31 Aralık 2019 Salı

YENİ YIL YENİ UMUT DEMEKTİR


Her bitiş yeni bir başlangıca gebedir. Bitişler hüzün, başlangıçlar ise umut ve sevinci müjdeler. Bu yeni bir gün, yeni bir yıl ve yeni bir umuttur. Her ne kadar bu eski yıl dünün yeni yılı olsa da... Umut hep vardır var olmaya devam edecektir. Bu düşünceyle tüm dostlarıma diyorum ki:

“Yeni yılda yeni umutlar yeşersin yüreğinizde, sağlık, huzur, mutluluk, dostluk, sevgi duyguları kök salsın gönlünüzde. Sevdiklerinizle birlikte, mutlu ve umutlu yıllar gezinsin ömrünüzde.”

Özellikle ülkemiz ve insanlık alemine; göz yaşlarının son bulduğu, acıların, zulmün, tacizin, tecavüzün, haksız yere ölümlerin, savaşların, yolsuzlukların, yoksullukların, haksızlıkların son bulduğu; huzur ve güvenin, adaletin sağlandığı, sevgi, barış ve kardeşliğin hakim olduğu bir dünya diliyorum.

Yeni Yılınız Kutlu Olsun.

Muhabbetle,
Hanife Mert

22 Aralık 2019 Pazar

DÜNYAYI SEVGİ KURTARACAK


  


"Yaşadığın yeri; cennet yapamadığın müddetçe, kaçtığın her yer cehennemdir."(La edri)

Yaşadığı yeri güzelleştirmek için yaratılan insan, var oluşundan beri kendini hep bir mücadelenin içinde bulmuştur. Bu mücadele; yaşanılan yere, zamana ve gelişen şartlara göre değişiklik gösterse de çoğu zaman güç savaşına dönüşmüştür.
Yaratılışı aynı olmasına rağmen kendinden daha zayıf, daha farklı olanı ezerek, ötekileştirerek, onun varlığını yok etme pahasına, kendi varlığını ortaya koyma savaşını yapmaktadır.

Her ne kadar yıllar, yüzyıllar geçse ve bilim ilerlese de; atların, eşeklerin, katırların yerini arabalar, trenler, uçaklar alsa da; bilgisayar, internet icat edilse, bilgi çağına girmiş olsak da; insanların eğitim seviyeleri yükseltilip zihniyetleri değişmediği için sorunların çözümünde bir arpa boyu yol alınamamıştır. Tarih daima tekrarlanmıştır. ne kadar yıllar, yüzyıllar

Herkesçe bilindiği üzere dünyada rahat yok. Ortalık yangın yerine döndürülmüştür. Her yerden kan, irin, kin, nefret, zulümler fışkırmaktadır. Nehirlerden su yerine kan akmaktadır. Sabi sübyan ne olduğunu anlamadan, dünyayı tanımadan, hayatı anlamadan katledilmekte... İşkenceler, tacizler, tecavüzler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, saygısızlıklar, sevgisizlik, güvensizlik sonucunda; karamsarlık, umutsuzluk ve korku sarmış bedenleri... Açlık, sefalet, ihanet, vicdansızlık karartmış yürekleri.

Sebep, gücü kaybetmeme, tekelinde bulundurma çabasında olanların dünya ve insanlık üzerindeki etkileri... Düzeltmek için parmağını dahi kıpırdatmayanlar yüzünden dünya cehenneme çevrilmiş durumda...

"Okuyun, okuyun çünkü mürekkebin akmadığı yerden, kan akıyor" diyor şair. Hal böyle iken, ben/ biz ne yapabiliriz? demeden eli kalem tutan, fikir üreten her fert dili döndüğünce, bilgisi yettiğince elinden geleni yapmalı. Sait Faik Abasıyanık'ın "dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey" sözünde ifade ettiği gibi güzelleştirelim etrafımızı... Unutmayalım ki insan düzelirse dünya düzelir.

Toplumları bir kurt gibi kemirip yok etmeyi hedefleyen cehaletin panzehiri olan eğitimin kalitesinin yükseltilmesi, bilim ve aydınlanmanın ışığında çağdaş seviyeye çıkarılması ile istenen hedefe ulaşılması sağlanılmalı. Bataklıklar kurutulmalı...

Bu anlayış çerçevesinde insanın kendini tanıması, bilimin ışığında eğitmesi, çağdaş bir birey haline getirmesi etkili bir yöntem olmakla birlikte; hayatımıza anlam katan varlığımızın sebebi olan sevginin yüreklerde filizlenmesi, ruhun manevi anlamda doyuma ulaştırılması kısaca sevginin yaygınlaştırılması bir çok sorunun önüne geçecektir. Dünyayı sevgi kurtaracak, insanı ve yaratılanı sevmekle başlayacak herşey.
Sevginin yaşanmayıp sadece konuşulduğu, yazıldığı ve engellendiği bir dünyada yaşıyoruz. Konuşuluyor, yazılıyor ancak hissedilmiyor. Yada gösterilmiyor. Hal böyle iken insanlar sevgiyi bilmiyor. İşte bu nedenle dünya üzerinde yaşanan pek çok kötülüğün temelinde sevgisizlik yatmaktadır. Sevgisizlikten kaynaklanan olayların önüne geçebilmek için, artık insanlara sevgiyi öğretmek bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Tıpkı Erich Fromm’un "Sevme sanatı" isimli kitabında ifade ettiği gibi "doktorluğu, mühendisliği, öğretmenliği, marangozluğu öğrendiğimiz bunlara emek ve zaman verdiğimiz gibi sevme sanatını da öğrenebilmemiz gerekiyor.

Sevginin hakim olduğu, insanlar arasında güvenin sağlandığı, vicdanların rahat ve huzurlu olduğu, tüm kötülüklerin yok olduğu bir dünyada yaşamak dileğiyle...

Muhabbetle
Hanife Mert

9 Aralık 2019 Pazartesi

KADIN ROMANCI HANİFE MERT


  Gerek üzerinde çalıştığım yeni kitap projem ve gerekse buyıl 5. si yapılan CNR 5. Mersin Kitap Fuarı dolayısıyla uzun süredir blogumla ilgilenemedim. Ara ara girsem de her hangi bir paylaşım yapamadım. Artık fuar bitti. Fırsat buldukça bloğumda paylaşımlarımı sürdürmek istiyorum. İlk olarak bir söyleşi- tanıtım yazısı ile merhaba demek istiyorum.

 Mersin Gazetesi yazarlarından Bekir Zorba Bey'le yaptığımız söyleşiye istinaden, yazarı bulunduğu bazı bölgesel gazetelerde, köşesinde tanıtım yazısı yayınlamış. Kendisine teşekkür ediyorum.
 21 Kasım 2019 tarihli tanıtım yazısını beni tanımak ve hakkımda bilgi sahibi olmak isteyen blog dostlarımla paylaşmak istedim. Keyifli okumalar diliyorum.


KADIN ROMANCI HANİFE MERT
“ Atacağı adımı bilemeyen, geçmişteki ayak izine bakmalı.” H. Mert

Eğer edebi ölçü söz konusu ise ‘kadın yazar, erkek yazar’ ayrımı ne kadar anlamlıdır? Ancak toplumsal zihniyet bakımından kimi zaman bu bir zorunluluktur. Kanaatimce, pozitif ayrımcılık yapmak ve rol model yaratma adına kadın yazarlar öne çıkartılmalı. Kadın kahramanlar, kadın yazarlar, kadına şiddetin ve ayrımcılığın sıkça görüldüğü günümüzde bir duyarlığın temsilcisi, öncüsüdürler. Kadınlar hakkında onca ahkam kesenler, kadın yazarları okumadan kadınlar için ne diyebilirler ki? Türk toplumunda alışkanlık haline gelmiş ve hatta genel kabul görmüş bir yargıdır. ‘Erkek yazar kadın okur’. Fakat günümüzde bu yargıyı usul usul da olsa tersine çeviren kadın yazarlarımız var. Konuğum Hanife Mert de onlardan biridir.

Hanife hanım, MEŞYAD basın ödülünü aldığım gün ‘Düş Batımı’ adlı ilk romanını imzalayarak bana ulaştırma nezaketi göstermişti. Düş Batımı romanı, kadını merkeze oturtarak parçalanmış bir aile dramını konu ediyor. Kadın yazar olmak bütün haksızlıklara gözünü açmak demektir. Erkek egemen toplumun aldırış etmediklerini, kadın hissiyatı ve gözüyle açığa çıkartmak demektir.

1963 Samsun doğumlu Mert, sadece roman yazarı değildir. Hatta diyebilirim ki onun denemeci yanı roman yazarlığından da ileridedir. Yerel basında, sosyal medyada iki yüze yakın yazısı çıkmıştır. Ağırlıkla felsefe, ilahiyat, sosyoloji ve psikoloji konularında yazmaktadır. Özlü sözler yazmak da ayrı bir uğraşıdır onun için. O, yazarken sorgular. Toplumu, yaşadığımız dünyayı, çelişkileri, olumsuzlukları sorgularken…Aynı zamanda kendi içine doğru bir yolculuk yapmaktadır. Kendini tanımak peşindedir. Çünkü “ Kendini tanıyan, kendini bilendir. Kendini bilen insan kendiyle barışıktır. Dolayısıyla umutludur, hayata olumlu yaklaşır” demektedir. Yaşam felsefesini de şu sözlerle açıklıyor yazarımız: “ Bir yere varmak için insan önce kendine uğramalı, bütün yollar insanın içinden geçer.”

Amatörce yazdığı şiirleri de bulunan Mert, sevginin gücüne yürekten inanır. Sevgisiz hiçbir şeyin yeşermeyeceğini, sevgisiz yüreğin çorak topraktan farksız olduğunu iyi bilir.

Hanife Mert Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Eğitimli bir insan olarak eğitime, özellikle kız çocuklarının eğitimine büyük önem verir. O bakımdan kızlarının iyi eğitim almalarını sağlamış, ikisinin de üniversite mezuniyetlerine fedakarca katkı sunmuş. Ona göre, toplumun yarısını oluşturan kadının kendi ayakları üzerinde durması, ekonomik bağımsızlığı yaşamsaldır. “ Özgür kadın özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar ise özgür toplum demektir” sözüyle bu konudaki duyarlılığını anlatıyor.

Yurdun kuzey ucu Samsun’da başlayan yaşam yolculuğu Muş, Elbistan, İstanbul ve Anamur’un ardından, 1987 yılından itibaren yurdun güney ucu Mersin’de devam ediyor. 2008 yılında Mersin Deniz Ticaret Odası’ndan emekli oldu ve yazılarına daha fazla zaman ayırmaya başladı. İlk romanı ‘Düş Batımı’ 2015’te, ikinci romanı ‘Bakış Acısı’ 2017 yılında yayımlandı.

Mert, bu günlerde iddialı, iddialı olduğu kadar da zor bir proje üzerinde çalışıyor. Hummalı çaba içinde, üçüncü kitabı ünlü şair Orhan Veli’nin biyografik romanını hazırlıyor. Bu konuda Veli’nin yakınlarına ulaştı, nadir bulunan eserlerden faydalandı, kapsamlı araştırmalar yaptı. Hanife Mert’in heyecanından anlıyorum ki çalışması, Türkiye çapında ses getirecek potansiyele sahip. Ulusal çapta bir başarı hikayesine çok ihtiyacımız var. Neden bu çıkışı Hanife hanımla yakalamayalım?

Kendimden biliyorum. Yazarlık bir kere kanınıza girerse dur- durak tanımazsınız. Yeni eserler, projeler zihninizi sürekli meşgul eder. Yazarımız için de bu farklı değildir. Dördüncü kitabının, konusunu şimdiden belirlemiş bile. Yayımlanmış denemelerinden kişisel gelişim alanına giren yazılardan bir seçki yaparak, okurlarının beğenisine sunmak istiyor. Uzun soluklu, zorlu yolculuğunda başarılar diliyorum. Okuru bol olsun!

Gazeteci Yazar Bekir Zorba Bey'e bir kez daha teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum.

Muhabbetle,
Hanife Mert


http://www.inovatifhaber.com/yazar-kadin-romanci-hanife-mert-2681.html
https://www.sokaktanhaber.com/2019/11/kadin-romanci-hanife-mert/
www.mersinsonhaber

29 Ekim 2019 Salı

KUTLU OLSUN CUMHURİYET BAYRAMIMIZ

Cumhuriyet, Türk milletinin yüzyıllar boyunca, özgürlük ve bağımsızlığı uğruna çektiği acıların ve topyekün verdiği mücadelenin sonucunda kazandığı zaferin ürünüdür. 1923 yılında ona en uygun olan, ona yakışan yaraşan bir yönetim biçimi olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet bir yaşam biçimidir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada bir köprüdür. O bir Fazilettir, erdemdir, bağımsızlıktır. Atatürk'ün bize armağanı, gözümüz gibi sahiplenebileceğimiz bir emanettir.

Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu sorumluluğu bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır.

Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bize özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı hediye eden, başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını, malını, varlığını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şüranla anıyoruz.

Cumhuriyetimizin 96. yılı hepimize kutlu olsun.️

7 Ekim 2019 Pazartesi

Sahi Neydi Umut Dediğimiz Şey




 
Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne  alev alev vuran yakıcı güneş ışığının etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu. Lakin derenin kenarındaki dut ağacının yapraklarının hışırtısı, dalların arasından dalga dalga  yayılan ışık huzmesi ile masmavi gökyüzü, ruhu dinginleştiriyordu. Küme halinde uçan serçelerin cıvıltıları ve çekirgelerin sesi insana yaşama sevinci aşılıyordu.
   Her zamanki gibi yine bebeğini kucağına alıp derenin kıyısına, dut ağacının dibine oturdu kadın. Öyle dalgındı ki etrafını kuşatan  güzelliklerin farkında bile değildi. Çünkü onun aklı çok uzaklardaydı… Derenin kıyısında dizlerini bükmüş, sol elini çenesine yaslamış bir vaziyette otururken,  sağ eliyle de çocuğunu kucaklamıştı... Başını önüne  eğdiğinde bendini aşmış, önüne çıkan her şeyi alıp götüren, gürül gürül akan nehiri fark etti. Bakışlarını akan suyun  binlerce metre derinindeki bir noktaya sabitledi. Gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu çileli hayatı. Birden şerit kopuvermiş, film bitmişti. Başını kaldırdı, dalgın gözlerini zorla  çekti akan sudan... Önce beyaz kundakta sarılı yavrusunun üzüm karası gözlerinin ta içine, sonra da masmavi ufka baktı:
-Sanırım bugün de gelmeyecek! dedi. Sanki bebek ne dediğini anlamış da " Kim" diye sormuşcasına cevap verdi.
-Baban, dedi sanırım artık gelmez…
Sonra tekrar gürül gürül  akan berrak suya  baktı dalgın dalgın... Uzaktan gelen minibüsün korna sesi ile irkildi. Bebeğini kucağına aldı, bir taraftan saçından düşen yazmasını acelece düzeltti. Yokuş toprak tepenin üzerinden koşarak  yola çıktı. Minibüs tam da kadının önünde durdu. Kadın kenara çekilerek inenlere baktı soran gözlerle… Artık son kişi de inmişti. Minibüste şöförden başka kimse kalmamıştı. Çekinerek kapının yanına geldi. Şoföre baktı, umutla…Sadece baktı...
Şoför:
-Yok bacım, kocan bu gün de yok! dedi...
  İstanbul’a çalışmaya gitmişti kocası. Para kazanacak, ev tutacak ve sonra gelip bebeği ile birlikte onları da götürecekti. Gidiş o gidiş... Bir daha haber alamamıştı kocasından... O, her şeye rağmen umudunu yitirmeden, sabırla çaresiz bekleyişini sürdürüyordu. Gelmeyeceğini bile bile...
Onu çaresizlik içinde her gün yavrusu ile birlikte, dere kenarına getiren, içinde kaybetmediği umuttu.
   Neydi umut dediğimiz şey? Çıkmayan candan vazgeçilmeyen inanç mı? Ya da aza kanaat eden fakirin sofrasındaki katık mı? Yoksa gelmeyecek kocasını bekleyen kadının yuvasındaki saadet miydi?
  Umut çıkmayan canda saklı olan sabırdı, mücadeleydi, heyecandı, hüzündü, inanmaktı, hayal etmekti, istemekti, beklemekti. Kısaca insanı hayata bağlayan ölüm ile hayat arasındaki uzunca köprüydü.
  Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı da… İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla, inançla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasındaki çorbada, kimi zaman zenginin bankadaki hesabında, bir hastanın ilacındaki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin saadetinde, haksızlığa uğramış bir mazlumun adaletinde gizli..
  İnsan umuda en fazla çaresizliğin pençesinde çabalarken ihtiyaç duyar. Çünkü umut çaresizliğin girdabında çabalarken anlamlıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır.
Yapmak istediklerinizin peşine düşmek. Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek…
Bu çok kolay değil elbet… Hatta hiç kolay değil. Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü? Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek “olay daha bitmedi” diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan…
  Kimi zaman da umut eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vazgeçmek yaşamaktan vazgeçmek demek değil midir? Çünkü insan umut ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerdedir.
   Yaşamınızda umut ışığınız hiç sönmesin…!
Muhabbetle,
Hanife MERT


11 Eylül 2019 Çarşamba

Değer mi Hiç



Dünya değişim ve gelişim çağında.  Zaman değişiyor buna paralel olarak  teknolojik gelişmeler, kapitalizmin ezici gücü ve metropolleşmenin de etkisiyle,  insanların yaşam felsefesi ve değer yargıları da değişime uğramaktadır. 
 Özellikle son yıllarda toplumumuzda yaşanan örnekler alışılagelmiş bazı değerlerimizin göz ardı edildiği gerçeğini gözler önüne sermektedir. 
Nasıl mı? Örnek çok.  Örneğin; artık kimse senin kişiliğinle, karakterinle, edebinle, ahlakınla, insanlara, canlılara verdiğin değerle, şefkat ve merhametinle, hoşgörünle, doğruluk ve dürüstlüğünle ,hak ve adaletli davranışınla, vefanla, bilginle, başarılarınla ilgilenmiyor ve önemsemiyor da. Hal böyle iken, bir zamanlar erdem sayılan ve olmazsa olmaz dediğimiz  değerlerin yerini mevki - makam, para ve güç almış durumda.
   Paran varsa değerlisin. Hele bir de mevki makam sahibi isen değme keyfine el üstünde tutulursun. Her türlü erdemi, tüm insani vasıfları üstünde taşı, ağzınla kuş tut. Eğer paran yoksa, hatırı sayılır bir mevki makama sahip değilsen pul kadar değerin yoktur insanların gözünde...
Çünkü insanımız artık derin düşünemiyor. İnsanın içinde sakladığı cevheri görmek istemiyor. O sadece görünen dış yüzüyle ilgileniyor.
 Kişileri dış görünüşlerine, giyimine, kuşamına, mevkisine, makamına, rütbesine, malına, mülküne, kazancına göre değerlendirip insan yerine koyuyor..
Görünüş ve madde insanların ruhlarına o kadar işlemiş ki. Bütün değer yargıları;  şekil, görünüş ve madde üzerine kurulmuş durumda. Şeklin güzelse değerlisin, paran varsa saygınsın, zenginsen önemlisin, mevki makam sahibi isen adamsın gibi..
  Kaldı ki bizim kültürümüz edebi, ahlakı, ilimi, irfanı değerli görürdü. Medeniyetimiz erdem sayılan bu değerler üzerine kurulmuştu. Bu topraklar nakış nakış sevgi, saygı, vefa, dürüstlük, adalet, güzel ahlak, haya ve edeple inşa edilmiştir. 
   Bu günlere kolay gelmedik. Lakin şuan baktığımızda, her türlü olumsuzluğu, yanlışı sadece izleyen, sorgulamaktan, hesap sormaktan yoksun, kutsal değerleri önemsemeyen bir toplum ile karşı karşıyayız. Kendimizi kapitalist dünyanın aldatıcı süsüne kaptırdık gidiyoruz. Her şeyimizi paraya endeksledik. Bizi bir arada tutacak ne kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık.    İnsana saygı hak getire. Vicdansızlık, merhametsizlik, edepsizlik, riya, adaletsizlik, kap kaççılık, adam kayırma, diz boyu.Yolsuzluk rüşvet tavan yaptı. Rabbena hep bana demekten, yardımlaşmayı paylaşmayı unuttuk. Güçsüz insanlara reva görülen zulümleri, haksız yere cana kıyanları, çocuklara yapılan eziyetleri, hayvanlara, doğaya yapılanları söylemiyorum bile...
Hal böyle iken mutsuzluk ve huzursuzluk peşimizi bırakmıyor. Tüm bu değer yargılarımızın madde üzerinde yoğunlaştırılması ile, toplumda saygı, sevgi, hoşgörü, dostluk, vefa, yardımseverlik gibi değerlerin kaybolmasına neden olduğunu görüyoruz.
 Yoldan geçen yayaya çarpıp kaçan sorumsuz, ruhsuz insanların olduğu gibi yerde yatıp canı yanarak kurtarılmayı bekleyen kimseye yardım etmek yerine, cep telefonuyla videosunu çekip sosyal medya hesaplarında paylaşarak takipçi ve beğeni sayısını arttırmanın, o insanın canından daha önemli olduğu, gözler önünde  bir cani tarafından hayatına kastedilen bir insanın kurtarılması için çaba sarf etmek yerine izlemekle yetinenleri görüyoruz. İyinin- kötünün, haklının-haksızın, doğrunun- yanlışın, güzelin- çirkinin... birbirine girmiş durumda olduğu bir toplumda yaşamaya çalışıyoruz.
   Belki çok genelleyici ve karamsar bir yazı oldu. Ancak sayıları günden güne azalsa da; değer yargıları ahlak, edep, ilim, irfan temelinde kurulu insanların olduğunu biliyorum ve benim saygı ve sevgim onlara... Parasına, makamına, arabasına, yazlığına, kışlığına değer biçenlere, güçsüzü ezenlere, yetimleri yerenlere değil...

Değer mi hiç, üç kuruşluk kazanç için onca değerlerimizi heba etmeye?

Muhabbetle
Hanife Mert

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...