6 Aralık 2013 Cuma

İnsan ve değeri!

İnsan  değerini kendi belirler.
Kiminin engin deniz gibidir yüreği,  
Açık ve berrak.
Gönlünden taşar sevgisi, 
Gelir başa taç olur. 

Kiminin Ağrı dağı kadar
Yüksektir gururu,
Aydınlığı gölgeler
Güzelliklere ayak bağı olur.

Kimi koşar yardımına düşkünün,
Gönüllerde taht kurar.
Kimi  takar çelmeyi düşürür.
Gözden de gönülden de düşer.

Kimi erdemlidir,

Ahlak edep timsali
Kimi  cehaletin anası,
Yalan, dolan, riya deryası.

Akıl eyle ey insan! 

Özüne dön!
Neye faydası var,
 Biriktirdiğin metaın
Kara toprak değil mi? 
Sanki sonunda yatağın.


Hanife MERT


5 Aralık 2013 Perşembe

Kendini düzeltemeyen başkasını düzeltemez!...

Gül dikensiz, insan kusursuz olmazmış. Kendinde var olan kusurları görmek ve onlarla yüzleşmek hatta kabullenmek insana zor gelir. Lakin başkasında arar kendinde görmek istemediği yüzleşemediği kusurları... Dönüp düzeltmeye çalışır kendince. İnsan kendi kusurlarının farkına varıp kendini düzeltmeden bir başkasını düzeltmede ne kadar başarılı olabilir ki?  Kendi yapmadığı şeyleri karşıdaki insandan yapmasını istemek beklemek ne kadar doğru? "Bir kör başka bir köre yol gösterirse ikisi de çukura yuvarlanır."
Yaşadığımız dünya problemi insanla tanımıştır.Dünyayı inim inim inleten problemlerin çözümü insanda gizli.  Her fırsatta nerede bu insanlık? bu insanlığın hali nice olacak? gibi endişelerle hayıflanıp duruyoruz. Oysa çözüm insanda! İnsanı da insanlığı da kurtaracak olan insanın ta kendisi. İnsanlar kendini düzeltirse dünya da düzelir.  
İnsanlar kendini nasıl düzeltir? Öncelikle insan iç dünyasına dönmeli, yaratılışının gayesine uygun davranmalı, öz güvenini kazanmalı, kendini tanımalı, yüreğine yük olan içini karartan huzursuz eden kıskançlık, kin, nefret, haset, kibir gibi kötü duygu ve düşüncelerden kurtulmalı. Yerine şefkat, merhamet, hoşgörü, hak ve adalet, sevgi, saygı, güzel ahlak gibi ruhu hafifletecek, aydınlatacak huzura erdirecek erdemlerin gönlünde yer etmesini sağlamalı.
 İnsan kendini tanımadan, eğitmeden hatalarını düzeltmesi mümkün değildir. Kendi ile barışık hem hal olmayı başaran insan, kendini düzeltmeyi de başarır ve düzgün insan olur. 
Başkalarının kusurunu araştırmak, açığa çıkararak rencide etmek yerine,  gördüğü yanlışlardan ders almalı kendini korumalı.
" Hz. Ali'ye sormuşlar; sen bu terbiyeyi edebi nereden aldın?  Hz Ali şöyle cevap vermiş;"Terbiyesizlerden!"  İnsanın başkasında görüp hoşlanmadığı şeyi kendisi de yapmamalı.
Kusurlarını görebilmek, onlardan kurtulmanın ilk adımıdır. Hatasını, kusurunu, ayıbını, yanlışını, yanılgısını göremeyenler en büyük hata ve yanılgı içerisindedirler. 
"Başkasının ayıplarını, kusurlarını anlatmak istediğinde hemen kendi kusurlarını hatırla." buyurmuş sevgili peygamberimiz (Hz. Muhammed (S.a.v)) 
Hal böyle iken,  başkasında gördüğü bir hataya karşılık kendi hatasını hatırlamalı. Başkasının kendisine yapılmasını istemediği, bir şeyi başkalarına yapmamalı. Başkalarının hatalarıyla uğraşanlar, kendi hatalarını düzeltmeye vakit bulamazlar. Başkalarının ayıplarını sayıp dökenler, kendilerini ayıpsız sanırlar, bu ise en büyük aymazlıktır. Çünkü kendini noksan ve kusurlu gören her an kendini düzeltmeye, iyilerden olmaya çalışır.

İnsanların düzelmesi ile düzelen bir dünyada yaşamanız dileğiyle.


Muhabbetle,

Hanife Mert

2 Aralık 2013 Pazartesi

Türk Diye Bir Uygarlık Yokmuş Öyle mi?

30 Kasım 2013… AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi Prof.Dr. Yasin Aktay, Bayburt’ta katıldığı panelde, “Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok.’demiş, haber bu… Prof. Dr. Aktay şöyle devam etmiş; “Sana demişler ki, ‘Sen Türksün’. Ne demek Türklük? İşte Orta Asya'dan gelmişsin. Bir bakıyorsun, kaçımızın dedesi Orta Asya'dan gelmiş? Bir sor bakayım gerçekten. Var mı böyle bir şey? O milletin yavaş yavaş zaten etnografyası da işlenmeye başlanıyor. Gerçekten de böyle bir şey. Türk nedir mesela? İsmet Özel'in çok ilginç, çok güzel tahlilleri vardır. Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok."
Bu haberi iyi okumamız gerekiyor, anlatayım…
Aslında uzun bir hikâyedir bu, kimse anlatmadı bize, haberimiz olmadı tarihimizden…
Anadolu’nun böylesi kıymetli olduğunu bir türlü anlayamadık biz, “Anadolu bizim” deyip geçtik, Anadolu’nun dünyanın merkezi olduğunu bir türlü göremedik. Anadolu uygarlıkların merkezidir; Hitit, Sümer, Akad, Urartu, Asur, Babil, Med, Pers, Roma, Bizans ve biz Türkler. Ama biz, en aşağı yedi bin yıllık tarihimizi dahi öğrenemedik…
‘Anadolu’ dedik, bu topraklar ‘Ana dolu’ deyip, geçip gittik. ‘Sayın’ dediler ‘uygarlıkları bir bir sayıp geçtik’, bu uygarlıkların mirasçısı olduğumuzu bilemedik. Bu toprakların dünyanın merkezi, kültürün, insanlığın merkezi, tarihin merkezi, insana yaşam veren kaynakların merkeziolduğunu bilemedik, bilemedik, bilemeyince de sahip çıkamadık. Onun için şimdi birileri çıkıp ortaya, ‘Türk yoktur’ diyebiliyor.
Olsun, hepsi geldi geçti bu uygarlıkların ama biz hala varız, yaşayan son uygarlık biziz, biz Türkler. Var isek hala Anadolu’da, demek hala güç bizde ve bu güç bize, uygarlık ve kültürümüzden, adımızdan, tarihimizden geliyor.
Alınız haritayı, alınız Anadolu’yu elinize ve bir bakınız, heybetine, gücüne, güzelliğine bir bakınız;üç tarafı denizlerle çevrili, üç kıtayı birbirine bağlayan yollar bizde, boğazlar bizde, denizlerbizde. Karadeniz’in en uzun sahil şeridi bizde, Doğu Akdeniz’i kontrol eden Kuzey Kıbrıs Türk Devleti bizim, Ege Denizi’nde sorunlar devam etse de, güç yine bizde…
İsrail’in boğazı bizde, istersek yavaş yavaş sıkar, nefes aldırmayız. Ortadoğu’da Amerika’nın kanlı siyasi emellerini durduracak güç yine bizde; kaldırın üsleri, kaldırın İncirlik’i, çıkın NATO’dan, görelim bakalım şu ABD’yi, nereye saldıracak…
Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün anahtarı bizde. İran bize tehdit değil, kontrolü bizde. Kafkaslar, iyi bakın haritaya, Kafkaslar, Ermenistan ve Gürcistan, Azerbaycan, Rusya; enerjinin yolu bizde…
Bu Anadolu bizim…
Bu uygarlık ve tarih, bu kültür mirasları bizim…
Şu AB’nin bir temsilcisi olan Karen Fogg ağabeylerine yazmış, “Türk Tarihi’ni nasıl yok edeceğiz” diye… Korku bu zaten: Türk Milleti, Türk Tarihi ve Anadolu’nun gücü… Onun için birileri çıkıyor, Türk diye bir kavim yoktur diyerek tarihimizi yok saymak istiyor.
11 Eylül 2001’de bir saldırı oldu ABD’de, İkiz Kuleler. ABD Başkanı Bush’un, saldırı sonrası yaptığı açıklamadır bu:“Haçlı seferleri başladı”:
Fransa Libya’ya saldırdı, İçişleri Bakanı bakınız ne dedi: “Fransa Haçlı seferlerine öncülük ediyor”…
İngiltere Libya’ya saldırdı, dönemin Rusya Başbakanı Putin ne dedi: “Bu bir Haçlı seferidir”…
Bugün ortaya çıkarak ‘Türk yoktur’ diyenlerin ardında bunlar yatıyor. Bin yıllık Haçlı düşmanlığıdır bu. Bin yıldır süren Türk-Bizans savaşıdır bu ve bu savaş hiç bitmeyecektir. Çünkü bu Haçlı ittifakının emeli, Anadolu’yu ele geçirmek ve Türk varlığını yok etmektir. Özelleştirme diyerek Anadolu’yu parsel parsel satın alsalar da, Türk milleti ve tarihini yok edemedikleri için, TÜRK adını silmek istiyorlar, onun için sadece Anadolu değil, ‘dünyada Türk diye bir ırk yok’diyorlar!
Ve bizim, belki de en çarpıcı özelliğimiz; bu kutsal topraklar para ile satın alınmadı, ne AB kredileri kullanıldı, ne ABD, ne İsrail ne de Rusya, bedel ödendi bedel… Ama bu bedel asla para olmadı, can oldu, can, canımızla ödedik bu toprakların bedelini…
Bakın Fas, Tunus, Cezayir’e…
Bakın Mısır’a, Libya’ya, Filistin, Mekke ve Medine’ye, hepsinde şehitlerimiz yatar.
Bakınız Irak, İran ve Suriye’ye, bakınız Kafkaslara, Balkanlara, orada şehitlerimiz uyur.
Allah aşkına bir bakınız Çanakkale’ye, bu şehitler neden şehit? Bu Anadolu’yu bize vatan yapmak için, bu kutsal toprakları bize yurt olarak miras bırakmak için, bir vatan için vatan!
Dünya tarihinde biz Türkler kadar bu topraklara ağır bir bedel ödemiş ikinci millet yoktur. Anadolu bizimdir, şehitlerimizin mirasıdır, yedi bin yıllık Türk tarihinin mirasıdır, bizimdir bizim…
Biri çıkış demiş ki, ‘dünyada Türk yoktur’! Bunu diyen kimdir, ona bakmalı. Biz Türk’üz, Türk yok diyen de varsa azıcık yürek, çıksın söyleyin bize; kendisi kimdir!..
Konu açık; adımız ve tarihimiz unutturulmak ve silinmek isteniyor. Böylece emellerine ulaşacaklarını sanıyorlar ama aldanıyorlar. Çünkü Türk olmaz ise, Anadolu olmaz!

Bu bir ‘var ya da yok olma’ mücadelesidir, sonsuza dek sürecektir. Bunu çocuklarımıza anlatmalısınız, geleceğe şimdiden hazırlıklı olsunlar için…
Erdal Sarızeybek
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/haberler/turk-diye-bir-uygarlik-yokmus-oyle-mi-h424.html


Ben de sayın prof. Dr. Yasin Aktay' a diyorum ki; Türk diye bir ırk anlı şanlı tarihiyle vardı, vardır, sonsuza kadar var olacaktır. Tarih tekerrürden ibarettir. Dünde Türklüğü yok sayma çabaları olmuştur ve sonuçsuz kalmıştır. Varlığını, kanıyla canıyla bedel ödeyerek ispatlamıştır. Şimdi yine aynı eylemler gündemde, bu Yüce Millet  atalarının verdiği cevabı, biz torunlar da vereceğiz. Canımız kanımız pahasına... Türkü Türklüğü yok saymak kimsenin haddi değildir.
...
Eğiliniz ey şerefler, ey şanlar,
Ey ırklara altın destan yazanlar!
Biz devlerin, fillerin, diz çöktüğü kuvvetiz
Eski, yeni dillerin anlattığı milletiz!
Mehmet Emin Yurdakul

Ne Mutlu Türküm diyene!
Hanife MERT

24 Kasım 2013 Pazar

Sen uyursan, ben ölürüm öğretmenim!

Herkesin okumasını tavsiye ettiğim güzel bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Umarım sizi sıkmış olmam.
    Annemin babamın biricik evladı iken, okul sıralarında seninle tanıştım öğretmenim. Beni sana teslim ettiler. Okumayı – yazmayı bana sen öğreteceksin öğretmenim. Toplamayı çıkarmayı da senden öğreneceğim. Bana hayatı da anlatacaksın öğretmenim.
Sadece beni de değil, annemi babamı da eğitmelisin öğretmenim. Bu memleketin geleceği için neler yapmam gerektiğini de bana öğretmelisin. Beni, annemi, babamı uyandır öğretmenim.
Babam uyuyor öğretmenim!
İş ve ev arasında geçen zamanı dışında, evde saatlerce Televizyon izlemekten başka bir şey yapmıyor benim babam. Benim okul kıyafetlerimi, kırtasiye malzemelerini aldığı için, tüm sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünüyor. Elimden tutup parka götürmeyen, ödevlerimi yaparken saçlarımı okşamayan, her akşam saatlerce televizyon izleyen babama, yaptığı hataları anlatmak zorundasın öğretmenim.
Beni hayata hazırladığın gibi, Babamı da uyandır!
Annem uyuyor öğretmenim!
Beni dünyaya getiren, benim için geceleri uykusuz kalan, saçını benim yolumda süpürge yaptığını söyleyen annemin, bana olan sevgisinden şüphem yok. Ancak her sabah saatlerce evlendirme programları izleyen, yemek programı ve diziler dışında hayatında fazla bir yeri yok annemin. Bizim kıyafetlerimizi hazırlamayı, bize sofra kurmayı, okula bırakıp akşam almayı yeterli bir annelik sanıyor.
Beni bilinçlendirdiğin gibi, Annemi de uyandır.
Medyayı yola getirelim öğretmenim.
Her türlü ahlaksızlığı anlatan dizileri yayınlamaktan çekinmiyor medya. Kendilerine daha çok izleyici bulmak adına yaptıkları / yapacakları ahlaksızlıkların sınırı nerdeyse kalmamış. Medya patronları para uğruna bizi de harcıyorlar. Bize izlettikleri dizi ve filmlerle ahlakımızı bozduklarını, şiddete heveslendirdiklerini bilmediklerini sanmıyorum. Onlar için, daha çok para kazanmak, bizim geleceğimizden daha önemli.
Bize, ailemize ve bu topluma zarar veren dizi ve filmlerin zararları ve bu zararların önlenmesi için bir şeyler yapalım öğretmenim. Cumhurbaşkanına, Başbakana, Milli Eğitim Bakanına bütün sınıf arkadaşlarımızla birlikte mektuplar yazalım öğretmenim.
Bize onları da uyandırmayı öğret!
Ben bugün küçük bir çocuk olabilirim. Ancak birkaç yıl sonra bir genç olacağım öğretmenim. Gençliğimin enerjisini kötü yollarda harcamamayı bana öğret öğretmenim.
Bana tarihimizi anlat. Bana Çanakkale şehitlerini anlat öğretmenim. Sen bana, metrekareye 6000 (altı bin) mermi düşerken, tekbir sesleriyle düşman üzerine yürüyen Çanakkale şehitlerinin kalbindeki imanı anlatıp sevdirmesen, medya bizi sihirli dizilerle uyutuyor öğretmenim.
Sen bize kültürümüzü öğretip sevdirmesen, medyanın etkisiyle batı hayranı oluyoruz öğretmenim.
Sen bize çalışkan olmanın erdemini öğretmesen, medya yüzünden biz, topçu yada popçu olma hayalini aşılıyor.
Sen bize arı gibi çalışkan olmayı öğretmesen, batının etkisinden kendini kurtaramayan medya, bize sinek gibi hazıra konmayı aşılıyor öğretmenim.
Derler ki, bir çocukta eşkıya olma potansiyeli de vardır, evliya olma potansiyeli de. Annesi, babası, öğretmeni ve çevresi çocuğa sahip çıkarsa, o çocuktan evliya gibi sevilen ve çevresine faydası dokunan bir insan yetişebilir.
Genç yaşta katil, cani, hırsız olan, kötü yollara düşen gençlerin elinden anneleri tutmamış, babaları ilgilenmemiş. Cahil anne, ilgisiz baba yanında büyüyen gençlerin, elinden öğretmenleri de tutmazsa, yanlış yola sapmaları kaçınılmaz oluyor.
Sen beni de, annemi de, babamı da uyar / uyandır öğretmenim.
Sınırda nöbet tutan asker uyursa ölür, ancak sen uyursan sınırda nöbet tutacak asker kalmaz öğretmenim.Sınıfta nöbet tutmak sınırda nöbet tutmak kadar kutsaldır öğretmenim.
Herkes uyusa da, sen uyuma öğretmenim.
Sen uyursan ben ölürüm öğretmenim.
Sait ÇAMLICA

Sevgi emek ister, emek ise mücadeleden yılmayan koskoca bir yürek...Bir ana gibi şefkatli bir baba gibi dimdik yüreği çocuk sevgisi, vatan sevgisi, meslek aşkı ile dolu Atatürk'ün izinden giden idealist öğretmenlerimizin  özel gününde  hepsini sevgi saygı ve minnetle yad ediyor, ebediyete göç etmiş öğretmenlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. 
Bu öğretmenler gününde de eğitim sistemimiz ve öğretmenlerimiz için olmasını istediğim dileğimi yineliyorum;  geçerli  bir sebebe dayandırmadan, bizim sosyal ve toplumsal yapımıza uygun olup olmadığı göz önüne alınmadan,her fırsatta  değiştirilerek,yap boz tahtasına döndürülen Milli Eğitim Sistemimizin tekrar  gözden geçirilmesi çocuklarımız ve öğretmenlerimize yaraşır hale getirilmesine,  eğitimin Atatürk ilkelerine uygun olarak çağdaşlaşması ve bilimsel olarak geliştirilmesi yolunda yeni adımların atılmasına ve öğretmenlerimizin hak ettiği değere kavuşturulmasına  vesile olması dileğimle, başta  başöğretmenimiz M. Kemal Atatürk olmak üzere  onun izinden giden tüm öğretmenlerimizin,  öğretmenler günü kutlu olsun.
Hanife MERT

21 Kasım 2013 Perşembe

Vefa Nedir?

Vefa nedir, bilir misin? Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır. Hz. Mevlana

Vefa hepimizin yüreğinde hissettiği bir borçtur. Kredi kartı borcuna benzemez. Kalmasa da günümüzde kredi kartı borcu kadar önemi, önemlidir vefa borcu… Gönül borcudur çünkü. Kalbinden çıkar, en derinlerinden. Küçücük bir söz, bir iyilik unutulmaz vefa için, hatalar affedilir, gerekirse uğruna canlar verilir gözünü bile kırpmadan. 
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar. Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru. Bu söz üzerine Hz. Ömer “anlat bakalım nasıl oldu” diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan ibaret” dedi. Hz Ö Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası idam. Üstelik suçunu da kabul ettin” dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım. Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz. Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde yerime birini bulurum, der. Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki? Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As’ dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der. O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer’e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz” derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim. Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız. Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin? Genç vakurla başını kaldırır ve;
- ‘AHDE VEFASIZLIK ETTİ’ demeyesiniz diye geldim, der. Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni As’a der ki: - Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun. Nasıl oldu onun yerine kefil oldun? Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir: - Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. ‘İNSANLIK ÖLDÜ’ dedirtmemek için kabul ettim, der. Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz. Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel “babamızın kanı yerde kalmasın” diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der. Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- MERHAMETLİ İNSAN KALMADI’ demeyesiniz diye…



Şu inceliğe asalete bakın... Asil bir duygudur vefa.Yaradana duyulur, dosta duyulur, seni yetiştiren topluma, geçmişine duyulur.Bu asil his de, dostluk gibi, sevgi gibi, hatır gibi geçmişin tozlu raflarında yerini almaya hazırlanıyor... Mevlana'nın bu güzel sözü ve Hz Ömer'in kıssası ile tekrardan hatırlatmak istedim. Hepimizin bizi insan olmakla şereflendiren Yaradanına, bizi yetiştiren toplumuna, tarihine, atalarına, milletine ve dostlarına vefa borcu vardır unutulmamalı...

Vefayla kalın.
Hanife Mert

17 Kasım 2013 Pazar

Ömür Dediğin nedir ki! (Deneme şiir)

                                                
Burnu kaf dağında
Düşse, eğilmez almaya
Yüreğinde kibri çok,
Bilmez ki, izin yok 
Burada sürekli kalmaya.

Cehalet kalp gözünü köreltmiş,
Aydınlığı karanlığa terk ettirmiş.
Kendini sözleri ile nesh etmiş
nereye kadar bu aldanış,
nereye bu kaçış?

Ömür dediğin nedir ki!
Dün ile yarın arasında 
 bilmece.
Nedenlerle, niçinlerle, 
Sorgulanan bin bir hece.

Vazgeçeceksin kaf dağından
gideceksin sende,
öncekiler gibi
bilinmez bir geleceğe…
Hanife MERT

11 Kasım 2013 Pazartesi

Atatürk'ten gençliğe unutulmaz anılar..




Kırk asırlık Türk Yurdu Yabancı elinde kalamaz
-“Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!” demesinden iki gün sonraydı. Mersin’de istasyondan şehrin içine doğru yavaş gidiyordu. Yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir afiş tutan bir kaç genç kız çıktı. Afişte şu yazı vardı:
-“Suriye hemşerinizi de kurtarın.” Suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı. Türkiye de artık dinci değil, milliyetçi bir devletti. Suriye içinde, bütün esir yurtlar için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi. Ama kurtarmaya kalkmak gereksiz olurdu.
Etrafta hıçkırıklar ve gözyaşları yoktu; Atatürk’ün de gözleri ıslanmış değildi. Suriyelilerin 1. Dünya savaşında Türk düşmanlarıyla birleştiklerini, Türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu.
-“Her millet, layık olduğu yaşayışa erer...”Dedi ve yürüyüp gitti.1
Türk milleti hiçbir zaman esirlikte kalamaz
Damar Arıkoğlu, Adana anılarına şöyle devam ediyor:
-“Biraz daha yürüdük; Baraja giden yol kavşağına vardığımız zaman yolun solunda kadınlı erkekli siyahlar giymiş büyük bir kalabalık, siyah bayraklar ellerinde, başlarında Tayfur (Sökmen) Bey sıkıntı içinde ve feryatla Gazi’yi selamladılar. Bir kısmı da ağlıyordu. Tabii Paşa durakladı, bu kalabalık tamamiyle Hataylılardan oluşmuştu. 15–16 yaşlarında baştan aşağıya siyahlar içinde bir genç kız elinde bir siyah bayrakla yaklaştı. Gazi’nin karşısında gözyaşları arasında içten gelen, bağlı bulunduğu toplumun özlem ve ızdırabını temsil eden acıklı bir dille, Hatay’ın anavatandan ayrı kalmasını, Fransızların zulüm ve işkenceleri içinde kalan 500 bin Türk’ün feci durumlarını, cehennemi hayatlarını hem ağlıyor hem de ağlatıyordu:
-‘Ne olur Paşam bizleri de kurtar. Bu zalim Fransızların esirliğinde bizi bırakma. Sana yalvarıyorum, bütün Hataylılar yalvarıyor; bizi de hürriyete, anavatana kavuştur’ dedikten sonra hıçkıra hıçkıra ağladı. Doğrusu Gazi, önümüzde olduğu için onun gözlerini göremedim, fakat Latife Hanım da bizim gibi aynı halde olduğunu gördüm. Gazi tatlı bir sesle:
-‘Türk milleti hiçbir zaman mahkûmiyette ve esirlikte kalamaz; gönlünüz rahat olsun’ dedi. Bu şekilde bütün topluluğu ve hepimizi görülmedik bir sevince boğdu. Tayfur Bey, ilk Hatay başarısını burada temin etmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan, şerefli bir askerden kararlılık ifade eden bir söz almıştı.”2
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 15 Mart 1923 tarihinde Hataylılara verdiği sözü, 20 Mayıs 1938 tarihinde Dolmabahçe’deki hasta yatağından kalkarak ve yaşamını riske atarak geldiği Adana’da gerçekleştirdi. Onun bu ziyareti, Fransızlara ve de Suriye’ye bir gözdağıydı ve sonuçta Hatay anavatana kavuştu.
1 Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, İstanbul 1973, s. 98.
2 Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul 1961, s. 307–308.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
Sabiha Gökçen şöyle naklediyor: 
"10-11 yaşında idim. Bursa'daki evimiz Atatürk'ün köşküne çok yakındı. Bir gün Atatürk Bursa'yı şereflendirmiş, köşkün bahçesinde dolaşıyordu, ben de onu yakından görmek arzusu ile kıvranıyordum.
Yine bir gün bahçede dolaştığı sırada yerimden fırladım, Ona doğru koştum. Beni yolumdan çevirenlere ağlamakla karşı koymaya çalışıyordum, birden bir ses işittim: "Bırakın onu" diyordu, "Bırakın gelsin." Koşarak Ata'nın yanına gittim, ellerine sarıldım. Atatürk sordu: 
"Çocuk, sen okula gidiyor musun?" 
Harpler sebebiyle okulumu yarıda bırakmıştım ve bir yatılı okula alınmamı istedim.
"Ben seni yanıma alayım, gelir misin?" diye Atatürk sordu.
"Abime sorayım" dedim. Kabul ettiler, derhal çağırtarak onunla konuştu, anlaştılar. Böylece Çankaya'ya geldim.
Uzun zaman ayrı kaldığım okuluma yeniden başlamanın sevinci içinde memnundum. Çankaya Köşkü bahçeleri içindeki eski bir seyis evi düzeltilerek okul haline getirilmişti. Köşkte çalışanların, yaverlerin ve diğer hizmetlilerin çocukları ile birlikte ben de bu okula gitmeye başladım. 
Bir sabah, Ata'nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim birden, derin bir iç geçirdi ve "Allah!" dedi. (O, sık sık bu şekilde yapardı.) 
Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı.
Ata'nın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki:
"Sen dindar mısın?" diye sordu.
Ben de ailemden aldığım din terbiyesi ile;
"Evet dindarım" dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti.
"Çok iyi... Allah, büyük bir kuvvettir. O'na daima inanmak lazımdır" dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki; Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata, bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır.
(Kaynak: S. Arif Terzioğlu, Yazılmayan Yönleriyle Atatürk, s. 88-89)
Türk, Kendi Düşer, Kendi Kalkar!
Fransızlarla Hatay konusunda anlaşma yapıldığı günlerden biriydi. Atatürk, Hatay’dan dönüşünde Eskişehir’de kaldı. Şereflerine Orduevinde bir şölen verildi. Şölende Eskişehirli bir genç aradı ve buldu. Ona Fransa hakkında bir şeyler yazdırdı ve okuttu. Bunda Fransızların savaşacak durumda olmadıklarından bahsediliyordu. Son derece neşeli ve heyecanlıydı. Yenildi, içildi. Milli oyunlara başlandı. Atatürk bir aralık büsbütün coştu. Zeybek havasına kendisini kaptırdı. Ayağa kalkarak oynamaya başladı. Coşkunluğu o dereceyi bulmuştu ki dizini yere vururken bir aralık sendeledi. Halk, onu kucaklayıp kaldırmak istedi. İşaretle onları durdurdu. Ve:
-“Türk, kendi düşer, kendi kalkar...” diyerek, zemberek gibi yerinden fırladı.1
1 BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967., s. 448-449.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009


Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk'ün ölümünün 75.yılı dolayısıyla, Atatürk'ten Türk Gençliğine unutulmaz anılar isimli eserden bir demet hazırladım. 


Gençlik Ata'sının anılarını okumalı öğrenmeli, ondan feyz almalı. O'nun gösterdiği çağdaş uygarlık yolundan ayrılmadan, özellikle Millet olarak ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, vatana, bayrağına sahip çıkmalı. Bu ülkede yaşayan kendini Türk hisseden herkesin vefa borcudur.
Bu ülke bu millet sana minnetardır, Ataların Atası... Her insan doğar, büyür ve ölür. Kalıcı olan bıraktığı emanet, millet olarak bize bıraktığın emaneti canımız pahasına koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. 

Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad olsun, mekanın cennet olsun...

Hanife Mert

Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...