Bir
kitapta okumuştum; “insan kaybetmeye görsün, diye başlıyordu paragraf. Bir
yerden başladı mı kayıplar, arkası çorap söküğü gibi gelir. Kimi zaman hızına
yetişemez olursun. Ardı arkası kesilmeden devam eder. Her kayıp, insanda
üzerine vurulan balyoz etkisi yapar. Silkinip kalkmaya çalışsan üzerine bir
diğeri iner. Gücün kuvvetin kesilir. Çaresiz kalırsın. Beden yorgun düşer.
Düşünceler karma karışık, ruh kafesine sığmaz olur. Bedenden çıkıp özgür olmak
ister lakin ona da izin verilmez. Sonunda teslimiyet...
Kim bilir, belki
de hayatın bir oyunu, kaderin insana çizdiği bir rota yol haritası idi.
"Öldürmeyen acı güçlendirir" misali seni güçlü kılmaktı, mücadele
gücünü arttırmaktı, gelecekte sunacağı acılara karşı dayanma gücünü test
etmekti belki… Belki de umut, sabır, mücadele üçgeninde hayata tutunacak bir
dal uzatmaktı güçsüz yüreklere... diyordu yazar.
Bu yazı tam da bizi anlatıyordu
sanki. Babamın ardından pek çok şeyimizi kaybetmiştik. Huzurumuzu, en yakınımız
dediğimiz bile böyle yaparsa diyerek insanlara olan güvenimizi ve neden biz? Diye
de yaşama sevincimizi kaybetmiştik. Ve daha pek çok şeyi…
Sonra acaba dedim
kendi kendime, " başımıza gelenler bizi güçlendirmek, sabrımızı, mücadele
gücümüzü test ederek hayata bağlanmamızı mı sağlayacaktı?”
Evet öyle olmalıydı.
Çünkü her şeyimizi yuvamızın direğini babamı kaybeden biz, onun acısını
hissedemez ve yaşayamaz olmuştuk. O acıyı unutturacak farklı acılarla
mücadele etmekten...
Kardeşlerim
uyumuştu. Biz annemle demlediğim çay eşliğinde uzun uzun sohbet etmiştik.
İçerik hüzün verse de inanılmaz keyif aldığım bir sohbetti. Bu sohbet bana, kendimi
en az 5-10 yaş büyümüş gibi hissettirmişti…
O bal rengi gözleri hüzne bürünmüştü
annemin. Uzun ve derin bakıyordu. Orada endişeyi, korkuyu, karamsarlığı görebiliyordum. Çayını yudumlarken;
-İşimiz zor
kızım, hem de çok zor, dedi.
Ardından hemen ekledi.
Ama biz el ele verirsek bu zorluğu aşarız diyerek ümitsiz olmadığını ifade
etmişti...
Ona bakarken gözlerinin altındaki torbacıklar, yüzünde yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan çizgiler ve saçına çok erken yaşta düşen aklar içimi acıtıyordu. O daha çok gençti. Şairin
Yaş otuz beş!yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
….
Yaş otuz beş
şiirinin ifade ettiği gibi, daha
otuz beşinde başlamıştı kayıplar hayatından birer birer. O, hayatın yükünü
birlikte omuzladığı arkadaşını, eşini, can yoldaşını kaybetmişti. Bu genç
yaşında, toplumun "dul" yaftasını yapıştırdığı, içeriğine binlerce
anlam yüklediği ve eşinden ayrılan her kadının özgürlüğüne ipotek koyan
bir kelimeyle farklılaştırdığı; Adanalı teyze, Satı nine, Ayşe bacı, Fatma
gelin, Müge hanım, Zeynep… gibi, yüzlercesinden biri olmuştu annem.
Sonra çayını
tekrar yudumladığında, derin bir iç geçirdi.
-"Ah keşke, keşke
okusaydım! keşke bir meslek sahibi olsaydım." O zaman bunlara muhtaç olur
muyduk hiç? Zira ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kadın, tüm özgürlüklerine de
sahip olmuş demektir. Özgür kadın, özgür çocuklar yetiştirir. Özgürce sever,
koklar, sahiplenir yavrularını, diyordu.
Onu okutmadıkları için anne ve babasına sitemini
kızgınlığını dile getirmede yetersiz kalıyordu kullandığı kelimeler... konuşmaya devam etti.
- Kızlarını okuttular,
beni böyle cahil bıraktılar. Ne olurdu beni de okutsalardı! Şimdi ben de
hayatımı kimseye muhtaç olmadan sürdürürdüm. Yol bilmem iz bilmem nasıl baş
ederim? yalanın dolanın, riyanın, kök saldığı bu çirkefe bulanmış hayatla,
dedi.
Ardından sitemini kadere çevirdi:
-Kadersiz doğmuşum
anamdan. Başta yüzüm güldü mü sanki, sonra gülsün.Tam her şeyi yoluna koymuşken,
huzuru yakalamışken, babanı aldı elimden. Bizi böyle sorun yumağının ortasına
bıraktı, dedi.
Ben sadece
ses çıkarmadan annemi dinliyordum. Mimik hareketlerimle belli ediyordum duygu ve düşüncelerimi. Ne diyeceğimi
bilmiyordum. Ona nasıl yardım edebileceğimi de. Bunu zaman gösterecekti...
Annem kelimeleri
toparladı. İçinde bulunduğu hüzünlü ve karamsar ortamdan çıkmış gerçeğe
dönmüştü.
-Bak kızım, babandan
bağlanacak maaş gecikebilir...