettiğini biliyorsunuzdur.

Radyoda hasret dolu bir şarkı çalar siz şarkıyı değil dostunuzu dinlersiniz. Otobüste giderken gülersiniz durduk yerde çünkü dostla paylaşılan bir hatıra gelmiştir hafıza defterinizden önünüze. Keşke sende gelebilseydin ile başlayan buluşmalar anlatılır, saatlerce sonra biraz hayıflanılır beraberce. Bir anda fark edersiniz ki oradadır. Zaten hep yanı başınızda.

Bazen umulmadık anlarda gözleriniz dolar ağlarsınız. Sırf uzaklardaki bir dost acı çekiyor diye. Bir güvercinin kanadına yüklersiniz içinizdeki tüm sevgi tohumlarını yollarsınız, acısını biraz olsun dindirsin diye. Bir buluta yüklersiniz gözyaşlarınızı, her yağmur damlasıyla ağlarsınız onunla. Onun şehrine ait kültürel faaliyetleri araştırırsınız net sayfalarında. Birlikte programlar yaparsınız gerçekleşmeyeceğini bilseniz de, hayal kurmakta parayla değil ya kardeşim deyip gülüşürsünüz msn de veya telefonda...

Bazen özleminiz öyle sarar ki bedeninizi ona dokunmak, yüzüne doya doya bakmak istersiniz. İlk uçakla ya da ilk otobüsle ansızın çıkmak istersiniz karşısına.. Uzun zamandır istediği bebeğine kavuşan minik kızın mutluluğunu görürsünüz haylaz bakışlarında... Kum ile suyun kucaklaşması gibidir bu... Bir merhaba ile başlar her şey paylaştıkça bir nehir olur içinden geçer dostların. Sizde kaptırırsınız kendinizi onun sevinç sarhoşluğuna.. Bazen konuşursunuz hiç nefes almadan dakikalardan ne çalarsam kâr diye. Bazen susarken anlatırsınız tüm hissettiklerinizi gözlerinizle. Görmeseniz bile...

İşte uzaklarda dostluk böyle bir şeydir. Onun kalbiyle hissetmeyi öğrenirsiniz, tekrarlarla yaşarsınız ayrı şehirlerin inadına...

Çünkü dostluğun dil, din, ırk ve kilometre tanımadığını en iyi siz bilirsiniz..




Yaprağın Kaderi Düşmektir..



Bir fidan yeşerir umudun bittiği yerde,
bir fidan tutunacak dal olur uçurumun kenarında!
yeşerir solmuş yaşamın gölgesinde,
umutsuzluğa inat umut dalları büyütür insanın içinde!
her yaprak farklı bir umudu simgeler,yeşerdikçe dallanıp budaklandıkça
hayatın yaşamaya değer olduğunu hissederiz.
Hani yalanlar içinde gerçek oluşturmaya çalışırız ya kimi zaman,
ya da fırtınalı yüreğimizde sığınacak liman ararız,
işte yoklukta varlığa tutunmak için yalancı fidan büyütürüz içimizde
ve de umudumuzun yapraklarıyla bezeriz!

Fakat kaçınılmaz bir kader vardır;YAPRAĞIN KADERİ!
Her güzde yok olmaya mahkum,her fırtınada da savrulmaya!
YAPRAĞIN KADERİ DÜŞMEKTİR,
insanın kaderi de yazılanı yaşamak,çizilen yolda yürümek!
Düşmekten korkmadan, yaşamaktan korkmadan yürümek...
Sevmekten ve sevilmekten korkmadan yürümek...
hayat sadece güzelliklerden ibaret değil bunu kabul ediyoruz,
fakat ne kadarımız yaşadığımız olumsuzluklar içinde bir güzellik arıyoruz!

Bunu bilmiyorum, fakat bildiğim tek şey korkmayışım!
korkmuyorum düşmekten, korkmuyorum sevmekten ve sevilmekten,
korkmuyorum içimdeki yaprak demetinin kaderinden!

Ben baharı bekliyorum,içimdeki baharı!
Gelmeyecek belki,belki de yalancı bir bahar var içimde,
fakat umudumu yitirmiyorum umutsuzluk şehrinde!

Fani dünyanın getireceklerinede götüreceklerinede hazırım ben,
çünkü karanlığın ardındaki aydınlığı biliyorum!
Yağan yağmura inat,içimdeki ateşi koruyorum!

Aslında ben fani bedenimdeki yüreğimde sevgiyi taşıyorum...
 
alıntı


13 Şubat 2012 Pazartesi

İsterdim ki..



İsterdim ki, her gidişin bir dönüşü olsun! Ardından buğulu gözlerle el sallayanların, yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle kollarını açtıklarını da görebilsin her insan!

İsterdim ki, söylenmemiş sözcüklerin, kurulmamış cümlelerin değil, sadece; söylenmişlerin, kurulmuşların pişmanlığını duyalım; “üzgünüm!” diyecek zamanımız olsun!

Bağışlanmayacak kadar büyük olmasın suçlar!

İsterdim ki, sığınacak bir liman bulabilelim fırtınanın ortasında; yürek dardayken, “vazgeçme!” diyecek dostlarımız da olsun!

İsterdim ki, kaybetmeden önce ağlamayı, söylemeden önce düşünmeyi, nefretin tuzağına düşmeden tartışmayı da bilelim.

İlla, “savaş” tehdidi altındayken atmayalım, “barış” çığlıklarını...
İlla, sevilmemiz gerekmesin, sevebilmek için!

Dünyanın yalan olduğu genellikle bilinir de, hani bazen söyletirler insanı; “Dostluk, sevgi yalanmış!” diye... Gelip geçici dense, dilimizin ucundadır; şan, şöhret, güzellik... İsterdim ki, kimsenin aklından çıkmasın, gelip de geçtiğimiz...

Bir yolculuğu güzel yapan, yanımızdaki insanlardır ve her birimiz, bizlere ödünç verilmiş bir hayatı yaşarız. İsterdim ki; kadri, kıymeti bilinsin; aynı zaman dilimini paylaşıyor olmanın!

Kimse susmasın konuşması gerekirken; sadece, kazanacakları kavgalara girişmesin insanlar!

Düşlerimiz olsun, kimsenin cesaret edemediği türden!

İsterdim ki; acı rehberlik etmesin mutluluğa; ölüm, gözümüze sokup durmasın hayatı; hasrete ihtiyaç duymasın vuslat!

İhanetin karası sürülmesin alnımıza, ayazı vurmasın gözlerimize; kağıt üzerindeki gibi, öylece durmasın yüreğimizde sevgi, bir işe yarasın!

Yaşlılar kimsesiz, gençler yarınsız kalmasın. Hazan değmesin gülümseyen yüzlerine çocukların! Başı önde gezmesin insanım; aynalar, kırılmasın utancından!

Bana dokunmayan yılan bin yaşamasın, çuvaldızı tatmadan, saplanmasın iğneler!

Boşlukta sallanmasın uzatılan hiçbir el; bulunsun, her selama bir karşılık veren!

İsterdim ki; acılar acımız, sevinçler sevincimiz, haksızlıklar kavgamız olsun!

İsterdim ki; hepimizin bir türküsü olsun yüreğini titreten, bir şiirimiz olsun umudun tükenmediği, bir amacımız olsun, uğruna bir ömrün harcanacağı türden... Bizsiz, bir hiç olsun şu kainat!

Gel gör ki, mükemmel bir dünya değil yaşadığımız; görünen o ki, mükemmel de olmayacak; ne O, ne biz!

“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” demiş, Sait Faik Abasiyanik...
 
 İsterdim ki, bir insani sevmekle başlayalim!
 

12 Şubat 2012 Pazar

Sabır, tahammülün bittiği yerde filizlenir ..


Olmaz gönlüm, olmaz öyle! Keskin sirkenin akıbeti malûm. Dört mevsimi yaşayan bir cennetin bağrında büyüdün de sen onun için böyle bir baharı ve yazı özlersin.
İstersin ki çabuk geçsin fırtınalı sonbahar ayaza durmasın kışlar.
Dedim ya sen dört mevsim hesabını yaparsın yaşarken duygularını.
Ama bilmelisin herkes buralı değil.
Bilmelisin güneş görmeyen yurtlar var.
Olmaz gönül olmaz öyle.
Yükün ağır bilmekteyim baharı yaşamayanlarla kış nasıl geçer; onu da bilmekteyim.
Ama şunu da bilmekteyim ki sabredebildiğin ölçüde yaşarsın.
Eminim ki hayat sabra denktir.
Ve sabır tahammülün bittiği yerde filizlenir.

Sabır gönlüm sabır!
İçine çekerken zehir gibi gelir tadı boğulacağını zannedersin..
Kanın çekilir yüzünden bembeyaz olur sîman; yutkunursun geri döner içinde düğümlenenler.
Başını eğmek istemezsin; ama kaldıramazsın da öyle göklere doğru.
Ağlarsın gözyaşın akmaz.
Haykırmak gelir içinden zangır zangır gürültüler habercisi olur titreyen ellerin.
Konuşursun yalnızca kendinle dökersin içini; senden başkası duymaz bilirsin bunu.
Sitemlerin dillenir haklı olduğunca bağırırsın rahatlarcasına ama sadece kendi içinde ama Sonra gözlerin...
Gözlerin nihai nokta olmak ister en sonunda.
Durur öylece bakar bakar...
Ve kimseler fark etmez neden donuklaştığını kimseler anlamaz anlatmak istediği çifte derin mânâyı...
Sonra çekip alıverirsin anlamlı bakışlarını ruhunu bir kenara bırakmışlardan.

Yüzünü çekersin yalan dünyanın yalancılarından.
Alnındaki kırışıklıkları alıverirsin haberi olmayanların önünden.
Ve başlar böylece sabır maratonun.
Korkma gönül
sen hele azmet sabır için yüreğini koy ortaya gör ne mânevî hediyeler paketliyor Yaradan...

En masumane tavırlarına gaddarca yaklaşanlar olacak belki.
İçindeki çocuk hafife alınacak...
Anlatmak istediklerin değil anlaşılamamış yanların konuşulacak.
"Olsun!" diyeceksin yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden.
Ve kalbin şöyle bir hafifleyecek damarlarına giden iyimserlik yolunu tıkamadığından...
Üzülüp acı çektiğin anlarda çileni hafife alanlar olacak belki...
Öyle bir yanacak ki için kimseye anlatamayacaksın.
Günlerce ağlayacaksın gözyaşının lâhutî ikliminde.
Sonra en yakınındaki en yüreğindeki vuracak hislerini...
Canım dediğin dönecek sırtını.
Bir "ah!" çekeceksin derinden ve anlamaya çabalarken empatinin gücüyle
Arkanı döndüğünde kimse kalmamış olacak.
"Sabır" diyeceksin yine sabır...
Faltaşı gibi açılıp kalacak gözlerin bazen de...
Çok şaşıracaksın çoook!
Ya gönül...
Kalp kırmak çok kolay oldu kalbin değeri pazarlara bile çıkartılmaz oldu.
Tatlı sözü unutanlar çok şu hengâmesinden sallanıp duran asırda!
Aldırma diyemem aldıracaksın elbet hislenip içerleyeceksin belki.
Zannediyor musun ki
yüreğine aldıklarına söylediğin nazenin kelimeler boşta kalır!
İnanıyor musun ki sevdiklerin için kurduğun lâtif cümleler öksüz bırakılır!
Yok gönül yok!
Sahibi var hepsinin.
Bırak duymasın insanlar bırak sertliği onlara! Bırak tabularına kale yapsınlar!
Yeter ki sabret gönül asıl sahibini düşünüp sabret başını sonunu kestiremediğin olaylarda bile...
Bırak vursunlar ayıbını yüzüne bir kusuruna binler cefâ taksınlar.
Yaradan'ın "Settar" ismi beşerin hükmüne mi kalmış.
Sen sabret gönül...
Felaket tellalları susmasınlar isterlerse?
Olumsuzluğu yaymanın zevkine doyamayanlara inat bütün güzel düşüncelerini yay sere serpe.
Zehrini ağzında taşıyan yılanın başını ezemesen de bal damlasın dilinden.
İnan kimse üzemez seni Uzat ellerini ve bekle.
Sabırla bekle gönül!
sabret gönül
sabret!...
Ama şunu da bilmekteyim ki sabredebildiğin ölçüde yaşarsın.
Eminim ki hayat sabra denktir.
Ve sabır tahammülün bittiği yerde filizlenir...
 
 alıntı

Hep kaçtığın yalnızlık!!!! (Biraz uzun ama okunası bir yazı.)

Farz et ki artık yalnızsın…
Aynaya her döndüğünde, ömrünün son demlerini yaşadığını hatırlıyorsun. Kuru bir yaprak gibi günbegün sararıp soluyorsun. Ruhun ve bedenin nefes almakta zorlanıyor artık…

“Bu kırışan yüz, bükülen bel benim mi?” Diye soruyorsun kendine. Şimdi, görmekten hoşlanmadığın bedenin haykırıyor “Bitti, bitti!” Diye. Tükeniyorsun…

Esen yelle savrulup giden hazan yaprakları gibi solgun bir yaprak olmayı tercih ediyorsun, insan olmak yerine. Öylesine ağır geliyor ki zamanın yükü, her geçen dakika daha çok telaşlanıyorsun. Korkuyorsun, her an hayatın kayıp gidecek diye ellerinden…
İstemediğin yalnızlık kapında şimdi.

Farz etki artık yalnızsın…
Bitmez sandığın gençliğinden eser kalmadığını görüyorsun. Delice harcadığın zamanlar aklına her gelişinde, yere düşürüyorsun yüzünü. Saatler senin için ilerliyor, uçup giden ve seni hiç bırakmayacak sandığın gençliğine, güzelliğine söyleniyorsun. Ama faydasız. Giden gitmiştir, üstelik hiç acımadan, vefasızca, habersizce çekip gitmişlerdir.

Oysa ne kadar da kıymetliydiler değil mi senin için? Hiç düşünmezdin değilmi, hayatın mum misali erimeye mahkûm olduğunu ve yalnızlığın bir gün kapını çalacağını? Sen buyur etmesen de misafirin olacağını?

Farz et ki artık yalnızsın…
Aynalar da artık senden yana değil. Küsüyorsun aynalara, seni yalnız bırakan gençliğine ama kimsenin umurunda değil. Geri istiyorsun kaybettiklerini, iç çekiyorsun sessizce, ağlıyorsun kimseler görmeden. Sonra… Ağlamaya bile geç kaldığını anlıyorsun.

Yitirdiğin vakitler aklına her gelişinde, çaresizliğin verdiği pişmanlıkla kıvranıyorsun. Hoyratça davranmıştın hani zamana, şimdi de zaman sana hoyratça davranırsa ne yapacaksın?

Yalnızlığın durakları geliyor aklına, korkuyorsun. Korkular çaresiz, sen çaresizsin. Oysa hep yalnızdın zaten. Kalabalıkların içindeyken bile yapayalnızdın...

Duymak istemeyen, kabullenmeyen sendin. Biliyordun, hazırlanmalıydın, seni yalnız bırakmayacak olan Rabbi’ne kulluğunu eksiksiz yapmalıydın. Ya şimdi, kim yanında olacak? Son nefesinde kim giderecek korkularını?

Kim girecek seninle kabrin kuytusuna? Kimde teselli bulacaksın, mahşer kalabalığında?...

Hatırla…
Bencilleşen dünyanın bencillikle yoğrulan bir dişlisi de sen olmuştun. Sadece sen vardın hayatının merkezinde. Sen de aciz bir varlıkken koymamalıydın kendini hayatın merkezine. Bu kadar önemsememeliydin kendini. Seni önemseyeni tercih etmeliydin.

Oysa şimdi… Vazgeçilmezlerin çoktan vazgeçmiş senden!
 
Seni bırakmayan ve her daim elinden tutan Yaradan’a vefasızlığın mahkûm etti seni yalnızlığa. Yalnız bırakmayacağının müjdesini de vermişti üstelik, duymak istemeyen sendin. Ve sen yalnız bıraktın, nefsinin arzularını tercih ederek; O’na götüren yolları, seccadeni yalnız bıraktın, yetimin gülüşünde saklı olan rızasını yalnız bıraktın, gecenin pişmanlığa çağıran demlerini yalnız bıraktın.

Ya şimdi?... Onlar seni yalnız bırakırsa ne yapacaksın!

Bak! Varlığın önemsenmiyor artık. Dost bildiklerin çoktan çekip gittiler. Oysa seni önemseyen, sana asıl dost olacak biri hep vardı. O Bir’e, o Tek’e sırtını dönen sendin…

Gün sayıyorsun şimdi, yalnızlığın duraklarına. Uçurumun eşiğine getirdi de seni unuttukların, fark edemedin!

Kabir geliyor aklına. Hayatında gördüğün birçok kişi son yolculuğuna gelecek ama kimse girmeyecek seninle beraber kabre… Ürperiyorsun, hesap melekleri gelince yanına, ne yapacağını düşünüyorsun, çaresizce...

Tekrar Rabbin geliyor aklına.
Eyvahlar olsun! Yeni mi hatırlıyorsun sonsuzluğun sahibini! Neden unuttun O’nu? Neden kabirde de yalnızlığa mahkûm ettin kendini? Şimdide Rabbin seni yalnız bırakırsa ne olacak halin!

Mahşerin kalabalığında da yalnızlığa mahkûm olacağın geliyor aklına. Kabir gibi orada da mı kimsesiz kalacaksın? Öyle ya çok dostun, çok sevenin vardı. Peki, orada da olacaklar mı? Yalnız geldin dünyaya. Yalnız gideceğini neden unuttun?...

Uçurumlara sürükleyen nefsini dost mu sandın kendine! Yalnızlığın yokuşlarında, seni çoktan yalnız bıraktı oysa dost bildiklerin. Seni yalnız bırakmaması için niyazda bulunmadın hiç değil mi Rabbine...

Oysa bunu hep istemeliydin hem de hıçkıra hıçkıra. Gözyaşların şahit olmalıydı, sadece Rabbine güvendiğine ve sadece O’nu istediğine.

Yalnızlığını unutturacak işlerle meşguldün hep. Unuttuğun güzellikleri görmeyecek kadar hırslandıkça hırslandın, yozlaşmış dünyada. Oysa ibretin en büyüğüne şahit oluyordun, her gün yeniden. Ölüm’dü hani adı…

   Bir kefen parçasından başka hiç bir şey götürmedi gidenler. Buna rağmen maddeyle sınırladın hayat çizgini. Yazık etmedin mi kendine?...

Kardeşlik neydi? Sılai rahim neydi? Tövbe etmek neydi?... Unuttun bunun gibi daha nice güzellikleri.

Dur ve düşün! Bir soluklan, nereye koşuyorsun bir bak!...

Yüzleş kendinle, dön içine. Ne kadar yararı var sana, peşinden koşturup durduğun hayatın? Hazır mısın yalnızlığa? Bir sor kendine. Seni yalnız bırakmayacak bir şeyler hazırladın mı öteye, bir düşün!

Şimdi bir muhasebe yap kendinle. Hesap vermeye gitmeden, hesapla artılarını ve eksilerini. Düşün ki ömrünün son demlerindesin ve yalnızlığı yaşıyorsun. Nasıl olmayı düşlerdin? Ardına baktığında nelerin olmasını isterdin? Dürüstçe cevap ver kendine…

Bir de şöyle düşün

Şimdi dur! Bir de şöyle düşün…
Düşün ki Rabbinin rızasını gözeterek, ömrünün basamaklarını birer birer geride bıraktın. O basamakları, seni yalnız bırakmayacak olan güzelliklerle donattın…

En önemlisi de her adımında salih ameller işleyerek arkanda sarılacak birçok umut dalı bıraktın…

Anneni babanı duacı ettin kendine. Ailen ve eşin senden razı. Akraba ve komşuların, senin müşfik elini bir ömür boyu hep hissetti üzerlerinde. Yetimi gözettin, fakiri doyurdun… Dinine her fırsatta hizmet ettin, edemediğinde de edenlerin elinden tuttun, destekledin.

İnsanlardan uzak kaldığın anlarında, gözyaşları içinde yalvardın durdun Rabbine…

O Yüceler Yücesini andın saatler boyu. Tespihin döndü durdu, dilin ve kalbinle birlikte… Nefsinin arzularına karşı bir nöbet ki bekledin ömür boyu… Şeytanı adeta çıldırttın takva ve irfanınla…
 
Ne güzel değil mi?...
“İyi ki de kul olmayı bilmişim” diyorsun şimdi kendi kendine. “İyi ki de kul olmayı bildirmişsin ey Rabbim!” diyorsun yeniden.

Umudun var şimdi. Kimseler yanında olmasa da mühim değil, Rabbin var ya! Bu yeter sana. Unutmamanın ve yalnız bırakmamanın sevincini ve huzurunu yaşıyorsun şimdi.

İyilikte kusur etmediğin, akraban, komşun, arkadaşın da vefalı sana. Çocukların, hatta torunların bile üzerine titriyor. Güzellik eden güzellik buluyor…

Ölümü beklerken heyecan duyuyorsun artık. Vuslat oluyor, Hz. Mevlana misali düğün oluyor ölüm senin için. Korkular yerini ümide bırakmış. Seccaden ve her günahın ardında burkulan yüreğinin tövbeleri, yalnız bırakmıyor seni, ne güzel…
Zamanı da hiç yalnız bırakmadığını farz et. Ne mutlu sana! Dakikaları saat, günleri yıllar hükmüne çevirmişsin. Şimdi onlar da gelecek ardından ve kapısını her daim çaldığın Rabbin yalnız bırakmayacak seni, müjdeler olsun!...

Yalnız değilsin. Tebessüm ediyorsun, kul olmayı tercih ettiğin için insan olmaktan öte…


ZEYNEP YETER ARSLAN


 

11 Şubat 2012 Cumartesi

SABRET Işıklar sönmüşse eğer, ay ışığını seyret..



‎Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme, sen dağları seyret.. 
Yenik düşüyorsan özlemlerine aldırma sakın, 
kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset.. 
Işıklar sönmüşse ve karanlıkda kaldınsa eğer, ona da aldırma, ay ışığını seyret.. 
SABRET... 
Sabret ki herşey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun.. 
Sabret ki herşey gönlünce olsun...
Dertten kavrulsada ciğerin, kurumuş bir dala dönsende sabret!..
sabret ki kimbilir belkide huzurda yeşereceksin..
Sabret ki o zor günde meleklerin dualarına dahil edilesin..
Sabret ki Hakkın Rahmetine kavuşacağın an, sevgi seliyle, Yar in nazarıyla, Rasulün şefaatiyle karşılanasın..
Bu yalan dünyanın dikenleri batsada canına aldırma sabret, katlan ki ebedii mekanın gül bahçeleriyle dolsun..
hangi dertten yakınıyorsan yine de sabret, sabretki O En büyük Merhamet sahibi ellerinden tutsun...


   

10 Şubat 2012 Cuma

Dostluk..


Ey gündüzlerime güneş gibi doğan, gecelerimi iyilikleriyle hep aydınlatan vefa abidesi dost! Hep yanımda olacağını düşündüğüm için mutluyum ve acılarımı azalttığın için gönlümün sarayına kondurmuşum seni.

Bilir misin dost seninle ne günler yaşadık, ne afetler atlattık? Ama hiç yıkılmadık, sarsmadı bizi en büyük depremler bile. Umutlar biriktirdik eteklerimizde başkaları yakamozlar toplarken. Ve güldük önümüze çıkan engellere, çünkü biz beraber aştık tüm sarpa dağları.

Hatırlar mısın bir soru sormuştun bana, canından daha kıymetli var mı bu dünyada? Cevap bulamamıştım küçücük aklımla, ama düşündüm de dost! insanın canından daha kıymetli olan şey cananıymış ve o cananların insanlar içinde en kıymetlisi biricik dostlarıymış.

Arkadaşlarımız bir daldaki yapraklar gibi çoktur, dost! Günü gelince hepsi birer birer düşerler dalından. Ama gerçek dostluklar baki kalır, asla bitmez vefaları.

Şimdi düşünüyorum da kaç tanedir insanın dostları ya da kaç tanedir arkadaşları, her arkadaşı dost sanmayın yanılırsınız, ya da her dostu vefasız sanmayın. Mutlu zamanında çoktur, kişinin etrafında sevenler, asıl gerçeği insan kötü gününde anlar.
Dostluklarınızın baki kalması dileğimle..

alıntı


İyi Niyetli ve Güzel Düşünceli Olmak



Hüsn-ü zan, yani iyi niyetli ve güzel düşünceli olma insanın iç güzelliğini ve hayırhahlığının bir göstergesidir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Şu üç özelliği taşıyan müslümanın kalbinde hıyanet ve kin bulunmaz: Allah için ihlaslı amel, bütün Müslümanlara karşı iyi niyetli ve nasihatçı olma ve fikir ve amelde Müslümanlarla birlik olma.”

Müslüman, insanlar hakkında zahirde görecekleri ile hükmetmeli: zan, şüphe, dedikodu ve evham ile başkalarına iftiradan uzak durmalıdır.

İnsanların gizli şeylerini ortaya çıkarmak, özel işlerine burnunu sokmak ve namusları hakkında ileri geri konuşmak müslümanın ahlaki vasıflarından değildir. Ancak Müslüman zahirde gördüğü ile amal eder. Ne gördü ise onu söyler. Şüphe ve zan ile hükmetmez.

Müslüman başkalarının aleyhinde konuşmaz. Zira kalben inanır ki konuştuğu her kelime bir melek tarafından kaydedilmekte, her hareketi yazılmaktadır.

alıntı

9 Şubat 2012 Perşembe

Hüzün..



Hüzün;bir gece çöl yolunda gözlerine rüzgarın,kumlar içerisinden yaşları değdirmesi.Hüzün;cam kenarından imkansızlığa bakan gözlerin yağmurlara karışması..Hüzün;susamış bedenlerin sahte mevsimlere söylediği tek kelime....
Hüzün bir kere uğramışsa yanına,ellerin kanar gülleri tutarken.Gönlüne seher yelleri sarılır,rüyalardan uyanırken.Umut etmeyi umarsın yüreğinden.Tutunacak bir dal ararsın ötelerde.Düşersin boşlukta.Elini uzatırsın bilinmezlere.Karanlık tutar elinden.Yıldızların olur benliğin.Karışamassın dünyaya çünkü derdin dünyadan derin.Bir kızıl gökyüzünün en taze doğuşunda en bilinmez ve görülmez yerinde saklanır yerin.Sen konuşur,sen ağlarsın.Sen tanırsın kendini.Seni sana anlatırsın.Senden sen şikayetçi olursun.Sensizliği sorarsın doğan güneşe.Dem vurursun zamandan aheste aheste.Bilirsin ki yüreğin açılmayı bekleyen bir kafeste.Kimbilir hangi aşktan hüküm giymişte yatar bağrı yanıklar hüzündeki hapiste.

Hüzün,yürek devletini içten sarsan bir depremdir çoğu zaman.Sarsılırsın ve kalırsın bazen gözyaşı enkazlarının altında.Beton değildir seni ezen,gözyaşının hüzünden örülmüş mahsenleridir üzerindeki.Üzerindeki yük değildir belini büken,taşıdığın yoğun duygulardır
belkide.Kütlesi hacminden büyük duygular.Hüznü yüzünden belli duygular....

Hüzün yansımışsa pencerenden içeri duvarların boyanır ilkin ona.Nereye baksan onu görürsün.Yalnızlığının bir yansıması olur dört duvar sana.Duvarlarının her yanında yalnızlığının portresi vardır.Kumbaranda biriken gözyaşlarıdır.Resim sayfalarında silinmiş mutluluklar vardır.Hüzün der için.Hüzün söyler duan.Hüzünle serilir seccaden.Hüzne yolculanır yüreğin...
Kuşlar çırparken kanatlarını gökyüzünde her kanadın esintisi eser gözlerine.Yüreğini salıverirsin kanatlarının üstüne.Güneşi görürsün mesela.Niye yandığını anlatır sana.Dağları görürsün.Niye bu kadar heybetli olduklarını dinlersin.Kuşlarla dost olursun.Bir kumruyu dinlersin mesela.Ondaki aşkı alırsın heybene.Bulutların saflığıyla sarınırsın.Maviyle renklenirsin.Ve anlarsın artık yerde hüzün,gökte hüzün.Hepsi hasret "BİR"ine.Sende hasret ol hep "BİR"ine,"BİR"liğine..
Ebedi hüznü giyerken üzerine gülü ölüme giydiriyorsun aynı zamanda.Yanıyorsun hep ama yakamıyorsun.Ağlıyorsun ama ağlatamıyorsun.Kanıyorsun ama kanatamıyorsun.Acıyorsun acıtamıyorsun.Çünkü hüznün,sahibine.Sahibinden öğrendin üzülsende üzmemeyi.Sahibindir seni yaşatan,sana yaşam veren.Ve sahibindir sadece hüzün denizlerinde gezen yüreğini kıyıya çıkartacak olan...
Son verilirken dünyada dostluğa artık.İnat olsun dünyaya,dostumdur hep adımı dost koyanlar.Ve bu dünyada hüzünlü olmak bir acizlikse artık,selam olsun benim gibi aciz insanlara....

Ve yine hüzün dolmuşsa odama,odam dar gelir bana.Yanarım yanarımda yakamam ben asla...

Kaçtığım Yer Kendim..


   Rüzgâr kuvvetli estiği zamanlarda insanlar şiddetini kesmek ve de korunmak için set örerlermiş karşısına. Bundan faydalanmayı akıl edebilenler ise, yel değirmenleri inşa ederlermiş. Böylece rüzgârın yıkıcı gücünü olumluya çevirmeyi becerirlermiş. Fakat bazen hayatta karşılaştığımız rüzgârlar o kadar yoğun o kadar şiddetli ve o kadar üst üste oluyor ki; bırak yel değirmeni inşa etmeyi elinle yaptığın rüzgâr gülünü tutacak kadar bile takatin kalmıyor.
     Şu kesin ki hayattan ne kadar çok beklentin olursa o kadar çok hayal kırıklığına uğruyorsun. Beklediklerinle buldukların arasındaki fark derin üzüntü yaşamana neden oluyor ister istemez. Mücadeleci olman bile fark ettirmiyor kimi zaman. Pes ediyorsun bazen yılıyorsun. Değirmen yapmak için bile yüzleşmekten korkuyorsun rüzgârın uğultusuyla. Set örmek daha bir kolay geliyor nedense. Zaman ilerledikçe kaçmayı kovalamaktan ve de mücadele etmekten daha bir benimser oluyorsun hiç karakterinde olmasa bile…
       Hayatta en çok korktuğum şey duygu erozyonuna uğramaktı. Zamanla hiçbir şey hissedememekten çekindim hep. Yılgınlıklarımın umutlarımın üstünü örtmesinden ürktüm. Ama acımasızlıklar ve kederler üst üste gelince ben de ben olmaktan çıkıyorum galiba. Daha bir katı oluyorum hayata karşı.
Daha bir duygusuz oluyorum ister istemez. Daha bir tahammülsüz…
Olgunlaşmanın koşulu ağlamakmış demek ki diyorum. Ne kadar çok ağladıysano kadar çok olgunlaşmış oluyorsun.
Anlıyorum ki aynı dili konuşanlar değil; aynı duyguları paylaşabilenler anlaşabiliyor sadece. Ve aynı dili konuştuğun insanların etrafında olabilmesi de gün geçtikçe zorlaşıyor. Görünen gerçek gerçekte görünen de olmayabiliyor üstelik. Kimi zaman mutlu görünüyorsunuz etrafa; oysaki yapabildiğiniz en iyi şey mutluluk rolü yapmak oluyor o an. İçin kemiriliyor; ama sen yine de üstüne yapışmış olan rolü oynuyorsun. Sana yüklenen misyonunun gerektirdiğini...
Bazen çok sevdiğin bir fotoğrafı ortadan ikiye ayırıyorsun. O anki ruh
halin seni hiç fark etmediğin bir yere bırakıveriyor. Öyle şeyler
oluyor ki bazen hafızanı yitirmiş gibi hissediyorsun. Yaşadıklarının kendi hayatından bir kesit olup olmadığını düşünüyor; idrak etmeye
çabalıyorsun. Sonra da “yanlış nerde ve kimde” diyorsun. Ya da “yarımdı olmadan bitti” diye avutuyorsun kendini. O an yaptığın şey hafızanı siliyor ve seni bilmediğin bir yere ve duruma sevk ediyor. Geçmişinle geleceğinin kesiştiği nokta ise bugünün oluyor. Ve gücün yettiğince her şeye sil baştan başlıyor. Yeniden hatta bazen yeniden deniyorsun. Fakat bir bakıyorsun ki hep en baştasın…
    İyice fark ediyorum ki gidene ağlamıyor çoğu zaman insan. Gidenin
giderken koparttığı yer oluyor daha çok ağlatan orada bıraktığı yara oluyor kalbimize iğneleri vuran.
Aitlik hissin kayboluyor tamamen. Yaşadığın yere de zamana da ait
hissedemiyorsun kendini. Çekip gitmek istiyorsun; kendinden bile... Seni hayata bağlayan hiçbir şey kalmıyor birden. Yaşamak anı günü ayı yılı… zevk vermez oluyor. Kendinden kurtulup kendine kaçıyorsun yeniden.
Aslında bindiğin gemi de vardığın liman da kendi yüreğinde demirli…
Kelimelerin hepsi aynı aslında önemli olan içtenliğinde ve karşı
tarafın yüklediği anlamda yatıyor. Ve sana o anlamı yakalatacak olanda buluyorsun kaybettiğin kendini…
Cesaret de sevgi gibi; gelişmesi için umut gerekiyor…


alıntı

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...