Televizyondan akşam haberlerini izlemek benim için
uzun zamandır vazgeçemediğim ve alışkanlık haline gelen bir durum oldu. Nur
içinde yatsın dedem de babam da haberleri hiç kaçırmazdı. Çocukluğumun anıları
arasında dedemin dişsiz ağzıyla bize "susun çocuklar, acans
dinliyorum" diyen sesi kulaklarımda hâlâ. Belki de onlardan gelen bir
alışkanlıktı bu.
Eşim ve kızlarımın, her fırsatta haberleri izlememem konusunda verdiği tepkiler
etkisiz kalıyor. Çünkü ben ısrarla
izlemeye devam etmek istiyorum. Onların tepkisi benim üzülmemem ve kendimi strese sokmamam içindi.
Güzel ülkemin durumu hepimizce malum. Hangi birini yazayım ki… Hani hepimiz
biliriz deveye; “senin boynun neden eğri? diye sormuşlar. O da “nerem doğru ki?" diye yanıt vermiş.
Bizde de
öyle değil mi? Nereyi tutsak elimizde kalıyor. Her tarafımızdan bela musibet
yağıyor. Her defasında son olur inşallah diye dileklerde bulunduğumuz, ama
neredeyse her gün sessiz sedasız toprağa verdiğimiz gencecik fidanlarımız,
kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, hırsızlık olayları, haksızlık hukuksuzluk
olayları, eğitimdeki çarpıklıklar, masum hayvanlara yapılan insanlık dışı
zulümler, kavgalar, tacizler, tecavüzler, açlık, almış başını giden enflasyon,
fakirleşen açlık sınırının altında yaşamaya çalışanlar, ne iş olursa yapmaya
razı insanların olmasına rağmen, işsizliğin tavan yaptığı bir toplumda daha
nelerden bahsedilir ki...
İnsanların
ötekileştirildiği, adam kayırmacılığın tavan yaptığı, hukukun kişilere göre işletildiği durumlarından bahsetmiyorum bile. Bir de söylemeden geçemeyeceğim.
Covit 19 virüsünün hiçbir engel tanımadan önüne çıkanı kırıp geçirdiği, sürekli varyantların arttığı bir durumda, buna
dur diyecek bir babayiğidin henüz çıkmadığını düşünürsek, söylenecek sözlerin
ne kadar kifayetsiz kaldığı aşikâr...
Haberleri
elbette internette gazetelerden de okuduğum oluyor arada. Ama illaki
televizyondan izlemek beni rahatlatıyor. Sanki bir şehit haberinde şehit
yakınlarıyla birlikte üzülmek, annesi ölen bir çocuk için üzülmek, yapılan bir haksızlığa birebir tepki vermek,
kızmak hakaret etmek, eleştirmek, az da olsa güzel bir olaya sevinmek… Daha da
önemlisi toplumun içinde olduğumu hissettirmekti.
Yaklaşık üç gün önce izlediğim bir
haberden bahsetmek istiyorum. Daha önceden örneklerini çok gördük. İllaki
hepimizce bilinen bir konu... Haberlerde; sokak aralarında, park köşelerinde,
apartman boşluklarında, yıkık harabelerde dünyadan bihaber, yerlerde sere serpe
yatan gençlerimizi gösteriyordu haber muhabiri. Bu çocukların durumu bir anne
olarak içimi acıttı. Bu gençlerimize neden sahip
çıkılmıyor? Devlet neden bunları koruma altına almıyor? diye hayıflandım kendi
kendime. Sonra bu gençler üzerinden milyonlar kazananlara verdim veriştirdim.
Hiç mi içiniz sızlamıyor? Bu gençler de ana kuzusu! Bir çocuk kolay yetişmiyor…
Haber muhabiri bonzai illetini kullanma yaşının 10- 12 yaş gurubuna kadar indiğini
söylüyordu. Çocukları; "Bir kereden bir şey olmaz!” diyerek
kandırıyorlarmış. Ülkemizde yeşillikler yok edilerek devasa AVM ler yapılıyor. Büyük iş merkezleri
açılıyor. Açılsın elbette, denizde yüzen cami planları projeleri yapılıyor.
Yapılsın ülkemiz güzelleşecekse, çağı yakalayacaksak olsun. Ama lütfen bu
uyuşturucu tacirleri ile etkili mücadele yöntemleri de arttırılsın. Ayrıca
uyuşturucu belasının kollarına atılmış bu gençlerimizi tedavi edecek
rehabilitasyon merkezlerinin sayıları da arttırılsın. Toplum ve aileler bu konularda bilinçlendirilsin. O
gençlerin her biri bizim geleceğimizi inşa edecek toplumsal yapı harçlarımızdır.
Sahip çıkılmalı...
Özetle “Bir kereden bir şey olmaz” demeyin. Bir anda
hayalleriniz son bulur, düşler kabusa döner, umutlarınız yok olur,
beklentileriniz biter, hayat hikayeniz son bulur... Kısaca bir kereden
sayamayacağınız kadar çok şey olur.
Muhabbetle,
Hanife Mert