3 Temmuz 2012 Salı

Eksiklerine Baka Baka Eksilttiğimiz Yaşamlar..


Hep yapamadığımız soruları sordu annemiz. Netlerimiz değildi önemli olan, kaçırdıklarımızdı! Yapamadıklarımız, eksik bıraktıklarımız...
Sofraya oturduğunda babamız, olmayanı, eksik olanı görürdü nedense... Çorba olurdu, ekmek olurdu sofrada ama unutulan tuz hatırlanır ve eksikliği hatırlatılırdı evin hanımına...
Kapıdaki babamın elindeki filede, unutulmuş limonun olmadığını bir iki yoklamayla anlardı annem. Yine unutmuşsun, eksik bırakmışsın limonu derdi. Zavallı babam, terlemiş bir halde koyulurdu tekrar yola, aynen tuzu unutan annemin söylene söylene mutfağa gitmesi gibi...
Hep eksik olanı görmeye koşullanmışlığımız, insanları hep eksik olan yönleriyle yakalayıp eleştirmemizi doğuruyor çoğu zaman. Hep olmayanı gündeme alarak yaşama tutunmaya çalışıyoruz...

Oysa varlıkla uğraşmaktır asıl olan! Varlıkla uğraşırsanız, varlık çoğalır, bereketlenir. Yok olanla, eksik olanla uğraşırsanız, var olanı da göremezsiniz çoğu kere...
Aynen karnede “beş” olan Türkçenin görülmeyip “iki” olan matematiğin hep göze batması gibi.Bir ömür çalışıp bir kaç ay işsiz kaldığınızda beceriksiz ilan edilmeniz gibi...

İnsanları daha tanımadan onları eksi hanesine eklemek... Daha önceki önyargılarımızın şemsiyesi altında, yeni gördüğümüz insana güvenmeyi seçmeden önce, güvenmemeyi esas alarak ilişki kurmak, daha başlamadan birçok ilişkiyi de baltalar.
Sonra kendi yalnızlık dağlarımızda yalnız prensler/prensesler olarak yaşamaya mahkum ederiz kendimizi. Karşımıza çıkan insanın önce eksilerini gördüğümüz için eksiltiyoruz yaşamlarımızı. O insandan öğrenebileceğimizi öğrenemiyoruz çoğu kere. Kendimizde olanı da karşımızdakine verme cesaretini kaybediyoruz sonrasında.

Sanıyoruz ki herkes bizim gibi. Herkes önce eksilerimizi görecek. Biz eksiler üzerinden gidiyoruz ya sanıyoruz ki bütün dünya, bütün insanlık da bizim gibi. İkinci kez örüyoruz duvarlarımızı...Newton'a göre insanlar köprü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yalnız kalırlar katılmamak mümkün mü? Hayatlarımız şahit oluyor bu sözün doğruluğuna...
Oysa aydınlıkla uğraşan aydınlığı karanlıkla uğraşan karanlığı çoğaltır yaşamında. Eksileri kriter yapan, artılara körleşir sonrasında.

Hayat sadece yapamadıklarımızı sürekli düşünerek yürümemizi istemez bizden. Çoğu kere yapabildiklerimize bakarak onlardan memnun olarak, onların verdiği enerjiyle yapamadıklarımızın üstesinden gelebilecek enerjiyi verir ve bu enerjiyle çoğalmamızı ister.
Oysa yapamadıklarımızı durmaksızın gözümüze sokmaya çalışanlar işte tam da bu noktada yanılırlar. Sanırlar ki eksilerimizi söylerlerse biz şımarmayız. Daha da hırslanırız. O zaman istedikleri olur. Oysa bu doğru değildir.
Eksiler eksiltirler; insanı, hayatı, umutları ve yaşamı... Bırakın eksi ve eksiler matematikte kalsın. Yaşamın içindeki bizler varlıkla ve şükürle uğraşalım, o zaman eksiler daha bir çabuk artıya dönüşecekler inanın.
Ne çok şey deniyoruz yaşamın içinde. Şimdi siz söyleyin bir defa da olsa yaşamda artıyla başlamayı deneyemez miyiz? İlk gördüğümüz, yeni tanıdığımız bir insanı eksiden değil de artıdan başlatmak...

Sofradaki çorbayı görüp teşekkür etmek, alınan domatesi unutulan limondan önce görmek, iyi notu “kırık”tan önce fark etmek nasıl bir değişim getirebilir yaşamımıza?... Denemeye değmez mi?


alıntı

Kin Ve Din..


İslamiyet kin dini değil,muhabbet dinidir.Kinlerini din haline getiren ham kişilerin kalın kafalarına bu gerçeği sokmak lazımdır.İslamiyet şefkat, yumuşaklık, güzel nasihatler, ikna edici öğütler, güzel tebliğ ve merhamet dinidir.
Din kardeşi olan mü’minlere kalbinde kin besleyen kimseler,asla olgun Müslüman sayılamazlar.
Kin ve düşmanlıkla Müslümanlar paramparça olurlar, yeryüzünün düzeni bozulur, cihan fesat yangınları içinde kalır.
Müslüman, sabır ve tahammül sahibi olacaktır.Hatalı, günahkar, isyankar din kardeşlerini her şeyden önce şefkatle, dostça, arkadaşça yola getirmeye çalışacaktır.
Müslümanlar arasındaki ferdi münasebetlerde kine, düşmanlığa, şiddete yer yoktur.
Din kardeşin hatalar, noksanlar, günahlar, isyanlar içinde yüzüyorsa o hasta demektir.Hastayı şefkatle, sabırla, tahammülle tedavi etmek gerekir.
Aranızda fikir ihtilafı var diye din kardeşine nasıl kin besleyebilirsin? Ya sen yanılıyorsan?.. Şayet o yanlış düşünüyorsa, kin ve adavetle onu doğru yola getirebileceğini zannediyorsan sen pek kalın kafalı bir Müslümansın.
Allahü Teala Kur’an-ı Kerim’de mealen, “Kötülüğü iyilikle karşıla.Öyle yaparsan sana düşman olan kişinin sadık bir dost olacağını göreceksin” , buyuruyor.Bu ilahi buyruktan ibret alsana!
Kin, düşmanlık, kırıcılık, her kişinin kârıdır.Sen, kini bırak da muhabbet eri olmaya bak.
Resulullah Mekkeli kafirlerin zulümlerinden pek bunalmış, yanına Zeyd ibn Hariseyide alarak İslam’ı anlatmak için Tâif’e gitmişti.Tâifliler onu çok kötü karşıladılar.Alay ve hakaret ettiler.Terbiyesiz çocukları, ayak takımını, serserileri aleyhine kışkırtıp sokaklarda taşlattılar.Âlemlerin yaratılmasına sebep olan o Yüce Peygamberi çok incittiler.Toz toprak içinde kaldı, yaralandı, berelendi; ayaklarından akan kanlarla ayakkabıları vıcık vıcık doldu.Bu hâl üzere şehirden dışarı çıktılar.Kalbi kırık, gönlü hüzün içinde yol kenarında biraz oturup dinlenirken Hakk Teâlâ Cebrâil aleyhisselamı ona gönderdi.Cebrail dedi ki:
__Hakk Teala beni sana gönderdi.Sana selam ediyor.Dağlar meleğini benim yanıma kattı.Senin emrine verdi.Dilerden o meleğe emret.Şu dağları, sana zulmeden bu kavmin başına geçirsin, şehirlerini hâk ile yeksân etsin…Resulullah Efendimiz, üzerinden kanlar aktığı halde Cebrail aleyhisselama şu cevabı verdi;
__ Ey kardeşim Cebrail! Benim kavmim cahildir.Ümid ederim ki, Hakk Teala’nın lûtuf ve inâyetiyle gün gelir hidayete ererler.Müslüman olurlar.Dağlar meleğine selam ederim, bir şey yapmasını istemem.
İşte ey Müslüman! Sen böyle bir peygamberin ümmeti olarak engin bir sabır, tahammül, şefkat sahibi olacaksın. Senin dinin kin dini değildir.Unutma ki, gerçek Müslüman bir muhabbet fedaisidir.
Müslümanın kalbindeki şefkat, merhamet, muhabbet, ülfet, ünsiyet, mürüvvet ve kerem hisleri o kadar geniştir ki, o faziletler ona bütün cihanı kucaklayacak, İslâm’ ın nurlarını her tarafa yayacak bir istidat verir.
Duymadın mı, Rabbimiz Musâ peygamberi Firavun’a gönderirken(mealen) “firavun’a git, o çok azgınlaştı.Ona yumuşakça nasihat et.Ola ki doğru yola gelir”, buyurmuştur.
Senin din kardeşn sana öz kardeşinden daha yakındır.Ne hakla ona kızıyor, darılıyorsun, kin besliyorsun?
 Emr-i mâruf ve nehy-i münker(İyiliği emretmek,kötülüğü men etmek) yapacaksan, önce şefkatle, dostça, muhabbetle başla işe.
Yeter! Bitsin artık bu kinler, dinsiz çekişmeler, düşmanlıklar!...
Parolamız muhabbet olsun.
Kin değil, sevgi…

ALINTI

30 Haziran 2012 Cumartesi

Kendini Sevmekle Başlar Bir İnsanı Sevmek



"Kendini sevmekle başlar; bir insanı sevebilmek" 
Bir insanın kendini sevebilmesi için öncelikle kendini çok iyi analiz etmesi, tanıması ve sevginin oluşmasını engelleyici unsurlar olan,bencillik, çıkarcılık,samimiyetsizlik, kibir gibi engellerden kurtulması gerekmektedir. Kendini nefsini terbiye eden, sevginin önündeki engelleri kaldırmayı başaran insan kendini seven insandır.Kendini seven, kendiyle barışık, dost olan insan, diğer insanları da sever onlara şefkat ve merhametle yaklaşır..

Acaba hangimiz kendimizi sevmeyi ve dost olmayı başarabildik, hangimizin hayatında halâ çocukluk ve okul yıllarından kalma dostlukları var.
Hangimiz, bir sokak çocuğunun veya bir yetimin başını okşuyor, onları sevindirebiliyoruz.
Hangimiz, hiç tanımadığımız bir insanın acısına ortak olup, acısını paylaşıp kendi acımız bilip gözyaşı dökebiliyoruz.
Hangimiz, sımsıkı sarılabileceği, başını omzuna koyabileceği, bütün sıkıntılarını anlatabileceği dostlara sahip..
Hangimiz, sevdiğimiz birinin doğum gününü kendi doğum günümüz gibi unutmuyoruz. Hangimiz, gerçek bir dost, bir sırdaş ve bir sevgili diye anıldık. Kaç kişi size sevdiğim, yüreğim, dostum, kardeşim iyi ki varsın ve hep yanımda ol diyebildi. Ve kaç kişi sizi ailesinden bir parça gibi görüp anne, baba, abla, abi, kardeş diyebildi. Bugüne kadar yüreğinizin kapısını kaç kişi çaldı ve siz yüreğinizi ona açtınız.
Hanginiz dost ve düşmanı birbirinden ayırıp dostunuzu düşmanınıza satmadınız. Hanginiz bir çiçeği dalında sevdiniz. Hanginiz yaralı bir hayvana şevkatle yaklaştınız. Hanginiz her gece ettiğiniz duâ da kendiniz için istediklerinizi sevdikleriniz için, yüzünü bile görmediğiniz insanların mutluluğu için dilediniz.
Hanginiz yüzünü bile görmediğiniz birine dostum dediğiniz için, onun sıkıntısından üzüntü duyup gözyaşı döktünüz.

Hanginiz bir hayali gerçekleştiğinde mutlu olduğunuz zaman, bende bir insanın hayalinin gerçekleşmesi için bir umut, bir ışık olacağım, diyebildiniz.
Hanginizin yıllar sonra bile anlatırken gülümsediği hatta gözyaşı dökebildiği anıları var.
Hanginiz size yapılan bir hatayı görmemezlikten gelip, bende yanlış yapabilirim, bende yanılabilirim diyerek o insanı affedebildiniz?
Aslında düşündüğümüzde bütün bunları yapmak bizi çok fazla yormayacaktır.Sadece biraz zaman,biraz yürek,sevgi, emek ve istek, hepsi bu..
Hayatta her şeyin bir bedeli var. Ama insanları sevmenin bedeli ise, yine sevgidir.
Hepimiz bu hayat yolunda bir şekilde giden yolcularız. Beraber yolculuğa çıktığımız ve hayatı paylaştığımız sevdiklerimizi gelip geçici değerler için ihmal etmeyelim.

Unutmayalım ki hayatımız da olan her insan yüreğimizin bir sahibi.
Hem kendimizi hem de sevdiklerimizi mutlu edelim.
Hayatta ki her şey ertelenebilir ama sevdiklerimiz ertelemeye gelmez.
Bizden beklenen sıcacık bir sevgiyi, bir tebessümü, bir merhabayı onlara çok görmeyelim. 

Çünkü; yaşamak için hayat çok kısa..
Hanife Mert

29 Haziran 2012 Cuma

Kaldırımlar 1

                                                 
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; 
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..


Necip Fazıl Kısakürek

18 Haziran 2012 Pazartesi

Gönlün Titremesidir haya

Gönlün titremesidir hayâ.Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir. İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü.Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde.Gün gelir, daha bir incelir de, görmek bir yana, işlemek bir yana, bir günahı düşünmek titretir, O'nu hakkıyla bilmemek titretir o nazenin gönlü. Rabbi'ni düşünür de titrer.Taşta-toprakta, insanda, kendinde Rabbi'ni görür de, taştan-topraktan, insandan, kendinden hayâ eder. Rabbim rahmetiyle esirgesin, akrabalardan bir Zehra teyzemiz vardı.Televizyonlu odada oturması gerektiğinde, her ne vakit televizyonda bir erkek çıksa başörtüsünü düzeltir, yüzünü örterdi.Gülerdik, “O seni görmüyor ki” diye. “Ben onu görüyorum ya” derdi. Çocukluk yıllarımızdı. “O seni görmüyor ki” dediğimizde kalmışız. Duymamışız, anlamamışız onun ne dediğini… Ben seni görüyorum ya... Yıllar sonra okudum: Hz. Aişe r.a. gözleri görmeyen İshak r.a. yanına her geldiğinde kendini sakınır, örtüsüne çeki-düzen verirmiş. Onun bu durumunu hisseden İshak r.a. bir gün sorar: - Ey Müminlerin Annesi! Ben âmâ olduğum halde benden de sakınıyorsun. Halbuki ben sizi görmüyorum! Hz. Aişe r.a. cevap verir: - Evet, sen beni görmüyorsun fakat ben seni görüyorum. Müjde, bir kudsî hadisle gelir, yetişir: “Ey Kulum!Sen her ne kadar günahkâr isen de, bu günahlarından korkup hayâ ediyorsun.İzzetim ve celalim hakkı için senin günahlarını insanoğlunun gözünden, gönlünden gizlerim.Gözünün hıyanetlerini, gizli kabahatlerini meleklerin anlayışından saklarım.Hatalarını ve günahlarını Levh-i Mahfuz'da Kiramen Kâtibin'den gizlerim.Kıyamet günü muhasebe makamına geldiğinde hesabını kolay görürüm.” Medeniyetimiz hayâ üzre kurulmuştur. Bu topraklar nakış nakış hayâ ve edeple işlenmiştir. Kur'an olan odada uyumaz, sabaha kadar uykusuz beklerdi, Arapça yazılı bir kağıt parçasını Kur'an yazısıdır diye yerde bırakmazdı bu toprağın insanları. “Burnunun ucunu göstermekten ar ederdi sütninem” Ve, sevgilinin yüzünde yabancı bir bakış okunurdu:
“A benim bahtı yarim

Başımın tahtı yarim

Yüzünde göz izi var

Sana kim baktı yarim.”


alıntı

10 Haziran 2012 Pazar

Nehir Gibidir İnsan... (6)

”Nehir gibidir insan, sadece yüzeysel bilinir; derinliklerinde ne saklar, ne fırtınalar kopar söylemez.. Sadece sessizce akar ve gider…” der Mevlana . 
İnsanı bir nehre benzetir...  Doğuşunda bir saflık vardır. Sadeliği ve berraklığı göz alıcıdır. O, doğduğunda gürül gürül akan bir pınardı. Pınar, bağrından koparak kendini dağların kollarına hoyratça bırakır. Dağlardan gelen ne varsa içine alır. Saklar onları istemez kimsenin görmesini.  Pınar, coşar bir çağlayan gibi hayata. Önüne engeller çıktığında ya o engeli aşıp geçecek ya da kendine başka bir yol bulacaktır. Zira hayatta iz bırakmak için ne olursa olsun yoluna devam etmelidir.. 
Zamanla nehir büyür, geçtiği topraklar onu değiştirmiştir. Artık kıvrılmayı da, geçtiği toprağın şeklini alarak  öğrenmiştir. Bir gün başka bir nehirle buluşur ve birleşir.. 

İnsan da öyle değil midir? Doğumu saf, temiz, berrak ve göz alıcıdır. Büyür gelişir kendini zorlu hayat mücadelesine bırakır. Önüne çıkan engelleri aşmak ve kendine bir yol bulmayı öğrenir. Yılmadan yorulmadan yoluna devam etmeli iz bırakmak için bu gerekli. İnsan da artık hayatla mücadeleyi öğrenmiş yolunu belirlemiş ve günün birinde  karşısına çıkan biriyle buluşur ve birleşir. Artık insan doğumundan ölümüne kadar geçen süreçte yoğun  mücadeleden yorulmuş,durağanlaşmıştır.Hızla  geçen zaman, tüketmiş olduğu ömür sermayesi onu  kendi iç dünyasına yöneltmiş ve yalnızlık hissi tüm benliğini kuşatmıştır artık ...Kendiyle yüzleşme iç hesaplaşma başlamıştır iç dünyasında.. 
Öyle ya, bu süreçte nice vedalarda boynu büküldü.. Kim bilir kaç gidenin ardında gözlerine yağmur bulutları çöktü. Kimi zaman   gözlerinden akıtamadığı yüreğini sele çevirdi.  Kaçıncı kez hazan mevsimi yaşadı. Sevdi, sevildi, özlemleri hasretleri büyüttü içinde. Kimi zaman ezildi, itildi, aşağılandı,dışlandı,horlandı kendini  anlatamadı,anlaşılamadı... Kendine sakladı her şeyini.

Takvimlerden kopanlar bir daha geri gelmedi... Sessizce öylece aktı gitti. Öyle bir akıştı ki, geri dönüşü olmadı. İşte bu akışın adı , geçerken insandan çok şeyi de beraberinde alıp götüren kimine göre her şeyin ilacı olarak bilinen zamandı... 

Neydi ki bu zaman? Ardından koşarken kanadına nice umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş mu? Yoksa çağlayarak akan ve hayallerimizin, amaçlarımızın içine düştüğü ve bizim ulaşmak için var gücümüzle koştuğumuz  boğulmaktan korktuğumuz, her şeye rağmen yetişmeye çalıştığımız bir türlü yetişemediğimiz çağlayarak akan bir ırmak mı? 
O ki, ne kanadına umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş, nede yetişmeye çalıştığımız ve içinde boğulmaktan korktuğumuz çağlayarak akan bir ırmak. 
O, şimdi geriye dönüp baktığımızda uzun uzun seyredebileceğimiz bir film şeridine dönüşmüş umutlarımız, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, anılarımız ve tüm yaşanmışlıklarımızı gösteren bir şerit. O şeritte büyük bir mutlulukla seyredeceğimiz kareler olduğu gibi, keşke bir makasla kesip atabilsem dediğimiz görüntüler de mevcut..

Sularla birlikte akar insan ömrü. Ta ki son menzile varılır  öyle durulur. Sular kaynağında duruydu saftı. Sen kundağında… Sularla birlikte aktı hayatın. Kimi zaman bulandın kimi zaman duruldun. Sen yüreğinde biriktirdin, sakladın her şeyini ve yaşaman gereken her neyse onu yaşadın... 

Sular kadar berrak nehir kadar 

İnsan!!!





”Nehir gibidir insan, sadece yüzeysel bilinir; derinliklerinde ne saklar, ne fırtınalar kopar söylemez.. Sadece sessizce akar ve gider…” MEVLANA

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...