10 Ekim 2012 Çarşamba

Dua..

Say ki; sen bir kıyısın, gelip gidenler dalga.. 
kimi okşar, kimi vurur, kimi değer geçer. Kimine mest olursun o dalgaların, kimine sinir..Kimi zoruna gider, kimi hoşuna. 
De ki; Rabbim , şu deryanın sahibi sensin. 
O halde bana, şiddeti ve ziyareti ne şekilde olursa olsun dalgaları sevmeyi, fakat her birinin gelip geçiçi olduğunu unutmamayı nasip et. 
Zira dalga bazen bir kişi, bazen bir olay olur
da imtihan geliverir. İMTİHAN ..

O, seni olgunlaştırmak için Allah'ın lütfettiği bir ikramdır. Kimi zaman dostlarla, kimi zaman düşmanlarla imtihan edilirsin. 

Bazen kimsecikler olmazda kendi nefsinle imtihan edilirsin. 

Bazende çok sever sevdiklerinle imtihan edilirsin. 

Tüm imtihanları kazanabilmemiz duasıyLa..

5 Ekim 2012 Cuma

Cahil Cesareti!


Cahil kelime olarak; bilmeyen, iş bilmez, bilgisiz, tecrübesiz anlamlarına gelen ve halk arasında yol-yordam, ilim-irfandan yoksun olan  kimse olarak nitelendirilir.Cahil kimse  erdemli, doğru ve araştırıp öğrenmeyi  kendine ilke edinmiş, akıllı bilgili kimselerden uzak durur. Çünkü, kendini olduğundan daha fazla büyük  görme hastalığına tutulmuş, tevazudan  yoksundur. Cahil, her şeyin dış yüzünü görür, kabukta kalır. Her şeyi bildiğini sanır, boş iddialarda bulunur. Dediğim dedikçidir, yanıldığını asla kabul etmez. Çünkü o, etrafı ancak gördüğü gibi değerlendirir. Fazla detaya girmez. Ben bilirim, benim dediğim doğrudur zihniyetindedir,kendi düşüncesinde olmayanı ötekileştirir. Kitleleri birleştirmek yerine ayrıştırıcı politikalar üretir.  Eğitim almak ya da almamak bu kimselerin cehaletinin üzerinde olumlu rol oynamaz. Öyleleri vardır ki, mektep medrese görmüş, mürekkep yalamış ama kendini geliştirememiş yetiştirememiş cahil kalmıştır. Kimileri de vardır, okul yüzü görmemiştir ama kendisini en iyi şekilde eğitmiş hayata hazırlamış bilge kimseler kategorisine girmiştir.

Günlük yaşamımızda bu özelliklere sahip kimselerle,kimi zaman iş yerinde arkadaşımız, şefimiz, müdürümüz, patronumuz; sokağımızda, mahallemizde, sitemizde, apartmanımızda komşumuz,iş yaptırmak zorunda olduğumuz bir kurumda yardımına ihtiyaç duyduğumuz kurum çalışanı olarak karşılaşırız. Bu kimseler davranışlarıyla öylesine cahilce bir tutum sergiler ki;  işgal ettiği makam yer ve konum birbiriyle tamamen zıttır.

Hatta  tv de izlediğimiz düşünmeden cahilce söylemlerde bulunan bizi şaşırtan, adam nasıl bakan olmuş, ya da milletvekili, vali olmuş dediğimiz...
Bir İşgal ettiği makama, konumuna bir de hareketlerine bakarsınız! bu insan bu makama, bu duruma nasıl getirilmiş?  diye,  kendinize sorarsınız...
İlk bakıldığında kendilerinden kattıkları çok fazla bir nitelikleri olmamasına rağmen, hasbel kader sahip olduğu durumu kendi lehlerine çevirme de üstlerine yoktur. Cahilce tutumlarını kabul edilmez bulursunuz.. Her hareketlerinde düşünme, kontrol etme ,eğitim, bilgi gibi olgulardan uzak özgürce davranış sergilerler. Karşı tarafın bilgisi, eğitimi tecrübesi bu kimselerin gözünde önemsenmeye değer bulunmadığı gibi,aksine onları küçük düşürücü davranışlardan kaçınmazlar. 
 İki psikiyatri uzmanının, 10 yıl  önce ortaya attığı teoriye göre; 
"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli araştırmaların sonucunda  Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı: Buna göre;

“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. 
‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.
Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçak gönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..."
Bertrand Russel'in ifade ettiği gibi;
Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”

Şuan gerek ülkemizin ve gerekse içinde bulunduğumuz dünyanın yaşanılmaz hale getirilmesinin belki de en önemli nedeni, cahillerin akıllılardan daha özgür, küstahça hareket etmesidir... 
sevgi ve muhabbetle
Hanife Mert

3 Ekim 2012 Çarşamba

Akıl ve Zeka..(Yaşar Hocam'la Dini Sohbet)


Bir insanın zeki olması aklını kullanmasına bağlı. Hani Kur’anda da sık sık aklımızı kullanmamız ve akletmemiz istenir. Aklını kullanan insan da Rabbini tanıyan insandır. Neticede, eğer siz akıllıyım diyorsanız ve hala Rabbinizle sorunlarınız varsa, buna belki de akılsızlık denir.Çünkü kendisine hayrı olmayan akıl başkasına ne fayda verir? İnsanın yaradılış amacını çözemeyen akıl, belki de çok akıllılık anlamına gelmez…



YAŞAR GEDİKLİ

27 Eylül 2012 Perşembe

Artık Ben de Sıkıldım Güçlü Görünmekten..

Artık ben de sıkıldım güçlü görünmekten, 
İçim düğüm düğümken başka düğümleri çözmekten... 
Herkese yetişmekten ama hep kendime geç kalmaktan... 
Eskiden olsa bir şekilde yakasından tutardım hayatın, 
Ama şimdi tutunduğum her hayat elimde kalıyor... 
Ya benim gücüm tükenmiş, ya da hayatın karşıma çıkardığı yürekler çok acımasız... 
Haketmeyenler en konforlu kalplerde sefalarını sürerken, 
Nedense ben hep iyi halden tahliye ediliyorum yüreklerden... 
Nazım Hikmet Ran 

26 Eylül 2012 Çarşamba

Dinde İmkanın Ölçüsü (Yaşar Hocam'la Dini Sohbet)

-Toplumumuzda insanlar dini yaşama konusunda aileden gördüğü, çevresinden gördüğü ya da okuduğu kitaplar veya Ku'ran ve hadsilerden öğrendiği anladığı ile kısaca kendi imkanları çerçevesinde dinini yaşamaya çalışıyor, bu imkanlarda sınır ölçü nedir?
Dini yaşama anlamında imkanların ne olduğunu en iyi insanın kendi vicdanı ve Allah bilir. Bazen imkanları aşağı ya da yukarı çekmek insanı yanıltabilir. Mesela özellikle insanlar Ramazan ayında oruç tutacağı sıra yaparlar bunu, hani sağlık problemi olanlara oruç farz değil hesabı,inancında samimi olmayan hemen hasta oluverir..İşte burada iyi niyet ve samimiyet imkanların sınırını belirliyor. Bir başka örnek İslamın ilk şehidi bir kadın ismi; 
Ammâr İbn Yâsir´in annesi Sumeyye (r.anha) öldürülmesinin nedeni çok basitti belki, 
bir kelimeyi inkar etmesi istendi ondan. Ama samimiyetine göre imkanlarının sınırı çok dardı.Örnekleri çoğaltmak mümkün. İmanda samimiyet ne kadar artarsa imkanların sınırı o kadar daralır,taviz veremez olursunuz.Aksi durumda bahaneler ve imkansızlıklar sarıyor dört bir yanı.Sabah namazı için saat çalmıyor oluyor,kalkamadım oluyor.Ya da başka bir iş için hep bahaneler oluyor. 
-Bahsettiğiniz samimiyet birazda insanın mizacı, huyu ,karakteri ile alakalı değil mi? 
Dediklerinizin hepsi kişiliği oluşturuyor. Neticede huylarımız karakterlerimiz samimiyetimiz biz değil miyiz? 
Bunlar aynı zamanda bizim ahlakımızın da temelini oluşturur. Yüce Peygamberimiz (s.a.v) de bunları kemale erdirmek için gönderilmiştir. Bir kutsi hadiste; "ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur.
YAŞAR GEDİKLİ
NUR İÇİNDE YATSIN MEKANI CENNET OLSUN..
NOT:Yaşar Gedikli Hocam, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi bölümünden mezun olup, doktorasını özel nedenlerden dolayı yarıda bırakıp, Din Kültürü Öğretmeni olarak görev yapmakta iken hakkın rahmetine kavuştu.. Allah rahmet etsin..

24 Eylül 2012 Pazartesi

İyi İnsanlar İyi Atlara Binip Gitti..

Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti, İyi İnsanlar iyi atlara binip gitti.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Aynada ki Yalan” isimli romanının başkahramanı Naci’nin arayış içerisinde olduğu bir dönemde kendisine “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti” cevabı verilir 
ve şöyle bir hikâye anlatılır: “Bir gün cins at meraklısı bir adam, cins atlarıyla meşhur bir yere gidiyor. Tanıdıklarından kimi sorsa “Öldü!” cevabını alıyor. Ya şu ağa, ya bu ağa..? Göçtü..! Ya filan atın soyu, ya filan kısrağın dölü..? Kurudu…! Sonunda at meraklısına şu karşılığı veriyorlar: “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti?
Üstad ne güzel söylemiş. İyi insanlar,bıraktıkları güzel isimleri ile bir bir hayata veda edip gidiyor. Tıpkı yıllar öncesinde ansızın hiç hesapsız kitapsız hayatıma girmesiyle bana çok değerli bir dost, hiç tanımadığım erkek kardeş duygusunu tattıran güzel insanın, arkasında dünya güzeli iki evlat, gözü yaşlı bir eş, yüreği yanık yaşlı bir ana, kardeş ve çok fazla sevenini üzüntüde bırakarak aniden aramızdan ayrılması gibi. Benim ve çok sayıda seveni için yeri doldurulamayan bir dost, bir kardeş,bana İslam dinini öğreten değerli bir öğretmen olmuştur, Yaşar Hocam. Ona Allah’tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun…
Her ne kadar gündemde tutmak istemesek de, ölüm hayatımızın bir parçası. Bizler onu unutsak da, o bizleri hiç unutmuyor; vakti gelince kapımızı çalıyor. Ölümden korkmak veya korkulacak bir şey gibi göstermek içimizde ki iman eksikliğinin bir gereği olsa gerek..İnsanca ve islamca bir hayat sürmek ölümün korkulacak bir gerçek olmadığını anlamamızı gerekli kılar..
Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi;
"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?"

Peygamberimiz (s.a.v) öldüğüne göre güzel bir şeydir. O dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. İnsanlar ölüm ve ölüm sonrası hayatın mahiyetini bilmediği için hayatın bu dönüm noktasını soğuk ve itici buluyor.
Cahit Sıtkı Tarancı "yaş otuz beş" şiirinde;
…Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Dizeleri ile ne güzel ifade etmiş ölümün zamanı belli olmayan bir anda hepimizin başına gelebileceğini, korkulacak bir şey olmadığını...
Ondan kaçamayız o bizi mutlaka gelir bulur. Yüce Allah “her nefis ölümü tadacaktır.”(Al-i İmran 3/185) buyurarak yaratılan her canlının öleceğini açıkça bildirmektedir.
Öyleyse kaçmak yerine yapılacak en akıllıca iş onu beklemek, giderken götüreceklerimizin hazırlığını yapmak olmalı. 
Yaşadığımız şu hayatın keşmekeş süsüne yalanlarına  kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki, hiç ölmeyecek gibi kırıp dökmekten, ezip geçmekten çekinmiyoruz.Ta ki, aniden gelen bir ölüm haberi ile sarsılarak kendimize geliyoruz. Haber tam yüreğimizin bam teline bası veriyor.İşte o zaman anlıyoruz , kaygılarımızın, endişelerimizin gereksiz, her şeyimizle bağlandığımız bu dünyanın yalan , değişmez gerçeğin ise ölüm olduğunu… Bu gerçeği fark ettiren elbette ölüm. Bu durum bizim için  bir nimet olsa gerek. Kendimizi ölüme hazırlamamız adına, bütün gayretimizin insanlığın kurtuluşu , barış, refah, kardeşlik adına çalışmamız ,dünya hayatımızı bu anlamda şekillendirmemiz adına, gidenin bir daha geri dönmeyeceğini anlamamız adına sevdiklerimizi kırmamanın, üzmemenin, onları sağlığında ihmal etmememiz olduğunu anlamamız adına bir uyarı..Biliyoruz ki giden bir daha geri dönmüyor. Tıpkı Yahya Kemal Beyatlı’nın "Sessiz Gemi" şiirinde;
…Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
 Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Dizeleri ile  ifade ettiği gibi..

Sevdiklerinize zaman ayırın, onların kıymetini sağlığında bilin,aksi halde ölüm sizden önce davranabilir…
Hanife Mert



17 Eylül 2012 Pazartesi

Eylül , Hüzün ve Ben

Her Eylül ayı geldiğinde içimi bir hüzün kaplar..Eylül hüznün ayı, hazan mevsiminin başlangıcı.…Her yerde bir sessizlik hakim olur.Sadece sıcak yaz günlerinin sona ermesi ile tatlı tatlı esen hazan rüzgarlarının sesi duyulur. Bir zamanlar nadide bir tomurcuk iken etrafa canlılık güzellik katan yemyeşil yaprakların sararıp kuruması ve tutunduğu dalı terk etmesi gibi.Tıpkı yavrusundan ayrılan acısını ve gözyaşlarını yüreğine gömen bir ana edasıyla çaresiz düşmesine sessiz kalan dallar.
 Yere düşen ve hışırtılı sesleri ile bir oyana bir bu yana savrulan yapraklar ne söyler kim bilir..
Bilinen bir şey var ki; o da hiç bir şeyin süreklilik taşımadığıdır.Güzelliğin, mutluluğun, canlılığın,sağlğın gençliğin ve hayatın bir gün son bulacağıdır. 
Tatlı tatlı  esen sonbahar  rüzgarlarının ardından yağan yağmurlar  da sona eren son bulan güzelliklerin ardından dökülen göz yaşını andırır adeta... Doğanın bu nadide hali ne çok şey anlatır.! Anlamak isteyene…
Doğanın sessiz çığlığı. 
İnsanlar da öyle değil mi? Ne zaman son bulacağı  belli olmayan bu hayat yolculuğunda, yemyeşil bir yaprak gibi etrafa ışık canlılık saçarken, ışık olur kimilerine mutluluk huzur verir. Kimine rehber olur. Sevgi tohumları eker sevgisiz gönüllere...Dost olur, yaren olur.Kardeş olur kimine, kimine eş, kimine arkadaş olur.Kimine tutunacak bir dal olur...Ama bir gün kendinden çok şeyin gittiğini fark eder. Bir türlü ne olduğunu anlamadan tıpkı kuru  bir yaprak gibi bir o yana bir bu yana savrulup durur dünya denen bu hanede.. 

Hiç ummadığı bir anda acı acı çalan bir telefonla irkilir.    hüzün dolu bir sesle sarsılır. Acı bir haber! Ölüm karşısında çaresizliğin haberini verir.
Gidenin ardından çaresiz bakakalırız.Gönül gözümüzü açmak için bir çağrı  mı hazan mevsimi? Ölümü, yokluğu, çaresizliği çağrıştırması adına..Her güzelliğin bir sonu olduğunu bilip ona göre yaşamalı,kadere rıza göstermeli kısaca…  

Eylül İşte! hüznün değişmez adresi..
Eylül bu, acıtır...Ama zamanla acıya da alıştırır.



Hanife Mert

"BATIDA ON YIL" HÜSEYİN GÜZEL

  Merhaba sevgili blog dostlarım, Her ne kadar düzenli yazamasam da fırsat buldukça sayfamı ziyaret ediyor, sizlerin paylaşımlarını okumaya ...