16 Aralık 2012 Pazar

Yağmur- Annenin Kaderi Kıza Dedikleri




Ne zaman eskiyor sevgiler
Ödenen bedellerin acısı geçince mi?

Yağmur yağıyor, mutfak camındayım
Nasıl üşüdüğümü bilemezsin
Menekşelerim çiçek vermiyor artık anne
Söylediğin gibi hep dibinden su verdim ama
Şimdi telefon açsam sana
Sesini duymakta yetmiyor ki
Hep aynı cümleler. Babamlar nasıl? İlacını aldın mı? 
Nedenini bilmedigim bir aglamak var içimde
Bir yerlere sıgdıramıyorum yüregimi
Bazen dalıp giderdin mutfakta yemek yaparken, 
tahta kaşıkla tencerenin başında öylece
Ne düşünürdün acaba?
Özlemek çok fena anne, anlamak seni daha da...
Omuzlarım agrıyarak uyanıyorum sabahları
Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var
Gittikçe sana mı benziyorum ben?
Ya da 'annenin kaderi kıza' dedikleri dogrumu?
'Baban eskitir herseyi kızım, 'demiştin bir kez,
Anlamamışım meger, eskiyormus annecigim
Omzunu ovacak kalmıyormus meger aynı evin içinde
Şimdi duysan bunları, ne üzülürsün mutsuz mu kızım diye, 
Çoktan kendinden vazgeçmiş bir sesle
Mutsuz degilim de anne, 
yagmura ve mutfagimdaki kedere çare bulamıyorum
Evimi topluyor, toz alıyor, patlıcan kızartıyor, 
televizyon seyrediyor, akşam çalan kapıyı açıyorum
Açtıgımı gören olmuyor
Pişirdigim yeniyor da, güzel olmuş denmiyor
Çay demleniyor demleniyor, demleniyor...
Kederim mutfagımın her yerine yerleşiyor
Ah nasıl eskiyor herşey anne, nasıl eskiyor
Eskilerimi de atmaya kıyamıyorum
Seni çok özlüyorum 

Bana yasakladığın bahçeler sanada mı uzaktı hep
 Gidemeyişine ağladın mı sende
Ne zaman eskiyor sevgiler
Ödenen bedellerin acısı geçince mi?
İşte böyle kalbimde bir acı,
Şarkılar seni söyler ...

İCLAL Aydın

9 Aralık 2012 Pazar

Dün canım Olan...

Dün canım olan
Yarın, düşmanım olmaz benim
Yaşananların hatırı hep saklı kalır,
Hatırları hep sorulur selâmları hep alınır…
Sildiklerim vardır bir de,
Onlar yanlışlarım ve pişmanlıklarımdır
Adları anılmaz, hatırları sorulmaz,
Sadece beddualarımdır
Vicdanla birlikte
Şeref ararım ben sevdiklerimde.
Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim
Zaman gelir şerefsizleri de severim
Her yerde gözüm kulağım vardır benim
"Eksik söylemek yalan söylemek değildir” mantığındaki “Çok Dürüstler”?
Beni değil, kendilerini kandırırlar yalnızca
Bilmezden gelişlerim, aptala yatışlarım
Kaybetme korkumdan değil,
Karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır…
İnkâr olmaz benim hayatımda
Yaşananı, “yaşanmamış” saymam
Sayanları da saymam
Kelimelere sığmaz,
Sayfalar sürer beni anlatmak,
Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın
Yaşayan bilir beni, yaşamayan anlamaz
Ağırdır sevmelerim her yürek taşıyamaz,
Büyüktür umutlarım her omuz kaldıramaz.

Nazım Hikmet RAN

Ben Hiç İnsan Kaybetmedim...


Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim...
Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim...
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım...
Ama hata insana mahsustur dedim..
Affettim, af diledim..
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim..
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler...
Ama asıl unuttukları şuydu...
Ben aldanmadım...
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar...
Bir insan kaybının ne olduğunu bilemedikleri için...
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için..
Oysa ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar
CAN YÜCEL

7 Aralık 2012 Cuma

KUTLU CUMALAR


Önemli olan dağda namaz kılmak değil, şehirde ezan okumaktır...

YAŞAR GEDİKLİ

30 Kasım 2012 Cuma

Canım Babam!!



Hepimizin hayatında öyle bir dönem vardır ki, ömrümüzün son demine kadar acısını hissettiren , adeta hayatımızın dönüm noktası diyebileceğimiz olayların yaşandığı dönem. 
Benim için de, acısını hissettiğim acı bir dönem, babamın ölümü! 
Hani derler ya, baba sırtını yasladığın dağ, devrilemez sandığın koca bir çınar, evimizin direği. Benim sırtımı yasladığım dağım, koca çınarım canım babam hüzünlü bir sonbahar günü aramızdan ayrıldı. 30 kasım 1980 Pazar günü. Oysa biz pazartesi ameliyat olup iyileşecek umuduyla beklerken, ameliyata girmeden bir gün önce veda etti. Hiç birimizi dünya gözü ile görmeden bizler ona, o bizlere hasret gitti. 

Saf tertemiz kocaman bir yüreği vardı..Sevgi timsali, hem varlığından güç aldığım, güven duyduğum çok sevdiğim, kimi zaman babam, kimi zaman sırdaşım, kimi zaman arkadaşım, öğretmenim kısaca hayatımın can damarı idi. İnsanın can damarı elinden alınırsa nasıl yaşar? Yaşıyor elbet, yaşamak denirse! Hayat dolu bir insandı. Yaşamayı, sevmeyi çok severdi. Hayalleri, beklentileri vardı. Benim avukat olmamı isterdi. Çünkü bana güvenirdi. “Seni okutmak için elimden ne geliyorsa yaparım, gerekirse sırtıma heybe takar dilenirim yine seni okuturum derdi canım babam. Ben avukat olamadım ama, yaşadığım her anımda ona layık evlat olmak için var gücümle gayret ettim. 

En büyük çocuğu bendim. Onu kaybettiğimde ben Ticaret lisesi 2. sınıf öğrencisi idim. O da daha hayatının baharı sayılabilecek kadar genç bir yaş 38 yaşında! yakalandığı,bizim de öldükten sonra hastaneden gelen raporlardan öğrendiğimiz siroz hastalığı, hasretlerini özlemlerini hayallerini sonlandırdı. Onu bizden aldı. Daha 15 yaşında bir çocuk nasıl kabullenir, hem de dünyada babasından başka kimsesi yokken… 

Oysa onu iyileşip aramıza dönme ümidi ile göndermiştik Ankara Yüksek İhtisas hastanesine...Annem ameliyatında başında bulunayım diye gidiyor ve cenazesi ile karşılaşıyor. Bu acıya yürek dayanır mı? Ben okula gidemiyorum. Babam ameliyat olacak merak ederim diye.. Telefonla durumunu öğrenmek için arıyoruz, telefondaki ses, ömrümün sonuna kadar kulağımdan gitmeyecek bir haber veriyor..O hasta vefat etti. Şuan hasta sahipleri geldi çıkış işlemleri yapılıyor!! Aman yarabbi! Bu kadın ne diyor dedim. Ağzından çıkanın farkında mı? İnanmak şok olmamak mümkün mü? bir iki kez tekrar aradık. Her defasında o ses bozuk plak gibi aynı şeyleri tekrar ediyordu. O hasta vefat etmiş, yakınları cenazeyi almaya gelmişler... Ağlayarak odadan çıktığımı hatırlıyorum. Kara haber tez ulaşır misali evin içi bir anda insanlarla doldu. Her kafadan bir ses yok o değilmiş, başka biri imiş gibi teselli edici sözler geliyor kulağıma. Öldüğüne inanamıyorum. Yalan olan bu sözlere inanıyorum inanmak istiyorum. 

Allahım bu acıyı,hele de genç ölümünü ve genç yaşında hiç kimseye yaşatmasın. Sabaha kadar ağladığımı hatırlıyorum. Bir ara uyumuşum. Sela sesi ile uyandım. Duymak istemiyorum kafamı yastığa gömüyorum, kulaklarımı tıkıyorum ve bağırıyorum ne olur susturun şu adamı! Ne çare ? İşte o ses her şeyimi bitirmişti. Umutların tükendiği,sözün bitti yer orası idi. Sesimi sözümü kesmişti ama, içimde ki, sessiz çığlıklarımı kesememişti. Cenaze geldi. Yıkamaya başladılar. Beni yanına götürdüler canım babam nasıl da özlemişim. Sarıldım öptüm. O da bizleri özlemiş olacak ki, insana güven veren o kara kara gözleri açık, bakıyordu. Daha sonra alıp götürdüler. 

Onun için hayat gencecik yaşında her şeyi ile sonlanmıştı. Bizim için ise hayat, acısı, kederi, ızdırabı ile devam etti, ediyorda… Onu çok özlüyorum. 

Allahım canım babama şu mübarek Cuma gününün hürmetine rahmet ve merhameti ile muamele etsin, günahlarını bağışlasın, mekanı Cennet olsun, nur içinde yatsın inşallah. Allah sizlere yaşatmasın. 

(Babam için sizden ricam, Onun ruhu için bir Fatiha okur musunuz?) 
Hanife MERT




27 Kasım 2012 Salı

Umudun Bittiği Yerdedir Ölüm!


Bizi yaşatan, hayata bağlayan, zorluklarla mücadele gücümüzü kamçılayan, ölüm ile hayat arasında bir köprüdür umut. 
Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı. İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasında ki çorbada, kimi zaman zenginin bankada ki hesabında, bir hastanın ilacında ki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin,saadetinde gizli...

İnsan umuda  en fazla,  çaresizliğin girdabında kaybolmuşken ihtiyaç duyar. Çünkü çaresizliğin girdabında çabalarken umut anlamlıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır. 

Yapmak istediklerinizin peşine düşmek! Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek. 

Bu çok kolay değil elbet... Hatta hiç kolay değil! Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü?.. Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek "olay daha bitmedi" diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan… 

Kimi zaman da umud eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vaz geçmek yaşamaktan vaz geçmek demek değil midir? Çünkü insan umud ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar. 

Evet sağımız solumuz karanlık görünüyor, öyle bakıyoruz penceremizden; kırmalıyız karaya boyanmış gözlüklerimizi , kırmadan anlayamayız dışarıdaki baharı.

Umutlarımız var , umutlar ki bizi hazırlar yarınlara.

İnsanın umudu bitmemeli, bitmesi kendinin bitmesi demektir. İnsan yürekten, inançla sarılırsa , birlikteliğin gücünü, birleşen ellerin yumruk olduğunu görür ve karanlığa bir balyoz gibi iner o yumruklar. 

Gücümüzün heybetini görürsek, insanın kurtuluşunun, gücümüzün bütünlüğünden geçtiğini anlarız,umut var. 

Umudun bitmesi demek insanın her şeyden vaz geçmesi, hayallerinden isteklerinden, özlemlerinden, beklentilerinden, kısaca yaşamından vaz geçmesi demektir.İşte bu noktada ölümden farksız bir yaşam devam eder.
Çünkü  ölüm, umudun bittiği yerdedir. 
İçinizdeki umut ışığı hiç sönmesin.. 

Hanife Mert














24 Kasım 2012 Cumartesi

Öğretmenlerimiz Gününüz Kutlu Olsun.


Sevgi emek ister, emek ise mücadeleden yılmayan koskoca  bir yürek .. Yüreği sevgi dolu  öğretmenlerimiz,bıkmadan usanmadan verdiğiniz emeğin  karşılığı bir günle sınırlanamaz. 

Bu gün hepimiz için özel bir gündür.Çünkü hepimiz şu anki bulunduğumuz  konumumuzu, emeğini inkar edemeyeceğimiz   eli öpülesi  öğretmenlerimize borçluyuz.  Onların hakkını ödemek çok kolay olmasa gerek.Şartlarının çok ağır,sorunlarının çok fazla, olmasına rağmen asla  mücadeleden vazgeçmeyen öğretmenlerimizi sevgi ve saygı ile yad ediyorum.
Geleceğimizin güvencesi  yavrularımızı da  aynı hassasiyet ve özveri ile  yetiştirmeye çalışan vefakar ve cefakar öğretmenlerimize,  sevgi saygı ve anlayış çerçevesinde  icra ettiği mesleğin ne kadar değerli kutsal ve  onurlu bir meslek olduğunu hissettirebilmeliyiz.
Bu öğretmenler gününün,  geçerli  bir sebebe dayandırmadan, bizim sosyal ve toplumsal yapımıza uygun olup olmadığı göz önüne alınmadan,her fırsatta  değiştirilerek,yap boz tahtasına döndürülen Milli Eğitim Sisteminin  gözden geçirilmesi çocuklarımız ve öğretmenlerimize yaraşır hale getirilmesine,  eğitimin çağdaşlaşması ve bilimsel olarak geliştirilmesi yolunda yeni adımların atılmasına ve öğretmenlerimizin hak ettiği değere kavuşturulmasına  vesile olması dileğimle, başta  başöğretmenimiz M. Kemal Atatürk olmak üzere  onun izinden giden tüm öğretmenlerimizin,  öğretmenler günü kutlu olsun
Hanife Mert

"BATIDA ON YIL" HÜSEYİN GÜZEL

  Merhaba sevgili blog dostlarım, Her ne kadar düzenli yazamasam da fırsat buldukça sayfamı ziyaret ediyor, sizlerin paylaşımlarını okumaya ...