Bu sitede yayınlanan öykü şiir ve makalelerimi izinsiz kopyalamak ve yayınlamak, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca suçtur!
7 Şubat 2013 Perşembe
Hatalarımız.... ve Rabbimiz'in Merhameti...
İnsan hata yapmaya yatkın bir varlıktır. Kimi zaman bilmediğinden, kimi zaman unutup yanıldığından kimi zaman da nefsinin ya da şeytanın telkinlerine uyduğundan hata yapabilir. Ancak insanın bu dünyadaki amacı zaten Rabbimiz'in kendisi için yarattığı ömür süresi içerisinde bu ve benzeri olaylarla denenmesi, Kuran ahlakını öğrendikçe olgunlaşıp, içerisinde bulunduğu hatalardan kurtulması ve Rabbimiz'in razı olacağı üstün bir ahlaka ulaşabilmesidir. Kuran'da bildirilen tövbe ile ilgili ayetler de insanın bu acizliğinin bir göstergesidir. Rabbimiz, cehalet nedeniyle hata yapan, fark ettiğinde ise hemen tövbe edip tavrını düzelten kimselerin hatalarını bağışlayacağını Kuran'da şöyle bildirmiştir:
"Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tövbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. " (Nisa Suresi, 17)
İnsan aklını ve vicdanını en güzel şekilde kullanıp tüm samimiyetiyle hareket ediyorsa ve buna rağmen hatalı bir tavır içerisine giriyorsa, Allah (cc)'ın kendisini bağışlamasını umabilir. Allah (cc) pek çok ayette "Affedici" ve "Bağışlayan" olduğunu haber vermiştir. Bir ayette şöyle bildirilmiştir:
"Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. " (Hicr Suresi, 49)
“Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır,(Zümer, 39/53}
Bu âyet, Kur’ân-ı Kerîm’deki en ümit verici âyet sayılabilir. Bununla beraber, yine de tövbeyi kabul etme, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Bu âyeti günah işlemeye teşvik sebebi saymak, Kur’ânı maksadı dışına çekmektir. Maksat tövbeye teşviktir. Müteakip âyet, günahların affını tövbenin yanında, Allah’ın gönderdiği hidâyeti kabul etmenin de lüzumu ile birlikte düşünmemizi telkin etmektedir. Hz. Peygamber (a.s.)’dan şöyle dediği nakledilir: “Bu âyeti, dünyaya ve dünyada bulunan bütün şeylere değişmem”
alıntı
4 Şubat 2013 Pazartesi
Ben En Çok İnsandan Korktum
Durup durup bana sorma
Bunu bilmek kolay değil
İnsan doğduk insan ama
İnsan olmak kolay değil
Ben en çok insandan korktum anne
En çok insandan
Okudukça tarih kitaplarını
Yüzyıl savaşlarını kardeş kavgalarını
Bir saltanat uğruna kıyılan canları
Ve okudukça bugün
Gazetelerin cinnet sayfalarını
Tanıdıkça her gün biraz daha
İnsan adlı insancıkları
Ve yaşadıkça hala bu çağda
Taş devrinin mağara adamlarını
Ben en çok insandan korktum anne
Ben en çok insandan
Bir düşün anne bir düşün
Atılan bombaları
Patlayan silahları
Yaşadığımız açlığı acıları savaşları
Bir vuruşta kesilen başları
O keskin kılıçları o cellatları
O katliamları o vahşetleri
Ve ardından yükselen çığlıkları
Bir düşün anne
O kefensiz bebeleri çocukları
Hapishanelerde işkenceleri copları
Bir düşün tankları tüfekleri topları
Ben en çok insandan korktum anne
En çok insandan
İsyanlarım tarifsiz acılarım sahipsiz
Şerefini şerefsiz ben ne satanlar gördüm
Gördüm ahlar çekeni gördüm boyun bükeni
Bir yandan da her yeri cennet sayanlar gördüm
Şefkate muhtaç gördüm sevgiye muhtaç
Gözü doymaz gönlü aç ben ne yamyamlar gördüm
Gördüm sevgiye muhtaç gördüm sefkate muhtaç
Gözü doymaz gönlü aç ben ne yamyamlar gördüm
İnsan değil mi anne
Emeğini ekmeğini çalan insanoğlunun
Suyunu bulandıran
Dostuna çelme takan
Sırtından vuran
Yollara mayınlar döşeyen
Bütün köprüleri yıkan
İnsan değil mi anne
Kendi ozanına kıyan
Sazını kıran
Şairini sürgüne vuran
Sesini sözünü kesen en haklı olanın
Ah anne ah
Boşuna günahını almışız hayvanların
Masallarda anlattığın devlerin canavarların
İnlerin cinlerin ejderhaların
Hiçbiri bu kadar korkunç değil be anne
Baksana yaptığına insanların
Ah dili olsa bu gecelerin bu sokakların
Haykırsa katili kim bu masum kurbanların
Ve bir bir indirse maskesini bu sahte kahramanların
Bu yalan yüklü karanlık suratların
Ah anne
Onlar ki sadece
Adı insan soyadı insan
Gel gör ki çoğu
İnsanlıktan noksan be anne
İnsanlıktan noksan
Dünyada kim var anne
Kendi soyuna bu kadar düşman
Ve bu kadar pişman
Ben en çok insandan korktum anne
En çok insandan
Ahmet Selçuk İlkkan
28 Ocak 2013 Pazartesi
Sarı Gelin Türküsü ve Hikayesi
Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu Erzurum coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman´dır. .
Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak beyinin kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında Erzurum ve yöresinde yaşanmaktadır.
Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böyle bir şey yoktur. Sarı gelin türküsünde Ermenice kelime yoktur.
Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlının ailesi,oğullarının kıpçak kızı ile evlenmesine karşı çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşık olur ve aşkını şiirle mırıldanarak söyler. Kız bey kızıdır.Bey de kızını vermez bu delikanlıya.
Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmaya karar verir ve kaçırır. Kıpçak beyinin adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve oğlanı öldürürler. O günden beri halkımız arasında bu hikâye dilden dile dolaşır.
Türkü Dadaş türküsüdür ve Rahmetli Faruk KALELİ hocamız türküyü derleyerek bugünkü hale getirmiştir.
Atatürk Universitesi Fen-Edebiyat Fakultesi Tarih Bölümü öğretim Üyesi Yrd. Doc. Dr.Gürsoy Solmaz da, Sarı Gelin türküsünün kahramanı olan genç kızın 1130'lu yıllarda yörede hüküm süren Gürcü Penek Kralı'nin kızı olduğunu ileri sürmektedir.
Solmaz, ''Türkünün kahramanı kız ne Türk ne de Ermeni'dir.
Sarı gelin aslında Gürcü kızıdır. Demiştir.Ancak Sarı Gelin türküsünün dilden dile dolaşmasınının, acıklı ve hüzünlü bir aşkın hikâyesi olmasından kaynaklandığı muhakkaktır…
Türkünün Sözleri
Erzurum çarşı pazar leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin
İçinde bir kız gezer ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Erzurum'da bir kuş var leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin
Kanadında gümüş var ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Elinde divit kalem leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin
Katlime ferman yazar ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Palandöken güzel dağ leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin
Altı mor sümbüllü bağ ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
Vermem seni ellere leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin
Niceki bu halimse ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim
NOT:
Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmışlardır.
Bazen...
Bazen...
Bazen sesin duyulmadığı çığlıklar yükselir yüreğinden!!
Gün olur ki sanki uyandıkların kayıp gider ellerinden..
Herşey yokken var, varken yok edenin adını düşünürsün kendince içinden..
İstesende kurtulamazsın bu ince sızının elinden...
Ne yapsan dolduramazsın yerini "O" lütfedip vermeden..
Ta ki Vedud ismi dillenir, bir gün ansızın çıkagelir..
Çünkü O sevgidir ve ancak O isterse kalpleri dize getirir..
Vedud ismine tecelli olmak duasıyla..
25 Ocak 2013 Cuma
Çocuklarımıza Neler Oluyor?
Son günlerde çocuklar, işledikleri suçlarla gündemimizde… Anne ve babalar olarak her birimiz aynı soru üzerinde yoğunlaşıyoruz.”Çocuklarımıza neler oluyor?” Kalem tutması gereken o küçük eller, neden tabanca, bıçak gibi öldürücü, kesici aletler, sigara, uyuşturucu gibi zararlı maddeleri tutuyor? Gün geçmiyor ki, annesinin boğazını kesen, babasını öldüren, öğretmenini bıçaklayan, kapkaççılık, hırsızlık yapan çocukların haberi verilmesin.. Bu çocuklara neler oluyor, onları suç işlemeye yönelten sebep ne?
Uzmanların görüşüne göre, çocuklarımıza bir şey olduğu yok. Onları suça teşvik eden asıl suçlunun, şiddeti içselleştiren ve özendiren toplum olduğudur...Bu bağlamda toplumun en küçük ve temel taşının aile olduğunu düşünürsek ilk etapta suçlu aile olduğu ortaya çıkıyor.Çünkü çocuğun hayatla tanıştığı ve duygusal gelişimini tamamladığı ilk yer ailesidir...Dolayısıyla ailenin çocuğa yaklaşımı,tavırları, ilgisi, ilgisizliği önemli etken.
Uzmanların görüşüne göre, çocuklarımıza bir şey olduğu yok. Onları suça teşvik eden asıl suçlunun, şiddeti içselleştiren ve özendiren toplum olduğudur...Bu bağlamda toplumun en küçük ve temel taşının aile olduğunu düşünürsek ilk etapta suçlu aile olduğu ortaya çıkıyor.Çünkü çocuğun hayatla tanıştığı ve duygusal gelişimini tamamladığı ilk yer ailesidir...Dolayısıyla ailenin çocuğa yaklaşımı,tavırları, ilgisi, ilgisizliği önemli etken.
Anlaşılamamak, engellenmişlik duygusu, ekonomik yetersizlik, haksızlığa uğradığını düşünmek, kaale alınmamak, sürekli eleştirilmek ve aşağılanmak çocukları suça iten diğer faktörler.
Adapazarı'nda 15 yaşındaki bir çocuk cadde ortasında tartıştığı annesinin, ekmek bıçağıyla boğazını kesip, 5 yerinden bıçakladı, Hatay'ın Kırıkhan İlçesi'nde psikolojik sorunları olduğu ileri sürülen lise öğrencisi 18 yaşındaki genç annesinin boğazını keserek öldürdükten sonra intihar girişiminde bulundu. İzmir'de bir çocuk, oyun arkadaşını kalbinden bıçaklayarak öldürdü. Sakarya'da 10 yaşındaki kız çocuğu mağazada müşterinin çantasını alıp kaçarken yakalandı... gibi.
Daha endişe verici olan ise; yapılan araştırmalara göre suç işleme yaşının 7 yaşa kadar düşmüş olması.
Adapazarı'nda 15 yaşındaki bir çocuk cadde ortasında tartıştığı annesinin, ekmek bıçağıyla boğazını kesip, 5 yerinden bıçakladı, Hatay'ın Kırıkhan İlçesi'nde psikolojik sorunları olduğu ileri sürülen lise öğrencisi 18 yaşındaki genç annesinin boğazını keserek öldürdükten sonra intihar girişiminde bulundu. İzmir'de bir çocuk, oyun arkadaşını kalbinden bıçaklayarak öldürdü. Sakarya'da 10 yaşındaki kız çocuğu mağazada müşterinin çantasını alıp kaçarken yakalandı... gibi.
Daha endişe verici olan ise; yapılan araştırmalara göre suç işleme yaşının 7 yaşa kadar düşmüş olması.
Çocuğu suça iten sebepler ve çözüm önerileri ile ilgili bir kaç uzman görüşüne baktığımızda;
Şiddet özendiriliyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serdar Değirmencioğlu'na göre, şiddet 5 yıldır Türkiye'nin bir numaralı gündemi. Çocukların şiddete yönelmesini doğuran faktörlerin, toplumsal normlardan kaynağını aldığını ifade eden Değirmencioğlu, toplumsal yaşamın her alanında görülen şiddetin ara ara gerçekleştiğini söylüyor. Değirmencioğlu, sistemin işleyişi, ordunun elindeki gücün denetlenememesi, hala silahlı çatışmanın çözüm olduğuna inanan grupların varlığı, emniyetin sert yöntemlere inanması gibi faktörlerin genel çerçevede toplumda şiddeti özendirdiğini kaydediyor. Değirmencioğlu, yoksul ve aşırı göç alan mahallelerde çocukların şiddete daha fazla yöneldiğinin altını çiziyor. Uzman Psikolog Saynur Kaya ise,
anlaşılmamak, engellenmişlik duygusu, ekonomik yetersizlik, haksızlığa uğradığını düşünmek, kaale alınmamak, sürekli eleştirilmek ve aşağılanmak gibi davranışsal ve zihinsel süreçlerin çocukları öfkelendirdiğine dikkat çekiyor. Kaya, "Öfke temel insani duygu, ancak öfkenin ifadesinde sorun yaşıyoruz toplum olarak" diyor.
Medyanın etkisi
Kaya'ya göre, şiddetin yer yer ödüllendirildiği durumlar da var. Çocuklar bunları gerek TV'lerde, gerek sokakta, gerek aile içinde gözlemliyorlar ve kendilerine model alıyorlar. Kaya, "TV dizilerine bakın, şiddetin kurumsallaşması ve şiddetin 'ulaşılmak istenen şeylere ulaşma aracı' olarak kullanılması ile karşılaşırsınız" diye konuşuyor. Doç. Dr. Değirmencioğlu, medya çocukları şiddete özendiriyor görüşünü dile getiren Kaya gibi düşünmüyor. Değirmencioğlu'na göre, medya tetikleyen faktör gibi görünür ama etkisi ikincil planda. Değirmencioğlu, medya çocukları suça itiyor olsaydı şiddete bulaşan çocuk sayısının daha fazla olacağını dile getiriyor.
Sizce medyanın etkisi nedir?
Medyanın etkisi
Kaya'ya göre, şiddetin yer yer ödüllendirildiği durumlar da var. Çocuklar bunları gerek TV'lerde, gerek sokakta, gerek aile içinde gözlemliyorlar ve kendilerine model alıyorlar. Kaya, "TV dizilerine bakın, şiddetin kurumsallaşması ve şiddetin 'ulaşılmak istenen şeylere ulaşma aracı' olarak kullanılması ile karşılaşırsınız" diye konuşuyor. Doç. Dr. Değirmencioğlu, medya çocukları şiddete özendiriyor görüşünü dile getiren Kaya gibi düşünmüyor. Değirmencioğlu'na göre, medya tetikleyen faktör gibi görünür ama etkisi ikincil planda. Değirmencioğlu, medya çocukları suça itiyor olsaydı şiddete bulaşan çocuk sayısının daha fazla olacağını dile getiriyor.
Sizce medyanın etkisi nedir?
Peki ne yapılmalı?
Doç. Dr. Değirmencioğlu'na göre, çocuğun hayatında kendisinin de taraf olduğu çözümler üretilmeli. Okullar demokratikleşmeli. Aileler çocuk yetiştirmeye hazır hale getirilmeli. Psikolog Kaya'ya göre ise, çocukları şiddet olgusuna yönlendirmemek için toplumun tüm aktörleri şiddetten arındırılmalı. Yoksa şöyle yapın böyle yapınlarla bir yere varamayız.
Her ne yapılacaksa bir an önce yapılmalı! Konuşmaktan öte, icraat yapma zamanı...Bu bağlamda aile, okul, devlet toplum çözüm konusunda, ortak payda etrafında birleşmeli ve duyarlı davranarak herkes üzerine düşeni en kısa zamanda yapmalı.
Aksi halde çocuklarımızı, geleceğimizi kaybediyoruz.
23 Ocak 2013 Çarşamba
MEVLİD KANDİLİNİZ KUTLU OLSUN..(Bu Yazı Bir çocuk Tarafından yazılmış, O nedenle okunmalı..)
"Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.'' (Tevbe:128)
Bu yazı bir çocuk tarafından yazılmış. Bana göre alim de olsa prof. da olsa bir kişi, duygularını bu kadar temiz ve sade anlatamaz. Bunun için çok anlamlı bu yazı...
Ey alemlerin sultanı,
Senin yaşadığın dönemde ne çok zorluk vardı. Güneş gibi doğdun insanlığa. Yetimin babası,güçsüzün koruyucusu,darda kalanın kurtarıcısı,insanlığın rehberi oldun.
Cahiliye dönemi karanlıktı. Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor,insanlar mal gibi alınıp satılıyor,kadına hiç değer verilmiyordu.Ve birgün sen geldin dünyaya.Bütün kainat seviniyordu.Kainatın efendisi,göklerin resulü gelmişti.Allah-u Teâlâ "Sen olmasan alemleri yaratmazdım buyuruyordu".Dünyaya gelmen ne büyük bir sevinçti Ya Resulallah.
O dönemde yaşayıp da seni görenler ne kadar şanslıydı Ya Resulallah.Senin yürüdüğün yollarda yürümek,seninle aynı camiide secde etmek,seni bir dakika bile görmek ne büyük saadet.Ağlayan bir çocuk gördüğünde başını okşayıp derdini sorardın.Torunlarını öpüp,onlarla şakalaşırdın.Güvenirliliğinle tanınırdın.Ya Resulallah yürüdüğün yollarda toprak olsaydım,gölgelendiğin ağaç olsaydım,dalından kopardığın çiçek olsaydım da seni görseydim.
Ama şimdi sen yoksun.Yetimin hakkı yeniyor.Sokak kaldırımlarında ağlayan biçare çocukların başını okşayan yok.Aksine her geçen bir tekme atıyor!Ya Resulallah sen "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenip öğreteninizdir buyuruyordun.Şimdi öyle kimseler var ki Kur'an'a değer bile vermiyor.."Müslüman,müslümanın kardeşidir..." buyuruyordun.Kardeş kardeşin canına kıyar mı,kardeş kardeşin malını çalar mı Ya Resulallah?"Komşusu açken tok yatan bizden değidir" buyuruyordun.Şimdi insanlar komşusu açlıktan ölse bile tok yatıyor.Hem de hiç içleri acımıyor.Sen olsaydın böyle mi olurdu Ya Resulallah?
Ah keşke herkes seni örnek alsaydı. Herkes senin izinden yürüseydi.Kimsenin canı yanmazdı.Kaldırımlardaki çocuklar ağlamaz,yetimler unutulmazdı.Seni özledim Ya Resulallah.Nerdesin?Yine gel.Işığınla aydınlat kainatı.Seni,seni özledim Ya Resulallah.
Bu yazı bir çocuk tarafından yazılmış. Bana göre alim de olsa prof. da olsa bir kişi, duygularını bu kadar temiz ve sade anlatamaz. Bunun için çok anlamlı bu yazı...
Ey alemlerin sultanı,
Senin yaşadığın dönemde ne çok zorluk vardı. Güneş gibi doğdun insanlığa. Yetimin babası,güçsüzün koruyucusu,darda kalanın kurtarıcısı,insanlığın rehberi oldun.
Cahiliye dönemi karanlıktı. Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor,insanlar mal gibi alınıp satılıyor,kadına hiç değer verilmiyordu.Ve birgün sen geldin dünyaya.Bütün kainat seviniyordu.Kainatın efendisi,göklerin resulü gelmişti.Allah-u Teâlâ "Sen olmasan alemleri yaratmazdım buyuruyordu".Dünyaya gelmen ne büyük bir sevinçti Ya Resulallah.
O dönemde yaşayıp da seni görenler ne kadar şanslıydı Ya Resulallah.Senin yürüdüğün yollarda yürümek,seninle aynı camiide secde etmek,seni bir dakika bile görmek ne büyük saadet.Ağlayan bir çocuk gördüğünde başını okşayıp derdini sorardın.Torunlarını öpüp,onlarla şakalaşırdın.Güvenirliliğinle tanınırdın.Ya Resulallah yürüdüğün yollarda toprak olsaydım,gölgelendiğin ağaç olsaydım,dalından kopardığın çiçek olsaydım da seni görseydim.
Ama şimdi sen yoksun.Yetimin hakkı yeniyor.Sokak kaldırımlarında ağlayan biçare çocukların başını okşayan yok.Aksine her geçen bir tekme atıyor!Ya Resulallah sen "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenip öğreteninizdir buyuruyordun.Şimdi öyle kimseler var ki Kur'an'a değer bile vermiyor.."Müslüman,müslümanın kardeşidir..." buyuruyordun.Kardeş kardeşin canına kıyar mı,kardeş kardeşin malını çalar mı Ya Resulallah?"Komşusu açken tok yatan bizden değidir" buyuruyordun.Şimdi insanlar komşusu açlıktan ölse bile tok yatıyor.Hem de hiç içleri acımıyor.Sen olsaydın böyle mi olurdu Ya Resulallah?
Ah keşke herkes seni örnek alsaydı. Herkes senin izinden yürüseydi.Kimsenin canı yanmazdı.Kaldırımlardaki çocuklar ağlamaz,yetimler unutulmazdı.Seni özledim Ya Resulallah.Nerdesin?Yine gel.Işığınla aydınlat kainatı.Seni,seni özledim Ya Resulallah.
YAŞAR GEDİKLİ
(Rabbim kabrini nur , makamını cennet etsin Hocamın..)
20 Ocak 2013 Pazar
Dombra Türküsü ve Hikayesi (Dombra ve Kopuzun Efsanesi )
Eskiden bir
hanın kızı fakir bir delikanlıya âşık olur ve gizli gizli buluşurlar. Bu durumu
fark eden han, delikanlıyı öldürtür. Ölen delikanlıdan hamile kalan kız, bir
kız ve bir oğlan doğurur. Dedikodudan korkan han, çocukları jalmavuza, yani
cadıya öldürtmeyi düşünür. Jalmavuz çocukları gözün görmediği, kulağın duymadığı
bir yere götürüp yemyeşil yüksek bir ağacın başına; kızı doğuya, oğlanı batıya
doğru çevirip bağlar. Çocukların gözyaşlarının ağaca değdiği yer çürümeye
başlar…
Çam ağacının
gövdesinden, Kesip de yaptığım kopuzum. Asi tekenin boynuzundan, Tiyek yaptığım
kopuzum… Orta Asya Türk toplulukları pek çok alanda zengin bir kültürel kimlik
oluşturmuştur. Efsane… ve diğer anlatılar sayesinde de köken bilgilerini
günümüze kadar taşımışlardır. Türkler kullandıkları müzik aletlerinin değişik
sebeplerle meydana geldiğine ve her aletin kendine ait bir tarihi olduğuna
inanmaktadırlar.
Bu manada
Kazakistan’da yaygın olarak kullanılan ve hatırı sayılır bir geçmişe sahip olan
“Dombıra ve Kopuz”un çıkışı ile ilgili bir çok efsaneden söz etmek mümkündür.
Günümüz Kazakistan’ında kullanılan müzik aletleri içinde dombıra ve kopuz,
artık müzik yapımcılarımızın sık kullandığı, dizi müziklerimizin vazgeçilmez
enstrümanları hâlini almıştır. Telli çalgılar arasında önemli bir yere sahip
olan dombıra ile yaylı çalgılar grubuna giren kopuz, en yaygın kullanılan ve
üzerine birçok efsaneler yazılarıdır.
İki Telli
Dombıra Evlerin Duvarlarını Süsler
Kazak
Türkleri arasında dombıra en yaygın, değerli telli çalgılardan sayılmaktadır.
Halk arasında bu çalgıdan atalarının kalbinin sesini, gönül şarkısını
dinledikleri inancı yaygındır. O yüzden Kazakistan’da duvarında dombıra asılı
olmayan ev yoktur. Bu aletin bu kadar yaygın olmasının en başta gelen nedeni
kolay taşınabilir olmasıdır; ikinci nedeni ise yapılışının kolay oluşudur. Bu
çalgı uzun ince saplı olup sap başından gövde ucuna kadar iki tel
gerilmektedir. Gövde oyuk, üzeri ince tabakayla kaplıdır. Dombıra mızrapsız,
parmak uçlarıyla çalınır. Gövdesi Kazak motifleriyle süslenen bu çalgı, bütün
ağaçtan içi boşaltılarak yapılır. Telleri bağırsaktandır. Eski şeklinde kulak
bulunmamakta, maytap yerine aşık kullanılmaktaymış. Müzikçilerin teknikleri
arttıkça telli aletlerin eski şekli korunarak gelişmeye başlamış.
Ağacın
İçindeki İki İp ve Hüzün Nağmeleri
Dombıranın
çıkışıyla ilgili yaygın olan efsane hüzünlü bir hikâyeyi barındırır. Eskiden
bir hanın kızı fakir bir delikanlıya âşık olur ve gizli gizli buluşurlar. Bu
durumu fark eden han, delikanlıyı öldürtür. Ölen delikanlıdan hamile kalan kız,
bir kız ve bir oğlan doğurur. Dedikodudan korkan han, çocukları jalmavuza, yani
cadıya öldürtmeyi düşünür. Jalmavuz çocukları gözün görmediği, kulağın
duymadığı bir yere götürüp yemyeşil yüksek bir ağacın başına; kızı doğuya,
oğlanı batıya doğru çevirip bağlar. Çocukların gözyaşlarının ağaca değdiği yer çürümeye
başlar. İki bebeğin kalp atışı durduğunda bu ağaç da yaşamını durdurur.
Kız ise halk
arasında söylenenlere dayanamayıp ikizlerini aramaya yola çıkar. Gitmediği yer,
çıkmadığı dağ kalmaz. Üzüntüyle günleri geceleri uykusuz geçer; umutla ayları,
ağlamakla yılları geçer.
Sonunda
yorgun, hâlsiz kalan kız dinlenmek için çürümekte olan ağacın altına gelip
uzanır. Uyuyakaldığında onu büyüleyici bir ses uyandırır. İyice dinleyince
sesin ağaçtan geldiğini fark eder. Kız gündüz ikizlerini arar, gece ise bu ağacın
altında hem dinlenir hem de ağaçtan gelen sesle gönlünü avutur. Günün birinde
etrafına bakmak için ağaca tırmanırken onu devirir. Çok geçmeden rüzgâr esince
ağaç tekrar canlanır. Kız onun sırrını araştırınca ağacın tepesinden dibine
kadar oyuk olduğunu görür. Ağacın tepesinde incecik çekilmiş ipi görür. Bu
ipler onun iki çocuğundan kalan iplerdir. Batıdaki ip serbest, doğudaki ip ise
sert çekilerek bağlanmıştır. Ölmüş ikizinin ipleri olduğundan haberi olmayan
kız ağacın bu şekilde bu güzel sesleri verdiğini anlar. Sonra kendisi de ağacı
oyup iki ip bağlayıp çalmaya başlar. Çalınca çok güzel ses çıkarır alet. Kız,
ipin gevşek olanına hüzünlü sesinden dolayı oğluna koyacağı Munlık (hüzün)
ismini, sert çekilmiş ipe de sesinin acı olmasından dolayı kızına koyacağı
Zarlık (aşırı üzüntü, hüzün) ismini verir. Aleti gece gündüz elinden
bırakmayıp, ezgi besteleyip, halk arasında dolaşıp ikizlerini ararmış.
Dombırayı
İki Telli Hâle Getiren Cengizhan’ın Evlat Acısıdır
Dombıranın
oluşumuyla ilgili başka efsane ise şu şekildedir: Cengizhan’ın büyük oğlu
Joşıhan ava çıkar. Yaralı ceylanın peşini kovalarken vefat eder. Oğlundan
habersiz kalan Cengizhan onun öldüğünü sezerek “Kim bana bu acı haberi söylerse
onun boğazına kurşun dökeceğim.” der. Cengizhan’ın sertliğinden korkan
vezirleri haberi vermeye cesaret edemezler. Buna daha çok sinirlenen Cengizhan
tüm kahrını, acısını halktan çıkarmaya başlar ve halka zulmeder. Bu kadar ağır
eziyetin altında kalan halkını bu ıstıraplardan kurtarmak ümidiyle
Kerbuğa-küyşi Hanın huzuruna gelir, bildiklerini gizlemeden anlatmasını ister.
Kerbuğa da bildiklerimi ben değil iki telim anlatsın der; “Aksak Ceylan” küyünü
yazar ve dombırasıyla Cengizhan’a anlatır. Küyde Hanın katılığı, acımasızlığı,
halkın çektiği ağır işkenceler, avcılık hayatı ve Joşıhan’ın ölümü anlatılır.
Bunun hepsini çok iyi anlayan Cengizhan Kerbuğa’nın boğazına kurşun dökülmesini
emreder. Fakat Kerbuğa acı gerçeklerin kendisi değil dombırasının ağzından
çıktığını söyler. Böylece kurşun dombıranın gövdesine dökülür. Sıcak kurşuna
dayanamayan dombıranın birkaç teli kopar, eskiden altı telli olan dombıra
bugünkü iki telli hâlini alır.
Efsaneden
anlaşıldığı gibi müzik dilinin derinliği, ustalığı gerektiren alet çalma
tekniğinin gelişmesi, müzik aletleriyle ilgili efsanelerde önemli bir role
sahiptir.
Türkünün Sözleri
Kara kış köyüme gelende
Lapa lapa kar yere düşende
Dombıramı alırım
Yürek sazımı çalarım
Kaygılarımı hiç söylenmem.
Dombıra sazımı işiten babalar
Lapa lapa kar yere düşende
Dombıramı alırım
Yürek sazımı çalarım
Kaygılarımı hiç söylenmem.
Dombıra sazımı işiten babalar
Manasına kulak veren analar
İşittiğini akıl yorarak,
Yürekleri titreyerek
Göz yaşlarını esirgemezler.
Nogayların derdi sayısız, her gününde
İşittiğini akıl yorarak,
Yürekleri titreyerek
Göz yaşlarını esirgemezler.
Nogayların derdi sayısız, her gününde
Yiğitlerin uyumadığı günlerde
Yüreklerini cesaretlendiren
Savaşlarda güç veren
Görüp geçirmiş dombıra
Yüreklerini cesaretlendiren
Savaşlarda güç veren
Görüp geçirmiş dombıra
Şamanlar
Kopuzu Tedavide Kullanmıştır
Kazaklarda
önemli olan bir başka çalgı ise kobızdır. Kobız, yayla çalınan telli
çalgılardandır. Kobızın büyülü sesini asırlarca Şamanlar, törenlerinde hasta
tedavi etmek, kötü ruhları kovmak gibi amaçlar için kullanmışlardır. Baksı veya
Kam adı verilen bu Asya Türk tedavicileri, tedavi seansı sırasında kutsal
saydıkları müzik aletlerine özel önem verirlerdi. Yayın tellere sürtünmesinden
çıkan sesin, ata ruhu ile bağlantı kurmaya yardımcı olduğuna ve bu sesin iyi
ruhları çağırıp kötü ruhları kovduğuna inanırlardı. Bu nedenle kılkobız
baksılar tarafından kullanılmıştır.
Dede
Korkut’un Sazı Kopuz
Kopuz, Dede
Korkut’un sazıdır ve yayla çalınır. Baş kısımdaki tellerin bağlandığı ses
burgularından birisi güneşi diğeri ayı temsil eder. Gövdede telleri taşıyan
köprü kısmının altı yeri, üstü de göğü temsil etmektedir.
Geliştirilip
dört telli orkestra kobızına dönüşen “Narkobız” da bunların devamı
niteliğindedir. Kazaklar kılkopuzun Dede Korkut’la bağlantılı olduğuna
inanmaktadırlar. İki telli kılkopuzun telleri at kılındandır. Gövdesinin üstü
açık oyuktur, alt tarafı deriyle kaplıdır. Yüzü genelde düz değildir. O yüzden
telleri yüksek durmaktadır. Diz üzerine konularak çalınır. Kopuzu çalmak için kullanılan
ağaç yay şeklindedir. Kopuz yapmak için kayın, meşe, ıhlamur gibi ağaç türleri
seçilir. Kopuz yapılacak ağaç fidanken özel bakıma alınır ve sadece sonbahar
günlerinde kesilmektedir. Ustalar yılın diğer mevsimlerinde kesilen ağacı ham
görmekte ve kullanmamaktadırlar.
Dede Korkut
Kopuzu Rüyasında Keşfeder
Dede
Korkut’un kopuzu nasıl icat ettiği ile ilgili efsane günümüze kadar
korunmuştur. Bu efsaneye göre; Korkut küçüklüğünden kavrama yetisi yüksek ve
hafızası kuvvetli bir çocuk olarak büyür. O dönemde kullanılan müzik aletlerin
hepsini çalabilecek seviyeye gelir. Fakat bununla yetinmeyen Korkut kendi
elleriyle, insan ve hayvanların tabiat olaylarının, kâinattaki varlıkların
sesini çıkarabilen bir müzik aleti yapmak istemiş. Aleti nasıl yapacağını çok
düşünmüş, kesip getirdiği bir çam ağacının gövdesine tasarladığı şekli vermeye
çalışmış. Fakat bundan sonra ne yapacağını bilemeyip çok zorlanmış. Günler hep
böyle çam ağacına şekil vermekle ve nasıl bir alet yapacağını düşünmekle
geçmiş. Bir gün artık iyice yorulan Korkut otururken bir anlık uykuya dalmış. Rüyasında
bir melek ona: “Ey, Korkut! Yapmakta olduğun kopuz altı yaşındaki erkek devenin
kemiği kadar olmuş. Fakat onun deve derisinden gövdesi, erkek keçinin
boynuzundan oyularak yapılmış tiyeği (teli yüksek tutmak için altına konulan
köprü), beş yaşındaki aygırın kuyruk kıllarından örülmüş işegi (bağırsak)
eksiktir. Bunları sağlarsan, aletin kuş gibi ötmeye dünden hazırmış.” diyerek
kopuzu nasıl tamamlayacağı hakkında bilgi verir. Korkut uyanır uyanmaz meleğin
anlattıklarının hepsini yapmış.
“Çam
ağacının gövdesinden,
Kesip de
yaptığım kopuzum.
Üyenkinin
gövdesinden,
Oyarak
yaptığım kopuzum.
Jelmaya’nın
derisinden,
Şanak
yaptığım kopuzum.
Asi tekenin
boynuzundan,
Tiyek
yaptığım kopuzum.
Beş
yaşındaki aygırın kuyruğundan,
İşek
yaptığım kopuzum.
Kulaklarını
ayarlayayım,
Olmazsa bu
dediklerim.
Tekrar yere
vurup seni parçalayacağım!” diyerek kopuzu eline almış, kendi elleriyle yaptığı
bu müzik aletinin tellerinden güzel nağmeler dökülmeye başlamış. Uçan kuş,
koşan hayvan, esen rüzgâr, bütün tabiat hareketlerini durdurmuş, kopuzun sesine
kulak vermişler.
Bibigül OSPANALİYEVA
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Göklerden Gelen İyilik- Çocuk Öyküsü
Seni Yarattım Miraç okuldan eve geldiğinde yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Çantasını bir kenara bırak...

-
TÜRKÜ SÖZÜ Bin cefâlar etsen almam üstüme Gayet şirin geldi dillerin dostum Varıp yad ellere meyil verirsen Kış ola...
-
TÜRKÜ SÖZLERİ Derdim çoktur hangisine yanayım Yine tazelendi yürek yarası Ben bu derde nerden derman bulayım Meğer şah elinden ola çar...
-
TÜRKÜ SÖZLERİ Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem, Zülfü Perişanım Kal Melül Melül. Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni, Ağla Göz Yaşı...