edebi yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebi yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2013 Cuma

Kendi Cenaze Töreninizi Düşündünüz mü Hiç?(Can Dündar'dan güzel bir yazı)


Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı... hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metod vardı içinde. Deniyordu ki; "arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün"... cümleyi ilk okuduğumda çarpılmıştım... Ben girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum.... Ama "kendi ölümümüzü ve cenazemizi" düşünmemiz tavsiye ediliyordu... Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an.. Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim... 
Diyordu ki; " bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız... özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın... o andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün... tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin.... dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın... bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz... orda, o musalla taşında düşünün kendinizi..... seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini... akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin"....... 
Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım.... Eşimi, oğlumu, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine... Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini.... Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı.... Görüyordum işte "babaaaa.." diye ağlayan biricik oğlumu.... Eşim kucağında "ağlayan emanetimle" ayakta durmaya çalışıyordu perperişan.... Koca çınar babacığım belli belirsiz dualar okuyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla... Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını... Kardeşlerim, akrabalarım "çok erken gitti, doyamadı oğluna.." diyordu acıyan ses tonlarıyla... Ve dostlarım... onlar da şaşkındı... bazısı "daha dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu.... Bunları seyredip onlara "hayır ölmedim, burdayım.." demek istedim hayal olduğunu unutup.... Sonra anladım yazarın ne demek istediğini daha devamını okumadan kitabın.... 
Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide.... Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar... Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim... Almam gereken dersi ve mesajı almıştım.... Şimdi ne kitabın adını ne de yazarı hatırlamıyorum... Şu an bunları yazarken bile çok kötü oldum... Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik... Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline.... Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı... Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında... Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde....... İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak.... Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım..... Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem gereken metin... 
Canım oğlumun söyleyecek çok şeyi yoktu... özleyecekti, yokluğumu hissedecekti.. ağlayacaktı aklına geldikçe... Belki ölümün ne anlama geldiğini hissedecek yaşa gelinceye kadar sıradan bir üzüntünün ötesine geçmeyecekti duyguları.... Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu.... "Hayal - meyal hatırlıyorum be baba seni... Keşke şimdi yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik seninle... Bak mezuniyet törenimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine..." diyecek canı yanarak bir köşede... 
Sevgili eşim... benim muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe.... O ki benim için herşeyini feda edip koşmuştu bana... Hayatının tek adamı şimdi toprak olacaktı... Bir daha seni seviyorum diyemeyecekti.... bir daha hevesle açamayacaktı çalan kapıyı.... Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne... Her sabah da bensiz başlayacaktı koca gün... Tek cümlesi takıldı o an içime; "oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik...." 
Babam-annem,o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar..... Helaldi şüphesiz hakları... bilerek hiç kırmamıştım onları.... Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte... önlerinde ve dualarına muhtaçtım..... Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı ki evladının cenazesinde bulunmak.... Herhalde insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek.... 
Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın tüm yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM... Bilgisayar diliyle "format attım hayatıma"... sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim.... Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti.... Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı..... 
Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın..... LÜTFEN ARADA BİR, BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN....Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah tan başka bilen yok... İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin.... bilerek - bilmeyerek kırdığınız kalpleri tamir edin... sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha fazla zaman ayırın.... biraz Hıncal abi tarzı olacak ama, sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden.... ve en önemlisi; VERDİĞİ -VERMEDİĞİ, ALDIĞI - ALMADIĞI HERŞEY İÇİN, TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCELER YÜCESİ YARADAN'A... 

CAN DÜNDAR

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Biz Küçükken Çok Büyüktük..



Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken. Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik. Biz bir gülerdik küçükken, kalbimiz kahkahalar atardı.

Biz küçükken öğretmenimiz en yakın arkadaşımızla sıralarımızı ayırmasın diye,teneffüse kadar konuşmazdık. Not yazardık birbirlerimize. Biz diyorum küçükken bizdik böyle bayağı bir kalabalıktık. Yani biz diyebileceğim kadar çok. Biz küçükken bir büyüktük ki böyle kollarımızı açsak sığmazdı eni boyu. Sonra mı? Büyüdük... Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük...


NAZIM HİKMET RAN









19 Nisan 2012 Perşembe

Dürüstlük..


Toplantıya gideceğim.Baktım geç kalma ihtimalim var,bindim bir taksiye,muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum.Tam işyerinin önüne geldik.Ankara'da Bakanlıklar.Taksi parası 9.75 TL tuttu,ben 10 TL uzattım.Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya,taksici üstünü arıyormuş gibi yapar,siz de para üstünü alabılmek için bir ayak dışarda,inmemek için debelenirsiniz.Tam o sahne olacak.Şoför,para üstü varmı diye aranmaya başladı.
"Üstü kalsın kardeşim"dedim.

Döndü bana doğru
"Vaktin varmı ağabey ?" dedi. 
"Evet" dedim (tek ayağım hala dışarda) 
Dörtlülere bastı,trafik dört şerit akıyor,indi araçtan.Önde bir büfe var.Gitti oraya,bir şeyler konuşup geldi.Bana 25 Krş uzattı.Belli ki para bozdurmuş. 
"Birader" dedim,"9.75 değil,10.50 yazsa, istermiydin 50 kuruşu benden?" 
-Ne alacağım ağabey 50 krş.u 
-Peki niye gittin 25 krş.için o kadar uğraştın.üstü kalsın demiştim. 
Döndü bana,attı kolunu arkaya : 
-Vaktin varmı ağabey?
-Var.
-Çek kapıyı o zaman. 
Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız.
5 dk.konuştuk.İngiltere'de profösüründen,bilmem kiminden eğitimler aldım.O taksicinin 5 dk.da öğrettiklerini,ingiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler.
Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz.Babam rençberdi benim,günlük yevmiyeye giderdi;artık inşaat falan bulursa çalışır gelir,o gün iş bulamamışsa,biz eve gelişinden,yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik.Yemek bitince babam bize"Durun kalkmayın" derdi.Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı. 
"Aha" dedim,"Bizim meslek", -seminerci. 
- Ne anlatırdı baban 
- Hayattta nasıl başarılı olunur ?
O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor,sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.
-Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi,delik bir çorapla pantalonun ceplerini çıkarır,dört kardeşi karşısına alıp "Dürüst olun,evinize haram lokma sokmayın" diye anlatırken ,biz de gülerdik. Annem kızardı,"Babanızla alay etmeyin.O, hem dürüst hem de çalışkandır" derdi. Yan evde iki kardeiş var,onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor,ama adamda her numara vardı,kumar falan oynatırdı.Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı,hep o ikisinin eskilerini kullandık.O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık,çünkü bize bahşiş verirdi.Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye,para falan hak getire.Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü.yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartıman,işleyen birahane,dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyormusunuz ? 
-Ne bıraktı ? 
-Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın ,hakkınız olmayan parayı almayın..."falan filan. Ağabey aradan 15 yıl geçti,diğer 2 kardeş cezaevindeler,ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.
Biz 5 kardeş,beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi,çoluk çocuğu,hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
"Asıl mirası bizim baba bırakmış." 
Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri,taksimetrenin yazmadığı 10 krş.u evimize sokmadık.Her şeyimiz var Allah'a şükür. 
Çok duygulandım,veda ettim,tam ineceğim :
-Dur ağabey,asıl bomba şimdi. 
-Nedir bomban ? 
-Nerede oturuyoruz biliyormusun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.
Evladınıza ne araba bırakırsınız,ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.
.......................................
(A.Şerif İzgören kitabından) 



1 Nisan 2012 Pazar

Kültüründen Koparılan Gençlik..

Osman Yüksel Serdengeçti’nin, ’Bir Nesli Nasıl Mahvettiler’ isimli çok önemli bir kitabı vardır. Gençliğin, kültüründen, manevi değerlerinden, nasıl koparıldığından bahsedilen eserde anlatılan henüz televizyonun, bilgisayarın, cep telefonun, internetin olmadığı dönemdir. Yazarın feveran ettiği dönemler, Osmanlı izlerinin henüz taze olduğu, muhteşem mazinin izlerinin tam olarak silinmediği, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarını veren kahramanların büyük bir kısmının yaşadığı dönemlerdir. Rahmetli Serdengeçti, bugünü görebilseydi, herhalde o günkünden daha çok feryat etme gereği duyardı. Maalesef bugünün gençliği manevi değerlerinden uzaklaşmaya, değerlerinden kopartılmaya, geçmişini unutmaya, geleceğinden de ümitsiz olmaya başlamıştır. Çok sevdiğim bir söz vardır: “Geçmişe hasret, gelecekten ümit varız. Evet geçmişi çok özlüyoruz, geleceğimizden de ümitliyiz. Bu düşünceye sahip genç ne kadar vardır ki… Bugünkü gençler, “bizim zamanımızda böyle değildi” diye başladığımız her olaya ne kadar tepki gösteriyorlar. O sizin zamanınızda öyleydi, şimdi öyle değil, beni anlamıyorsun diyorlar. Gençliğe çok kızmamak lazım, belki de haklılar. Her yönden işgale uğramış gibiler. Evde televizyon, internet, cep telefonu, okulda her türlü düşünce, yaşantı, görüntüye sahip yüzlerce öğrenci, dışarda ahlakını yok edecek, inancını zayıflatacak, kültürel değerlerini yok edecek yüzlerce durum var. Bir eğitimci olarak, empati yaparak onları anlamaya çalışıyorum. Gençler, hakikaten çok zor bir durumdalar. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali bir kıskacın içindeler. Eski davranışları beklemek istiyoruz; ama nafile. Gençlerden olmayacak duaya amin demek gibi bir şey istiyoruz. Eskilerin unutmaması gereken bir durumda gençlerin, çocuklarımızın dünü değil bugünü yaşadıklarıdır. Biz büyükler, illa onları düne göre yetiştirmeye, dünü yaşatmaya çalışıyoruz. Gençlerimiz, kültürümüzü oluşturan dinamikleri ya hiç ya da yeterince tanıyamıyor. Büyük ilim, fikir, gönül, tasavvuf adamlarımızı öğretememişiz. Onları tanımaları için öğretmenlerinde içine düştüğü internetten bak, araştır, getir anlayışını terk etmek zorundayız. Öğretmek istediğimiz konuları, öğretme tekniklerini doğru kullanarak öğretmek mecburiyetindeyiz. Yap getir, bak, bul, öğren mantığı yanlış bir mantıktır. “Sana kaç kere söylüyorum, bir türlü anlamıyorsun” demek, bizi doğru sonuca götürmez. Neyi söylediğimiz değil, nasıl söylediğimiz önemlidir. Gençlere yaklaşım tarzımız tamamen eskilerin yaklaşımı gibi olmamalı, elbette doğru yaklaşımları devam ettirmek; fakat günümüz şartlarını da hesaba katarak daha sabırlı, anlayışlı, sakin, bağırıp çağırmadan, iyi bir dinleyici olarak, onları anlamaya çalışmalıyız. Günümüzde, evlerin birçoğunda sürekli televizyonun izlendiğini, kitabın okunmadığını, herkesin kafasına göre takıldığını, çocuklarımızın odalarına geçip saatlerce orda ders çalışmadan vakit geçirdiğini, anne-babanın çocuklarıyla neredeyse hiç vakit geçirmediğini, zaman zaman dersini yap demekten başka bir şey söylemediğini, yapmadığı zamanda sürekli kızıldığını görüyoruz. Adab-ı Muaşeret(görgü ve edep kuralları) kurallarının ne olduğunun bilmeyen, öğretilmeyen gençlerin hali ortada. Saygı, sevgi, merhamet, şefkat, hoşgörü, fedakârlık, merhamet kavramlarından oldukça uzaklaşmış bir nesil oluştu maalesef… Milli ve manevi dinamiklerinden uzaklaşmış bir gençlik isteniyor. Üzülsek de zararlı güçlerin istediği nesil kısmen yetişmiş durumda… Gençlik kötüye gidiyor… Durum vahim… Bize düşen ne? Suyu tersine akıtabilir miyiz? Çok zor tabii… Fakat tarih bize suyu tersine akıtmayı başaran milletlerin büyüklüğünü haykırıyor… Gayret… Bütün gücümüzle gayret… Unutmayalım ki; Tarihini bilmeyenlerin, coğrafyasını başkaları çizer….. Osman Zaman

29 Şubat 2012 Çarşamba

Hüzün Meleğinin Aşkı..


Herkesin bir sevdiği vardır yıllarca hatıralarda sakladığı. Her hatırladığında yaşlar boşanıp gözlerden ''hey gidi günler'' dediği.
Uğruna şiirler yazıp dil döktüğü. Her şarkıyı türküyü onun için dinlediği. Necip Fazılın da dediği gibi:
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Nede şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar...


Uğruna ne kadar fedakarlık ettiğimizi hatırlarız.
Sonra vefasızlıkları gelir aklımıza nefret olur aşkımız.Kızarız.Bu benim sevdiğim olamazdı derkızarken bile severiz içten içe.
Kalbimi kilitledim senden sonra derken gözlerin feri söner.Peki bu tür bir sevgi bize hiç gerçek sevgiliyi hatırlatmamış mıdır?
Aslında sevdiğimizde aradıklarımız onun için çok fazladır.Yanındayken belki yüzüne bakmazyalnız kalınca hep onu düşünür ağlarız.
Bunun nedenini hiç düşündünüz mü?
Şimdi aşkın tanımını yapalım.
En sevgilinin isimlerinin tecelli ettiği insanları yalnızken ve kimseye söylemeden acıları kalbinde yeşerterek ızdırap içinde ağlanılan gecelerin sonunda...
gerçek aşka ulaşmaktır aşk.
Leyla ile Mecnun gibi.
O arayana kendini buldurur.Derler ya ''Ahir zamanda iman elde kor ateş gibidir''...Zamansız olan gerçek aşk ise kalpte bir kordur bütün vücuda yayılır.Tek amaç Hak rızası oluverir.İşte Mevlana gibi, Abdulkadir Geylani gibi, Minyelili Abdullah gibi, Aziz Mahmut Hüdai gibi,  Hacı Bektaş Veli gibi sevmek denir buna.
Böyle sevdikten sonra o eski vefasız sevgiliye döner ve Necip Fazılın Üstte yazdığım şiirinin devamını sıralarız ardınca:

Gelme istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!...
alıntı

Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...