18 Ocak 2016 Pazartesi

Nostaljik Pazartesi (Toplum Nereye Gidiyor)




Sevgili arkadaşlar yeni gördüğüm ve çok faydalı bir paylaşım olacağını düşündüğüm Nostaljik Pazartesi paylaşımlarına bu günden itibaren ben de katılıyorum. Bu gün sizlerle 05 Eylül 2012 tarihinde paylaştığın yazımı ekliyorum.

Bir toplumda farklı anlayış ve bölgesel kültürleri birleştiren,herkesin ortak paydasını oluşturan bazı değerler vardır. Vatan gibi,bayrak gibi,bağımsızlık gibi, ülkü gibi, tarih, kültür gibi değerler..
 Yüzyıllar boyunca aynı geçmişe sahip oluşumuz, aynı inançları paylaşmamız, aynı vatan toprakları üzerinde barış içinde kardeşçe yaşamamız,oluşan bazı farklılıkları unutturmuştur. 
Sevinçli günlerimizde temel değerler etrafında bir araya gelerek sevincimizi paylaştık. Ülkemizin bir tarafında meydana gelen acı bir olay karşısında hep birlikte yas tuttuk. Yardım için elimizden geleni yapmaya gayret ettik.. 
Ancak şu son günlerde, yaşanan toplumsal olaylar ve verilen daha doğrusu verilemeyen tepkiler gösteriyor ki; bir halkın yapı taşlarından biri olan toplum olgusu kökünden sallanmaya başlamıştır... 
Yazının devamını linkten okuyabilirsiniz.

http://yaren33.blogspot.com.tr/2012/09/toplum-nereye-gidiyor.html




Hanife Mert 





22 Aralık 2015 Salı

Mevlit Kandilimiz Hayırlı Olsun






Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Tövbe /128

Mevlid Kandii, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son peygamber Hz Muhammed Mustafa (s.a.v) in 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. günü dünyaya teşriflerinin müjdesi olarak müslümanlarca kutlanan mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.

Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizin doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.

Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.

Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.

Bu vesileyle sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.a.v)'nın dünyaya teşriflerinin müjdesi olan bu mevlid kandilinin; Milletimiz ve tüm İslam alemine huzur, barış, adalet, sevgi, merhamet, şefkat, hoş görü, güzel ahlak, edep, haya, saygı, onur, kardeşlik, merhamet,ilim, bilim, çağdaş makul ve mantıklı düşünce kazandırmasına ve tüm insanlık alemine de hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Mevlid Kandiliniz kutlu olsun.

Muhabbetle,

Hanife Mert

23 Kasım 2015 Pazartesi

Sevgili Öğretmenlerim Gününüz Kutlu Olsun


Sözün Özü

İki düşün bir söyle. Her aklına geleni söylememeli insan iyi düşünmeli yerinde ve zamanında söylemeli ne söyleyecekse. Aksi takdirde olacaklara katlanmalı.Ha ne mi olabilir kalp kırabilir ya da söylediklerin dosdoğru olsa da eleştirilebilir kötü insan muamelesi görebilirsin.Çok sevdiğin kendini çok yakın hissettiğin hatta her şeyini bilip seni çok iyi tanıyan biri bile bazen yanlış anlayabilir seni sırf aklından geçeni söyledin diye. 
   Toplum olarak konuşmayı çok severiz. Severiz sevmesine de bir de dinlemeyi, konuşulanı anlamayı, anladığımızı idrak etmeyi öğrenebilsek diyorum. Bu aşamada bir çok sorunların da üstesinden kolaylıkla gelmiş olacağız. Ama nerede.. Dinlemeye sabrımız yok. Buna karşın konuşmaya mecalimiz hep var.Yerli yersiz gerekli gereksiz hep konuşuyoruz. Konuşmuş olmak için, söylenen sözün altında kalmamak için konuşuyoruz. Fikir üretmek bilgi üretmek yerine laf üretiyoruz. Hani ağzı olan konuşuyor derlerdi ya..! Benim doğrum senin doğrudan üstün, benim sözüm doğru. Lafın altında kalmama zihniyeti ile hareket eder olduk. Halk böyle yapıyor da yöneticiler altında kalır mı? Hani balık baştan kokarmış ya! Hükümetiyle muhalefetiyle laf üretmekte üstümüze yok. Lafa gelince mangalda kül bırakmayız, icraata gelince sorumluluğu başka yerlerde arayan icraattan çok laf üreten bir toplum haline geldik.

  Konuşabilme yeteneği, insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşmalı. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü, kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ama boş konuş...
Çocukluğumuzda büyüklerin karşısında çok konuşmamamız öğütlenirdi. "İki düşün bir konuş","sana sorarlarsa, söz verilirse konuş", konuşacaksan da dilin doğruyu hakkı konuşsun. Zira "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" denirdi. 

  Böyle bir kültürün, medeniyetin varisleri olan bizler, özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere karşı  hep sustuk. Asıl konuşulması, neler oluyor diye yetkililerden yetkisizlerden hesap sorulması gerekirken sesimiz soluğumuz kesildi. Konuşamaz olduk. Belki korktuk, ürktük...
Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her zaman toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti. Bu durum karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan evlilik programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. Düşünme üretme yetisi devre dışı kaldı.
  Pusu kurularak kalleşçe şehit edilen Mehmetçiklerimize, polisimize, gerekli önlemlerin alınmadığı için yöneticilerin kazanma hırsı sebebiyle onca toprağa verdiğimiz maden işçilerimiz, neredeyse her gün şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu, milli ve manevi değerlerimize yapılan haince saldırılar, eğitim sistemimizdeki düzensizlikler, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...

 Okumaktan, düşünmekten, bilgi üretmekten çağı yakalamak ve çağdaş seviyeye ulaşmak için çaba harcamaktan, yaşamı ve yaratılışımızı anlamaktan uzak geçen, geri gelmesi imkansız olan haybeye geçen günler... 

 Aydınlığın önünü kesen, keşkelerle örülmüş kara bir duvar gibi karanlık dikilince karşımıza, kaçacak sığınacak bir bahane fayda vermez olur.

   Büyük Türk milletini, iktidarından muhalefine herkesi, Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye’deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkesin bu zulme tepki vermesi gerekmektedir. Devletimizin ve hükumetimizin bu durum karşısında şu ana kadar koyduğu tavrı da yeterli görmüyoruz... 
http://degirmendenmektupvar.blogspot.com.tr/2015/11/suriyedeki-turkmen-kym.html

Recep Bey'in bu çağrısını ben de yürekten destekliyorum. En kısa zamanda Devletimizin ve Milletimizin kardeşlerimize yardım elini uzatmasını diliyor ve istiyorum. Herkesin Suriye'deki Bayır/ Bucak Türkmen kardeşlerimize imkanları dahilinde elinden geleni yapacağına inancım tamdır...  

  Zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin,özgürlüğün, insan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının insanca yaşamın konuşturulduğu, uygulandığı bir dünyada yaşamak dileğiyle...

Muhabbetle,
Hanife Mert



9 Kasım 2015 Pazartesi

ATA'YI ANIYORUZ/ ARIYORUZ














Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk'ün ölümünün 77.yılında Onu rahmet ve minnetle anıyoruz.
   Millet olarak ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, vatana, bayrağına sahip çıkmak, bu ülkede yaşayan kendini Türk hisseden herkesin vefa borcudur.

  Bu ülke bu millet sana minnettardır Ataların Atası... Her insan doğar, büyür ve ölür. Kalıcı olan ise bıraktığı emanettir. Millet olarak bize bıraktığın emaneti canımız pahasına koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad, mekanın cennet olsun...


Hanife Mert



29 Ekim 2015 Perşembe

Cumhuriyet'imiz Bayramımız Kutlu Olsun

Cumhuriyet, Türk milletinin yüzyıllar boyunca, özgürlük ve bağımsızlığı uğruna çektiği acıların ve top yekün mücadelenin sonucunda kazandığı zaferin ürünüdür. 1923 yılında ona en uygun olan, ona yakışan yaraşan bir yönetim biçimi olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet bir yaşam biçimidir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada bir köprüdür. O bir Fazilettir, erdemdir, bağımsızlıktır. Atatürk'ün bize armağanı, gözümüz gibi sahipleneceğimiz bir emanettir. 

Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu mesuliyeti bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır.

Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bizim özgür bağımsız bir ülkede yaşamamıza vesile olan başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anıyoruz. Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun.

Muhabbete,
Hanife MERT

25 Ekim 2015 Pazar

Bakış Acı'sı (... Bölüm)

  
  Bir kitapta okumuştum; “insan kaybetmeye görsün, diye başlıyordu paragraf. Bir yerden başladı mı kayıplar, arkası çorap söküğü gibi gelir. Kimi zaman hızına yetişemez olursun. Ardı arkası kesilmeden devam eder. Her kayıp, insanda üzerine vurulan balyoz etkisi yapar. Silkinip kalkmaya çalışsan üzerine bir diğeri iner. Gücün kuvvetin kesilir. Çaresiz kalırsın. Beden yorgun düşer. Düşünceler karma karışık, ruh kafesine sığmaz olur. Bedenden çıkıp özgür olmak ister lakin ona da izin verilmez. Sonunda teslimiyet...
  Kim bilir, belki de hayatın bir oyunu, kaderin insana çizdiği bir rota yol haritası idi. "Öldürmeyen acı güçlendirir" misali seni güçlü kılmaktı, mücadele gücünü arttırmaktı, gelecekte sunacağı acılara karşı dayanma gücünü test etmekti belki… Belki de umut, sabır, mücadele üçgeninde hayata tutunacak bir dal uzatmaktı güçsüz yüreklere... diyordu yazar.
   Bu yazı tam da bizi anlatıyordu sanki. Babamın ardından pek çok şeyimizi kaybetmiştik. Huzurumuzu, en yakınımız dediğimiz bile böyle yaparsa diyerek insanlara olan güvenimizi ve neden biz? Diye de yaşama sevincimizi kaybetmiştik. Ve daha pek çok şeyi…
  Sonra acaba dedim kendi kendime, " başımıza gelenler bizi güçlendirmek, sabrımızı, mücadele gücümüzü test ederek hayata bağlanmamızı mı sağlayacaktı?”
Evet öyle olmalıydı. Çünkü her şeyimizi yuvamızın direğini babamı kaybeden biz, onun acısını hissedemez ve  yaşayamaz olmuştuk. O acıyı unutturacak farklı acılarla mücadele etmekten...
  Kardeşlerim uyumuştu. Biz annemle demlediğim çay eşliğinde uzun uzun sohbet etmiştik. İçerik hüzün verse de inanılmaz keyif aldığım bir sohbetti. Bu sohbet bana, kendimi en az 5-10 yaş büyümüş gibi hissettirmişti…
   O bal rengi gözleri hüzne bürünmüştü annemin. Uzun ve derin bakıyordu. Orada endişeyi, korkuyu, karamsarlığı  görebiliyordum. Çayını yudumlarken;
  -İşimiz zor kızım, hem de çok zor, dedi.
Ardından hemen ekledi. Ama biz el ele verirsek bu zorluğu aşarız diyerek ümitsiz olmadığını ifade etmişti...
Ona bakarken gözlerinin altındaki torbacıklar, yüzünde yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan çizgiler ve saçına  çok erken yaşta düşen aklar içimi acıtıyordu. O daha çok gençti. Şairin 
Yaş otuz beş!yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
….
  Yaş otuz beş şiirinin  ifade ettiği gibi, daha otuz beşinde başlamıştı kayıplar hayatından birer birer. O, hayatın yükünü birlikte omuzladığı arkadaşını, eşini, can yoldaşını kaybetmişti. Bu genç yaşında, toplumun "dul" yaftasını yapıştırdığı, içeriğine binlerce anlam yüklediği ve eşinden ayrılan her kadının  özgürlüğüne ipotek koyan bir kelimeyle farklılaştırdığı; Adanalı teyze, Satı nine, Ayşe bacı, Fatma gelin, Müge hanım, Zeynep… gibi, yüzlercesinden biri olmuştu annem.
 Sonra çayını tekrar yudumladığında, derin bir iç geçirdi.
-"Ah keşke, keşke okusaydım! keşke bir meslek sahibi olsaydım." O zaman bunlara muhtaç olur muyduk hiç? Zira ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kadın, tüm özgürlüklerine de sahip olmuş demektir. Özgür kadın, özgür çocuklar yetiştirir. Özgürce sever, koklar, sahiplenir yavrularını, diyordu.
 Onu okutmadıkları için anne ve babasına sitemini kızgınlığını dile getirmede yetersiz kalıyordu kullandığı kelimeler...  konuşmaya devam etti.
- Kızlarını okuttular, beni böyle cahil bıraktılar. Ne olurdu beni de okutsalardı! Şimdi ben de hayatımı kimseye muhtaç olmadan sürdürürdüm. Yol bilmem iz bilmem nasıl baş ederim? yalanın dolanın, riyanın, kök saldığı bu çirkefe bulanmış hayatla, dedi.  
Ardından sitemini kadere çevirdi: 
-Kadersiz doğmuşum anamdan. Başta yüzüm güldü mü sanki, sonra gülsün.Tam her şeyi yoluna koymuşken, huzuru yakalamışken, babanı aldı elimden. Bizi böyle sorun yumağının ortasına bıraktı, dedi.
   Ben sadece ses çıkarmadan annemi dinliyordum. Mimik hareketlerimle belli ediyordum  duygu ve düşüncelerimi.  Ne diyeceğimi bilmiyordum. Ona nasıl yardım edebileceğimi de. Bunu zaman gösterecekti...
Annem kelimeleri toparladı. İçinde bulunduğu hüzünlü ve karamsar ortamdan çıkmış gerçeğe dönmüştü.
-Bak kızım, babandan bağlanacak maaş gecikebilir... 


Muhabbetle,
Hanife Mert
Not: Yeni kitap çalışmam "Bakış Acı'sı"ndan bir bölümde yorumlarınızı bekliyorum...

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...