1 Mayıs 2013 Çarşamba

1 MAYIS AMELE ( İŞÇİ VE EMEKÇİ) BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Dünya işçilerinin dayanışma günü olarak bilenen "1 Mayıs İşçi Bayramı", işçilerin 8 saatlik iş günü ve düşük ücretlerin protestosu sonucu yaşanan olayların bir gelişimi olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyıl İngiltere'sinde Sanayi Devrimi ile birlikte binlerce küçük atölyenin kapatılarak modern sanayiye doğru geçişin yaşanmasına rağmen çalışma şartlarında olumlu bir gelişmenin olmaması, işçilerin seslerini yükseltmesine yol açtı. Çalışma şartlarının düzeltilmesi için mücadele eden işçiler, 1886 yılında genel greve gitti. Kanlı çatışmalar ile biten greve rağmen Avrupa'da işçiler, '8 Saatlik İş günü kavgasını sürdürürken, işçi eylemleri Amerika'da da yaşanmaya başladı. 1874 yılında 4 eyalette birden ücretlerin düşürülmesi kararına işçiler direndi. İşçilerin direnişi kanlı biçimde kırılırken, 10 işçi lideri asıldı, 14'ü zindanlara atıldı. İŞÇİ SINIFI ÖRGÜTLENDİ 1877 yılında ise bütün baskılara rağmen 8 saatlik işgünü isteyen ve ücretlerinin düşürülmesini protesto eden işçiler, eylemlerini sürdürdü. Çıkan olaylar sonunda yakalanan Parsons, Spies, Fischer ve Engel isimli dört işçi lideri idam edildi. 1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMININ İLANI Yaşanan tüm bu olaylardan sonra 1888 yılı Aralık ayında toplanan ABD İşçi Federasyonu, 8 saatlik iş günü elde edilinceye kadar sürdü. Yine aynı aylarda Fransız ve Belçika İşçi Sendikaları Konfederasyonları 8 saatlik iş günü için savaşım kararı aldı. 14-21 Temmuz 1889'da Paris Kongresi ile kuruluşu gerçekleştirilen II. Enternasyonal, 1 Mayıs'ı işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışma günü ilan etti. 
FRANSA'DA  1 MAYIS ÜSTÜNE İLK KAN;

Fransa’da 1 Mayıs üstüne ilk “kan” , zamanımızdan 118 yıl önce küçük sanayi kenti Fourmies’de damladı. 
Bölgede çok eski zamanlardan kalma bir 1 Mayıs geleneği vardı ve genç nişanlıların yüzyıllardan beri birbirlerine "çiçekli akdiken dalı" verdikleri bu özel gün, 1889 yılından öteye “işçi bayramı” olarak kutlanıyordu. 
Ama tatil değil iş günüydü ve on üç, on dört yaşındaki çocuklar da “deneyimli” işçi sayılıyorlar, tekstil atölyelerinde her gün on iki saat bir lokma ekmek parası karşılığında çalıştırılıyorlardı.
Yaşlı genç Fourmies işçileri, bayram günü “sekiz saatlik” mesai istemiyle grev yapmaya karar verdiler. 1891 yılı 1 Mayıs sabahı, grevciler, sokaklarda “bize 8 saat, 8 saat gerek” sloganını açık saçık bir Fransız şarkısının bestesine uydurarak neşeyle dolaştılar. 
Dokuma atölyelerinin önünde jandarmayla hafif bir dalaş yaşandı ve birkaç işçi tutuklandı. Öğleden sonra grevciler, tutuklanan yoldaşlarını kurtarmak üzere hapsedildikleri belediye binasının önünde toplandılar. 
İtiş kakış sırasında, jandarmaya takviye gelen askerlerin yavaş yavaş gerilediğini gören bir piyade subayı, grevcilerin üstüne “Ateş!” emrini verdi.
9 kişi öldü, 33 kişi yaralandı. Aralarında, otuz yaşını aşkın sadece bir işçi vardı. Diğerleri, dokuma atölyelerinde çalışan işçi çocuklardı… 
Ölülerden biri, Maria Blondeau adlı bir genç kız, ellerinin arasında kanlı bir “akdiken” dalı tutuyordu. Nişanlısı, henüz o sabah vermişti kendisine sevgililerin simgesi bu çiçekli dalı. 
Fourmies kentinde yaşanan dram, ordu ve hükümetin şiddetle eleştirilmesine yol açtı ve 8 Kasım 1891 seçimlerinde, Karl Marx’ın damadı Paul Lafargue’ı tarihin ilk “sosyalist” milletvekili olarak meclise taşıdı! 
8 saatlik mesai için 17 yıl daha beklemek gerekti ve Fransız işçileri bu hakkı ancak 1918’den sonra kazandı.
1 Mayıs’ların “akdiken” çiçeklemesi ise “un brin de muguet”, bir sap müge, geleneğiyle sürdürülüyor. Mayısın birinci günü insanlar, tüm Fransa ve özellikle Paris sokaklarında, yakınlarına mutlaka ve çoğu kez yabancılara da birer sap müge çiçeği armağan ederler. 
TÜRKİYE’DE 1 MAYIS; 
1890 yılından sonra 1 Mayıs, bütün ülkelerde uluslararası işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Birçok ülkede 1 Mayıs, tatil günü olarak kabul edildi. 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) kuruluş kongresinde 8 saatlik işgünü karara bağlandı. İşçilerin işgünü savaşı kanlı fakat büyük bir mücadelenin sonunda zaferle sonuçlanmış oldu. TÜRKİYE'DE AMELE BAYRAMI Dünya'da yaşanan tüm bu olaylardan sonra Türkiye'de 1 Mayıs ilk olarak 'Amele Bayramı' adıyla 1921 yılında kutlandı. İstanbul'un işgal edildiği yıllarda kutlanan 1 Mayıs, 1923 İktisat Kongresi'nde "1 Mayıs Amele Bayramı" adıyla yasalaştı. 1 Mayıs 'Amele Bayramı' olarak kabul edilmesine rağmen 1925 yılındaki kutlamalarda dağıtılan bir bildiri gerekçe gösterilerek yasaklandı ve gösteriyi düzenlenler tutuklanmaya başladı. 1935 yılına gelindiğinde "1 Mayıs Amele Bayramı" ismi "Bahar Bayramı" olarak değiştirilerek genel tatil ilan edildi. 2008 Nisan'ında ise "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kutlanması kabul edilmiştir. 22 Nisan 2009 tarihinde TBMM'de kabul edilen yasa ile 1 Mayıs resmi tatil ilan edilmiştir.
Ancak 21. yüzyıl Türkiye’sinde bile hala yüz binlerce çocuk, 19. yüzyıl Avrupa’sının koşullarında çalıştırılıyor. Özelleştirilen limanlarda birbiri ardından ölümcül kazaya uğrayan işçilerin çalıştırıldığı insanlık dışı koşullar, 1885’te ABD’de, 1889’da İngiltere’de greve başlayan “docker”lardan farklı değil. Umarım 1 Mayıslar işçinin emeğinin karşılığını aldığı, gerçek bir bayram havasında kansız ve şiddetsiz kutlanır, bu durum ise insanlığın gerilemesine değil, ilerlemesine yol açar. 
Bu vesileyle 1 Mayıs (AMELE) İşçi ve Emekçi bayramınız   ve benim doğum günüm kutlu olsun...

7 Nisan 2013 Pazar

ÖLÜRÜM TÜRKİYEM!!


                                                        
                                       

Baş koymuşum Türkiyemin yoluna 
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm 
Asırlardır kır atımı suladım 
Irmağının akışına ölürüm 

Sevdalıyım yangın yeri bu sinem 
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem 
Pınarlardan su doldurur Eminem 
Mavi boncuk takışına ölürüm 

Düğünüm, derneğim, halayım, barım, 
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım 
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım, 
Heybelerin nakışına ölürüm 


Dilaver Cebeci

BAYRAĞIM

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, 
Kız kardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü! 
Işık ışık, dalga dalga bayrağım, 
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım. 

Sana benim gözümle bakmayanın 
mezarını kazacağım. 
Seni selamlamadan uçan kuşun 
yuvasını bozacağım. 

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder... 
Gölgende bana da, bana da yer ver ! 
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar. 
Yurda ay yıldızın ışığı yeter. 

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün. 
Kızıllığında ısındık, 
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün. 
Gölgene sığındık. 

Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan; 
Barışın güvercini, savaşın kartalı... 
Yüksek yerlerde açan çiçeğim; 
Senin altında doğdum, 
Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen !
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim !
ARİF NİHAT ASYA

29 Mart 2013 Cuma

Hayme Ana (Devlet Ana) 'nın Asırlık Öğütleri Bu Gün Bile yol Gösteriyor...


Osman Gazi'nin Babaannesi Hayme Hatun'un oğluna öğütleri asırlardır devlet adamlarına yol gösteriyor. İşte Osmanlı Devleti'nin temellerini atan Hayme Ana'nın öğütleri... 
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin babaannesi Hayme Ana'nın, oğlu Ertuğrul Gazi'ye yönelik ''adaletli, erdemli, sabırlı ve yoksullara karşı cömert olmasını'' yönündeki öğüdü, asırlardır devlet adamlarına yol gösteriyor.
Oğuzlar'ın Bozok kolunun Kayı Boyu'na mensup bir Türkmen kızı olan Hayme Ana, 1200'lü yıllarda Gündüz Alp ile evlenerek sadece bir ailenin değil, 6 asır hüküm sürecek bir devletin temellerini attı.....
Hayme Ana, eşi Gündüz Alp'in göç sırasında Fırat Nehri'ni geçerken boğularak ölmesi üzerine 1250'li yıllarda aşiret reisliğini ele alıp, dağılma noktasına gelen Kayı Boyu'nu toparladı. Kayı Boyu'nu Aşağı Sakarya Vadisi'ne, Ankara'nın batısındaki Karacadağ bölgesine yerleştirdi. Ankara'nın Haymana ilçesinin bu dönemdeki yerleşmeden kaynaklandığı biliniyor.
Kayı Boyu'nu daha sonra Kütahya'nın Domaniç ilçesindeki Çarşamba köyüne getiren Hayme Ana, oğlu Ertuğrul Gazi ile torunu Osman Gazi'yi yetiştirerek Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna vesile oldu ve bundan dolayı ''Devlet Ana'' olarak anılmaya başladı.
Hayme Ana ve Gündüz Alp'in, Sungur Tekin, Gündoğdu, Ertuğrul ve Dündar adlarında 4 oğlu vardı. 13'üncü yüzyıl ortalarına doğru delikanlılık çağına gelen Ertuğrul Gazi, annesinden aşiret reisliğini devraldı ve bundan sonra aşiret daha da güçlendi. Selçuklular ile birlikte öncü kuvvet olarak savaşlara katıldılar. Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubad'ın İznik İmparatorluğu üzerine 1270'te yaptığı sefere katılan Ertuğrul Gazi'ye, Söğüt ve Domaniç bölgesi yurtluk olarak verildi. Bundan sonra aşiret, Domaniç'i yazlak, Söğüt'ü kışlak olarak kullandı.
Hayme Ana'nın, 1280'li yıllarda eylül ayının ilk günlerinde kışlağa dönüş sırasında öldüğüne, Ertuğrul Gazi'nin ise annesini Çarşamba köyünde her yıl çadır kurduğu bir tepenin üzerinde defnettirdiğine inanılıyor.

AŞİRETİ EMANET ETTİĞİ OĞLUNA ÖĞÜDÜ 
Hayme Ana, Kayı Boyu ile birlikte hayatını sürdürürken evlat ve torunlarının fazilet ve dirayet sahibi olması için onları ''Devlet Ana'' anlayışıyla yetiştirdi.
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Ertuğrul Gazi, annesi Hayme Ana'dan 13'üncü yüzyılın ortalarında bir beyliği değil, aynı zamanda asırlara hükmedecek devlet anlayışını da teslim aldı. Hayme Ana'nın, oğluna nitelikli devlet adamı olma ve milletini hakkaniyetle yönetmenin ip uçlarını verdiği şu öğüdü, asırlardır unutulmuyor:
''Oğul... Anayurttan ayrılalı yıllar geçti. Deli rüzgarlar önünde oradan oraya savrulduk. Beylik otağını kurduğumuz şu yaylalar, artık son durağımız, son konağımız olsun. Oğuz'un yurtlarına diktiğimiz ağaçların kökleri kara yerin derinliklerine, dalları gökyüzünün yüceliklerine uzansın. Ak-boz atlara binip yağı üstüne yel gibi vardıkta Kadir Tanrı gözü pek yiğitlerimizi korusun. Göğsü kaba yerli kara dağlar gibi duran erlerimiz ile kır çiçekleri gibi saf ve temiz, ak yüzlü, ala gözlü kızlarımız kutlu Kayı Boyumuza gürbüz evlatlar versinler. Altın başlı otağlarımız Çarşamba yaylasını bürüsün. Kayı'nın ve diğer bütün boyların oğullarını Ertuğrul'umla bir tutarım. Onların hepsini soyumuz için Hakk'ın kutsal birer emaneti bilirim.
Oğul... Boyundan, soyundan olsun olmasın insanlara adil davran. Adaletten ayrılma ki, insanların birlik ve dirlik kazansın. Yurdunda, obanda herkes gezsin. Ululuk isteyen töreden ayrılmasın. Bu dünya bir oturma yeri değildir. Yapacağın iyi ve doğru işlerle insanların hizmetinde bulunursan güzel övünçler senin olur. Yüreğinden inancı, ağzından duayı, davranışından erdemi hiç eksik etme. Bir de sabırlı ol oğul, ekşi koruk sabırla tatlı üzüm olur. Oğul... Beylik dermekle, ağalık vermek iledir.Sofranı ve keseni yoksullara açık tut.

Hayme Ana eşiyle 800 çadır idare etmiş. Eşi öldükten sonra 400 çadırla geldiği bu topraklarda, en güzel ve en mükemmel şekilde 630 yıl süren bir imparatorluğun tohumlarını atmıştır. Bu topraklar, suyu, havası ve ormanlarıyla şifa dağıtan topraklardır. 
XIII.yüzyılın  ikinci yarısında vefat eden Hayme Ana’nın türbesi Kütahya’nın Domaniç ilçesine bağlı Çarşamba köyündedir. Hayme Ana her yıl eylül ayının ilk haftası pazar günü çeşitli törenlerle yad edilmektedir. 

Hayme Ana sadece bir ana değil, tüm analara örnek bir Türk anasıdır. Ayrıca bir filozof dur, her öğüdü bu gün bile devlet adamlarına ışık tutuyor.Türk tarihinde çok önemli şahsiyetlerden birisi olan Hayme Ana, dünyada yaşayan bütün Türklerin cefakâr, fedakâr anası ve Türk kadınları için en büyük simgedir. O,  Türk kadınının isterse toplumda nasıl bir yer edineceğinin, neler yapabileceğinin de en güzel örneğidir.

19 Mart 2013 Salı

Türk Kültüründe Nevruz...

Nevruz Bayramı, Türk Milleti’nin yüzyıllar ötesinden devam edip gelen geleneksel bayramlarından biridir.
Nevruz Bayramı, Türk Milli Kültürü’nde baharın müjdecisi, gece ile gündüzün eşit olduğu ve tabiatın en adaletli günü olarak kabul edilir. Türkler’in yaşadığı en uzak bölgelerde dahi 21 Mart, Nevruz Bayramı olarak çeşitli yöresel etkinliklerle kutlanır.
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı “ana” olarak vasıflandıran Türk Düşünce Sisteminde “Baharın gelişi” elbetteki önemli bir yere sahip olacaktı.
Kaşgarlı Mahmut, “Bayram” kelimesinin anlamını Divan-ı Lügat-it Türk’te “Bedhrem, halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla ve çiçeklerle bezenmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesi” olarak tarif eder.
Bayramlar, insanlar arasında karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği günlerdir.
Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları gündür.
Bayramlar, toplumlarda milli birlik ve beraberliğin, bir arada yaşama arzusunun kuvvetlendiği günlerdir.
Bayramlar, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulandığı, sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir.
Eski Türkler’le İranlılar’ın “yıl-başı” kabul ettikleri gün, Farsça bir kelime olan “Nevruz” terimiyle ifade olunmaktadır. Ancak kelime anlamı bakımından “yeni gün” demektir. Araplar’a İranlılar’dan geçen bu adet, başta Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’nde görüldüğü üzere Türkler’de çok eskiden beri bilinmekte ve bugün törenlerle kutlanmaktadır.
Türkler’de çok eskiden beri baharın gelişi, tabiatın canlanışı, destanlarda masallarda, türkülerde şiirlerde, aşıkların kopuzlarında terennüm edilir ve bahardan coşkunlukla söz edilirdi. Baharın gelişi; suların çoğalması, dünyanın nefesinin ısınması yani havaların ısınması, türlü çiçeklerin açılması, yeryüzüne yemyeşil bir ipek kumaşın serilmesi, hayvanların çoğalması olarak yorumlanmaktadır.
Türk topluluklarında Nevruz geleneği yaygındır. Türkler, Nevruz’u “Nevruz-ı Sultani”, Sultan Nevruz” veya Orta Asya Türk topluluklarında görüldüğü üzere “Sultan Navrız” olarak kutlamaktadırlar. Türkler’de Nevruz’la ilgili görülen rivayetlerin en önemlisi bu günün bir kurtuluş günü olarak kabul edilmesidir. Bu bakımdan bu gün Ergenekon veya Bozkurt Bayramı olarak kabul edilmektedir.
Ergenekon Destanı’na göre düşmanları Türkleri bir hile ile yenerler ve çoğunluğu öldürülür yada tutsak düşer. Kurtulanlar kimsenin bilmediği dağlık ,verimli bir yer olan Ergenekon’a gelirler. Zamanla nüfusları çoğalınca buradan çıkmak istediklerinde etrafın demir dağlarla çevrili olduğu görülür. Bunun için büyük ateşler yakıp dağları eritirler ve tekrar eski yurtlarına dönerler. İşte Türk Kültürüne göre Nevruz , takvim başlangıcı olan Ergenekon’dan çıkış günüdür. Bu adet Türkler’deki demirciliğin milli sanat olması ve demir kültü ile açıklanabilir. İşte Türk Kültürüne göre Nevruz, takvim başlangıcı olan Ergenekon’dan çıkış günüdür.
O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir, o günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yaparlar. Bunu mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlar.
Nevruz, Türkler’in tabiatın dirilişini alkışladığı, yıl esaslı zaman değişiminin başlangıcı saydığı, değişmeler için Tanrıya şükrünü ifade ettiği özel bir törendir. Bu kutlama sarı, kırmızı, yeşilin yan yana gelmesiyle oluşan sembolleşme ile tamamlanır gibidir.
Sarı, kırmızı ve yeşili bir inanış ve varlık dünyasını yorumlayış sonucunda yeşili; dirilik, tazelik gençlik, sarıyı; merkez, hükümranlık, kırmızıyı; Tanrı, koruyucu ruh, ocak (ev), dirlik, bağımsızlık, hürriyet anlamlarının sembolü halinde yorumlayan sadece Türk kökenli halkalardır.
Türk boyları, söz konusu bayramda çeşitli eğlenceler düzenlemekte ve bir çok pratiği de yerine getirmektedirler. Mesela; Nevruz’da pişirilen özel yemekler, oynanan oyunlar, güreş müsabakaları, yarışmalar, musiki makamları, şiir söyleme gelenekleri gibi faaliyetler yüzyıllardan beri yapılmaktadır. Nevruz, bu özellikleriyle Türk boyları arasında tam manasıyla sanat, edebiyat, spor ve musiki erbabının hünerlerini gösterdikleri bir bayram haline dönüşmüştür.
Tarihi bakımdan Hun, Göktür, Uygur, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Nevruz, bir örfi bayram olarak kabul edilmiş, çeşitli eğlence ve merasimlerle idrak edilmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün önderliğinde 1922, 1923, 1924 ve 1926 yıllarında Ergenekon Bayramı adıyla kutlanmış, daha sonraki yıllarda bu kutlamalar mahalli seviyede olmuştur.
Ülkemizin Batısında Mart Dokuzu, Hıdrellez veya Kakava Şenlikleri adıyla kutlanan Nevruz Bayramı, bizleri birbirimize daha çok yaklaştırır. Ortak bir kültüre, birlik ve beraberlik içinde sahip çıkar ve aynı kültürün insanları olarak kaynaşmamıza, birbirimizi sevmemize yardımcı olur.
Nevruz geleneği ne Sunilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan bağlantısı olmayan, İslamiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin ve mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi, bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
Milli Kültürü yozlaştırmak, yok etmek, milli kültür unsurları üzerinde şüphe yaratmak, milli tarih konularında spekülatif yayınlarda bulunmak bugün Türklük düşmanlarının en çok takip ettikleri metod bulunmaktadır. Kaleleri içerden ele geçirmek yani ülkeleri parçala, böl, sonra yok et prensibi emperyalist politikaların hedef seçtikleri ülkelere karşı uyguladıkları genel bir stratejidir. Bu strateji içinde milli kültür düşmanlığı, milli kültürün dejenere edilmesi, milli kültür değerleri üzerinde başka sahipler aranması en geçerli bir silah olarak kabul edilmektedir. Özellikle yurt dışında Türkiye ve Türklük aleyhine faaliyet gösteren Marksist-Leninist ve bölücü unsurlar sun’i bir topluma mal edilmeye çalışılan Ergenekon/ Nevruz Bayramı’nı Türk kültürü bünyesinden koparmak istemekte ve bu konuda gayret göstermektedirler. Bu durumda bizlere düşen görev tarihimizi ve kültürümüzü daha iyi öğrenip sahiplenmektir.
Atatürk’ün tarih öğrenmenin önemi üzerine söylemiş olduğu şu söz yukarıda izah etmeye çalıştığımız konunun önemini daha iyi açıklamaktadır.
“TÜRK ÇOCUĞU ECDADINI TANIDIKÇA DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK İÇİN KENDİNDE KUVVET BULACAKTIR”
1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetlerinde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/ Nevruz Bayramını “Milli Bayram” olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler.Türk Kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz Bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş, an’anevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır.Türkiye’de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
Nevruz, Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’dan demir dağları eriterek dirilen ataların ruhuyla yanan bir ateştir. Bu ateş hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak ortak kültür ocağında binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın, Türk aleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.
21 Mart Nevruz Bayramı, genç nesillerimize mutlaka öğretilmeli ve dünya durdukça Türk Milleti’nin geleneksel bayramı olarak yaşatılmalıdır.

KAYNAKLAR:
1.Meydan Larousse “Nevruz” maddesi
2.Atatürk Diyor ki
3.Reşat GENÇ:Türk İnanışları İle Milli Geleneklerinde Renkler ve Sarı-Kırmızı-Yeşil
4.Abdulhaluk M.ÇAY:Türk Ergenekon Bayramı Nevruz
5.Bahaeddin ÖGEL:Türk Kültürünün Gelişme Çağları
6.Mehmet Emin BATUR:Nevruz 22 Mart 2004
7.İsa ÖZKAN:Uygur Efsanelerinde Nevruz
8:Enver MUHAMMET:Uygurlar’da Nevruz Geleneği, Türksoy Dergisi, Mayıs 2003
9.Hatice Emel AŞA:Nevruz’un Türk Dünyasındaki İsimleri-Türk Kültüründe Nevruz, Yeni Avrasya Dergisi Mart-Nisan 2000

17 Mart 2013 Pazar

Çanakkale Şehitlerine!!





Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. 
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. 
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' 
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! 
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. 
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, 
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! 
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: 
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. 
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... 
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, 
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, 
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. 
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. 
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... 
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. 
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. 
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, 
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! 
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? 
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? 
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. 
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; 
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. 
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. 
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, 
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! 
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. 
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... 
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; 
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; 
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, 
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... 
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; 
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... 
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, 
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

Çanakkale Zaferimiz Kutlu Olsun.

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer.
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!...
Çanakkale zaferi; çelikleşmiş millet iradesinin, vatan, millet, bayrak aşkının, geleceğe olan güvenin, hürriyet sevdasının, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde eriyle, komutanıyla, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, kızıyla top yekiün tek bir vücut halinde yazdığı şanlı bir yeniden dirilişin destanıdır. Türk milletinin bir diriliş mücadelesidir! Bu destan artık ömrünü tamamlamış bir çınardan yeni ve güçlü bir filizin doğmasıyla sonuçlanmıştır. 
Yüz binlerin kanıyla vatan yapılan bu topraklarda, Türk ve dünya tarihinde benzersiz bir deniz ve kara savaşlarının yapıldığı yerdir Çanakkale. Hepsinden önemlisi, bir milletin kutsal saydığı değerler ve vatan toprağını savunmada gösterdiği eşsiz bir kahramanlık mücadelesidir. 
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı 
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.” 
Bastığımız topraklar birçok destana, mücadelelere şahitlik etmiştir. Bu topraklar, yiğitliğin, mertliğin, kardeşliğin, hakkın, hukukun, sabrın, zor şartlarda top yekün mücadelenin insanlık derslerinin verildiği örneklerle doludur. Yüreğimi burkan birini paylaşmak istiyorum. 
Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...
Bunlardan biri Lapseki'nin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
"Ölme ihtimalim çok fazla. Ben bir pusula yazdım arkadaşıma ulaştırın..."
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: "Ben... Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşıdan 1 Mecid borç aldıydım... Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin."
"Sen merak etme evladım" der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de
"Söyleyin hakkını helal etsin" olur...
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yıkılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de gözyaşlarına engel olamaz...
Pusuladaki not:
"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 Mecid borç
verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız.
Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim." 
Bu gün Çanakkale savaşının milletimiz için ne anlam ifade ettiği vatan, bayrak, din, devlet sevgisinin ve bağımsızlığın ne anlama geldiği, Çanakkale ruhunun özünün ne demek olduğu yeni nesillere ve bu ruhdan bihaber olanlara iyi anlatılmal ve kavratılmalıdır... 
Bu duygu ve düşüncelerle , cennet vatanımız ve kutsal değerlerimiz uğruna canlarını feda eden Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve aziz şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.



Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...