Her ne kadar güzellik göreceli bir kavram olup kişiye göre farklılık
gösterse de, insanın sağlıklı bir ruh yapısına sahip olabilmesi için iç
güzelliğine, ruh güzelliğine önem vermesi gerekmektedir. Ruhunu güzelleştiren ona
uygun gıdalar veren kişi, yaratılan her şeyde güzeli arama, güzeli görme ve
gördüğü çirkinlikleri güzelleştirme eğilimindedir.
İnsan her ne yaparsa yapsın illaki öncelikle sağlıklı bir ruh yapısına sahip
olmalı. Bu durum kişinin kendi ile barışık yaşamasını, insanları, birlikte
yaşamak zorunda olduğu diğer canlıları ve hayatı sevmesini, onlara karşı
sorumlu, saygılı, dürüst şefkat ve merhametli davranmasını sağlar. Bunun için
önce ön yargılarından kurtulmalı, olaylara karşı bakış açısını değiştirmeli,
güzel düşünmeli, kendini çıkmaza sokacak eylemlerden uzak durmalı. Zira" Güzel
gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan tat alır." demiş Mevlana.
Her insan huzur ve güven içinde yaşamak, dostluğun ve sevginin var olduğu
ortamlarda olmak ister. Bulundukları yerlerde sevgi, saygı, huzur, mutluluk,
barış, kardeşlik, hak ve adaletin özlemini duyar. Lakin özlediği bu ortamın
oluşması yönünde kendisi gayret göstermek istemediği gibi, dostluğu, güler
yüzü, güzel sözü karşısındaki kişilerden bekler ya da bu ortamları sağlayacak
birilerinin çıkmasını bekler.
Bu yönüyle de insan toplumsal bir varlıktır. Yaşadığı toplumun olmazsa
olmaz taşlarından biridir. Kendini yaşadığı toplumdan ve o toplumu ilgilendiren
değerlerden soyutlayamaz. Hal böyleyken toplumun bir parçası konumunda olan her
bireyin özlemini duyduğu değerlerin oluşması, yerleşmesi, gelişmesi ve devamlılığının
sağlanması adına üzerine düşeni yapması gerekmez mi? Herkesin olanakları ölçüsünde
büyük küçük, az çok yapabileceği mutlaka bir şeyler vardır. Bunun için biraz
duyarlı olması yeterli.
Örneğin, bu sıcak yaz gününde açlıktan susuzluktan takati kesilmiş
hayvanlar için evinin bir köşesine bir tabak yemek veya su koymak, yaşlı ve
kimsesizleri ziyaret edip gönlünü almak, birilerine selam vermek, tebessüm
etmek, insanlara iyi niyetli dürüst davranarak dostluk için küçük kapılar
aralamak, birliği güçlendirmek, milli manevi değerlere sahip çıkılması yönünde
önderlik ve örneklik ederek teşvik etmek, haksızlık karşısında onurlu ve dik
duruşunu korumak, evinde sokağında, mahallesinde hoş olmayan göze hoş
görünmeyen olumsuzlukları düzeltmek gibi yükte ağır pahada hafif erdem sayılan
güzel davranışları sergilemek gibi.
Kolay değil elbet gönüller arasında pencere aralamak. Zira sevgi ve dostluk
bağları kurmak emek ister, sabır ve özveri ister. Maalesef günümüzde bu değerler
yeterince önemsenmiyor. İnsan için varsa yoksa kendi çıkarı ve kazanımı ön
planda...
Bir toplumda her birey sadece kendi çıkarlarını, rahatını
düşünerek hareket eder, konuşur ve kendi çıkarları doğrultusunda yaşarsa
bencil, huzursuz, mutsuz, agresif insanlardan oluşan bir toplum halini alır.
Böyle bir toplumda hak ve adaletten, birlikte huzur içinde yaşamaktan söz
edilemez. Hak hukuk adaletin kişilere göre farklılık gösterdiği bozuk ve
bozguncu bir düzen hakim olur.
Zira, toplumun
yetiştirdiği her ferdin o topluma karşı ödemek zorunda olduğu bir vefa borcu
vardır. Yaşadığı toplumu güzelleştirmek, temel değerlere sahip çıkmak,
yaygınlaştırmak, geliştirmek, çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak ve kendinden
sonra gelecek kuşaklara en güzel şekilde bırakmak insanın asli görevidir.
Oysa biz ney yapıyoruz?
Kapitalist dünyanın aldatıcı büyüsüne kaptırdık kendimizi gidiyoruz. Her türlü
kazanımlarımız "ben" merkezli... Hayatımızda yer eden her şeyi maddi
bir değerle ölçüyor, her insana bir etiket yapıştırıyoruz. Son yılların iletişim
ve teknoloji çılgınlığı, televizyonların ışıltılı dünyası da bizim
maddeciliğimize çanak tutuyor. Pahalı en iyi son moda olan ne varsa alıyoruz,
ve doymak bilmiyoruz. Hep bir tarafımız aç. Giderek hep tatminsiz, mutsuz ve
yalnız insancıklar olduk. Bizler küçüldükçe faturalarımız büyüdü, borçlarımız
kabardı ama biz hala küçücüğüz, büyüyemedik.
Biz bu yaşama alıştık
veya alıştırıldık. Artık kazanmanın yerini emek sarf etmeden, alın teri
dökmeden kolay yoldan kazanmak aldı. Güçsüzü ezmek, zalimi alkışlamak, güçsüzün
kafasına vurup elinden ekmeğini almak, kolay kazanmak uğruna başkalarını
kullanmak, kırmak başarılı akıllı insan oldu.
İçimizde büyüttüğümüz hırslarımız, bizi küçülttü. İnsanlığımızı,
dostluğumuzu, dostlarımızı, saygınlığımızı, toplumsal benliğimizi kaybettirdi.
Düzensiz, sistemsiz, kalitesiz bir yaşam sürmemize neden oldu. İnsana verilen
değer neredeyse kalmadı. İnsanın kazandığı paranın değil, paranın kazandığı
insanların değeri arttı. Araç amacın önüne geçti...
Gözlerin, kulakların zihinlerin açılması ve insanlığın kazandığı insani değerlerin
artması, güzel görüp, güzeli düşüneceğimiz ve güzel yaşayacağımız günlerin gelmesi
dileğiyle.
Hanife Mert