
Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti, İyi İnsanlar iyi atlara binip
gitti. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Aynada ki Yalan” isimli romanının
başkahramanı Naci’nin arayış içerisinde olduğu bir dönemde kendisine “Senin anlayacağın
iyi insanlar iyi atlara binip gitti” cevabı verilir ve şöyle bir hikâye
anlatılır: “Bir gün cins at meraklısı bir adam, cins atlarıyla meşhur bir yere
gidiyor. Tanıdıklarından kimi sorsa “Öldü!” cevabını alıyor. Ya şu ağa, ya bu
ağa..? Göçtü..! Ya filan atın soyu, ya filan kısrağın dölü..? Kurudu…! Sonunda
at meraklısına şu karşılığı veriyorlar: “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi
atlara binip gitti?
Üstad ne güzel söylemiş. İyi insanlar, ardında bıraktıkları güzel
isimleri ile bir bir hayata veda edip gidiyor. Tıpkı son dönemde ülkemiz için
canını feda eden aziz şehitlerimiz ve değerli hizmetleriyle bu milletin
gönlünde taht kurmuş sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının çok değerli
insanlarının ardında gözü yaşlı sevenlerini bırakarak veda etmesi gibi...
Onlara Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.
Her ne kadar dünyanın cezbedici süsüne kendimizi kaptırarak; bizim
için kaçınılmaz son olan ölüm gerçeğini gündemde tutmak istemesek de, o
hayatımızın bir parçasıdır. Biz onu unutsak da o bizi hiç unutmaz. Vakti
geldiğinde kapımızı çalar. Ölümden korkmak veya korkulacak bir şey gibi görmek,
içimizdeki iman eksikliğinin bir sonucu olsa gerek. insanca ve İslamca bir
hayat sürmek ölümün korkulacak bir şey olmadığını anlamamızı kolaylaştırır.
Cahit Sıtkı Tarancı "yaş otuz beş" şiirinde;
…Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Dizeleri ile ölümün zamanı ve yeri belli olmayan bir anda
herkesin başına gelebileceğini ifade etmekte.
Ölüm dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. İnsanlar ölüm ve ölüm
sonrası hayatın mahiyetini bilemediği için, hayatın bu dönüm noktasını soğuk ve
itici bulur...
Onda n kaçmak imkansız. Nerede olursak olalım o bizi mutlaka bulur. Yüce
Allah “her nefis ölümü tadacaktır.”(Al-i İmran 3/185) buyurarak yaratılan her
canlının ölümü mutlaka tadacağını haber vermektedir. Öyleyse kaçmak niye?
Kaçmak yerine yapılacak en akıllıca iş onu beklemek...Giderken
götüreceklerimizin hazırlığını yapmak olmalı.
Sadi Şirazi, Gülistan isimli eserinde bir hikaye anlatır. Hikaye şöyle
başlıyor; adamın biri yıkılan evinin karşısına geçmiş bir yandan ağlıyor, diğer
yandan da: "Ah evim! Çökmeden evvel bari bir haber verseydin de ona göre
tedbir alsaydım" diye söylenip duruyormuş.
Birden o harabeden bir ses yükselmiş; "Be adam!.. Ben yıllardır
sana, çatlayan duvarlarım ve dökülen sıvalarımla çöküyorum diye haber
veriyordum. Fakat sen, her defasında bir avuç toprak ile çıka geliyor ve o
çatlakları örterek verdiğim haberi adeta ağzıma tıkıyordun" demiş.
Hikaye manidardır. Çünkü bizim hayat evimizde de hızla tahripler,
çatlaklar oluşmakta ve ömür binamızdan her geçen gün bir taş daha düşmektedir.
Çok insaflıdır ölüm... Gelmeden önce nice haberler gönderir de, biz bir türlü
dönüp bakmayız o ikazlara...Her birine bir bahane bulur , "hastalıktır
geçer" der, önemsemeyiz.
Günbegün tükenip gittiğimizi görmeyiz... Ömür, bitmeyecek bir hazine gibi
görünür gözümüze; Oysa her şeyin bir sona mahkum olduğuna inanmak istemeyiz.
Aldanırız, ama kabul edemeyiz bunu bir türlü...
Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza... Şaşırır ve endişeli soru
veririz; "Neden haber vermedin ki?"
Cevap vermek zorunda mıdır ölüm... Zira o, haberini çoktan
vermiştir...
Ölüm kaçınılmaz son. Lakin ölüm doğal
olmalı. Allah’ın verdiği canı zalim almamalı. Ölüm gerçeği insanları can
yakmaktan, can almaktan, hak yemekten, adaletsizlikten, yetim malı yemekten,
suç işlemekten, savaşlardan alı koymalı. Her insanın barış içinde, huzurlu,
mutlu kendini güvende hissedebileceği bir dünyada yaşamak en doğal insani
hakkıdır…
Muhabbetle,
Hanife Mert