Sabah pencereme vuran
güneşin ışıklarıyla uyandım. Uyku mahmurluğuyla perdeyi aralayıp dışarıya
bakayım derken, pencerenin buğulu
olduğunu fark ettim. Günlerdir süren yağmurlu ve soğuk hava yerini, güneşli ama
yine soğuğa bıraktı. Güneş olmasına rağmen dışarı çıktığında buz gibi bir
havayla karşılaşıyor insan. Kış kendini hissettirmeye başladı artık.
Yılın sonlarına
geldiğimiz şu günlerde içimde bir burukluk hissediyorum. Kendi kendime acaba
bitişler mi benim böyle hissetmeme sebep, yoksa sürprizler mi? diye düşünmeden
edemiyorum. Oysa bitişler hüzün verse de başlangıçlar heyecanlandırmalı,
umutlandırmalı değil mi? Yeni başlangıç yeni umut demekti. Ama yok, hüzünle
beraber huzursuzluk yaşama sevincimi azaltıyor. Buna rağmen umudumu
kaybetmedim. Her ne yaşanırsa yaşansın nefes alıyorsa insan umut hep vardır
felsefesine inananlardanım. Çünkü umudunu yitiren her şeyini yitirmiş demektir.
Çıkmayan candan umut kesilmezmiş.
2021’in son demlerini yaşadığımız
şu günlerde kendimle ilgili beni böyle hüzne sevk edecek bir iki önemli olayın
dışında kayda değer pek bir şey olmadı hayatımda. Olan da tüm yaşamıma bedeldi.
Daha fazla meraklandırmadan; ilk olarak
2021 Mart ayında ailecek yakalandığımız Covit 19 hastalığını yine ailecek verdiğimiz
bir mücadeleyle atlattık. Atlattık atlatmasına da etkisini pek o kadar kolay
atamadık üzerimizden. Hep endişeli, hep korkuyla yaklaştık insanlara. Her şey
öyle ani oldu ki hazırlıksız yakalandığımız bu illet tüm alışkanlıklarımızı alt
üst etti. Bizde ne kültürel değerler, ne paylaşımcı yaklaşım ne vefa ne dostluk
ne de arkadaşlık, ne akrabalık ilişkileri bırakmadı. Hepsini yerle bir etti. Yerine
zaten var olan insanın sadece kendi çıkarını önemsediği, bencillik duygusunu
başköşeye oturttu. Çünkü bu illet bir girdi mi, girdiği yeri alimallah talan
ediyor. Orada kim var kim yok hepsini beraber alıp götürüyor. Hem de kimsenin
gözünün yaşına bakmadan... Biz hayattayız ve bu belayı atlattık çok şükür. Ya
atlatamayan genç yaşlı, binlerce, hatta yüz binlerce, milyonlarca insanın yaşam
öyküsünü sonlandırıp bu hayattan koparması. Bununla da bitmiyor etkileri geride
kalan sevenlerinin de yaşamını alt üst ediyor.
Her karanlığın sonu
aydınlık, her sıkıntının sonu ferahlıkmış ya hani. Nur içinde yatsın babaannem;
“ acı, sıkıntı beraberinde gizli armağanla gelirmiş, sen acına sabret, vakti
geldiğinde sıkıntın, armağanını bırakır ve gider.” demişti. Öyle de oldu. Nasıl
mı? Elbette Covit 19 belası sürekli değiştirdiği varyantlarla dünyayı etkisi
altına almaya can almaya devam ediyor. Bana sunduğu armağan şu; üç yılı aşkın
bir süredir üzerinde çalıştığım ünlü şairimiz Orhan Veli'nin yaşam öyküsünü
yazdığım Fırçadaki Son Şiir adlı kurmaca biyografik romanım temmuz gibi
raflarda yerini aldı. Bu benim için inanılmaz bir sevinç ve mutluluk kaynağı
oldu. Kitap çıkaranlar iyi bilir. Kitaplar yazarların çocukları gibidir. Benim
için de öyle oldu... Bu heyecan ve sevinç 20-28 Kasım tarihleri arasında
Mersin’de altıncısı yapılan CNR Kitap Fuarında da devam etti. Ancak 27 Kasım
akşamı aldığımız acı haber hem şaşkınlığa hem de hüzne boğdu bizi. Eşimin ablasını kaybettiğimizi
öğrenmiştik. Hem de çağın vebası olan Covit 19 virüsü sebebiyle... Daha bu
acıyı kabullenememişken hemen ertesi gün ablam gibi sevdiğim kuzenimin ölüm haberiyle
sarsıldım.
Güzel ülkeme baktığımda
ise benden pek farklı olmadığını görüyorum. O benden daha fazla buruk ve hüzünlü hatta yaslı... Sebebi herkesçe
malum... Kötü yönetim ve sonucunda ona reva görülenler... Mış gibi,
mahsuzcuktan, evcilik oynar gibi, dostlar alış verişte görsün, kitabına
uydurmakla, ben yaptım oldu
dayatmalarıyla gelinen nokta... Sonuç mu? Sonuç ortada güvensizlik,
belirsizlik, umutsuzluk, mutsuzluk, işsizlik, açlık, sefillik perişanlık ve
daha neler neler... Bir devletin varoluş garantisi, temeli olan ekonomi
yönetimini “gözlerindeki ışıltı”yla çözüme kavuşacağına inanan bakanlar. Daha
ne olsun pamuk ipliğine bağlı bir ekonomi, bir gecede yapılan açıklamalarla perişan
edilen halk... Bildiğiniz şeyi
detaylandırmaya ne hacet... Deveye “boynun neden eğri” diye sormuşlar. O da “nerem doğru ki?” diye
yanıtlamış. Biz de öyle değil miyiz? Nereyi tutsak elimizde kalıyor... Ülkede sorun
mu biter?
Acaba diyorum üzerimize çöreklenen bu kara
günler, babaannemin dediği gibi armağanını bırakarak bizi terkedecek mi? Ne
dersiniz? Ben diyorum ki gitsin de armağanını bırakmasa da olur...
Okurlarıma sevgilerimle,
Hanife Mert