27 Eylül 2012 Perşembe

Artık Ben de Sıkıldım Güçlü Görünmekten..

Artık ben de sıkıldım güçlü görünmekten, 
İçim düğüm düğümken başka düğümleri çözmekten... 
Herkese yetişmekten ama hep kendime geç kalmaktan... 
Eskiden olsa bir şekilde yakasından tutardım hayatın, 
Ama şimdi tutunduğum her hayat elimde kalıyor... 
Ya benim gücüm tükenmiş, ya da hayatın karşıma çıkardığı yürekler çok acımasız... 
Haketmeyenler en konforlu kalplerde sefalarını sürerken, 
Nedense ben hep iyi halden tahliye ediliyorum yüreklerden... 
Nazım Hikmet Ran 

26 Eylül 2012 Çarşamba

Dinde İmkanın Ölçüsü (Yaşar Hocam'la Dini Sohbet)

-Toplumumuzda insanlar dini yaşama konusunda aileden gördüğü, çevresinden gördüğü ya da okuduğu kitaplar veya Ku'ran ve hadsilerden öğrendiği anladığı ile kısaca kendi imkanları çerçevesinde dinini yaşamaya çalışıyor, bu imkanlarda sınır ölçü nedir?
Dini yaşama anlamında imkanların ne olduğunu en iyi insanın kendi vicdanı ve Allah bilir. Bazen imkanları aşağı ya da yukarı çekmek insanı yanıltabilir. Mesela özellikle insanlar Ramazan ayında oruç tutacağı sıra yaparlar bunu, hani sağlık problemi olanlara oruç farz değil hesabı,inancında samimi olmayan hemen hasta oluverir..İşte burada iyi niyet ve samimiyet imkanların sınırını belirliyor. Bir başka örnek İslamın ilk şehidi bir kadın ismi; 
Ammâr İbn Yâsir´in annesi Sumeyye (r.anha) öldürülmesinin nedeni çok basitti belki, 
bir kelimeyi inkar etmesi istendi ondan. Ama samimiyetine göre imkanlarının sınırı çok dardı.Örnekleri çoğaltmak mümkün. İmanda samimiyet ne kadar artarsa imkanların sınırı o kadar daralır,taviz veremez olursunuz.Aksi durumda bahaneler ve imkansızlıklar sarıyor dört bir yanı.Sabah namazı için saat çalmıyor oluyor,kalkamadım oluyor.Ya da başka bir iş için hep bahaneler oluyor. 
-Bahsettiğiniz samimiyet birazda insanın mizacı, huyu ,karakteri ile alakalı değil mi? 
Dediklerinizin hepsi kişiliği oluşturuyor. Neticede huylarımız karakterlerimiz samimiyetimiz biz değil miyiz? 
Bunlar aynı zamanda bizim ahlakımızın da temelini oluşturur. Yüce Peygamberimiz (s.a.v) de bunları kemale erdirmek için gönderilmiştir. Bir kutsi hadiste; "ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur.
YAŞAR GEDİKLİ
NUR İÇİNDE YATSIN MEKANI CENNET OLSUN..
NOT:Yaşar Gedikli Hocam, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi bölümünden mezun olup, doktorasını özel nedenlerden dolayı yarıda bırakıp, Din Kültürü Öğretmeni olarak görev yapmakta iken hakkın rahmetine kavuştu.. Allah rahmet etsin..

24 Eylül 2012 Pazartesi

İyi İnsanlar İyi Atlara Binip Gitti..

Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti, İyi İnsanlar iyi atlara binip gitti.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Aynada ki Yalan” isimli romanının başkahramanı Naci’nin arayış içerisinde olduğu bir dönemde kendisine “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti” cevabı verilir 
ve şöyle bir hikâye anlatılır: “Bir gün cins at meraklısı bir adam, cins atlarıyla meşhur bir yere gidiyor. Tanıdıklarından kimi sorsa “Öldü!” cevabını alıyor. Ya şu ağa, ya bu ağa..? Göçtü..! Ya filan atın soyu, ya filan kısrağın dölü..? Kurudu…! Sonunda at meraklısına şu karşılığı veriyorlar: “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti?
Üstad ne güzel söylemiş. İyi insanlar,bıraktıkları güzel isimleri ile bir bir hayata veda edip gidiyor. Tıpkı yıllar öncesinde ansızın hiç hesapsız kitapsız hayatıma girmesiyle bana çok değerli bir dost, hiç tanımadığım erkek kardeş duygusunu tattıran güzel insanın, arkasında dünya güzeli iki evlat, gözü yaşlı bir eş, yüreği yanık yaşlı bir ana, kardeş ve çok fazla sevenini üzüntüde bırakarak aniden aramızdan ayrılması gibi. Benim ve çok sayıda seveni için yeri doldurulamayan bir dost, bir kardeş,bana İslam dinini öğreten değerli bir öğretmen olmuştur, Yaşar Hocam. Ona Allah’tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun…
Her ne kadar gündemde tutmak istemesek de, ölüm hayatımızın bir parçası. Bizler onu unutsak da, o bizleri hiç unutmuyor; vakti gelince kapımızı çalıyor. Ölümden korkmak veya korkulacak bir şey gibi göstermek içimizde ki iman eksikliğinin bir gereği olsa gerek..İnsanca ve islamca bir hayat sürmek ölümün korkulacak bir gerçek olmadığını anlamamızı gerekli kılar..
Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi;
"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?"

Peygamberimiz (s.a.v) öldüğüne göre güzel bir şeydir. O dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. İnsanlar ölüm ve ölüm sonrası hayatın mahiyetini bilmediği için hayatın bu dönüm noktasını soğuk ve itici buluyor.
Cahit Sıtkı Tarancı "yaş otuz beş" şiirinde;
…Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Dizeleri ile ne güzel ifade etmiş ölümün zamanı belli olmayan bir anda hepimizin başına gelebileceğini, korkulacak bir şey olmadığını...
Ondan kaçamayız o bizi mutlaka gelir bulur. Yüce Allah “her nefis ölümü tadacaktır.”(Al-i İmran 3/185) buyurarak yaratılan her canlının öleceğini açıkça bildirmektedir.
Öyleyse kaçmak yerine yapılacak en akıllıca iş onu beklemek, giderken götüreceklerimizin hazırlığını yapmak olmalı. 
Yaşadığımız şu hayatın keşmekeş süsüne yalanlarına  kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki, hiç ölmeyecek gibi kırıp dökmekten, ezip geçmekten çekinmiyoruz.Ta ki, aniden gelen bir ölüm haberi ile sarsılarak kendimize geliyoruz. Haber tam yüreğimizin bam teline bası veriyor.İşte o zaman anlıyoruz , kaygılarımızın, endişelerimizin gereksiz, her şeyimizle bağlandığımız bu dünyanın yalan , değişmez gerçeğin ise ölüm olduğunu… Bu gerçeği fark ettiren elbette ölüm. Bu durum bizim için  bir nimet olsa gerek. Kendimizi ölüme hazırlamamız adına, bütün gayretimizin insanlığın kurtuluşu , barış, refah, kardeşlik adına çalışmamız ,dünya hayatımızı bu anlamda şekillendirmemiz adına, gidenin bir daha geri dönmeyeceğini anlamamız adına sevdiklerimizi kırmamanın, üzmemenin, onları sağlığında ihmal etmememiz olduğunu anlamamız adına bir uyarı..Biliyoruz ki giden bir daha geri dönmüyor. Tıpkı Yahya Kemal Beyatlı’nın "Sessiz Gemi" şiirinde;
…Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
 Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Dizeleri ile  ifade ettiği gibi..

Sevdiklerinize zaman ayırın, onların kıymetini sağlığında bilin,aksi halde ölüm sizden önce davranabilir…
Hanife Mert



17 Eylül 2012 Pazartesi

Eylül , Hüzün ve Ben

Her Eylül ayı geldiğinde içimi bir hüzün kaplar..Eylül hüznün ayı, hazan mevsiminin başlangıcı.…Her yerde bir sessizlik hakim olur.Sadece sıcak yaz günlerinin sona ermesi ile tatlı tatlı esen hazan rüzgarlarının sesi duyulur. Bir zamanlar nadide bir tomurcuk iken etrafa canlılık güzellik katan yemyeşil yaprakların sararıp kuruması ve tutunduğu dalı terk etmesi gibi.Tıpkı yavrusundan ayrılan acısını ve gözyaşlarını yüreğine gömen bir ana edasıyla çaresiz düşmesine sessiz kalan dallar.
 Yere düşen ve hışırtılı sesleri ile bir oyana bir bu yana savrulan yapraklar ne söyler kim bilir..
Bilinen bir şey var ki; o da hiç bir şeyin süreklilik taşımadığıdır.Güzelliğin, mutluluğun, canlılığın,sağlğın gençliğin ve hayatın bir gün son bulacağıdır. 
Tatlı tatlı  esen sonbahar  rüzgarlarının ardından yağan yağmurlar  da sona eren son bulan güzelliklerin ardından dökülen göz yaşını andırır adeta... Doğanın bu nadide hali ne çok şey anlatır.! Anlamak isteyene…
Doğanın sessiz çığlığı. 
İnsanlar da öyle değil mi? Ne zaman son bulacağı  belli olmayan bu hayat yolculuğunda, yemyeşil bir yaprak gibi etrafa ışık canlılık saçarken, ışık olur kimilerine mutluluk huzur verir. Kimine rehber olur. Sevgi tohumları eker sevgisiz gönüllere...Dost olur, yaren olur.Kardeş olur kimine, kimine eş, kimine arkadaş olur.Kimine tutunacak bir dal olur...Ama bir gün kendinden çok şeyin gittiğini fark eder. Bir türlü ne olduğunu anlamadan tıpkı kuru  bir yaprak gibi bir o yana bir bu yana savrulup durur dünya denen bu hanede.. 

Hiç ummadığı bir anda acı acı çalan bir telefonla irkilir.    hüzün dolu bir sesle sarsılır. Acı bir haber! Ölüm karşısında çaresizliğin haberini verir.
Gidenin ardından çaresiz bakakalırız.Gönül gözümüzü açmak için bir çağrı  mı hazan mevsimi? Ölümü, yokluğu, çaresizliği çağrıştırması adına..Her güzelliğin bir sonu olduğunu bilip ona göre yaşamalı,kadere rıza göstermeli kısaca…  

Eylül İşte! hüznün değişmez adresi..
Eylül bu, acıtır...Ama zamanla acıya da alıştırır.



Hanife Mert

5 Eylül 2012 Çarşamba

Toplum Nereye Gidiyor!!


Bir toplumda farklı anlayış ve bölgesel kültürleri birleştiren,herkesin ortak paydasını oluşturan bazı değerler vardır. Vatan gibi,bayrak gibi,bağımsızlık gibi, ülkü gibi, tarih, kültür gibi değerler..
 Yüzyıllar boyunca aynı geçmişe sahip oluşumuz, aynı inançları paylaşmamız, aynı vatan toprakları üzerinde barış içinde kardeşçe yaşamamız,oluşan bazı farklılıkları unutturmuştur. 
Sevinçli günlerimizde temel değerler etrafında bir araya gelerek sevincimizi paylaştık. Ülkemizin bir tarafında meydana gelen acı bir olay karşısında hep birlikte yas tuttuk. Yardım için elimizden geleni yapmaya gayret ettik.. 
Ancak şu son günlerde, yaşanan toplumsal olaylar ve verilen daha doğrusu verilemeyen tepkiler gösteriyor ki; bir halkın yapı taşlarından biri olan toplum olgusu kökünden sallanmaya başlamıştır. İnsanların bana değmeyen yılan bin yaşasın felsefesinde olmaları da bu gerçeği desteklemektedir. Hoş, bu yılanı bize değdirmeden bin yıl yaşatmak ne kadar mümkün olursa… 
Toplum olarak birçok acıya, gözyaşına maruz kaldığımız, milli değerlerimize yapılan saldırıların yaşandığı, hak ve adaletin, özgürlüğün kişilere göre farklılık gösterdiği şu günlerde yaptığımız en güzel şey seyirci olmak. Olayları tepki vermeden sadece seyrediyoruz.. Öyle ki,bir çoğumuz tepki verenlere karşı tepkili .. 
Günübirlik yaşadıklarımız, toplum içinde karşılaştığımız olaylar ve bu olaylara karşı tepkisizlikler, ister istemez aklımıza şu soruyu getiriyor! Bize ne oluyor? Toplum nereye gidiyor? 
Doğrusu hiç de hoş olmayan bizi aydınlık yarınlara taşımak yerine, karanlıklara boğacak manzaralar gün geçtikçe artıyor. İnsanların birbirlerine karşı saygısız agresif tavırları, birbirlerini çekiştiren, kötüleyen karalayan tavırları, birbirini dinleyip anlamak yerine sadece kendi bildiğini okumak, kendi bildiğini doğru kabul etmek ve ettirmek, farklı düşüncelere tahammülsüz oluşu, farklı düşüncede olanları öteleyip dışlamamız benim doğrum tek doğru havalarında, başkalarının da doğru olabileceği gerçeğini göz ardı edişimiz bizi bir arada tutmak yerine arada ki sevgi kardeşlik bağlarının sekteye uğradığının göstergesi. 
Bir toplumu bir arada tutacak ne kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık.. Son zamanlarda bizim can güvenliğimizi sağlayan, neredeyse hemen her gün duyduğumuz şehit haberleri karşısında bile, o kadar basit ve yalın davranıyoruz ki, sanki sonlanan gencecik, yarım kalmış  hayatlar, yüreği yanan analar- babalar, dul kalan bir eş, yetim kalan çocuklar değil de, giden   öylesine bir yolcu, bir hayat..Hoş, giden yolcuda olsa insanın içi vicdanı bir cız etmez mi? Nerde kaldı saygı,nerde kaldı vatan sevgisi, millet olma bilinci, nerde kaldı vefa? 
Kapitalist dünyaya kaptırdık kendimizi gidiyoruz , biz bu yaşama alıştık veya alıştırdılar Artık kazanmanın yerini başkasının kafasına vurup elindekini almak , sanatın yerini şık elbiseler gülücükler , şairin yerini sesli cdler , yazarın yerini tanıtımlar , siyasetçinin yerini polemikler aldı..Çok eskilerden siyasetçinin yatırımlarını , yazarın yazılarını , sanatçının sesini , söz yazarının bestesini , şairin dilini , işsizlerimizin halini eleştirirdik.Şimdilerde ise, şu evine ne almış, ne kadara almış, yazlığı, kışlığı, baharlığı var mıymış? Hangi marka arabası kaç km de imiş, kim ne giymiş, nerden giyinmiş ..Ne bize ne de toplumumuzun gelişip çağdaşlaşmasına en ufacık bir katkısı olmayan düşünceler ve eleştiriler. Boş düşünceler, fikir üretmeyen beyinler,sevgisiz acıma hissini kaybeden, saygı, sevgi, dostluk, paylaşma, edep, ahlaktan yoksun insanların çok olduğu bir toplum haline geldik..

Öyle ki; artık savaşlarda,öldürülen, katledilen suçsuz günahsız yavrular,diri diri yakılan eziyet edilen insanlar  bile kanatmıyorsa şuracıkta ki yüreğimizi , şehit oğullarımız için bile ağlamıyorsak şu kara toprak başında , genç bedenler gidiyorsa töre cinayetlerine,şiddete maruz kalıp yok ediliyorsa bir aile, hemen yanı başımızda birileri açlıktan , sefillikten ölürken biz keyifle  yudumluyorsak çayımızı , her gün televizyon başında,bilgisayar başında  sabahlıyorsa  çocuklarımız , önce çarpıp sonra kaçıyorsak ardımıza bakmadan, gün geçmiyor ki hırsız ,bir düşman gibi ensemizde bitince yapamıyorsak bir şeyler bilelim ki , hayatı hayatlarımızı öyle yerinden tutup , öyle yerinden sallıyoruz ki toplum denilen o sağlam sapasağlam çınarın kökleri kopuyor ..

Hanife Mert

1 Eylül 2012 Cumartesi

Çaresizlikte Çare..


Çaresizlikte, gizli çareler vardır; insan en çok o zaman kenetlenir kendine..''

Hayat böyledir. Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. 

Batar insan ve boğulur. Marifet o anları geçirmektir. Sonrası gittikçe kolaylaşır.

31 Ağustos 2012 Cuma

HÜZÜNLÜ BİR TURNA KUŞU HİKAYESİ



                 HÜZÜNLÜ BİR TURNA KUŞU HİKAYESİ..
NOT; Türküyü dinlerken fon müziğini kapatmanızı öneririm..)
Japonya’ya atom bombası atıldığında 2 yaşında olan bir kız, etkisinde kaldığı radyasyon nedeniyle 12 yaşında kansere yakalanır.
Savaşta öksüz ve yetim kalan zavallı çocuk hastaneye yatırılır.Durumu umutsuzdur. Hastanedeki tüm doktorlar,küçük kızın her an ölümünü beklerken o, içindeki yaşam sevinciyle cıvıl cıvıldı.
Koridorlarda koşuyor,oynuyor ve öteki hastalara yardım ediyordu.Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarında,kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadındı.

Küçük Japon kızı,ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmaz. Kadın ölmeden hemen önce küçük kıza bir öğüt verir. “Benim için çok geç ama sana yararını göreceğin bir öneride bulunacağım” der. “Bizim inanışımıza göre, eğer bir kişi kağıttan bin tane turna kuşu yaparsa,her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım ama sen yapabilirsin ve kurtulursun.”Bu öğüt, yaşlı kadının son sözleri olur.Bunları söyledikten kısa bir süre sonra yaşama veda eder.Küçük Japon kız, yaşlı kadının ölümüne çok üzülür.
Onun son öğüdünü tutma isteği ile yaşam sevincini biraraya getirir,kağıtları katlayarak biçimler oluşturmak ve adına “Origami” denilen geleneksel Japon sanatını uygulayarak kağıttan turna kuşları yapmaya başlar. Neşe içinde çalıştığından kağıt kuşları başlarda çok hızlı yapar.Bin tane turna kuşu yapması işten bile değildir.

Fakat sağlığı,her geçen gün hızla bozuluyor ve her gün yaptığı turna kuşlarının sayısı da giderek azalıyordu.Küçük Japon kızın tüm gücüyle kağıttan turna kuşları yapmaya çalışmasının öyküsü önce yerel basında, sonra da uluslararası basında yer alır.
Bir süre sonra binlerce kişi,dünyanın dört bir yanından kıza, yüzlerce, binlerce kağıt turna kuşu göndermeye başlar.Kendisine gönderilen kuşlarla ilgili haberler basında çıktığında küçük Japon kız,elini güçlükle hareket ettirebiliyor,637’inci turna kuşunu yaparken,yaşamının son saatlerini yaşıyordu.
Kuşu bitirdikten sonra gözleri kapanırken,hemşireler ve hastabakıcılar,dünyanın dört köşesinden gönderilen yüzlerce kağıt kuşla odasına girerler.
Fakat küçük Japon kız bu kuşları göremez.Hemşireler odaya girdiklerinde o, yüzünde donmuş bir gülümsemeyle yatağında cansız yatıyordur.
Postacılar aylarca kağıttan turna kuşu taşırlar hastaneye. Sayısı milyonlara ulaşan kağıt turna kuşları şimdi,yeryüzündeki tüm kişilerin destek ve yardım duygularının onurlu bir simgesi olarak, Japonya’da bir müzede sergileniyor."

Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...