29 Nisan 2012 Pazar

Dostum Dostum Türküsü ve Hikayesi..





TÜRKÜ SÖZÜ
Bin cefâlar etsen almam üstüme
Gayet şirin geldi dillerin dostum
Varıp yad ellere meyil verirsen
Kış ola bağlana yolların dostum

İlâhi onmaya yardan ayıran
Bahçede bülbüller ötüyor uyan
Kula gölge olsa Allah'a ayan
Senden ayrılalı gülmedim dostum

Pir Sultan Abdal'ım gülüm dermişler
Bu şirin canıma nasıl kıymışlar
İster isem dünya malın vermişler
Sensiz dünya malın neylerim dostu 

HİKAYESİ
Pir Sultan Abdal Alevi toplumunun bagrından cikan en büyük halk ozanlarindan biridir.Yasami boyunca haksizliklara karsi mücadele etmis hatta asilacagini bile bile bu tutumundan vazgecmemistir. Siirleri ve direnisci tutumuyla nice kusaklara örnek olmustur. Pir Sultan’in siirleri ve deyisleri hala dilden dile ve agizdan agiza dolasiyor. Bu büyük insanin hayatina bakmakta yarar var.

Pir Sultan Abdal’in 1510/14 -1589/90 yillar arasinda yasadigi tahmin ediliyor. Öz adi Haydar olmasina karsi siirlerinde Pir Sultan mahlasini kullanir. Kendisi Sivas’in Yildizeli ilcesinin Circir bucagina bagli Banaz köyünde dünyaya gelmistir. Yirmi yasina bastiginda Seyit Ali Sultan Dede’nin dergahina baglanir ve ikrarini verir. Tam bes yil gece-gündüz demeyip o dostluk ve muhabbet kapisina eli erdigince gücü yettigince katkida bulunur. Odun tasir su getirir hasat kaldirir konuklar agirlar ac doyurur harama el sürmez ve dergaha bir tek haram lokma getirmez. Eline diline beline sahip olmak; onun da diger canlar gibi hic aklindan cikarmadigi bir temel ilke olur. Haydar dergaha ve dolasiyla halka hizmeti Hakk’a hizmet sayar. Makamlari adim adim alir ve sonunda „Pir" makamina erisir. Pir Sultan Abdal Seyit Ali Sultan Dede’den dedelik hirkasini ve Pirlik nisanini aldiktan sonra canlari tek tek dolasir ve dertlerini dinler. O günlerde Andadolu’da kötülük kol geziyor zalim esen rüzgar ölüm türküleri söylüyordu. 

Rüsvetci kadilar yobaz müftüler zalim pasalar ve niceleri halkin alin terine bakmadan insanlarin hayatini ceheneme dönüstürüyorlardi. Özellikle Alevi toplumunu kafirlikle imansizlikla ve zindiklikla sucluyorlardi. gerek Selcuklu gerekse Osmanli döneminde irili ufakli pek cok ayaklanma girisimi olmus fakat hepsi basarisizlikla sonuclanmisti.Pir Sultan Abdal zalimlere ezenlere karsi siirlerini bir silah olarak kullandi ömrünün sonuna dek türkülerini hem de yüksek sesle söylemekten kacinmadi. Anadolu Alevilerinin zulme karsi baskaldirmalarina önderlik eden Pir Sultan Hizir Pasa tarafindan asilmistir. Yine söylentilere göre Pir Sultan Abdal’in Seyyid Ali Pir Muhammed ve Er Gayib adli üc oglu ile Sinem adli bir de kizi vardi. 

alıntı 

Fon müziğini kapatalım lütfen:) 



Anlatamam Derdimi Dertsiz İnsana..


Anlatamam derdimi dertsiz insana
Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz

Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz

Ah çeker aşıklar ağlar zarınan
Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan
Çağlar deli gönül ırmaklarınan
Ağlar ağlar göz yaşların silemez

Veysel günler geçti yaş altmış oldu
Döküldü yaprağım güllerim soldu
Gemi yükün aldı gam ilen doldu
Harekete kimse mani olamaz

Aşık Veysel Şatıroğlu 

28 Nisan 2012 Cumartesi

Farkında Omalı İnsan..


Farkında Olmalı İnsan... 
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı. 
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen... 
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını 
Fark Etmeli. 
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını 
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını 
Fark Etmeli. 
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu 
Fark Etmeli. 
Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı 
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum 
İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını 
Fark Etmeli. 
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli. 
Baskın Yeteneğini 
Fark Etmeli Sonra. 
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini, 
Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini 
Fark Etmeli İnsan 
Ve Ölmeden Evvel Ölebilmeli. 
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte 
Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini 
Fark Etmeli. 
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu 
Fark Etmeli. 
Ve Ona Göre Yaşamalı. 
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü 
Fark Etmeli. 
Evinde dört Kedi iki Köpek Beslediği Halde 
Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını 
Fark Etmeli. 
Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü 
Fark Etmeli. 
Dolabında Asılı yirmibeş Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka 
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu 
Fark Etmeli. 
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek 
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini 
Fark Etmeli. 
Fark Etmeli;
Ömür Dediğin Üç Gündür, 
Dün Geldi Geçti, Yarın Meçhuldür!
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür...
alıntı


Bu gün yeni Bir Sayfa Açalım..



Bugün, bu saat, bu saniye, bir kez daha niyetimizi tazeleyebilir, yeni bir sayfa açabiliriz. Şu an, daha bilinçli, daha samimi, daha düzgün ve çok daha dikkatli bir şekilde, maddi ve manevi olanaklarımızı kullanarak, gücümüz yettiğince zamanımızı en hayırlı şekilde geçirmeye yeniden niyet edebiliriz. Allah’a kulluğumuzu çok daha büyük bir coşkuyla yerine getirip, fırsatları çok daha iyi değerlendirebiliriz. Birbirimizle nefsani yarış yerine, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için hayırlarda yarışabiliriz. “Bugün çok güzel ve hayırlı işler yaptım, bu kadarı yeterli” ya da “etrafımdaki insanlara göre ben çok daha fazla gayret içindeyim, birçok kişiye oranla ben çok daha iyiyim” diye düşünmeden, yeni bir adım daha atabiliriz.

İnsanları Rabb’i Katında değerli kılan özellik imanları, yalnızca Allah’ın rızasını amaçlayarak yaptıkları salih ameller ve kalplerindeki niyetleridir. Allah Katındaki asıl üstünlük ölçüsü Kuran’da “… Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle bildirilir.

Samimi insan hiçbir dünyevi çıkar beklentisi olmaksızın, yalnızca Allah emrettiği için salih amellerde bulunur. Katıksızca Allah’ın hoşnutluğunu amaçlar, yaptığı işlerde, söylediği sözlerde, ibadetlerinde ve günlük yaşamında gönülden Allah’a yönelir. Bu samimiyeti kişinin imanını arttırır ve onun ‘takva’ sahibi bir kul olmasına vesile olur:

Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah mü’minlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa Suresi, 146)

İnsan “işittim, iman ettim” dediği anda, zaten yaşamını “göçecek yarın kenarına değil, Allah’ın hoşnutluğu temeli üzerine inşa etmiş, Kur’an’ı yaşamaya karar vermiştir. O andan itibaren, adımını Allah için atar, Rabb’ine teslimiyetin huzur ve coşkusunu içi titreyerek hisseder. Ancak imanını hiçbir zaman için yeterli görmez. Bebek gibidir iman, gelişmek için bakım ister. İnsanın da, yaşamının son anına dek, imanını daha da geliştirme, derinleştirme olanağı vardır. Bu nedenle insan her gün, her saat, her an, bir kez daha yeniden niyet etmeli, imanını tazelemeli, yaşamını insanların değil, Allah’ın en hoşnut olacağı davranışlarda bulunarak geçirmeye karar vermelidir.

İman etmiş bir insan kuşkusuz yaşadığı her anı, fıtrat olarak Kuran’a en uygun davranışları sergileyerek geçirir. Ancak kendisini yeterli görmeyerek, bu konuda daha derin bilinçle karar alan insanın durumu çok daha farklıdır. Söz edilen, bilinenden/yaşanandan çok farklı bir ruh halidir.

Öyle ki, etrafındakiler, bu insandaki değişimi fark eder, farklı ruh halini sezerler. Yeniden niyet eden insanın vicdani duyarlılığı çok yükselir. Yaşanan olaylara karşı herkesten çok daha fazla duyarlı ve ilgilidir. Zorlu ve yorucu işlere herkesten önce taliptir, çok daha ataktır. Ortamdaki diğer herkesten çok daha fazla güzel sözlüdür; kalplere hitap eder. Herkesten daha fazla ince düşünceli, herkesten daha fazla kibar, herkesten daha fazla sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla doludur. Hikmetli konuşur, yapıcı ve olumludur. Gerginlik anında yatıştırıcı, huzur ve güven veren bir üslupla ortamı yumuşatır. Kısacası artık daha farklı bir pozitif elektrik taşır.

Dini yaşamayı kabul eden insanın karşısına sabır gerektiren birtakım zorluklar çıkacak, sergilediği davranışlarla da imtihan olacaktır. Ancak önemli olan, insanın Rabb’i ile bağlantısının her koşulda derin ve kesintisiz olmasıdır.

İmanın kuvveti oranında, insanın samimiyetle dini yaşaması da kolaylaşır. Ancak imanı zayıf kişinin aklı da zayıf olur. Olaylara hatalı bir bakış açısına sahiptir; çok çabuk öfkelenebilir, çabuk üzülebilir, korkuya, ümitsizliğe kapılabilir, gelecekle ilgili ümitsiz konuşmalar yapabilir.

Derin ve güçlü bir imana sahip olan insanın bütün yaşamında mükemmellik vardır; düşünceleri, davranışları, kararları makuldur. Bu nedenle en önemli şey derin bir imandır. Derin bir Allah korkusu, derin bir Allah sevgisi yaşandığında dünya insana adeta cennet gibi gelir.

Bütün bunlar, “bir kez daha samimi niyet etmiş olmanın” insana kazandırdığı olumlu ahlak özellikleridir. Bu ahlakı kazanmaya çaba gösteren müminin hedefi, “Allah’ın en sevdiği kullarından” olabilmektir. Çabasını, yaptığı güzel işleri yeterli bulmaz; sonra yine bir kez daha, ‘daha samimi, daha duyarlı olmaya niyet eder. Her defasında ahlakı, imanı, kişiliği gelişir; sığlarda çırpınmaktan kurtulur, derine/batına iner.

Kur’an’da bu üstün ve derin ahlakı yaşayan müminlerin yarışıp öne geçtikleri haber verilir.

İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. (Müminun Suresi, 61)

Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. (Kehf Suresi, 30) buyurur Allah. O, samimi niyetimize binaen, bizim için her zaman en güzelini, en hayırlısını yaratır; karşılığını artırarak verir.

alıntı

27 Nisan 2012 Cuma

BİR UMUT İŞTE!!


Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne vuran alev alev yakıcı güneş ışığının etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu. Lakin derenin kenarındaki dut ağacının yapraklarının hışırtısı,  dalların arasından dalga dalga etrafa yayılan ışık hüzmesi ile, masmavi  gökyüzü ruhu dinginleştiriyordu. Küme halinde uçan serçelerin cıvıltıları ve çekirge sesi  insana  yaşama sevinci aşılıyordu.
   Her zaman ki gibi, bebeğini kucağına alıp derenin kıyısına, dut ağacının dibine oturdu. İnsana huzur veren güzelliklerin farkında bile değildi. Zira aklı kocasında idi… Derenin kıyısında bir müddet oturdu. Başını önüne eğdi. Gürül gürül akan suya bakıyordu. Sanki suyun binlerce metre derinindeki bir noktayı görüyordu. Başını kaldırdı, önce yavrusunun gözlerinin taa içine, sonrada ufka baktı:
  -Sanırım bu gün de gelmeyecek! Baban dedi sanırım artık gelmez… Bakışlarını akan suya sabitledi. Uzaktan gelen minibüsün korna sesi ile irkildi. Bebeğini kucakladığı gibi koşarak yola çıktı. Minibüs tamda önünde durdu. İnenlere baktı soran gözlerle… Artık son kişi de inmişti. Kimse kalmamıştı. Kapının yanına geldi. Şoföre baktı umutla…

-Yok bacım, kocan yok…dedi.
  Hikayede eşini İstanbul'a çalışmaya gönderen ve kendisinden bir daha haber alamayan bir kadınının umudunu yitirmeden sabırla çaresiz bekleyişini okuduk. Onu gelmeyeceğini bile bile çaresizlik içinde, her gün yavrusu ile birlikte dere kenarına getiren içinde kaybetmediği umuttu.
  Neydi umut dediğimiz şey? Çıkmayan candan vazgeçilmeyen inanç mı? Ya da aza kanaat eden fakirin sofrasındaki katık mı?
  Umut sabırdır, mücadeledir, heyecandır, hüzündür, inanmaktır, hayal etmektir kısaca insanı hayata bağlayan ölüm ile hayat arasında ki köprüdür…
  Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı da… İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasında ki çorbada, kimi zaman zenginin bankada ki hesabında, bir hastanın ilacında ki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin saadetinde gizli...
  İnsan umuda en fazla çaresizliğin pençesinde çabalarken ihtiyaç duyar. Çünkü umut çaresizliğin girdabında çabalarken anlamıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır.
 Yap mak istediklerinizin peşine düşmek! Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek.
  Bu çok kolay değil elbet... Hatta hiç kolay değil! Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü?.. Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek "olay daha bitmedi" diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan…
  Kimi zaman da umud eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vaz geçmek yaşamaktan vaz geçmek demek değil midir? Çünkü insan umud ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar.


Yaşamınızda umut ışığınız hiç sönmesin.

Muhabbetle,
Hanife MERT    





























25 Nisan 2012 Çarşamba

Hayatımızı Korkularla Örmüşüz..


"Hayatımızı korkularla örmüşüz… Ya babam duyarsa… Ya müdür soruşturma açarsa… Ya sınavı kaybedersem… Ya onu kaybedersem… Ya işten atılırsam… Ya böcek beni ısırırsa… Ya borsa düşerse, ya o arabayı başkası alırsa… İnsan kimden ve neden korkarsa hayatını ona göre biçimlendirir. Böcekten korkan hayatını böceğe göre yönetir. Hayatımızı kime göre yönetmemiz bize daha yakışır?

Bir korku vardır ki o bü...
tün korkusuzlukların kaynağıdır. En büyük aşk ondan doğar, en ihtişamlı huzur ondan çıkar. O öyle bir korkudur ki, ölümün acısını bile gölgeler ve o bütün dünyevi kayıpları önemsiz kılar. O korku Allah korkusudur, Allah saygısıdır, haşyettir.

İnsan korktuğu insanı sevemez ama korktuğu Allaha ulaşma arayışı içerisindedir. İnsan korktuğundan kaçar ama Allah’tan korkanın kalbi hep Allah’ın azametine duyduğu hayranlığın huzurundadır. Bu yüzden Allah korkusu bildik korku gibi değildir, Kur’an’ın tabiriyle haşyettir, saygıdır, huzurunda sevgi, saygı, hayret ve muhtaçlık hissiyle gizlenip gitmektir.

Yüce Yaradan Müminleri böylesi bahtiyar bir korkuya çağırmıştır: “Ey inananlar, Allah’tan korkun/çekinin ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (el-Ahzab, 33/70-71)"

Hayatta Kararlar Birer Kibrittir..




Adamın biri bilge bir kral olmakla un salmış olan kralın yanına gider.

Krala şunu sorar ‘Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?’

Kral ‘Elbette’ der, ‘Kaç bacağın var senin? ‘

Adam soruya şaşırarak ‘İki efendim’ der.
Kral ‘Pekâlâ, tek bacağının üstünde durabilir misin? 
‘ ‘Elbette’ diye cevap verir adam. Kral ‘O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver’. Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. 
’Tamam’ der kral ‘Simdi de öteki bacağını kaldır.’ Adam şaşırır ‘Bu imkânsız kralım’ der. ‘Gördün mü? ‘ der kral ‘ Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil.’
Tiziano Terzani’nin ‘Atlıkarıncada Bir Tur Daha’ adli kitabında okuduğum bu küçük öykü yıllardır tartışılan özgürlük kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeme yol açtı. 
Hayat gerçekten böyleydi. İlk kararı alıyordun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu. Hayat hata kabul etmiyordu. 
İlk kararın doğruysa isler yolunda gidiyordu ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyordu.
Mesela mesleğini seçerken… Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkında olmaksızın bir meslek seçtiğinde omür boyu işini zorla yapmaya mahkûm oluyordun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun.
Ama biliyordun ki; özgürlüğünü kullanmış ilk kararı vermiştin ve Yeniden başlama cesaretin yoktu. Bazı insanlar vardı hayatta… 
Onlar ise her şeyi ardlarında bırakıp yeniden başlayacak kadar cesurlardı.
Ama sen onlardan biri olamıyordun. Bunca emek bunca çalışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atıveremiyordun. 
Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı. Hayat çok kısaydı Ve mutsuz olduğun islerle zaman öldürmek ayni zamanda ruhunu öldürmekle es anlamlıydı.

Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu. 
Yanlış bir karar aynı evde yaşayan iki düşman yaratabilirdi. Aşk zorunluluğa dönüşebilir ve hayatını cehenneme çevirebilirdi. İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün, ama devamında senin kararına bağlı olmayan pek çok şey gerçekleşiyordu.
 Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti.
Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak ateş, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu, yanlış yerde ateşlediğin vakit ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu..

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...