13 Ocak 2020 Pazartesi

Verme Çocuğa Kurabiyeyi Yer Çocuk Kurabiyeyi




Bir ara eşim bir tekerleme söylerdi. Tekerleme şöyleydi; "Verme çocuğa kurabiyeyi, yer çocuk kurabiyeyi." der güler ve susardı. Çocuklarla birlikte saatlerce düşünür kafa yorardık. Bir anlam çıkaramazdık. Tekerlemenin anlamını eşime sordum. "Bu tekerlemede ne demek istiyor ?" Eşim gülümsedi ve ardından şu hikayeyi anlatmaya başladı.
"Hindistan'da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz bulup çok beğenirmiş. Ona 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Çeleri adını takmışlar. Ama, kısaca Ranga Guru derlermiş. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş; ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru, "Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Senin resmini halk değerlendirecek" diyerek, resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. "Yanına kırmızı bir kalem bırak; halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymasını rica eden bir yazıyı da yanına iliştir" demiş.
Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra bakmaya gittiğinde görmüş ki, bütün resim çarpılar içinde. Çok üzülmüş. Emeğini ve yüreğini koyarak meydana getirdiği tablo kıpkırmızı çarpılarla doluymuş. Gene Ranga Guru'yu ziyaret etmiş. Ne kadar müteessir olduğunu ona iletmiş.
Ranga Guru, üzülmemesini, resim yapmaya devam etmesini tavsiye etmiş. Raciçi yeni bir resim yapmış ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya ve birkaç fırça ile birlikte... "İnsanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazıyı resmin yanına koy" demiş. Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış; fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş.
Ranga Guru olayı şöyle yorumlamış:

"Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci konumda, onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarına fırsat verdin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiçbir değeri yoktur. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma."

Eşim, haklıydı. Konuşmayı çok seven bir toplumuz. Yeter ki fırsat verilsin. Gerekli gereksiz, yerli yersiz, bilsek de bilmesek de, fikrimiz olsa da olmasa da kendimizi o alanda otorite sayar sonra başlarız konuşmaya eleştirmeye. Mangalda kül bırakmayız...
Konuşmalarımız eleştirilerimiz başkaları hakkındadır. Yapıcı değil, yıkıcıdır çoğu zaman. Takdir edip teşvik etmeyi unuttuk maalesef. Bir anda o eser için verilen emekler, gösterilen çabalar, mücadeleler görünmez göze. Eline fırsat geçmiştir ya ha babam konuşur.

Bir konu, meydana getirilmiş bir eser ya da karşı bir fikir hakkında illaki eleştiri olacak, olmalı... Karşıdakinin bakış açısını değiştirecekse, göremediği bir durumu göstermek adına eleştiri olmalı. Bu yapıcı eleştiridir... Sakın emeğinizi değerini bilmeyenlere sunmayın ve asla bilmeyenle tartışmayın da benden söylemesi...

Her hikaye/ öykü özünde bir kıssa barındırır. Maharet o kıssadan hisse alabilmektir. Tabi almayı bilirsen...

Muhabbetle,
Hanife Mert

10 Ocak 2020 Cuma

İKİ DÜŞÜN BİR KONUŞ


 Şüphesiz insan düşünen bir varlıktır. Onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünmesi fikir sahibi olmasıdır. Ünlü Fransız filozof Descartes'in "düşünüyorum öyleyse varım" sözünden yola çıkarak; var olmanın ve insanı yaratılmış diğer canlılardan ayıran özelliğinin düşünmesi olduğunu anlamak yanlış olmasa gerek.Var olan yaşayan insan aynı zamanda düşünebilen akıllı insandır.
Basit anlamıyla düşünmek; sorgulamak, incelemek, düşünce üretmek, fikir etmek, aklından geçirmek, zihninde göz önüne getirmek gibi anlamlara gelmektedir. Bu anlamıyla baktığımızda toplumumuzda elbette düşünebilen fikir üretebilen, kafa yoran ve çok başarılı işler ortaya koyanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Medyada pek gündem olmasa da...
    İnsan, aklı ve düşünmesi sayesinde iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydayı zarardan ayırt eder. Çevresinde olup bitenleri anlar ve değerlendirir. Olaylar arasında neden –sonuç ilişkisini kurar. Karşılaştığı güçlüklere çözümler üretir, böylece yeni şartlara uyum sağlayarak yaşamını kolaylaştırır.
     Buna rağmen; aklını kullanmayan, düşünmeyen, sorgulamayan, üretmeyen, kolaycılığa kaçan, okumayan, araştırmayan, insanların sayılarının da günden güne arttığını yaşanan akıllara zarar olarak değerlendirdiğimiz olaylardan anlamak zor değil...
     Toplum olarak rahatı, ağzımıza geleni söylemeyi severiz. Severiz sevmesine de bir de dinlemeyi, konuşulanı anlamayı, anladığımızı idrak etmeyi bilsek. Belki de bir çok sorunumuz hallolacak ama nerede!! Dinlemeye sabrımız yok. Buna karşın konuşmaya mecalimiz hep var. Yerli yersiz gerekli gereksiz hep konuşuyoruz. Konuşmuş olmak için, laf ebeliği yapmak için, söylenen sözün altında kalmamak için konuşuyoruz...
   Fikir üretmek, bilgi üretmek yerine laf üretiyoruz. Hani ağzı olan konuşuyor derler ya! Benim doğrum senin doğrundan üstün, benim sözüm doğru... Kimi zaman da bir yerde söylediğimiz sözü, bir başka yerde inkar edebiliyoruz. Çevir gazı yanmasın...
     Konuşabilme yeteneği insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşmalı. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ama boş konuş...
   özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere karşı hep sustuk. Asıl konuşulması, neler oluyor? diye yetkililerden yetkisizlerden hesap sorulması gerekirken, sesimiz soluğumuz kesildi. Konuşamaz olduk. Belki korktuk, ürktük. Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her zaman toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti.
      Bu durumlar karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan yemek programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. Düşünme üretme yetisi devre dışı kaldı.
    Neredeyse her gün gelen şehit haberleri, şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, tecavüz edilerek öldürülen çocuklarımız, açlık sınırının da altında olan ve çareyi intiharda bulan insanlarımız, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu  milli ve manevi değerlerimize, saldırılar, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...
 
   Sözün özü; zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin, özgürlüğün, insan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının insanca yaşamın konuşturulduğu; düşündürüldüğü, sorgulandığı  yeni bir dünyada yaşamak dileğiyle...


Muhabbetle,
Hanife Mert

31 Aralık 2019 Salı

YENİ YIL YENİ UMUT DEMEKTİR


Her bitiş yeni bir başlangıca gebedir. Bitişler hüzün, başlangıçlar ise umut ve sevinci müjdeler. Bu yeni bir gün, yeni bir yıl ve yeni bir umuttur. Her ne kadar bu eski yıl dünün yeni yılı olsa da... Umut hep vardır var olmaya devam edecektir. Bu düşünceyle tüm dostlarıma diyorum ki:

“Yeni yılda yeni umutlar yeşersin yüreğinizde, sağlık, huzur, mutluluk, dostluk, sevgi duyguları kök salsın gönlünüzde. Sevdiklerinizle birlikte, mutlu ve umutlu yıllar gezinsin ömrünüzde.”

Özellikle ülkemiz ve insanlık alemine; göz yaşlarının son bulduğu, acıların, zulmün, tacizin, tecavüzün, haksız yere ölümlerin, savaşların, yolsuzlukların, yoksullukların, haksızlıkların son bulduğu; huzur ve güvenin, adaletin sağlandığı, sevgi, barış ve kardeşliğin hakim olduğu bir dünya diliyorum.

Yeni Yılınız Kutlu Olsun.

Muhabbetle,
Hanife Mert

22 Aralık 2019 Pazar

DÜNYAYI SEVGİ KURTARACAK


  


"Yaşadığın yeri; cennet yapamadığın müddetçe, kaçtığın her yer cehennemdir."(La edri)

Yaşadığı yeri güzelleştirmek için yaratılan insan, var oluşundan beri kendini hep bir mücadelenin içinde bulmuştur. Bu mücadele; yaşanılan yere, zamana ve gelişen şartlara göre değişiklik gösterse de çoğu zaman güç savaşına dönüşmüştür.
Yaratılışı aynı olmasına rağmen kendinden daha zayıf, daha farklı olanı ezerek, ötekileştirerek, onun varlığını yok etme pahasına, kendi varlığını ortaya koyma savaşını yapmaktadır.

Her ne kadar yıllar, yüzyıllar geçse ve bilim ilerlese de; atların, eşeklerin, katırların yerini arabalar, trenler, uçaklar alsa da; bilgisayar, internet icat edilse, bilgi çağına girmiş olsak da; insanların eğitim seviyeleri yükseltilip zihniyetleri değişmediği için sorunların çözümünde bir arpa boyu yol alınamamıştır. Tarih daima tekrarlanmıştır. ne kadar yıllar, yüzyıllar

Herkesçe bilindiği üzere dünyada rahat yok. Ortalık yangın yerine döndürülmüştür. Her yerden kan, irin, kin, nefret, zulümler fışkırmaktadır. Nehirlerden su yerine kan akmaktadır. Sabi sübyan ne olduğunu anlamadan, dünyayı tanımadan, hayatı anlamadan katledilmekte... İşkenceler, tacizler, tecavüzler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, saygısızlıklar, sevgisizlik, güvensizlik sonucunda; karamsarlık, umutsuzluk ve korku sarmış bedenleri... Açlık, sefalet, ihanet, vicdansızlık karartmış yürekleri.

Sebep, gücü kaybetmeme, tekelinde bulundurma çabasında olanların dünya ve insanlık üzerindeki etkileri... Düzeltmek için parmağını dahi kıpırdatmayanlar yüzünden dünya cehenneme çevrilmiş durumda...

"Okuyun, okuyun çünkü mürekkebin akmadığı yerden, kan akıyor" diyor şair. Hal böyle iken, ben/ biz ne yapabiliriz? demeden eli kalem tutan, fikir üreten her fert dili döndüğünce, bilgisi yettiğince elinden geleni yapmalı. Sait Faik Abasıyanık'ın "dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey" sözünde ifade ettiği gibi güzelleştirelim etrafımızı... Unutmayalım ki insan düzelirse dünya düzelir.

Toplumları bir kurt gibi kemirip yok etmeyi hedefleyen cehaletin panzehiri olan eğitimin kalitesinin yükseltilmesi, bilim ve aydınlanmanın ışığında çağdaş seviyeye çıkarılması ile istenen hedefe ulaşılması sağlanılmalı. Bataklıklar kurutulmalı...

Bu anlayış çerçevesinde insanın kendini tanıması, bilimin ışığında eğitmesi, çağdaş bir birey haline getirmesi etkili bir yöntem olmakla birlikte; hayatımıza anlam katan varlığımızın sebebi olan sevginin yüreklerde filizlenmesi, ruhun manevi anlamda doyuma ulaştırılması kısaca sevginin yaygınlaştırılması bir çok sorunun önüne geçecektir. Dünyayı sevgi kurtaracak, insanı ve yaratılanı sevmekle başlayacak herşey.
Sevginin yaşanmayıp sadece konuşulduğu, yazıldığı ve engellendiği bir dünyada yaşıyoruz. Konuşuluyor, yazılıyor ancak hissedilmiyor. Yada gösterilmiyor. Hal böyle iken insanlar sevgiyi bilmiyor. İşte bu nedenle dünya üzerinde yaşanan pek çok kötülüğün temelinde sevgisizlik yatmaktadır. Sevgisizlikten kaynaklanan olayların önüne geçebilmek için, artık insanlara sevgiyi öğretmek bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Tıpkı Erich Fromm’un "Sevme sanatı" isimli kitabında ifade ettiği gibi "doktorluğu, mühendisliği, öğretmenliği, marangozluğu öğrendiğimiz bunlara emek ve zaman verdiğimiz gibi sevme sanatını da öğrenebilmemiz gerekiyor.

Sevginin hakim olduğu, insanlar arasında güvenin sağlandığı, vicdanların rahat ve huzurlu olduğu, tüm kötülüklerin yok olduğu bir dünyada yaşamak dileğiyle...

Muhabbetle
Hanife Mert

9 Aralık 2019 Pazartesi

KADIN ROMANCI HANİFE MERT


  Gerek üzerinde çalıştığım yeni kitap projem ve gerekse buyıl 5. si yapılan CNR 5. Mersin Kitap Fuarı dolayısıyla uzun süredir blogumla ilgilenemedim. Ara ara girsem de her hangi bir paylaşım yapamadım. Artık fuar bitti. Fırsat buldukça bloğumda paylaşımlarımı sürdürmek istiyorum. İlk olarak bir söyleşi- tanıtım yazısı ile merhaba demek istiyorum.

 Mersin Gazetesi yazarlarından Bekir Zorba Bey'le yaptığımız söyleşiye istinaden, yazarı bulunduğu bazı bölgesel gazetelerde, köşesinde tanıtım yazısı yayınlamış. Kendisine teşekkür ediyorum.
 21 Kasım 2019 tarihli tanıtım yazısını beni tanımak ve hakkımda bilgi sahibi olmak isteyen blog dostlarımla paylaşmak istedim. Keyifli okumalar diliyorum.


KADIN ROMANCI HANİFE MERT
“ Atacağı adımı bilemeyen, geçmişteki ayak izine bakmalı.” H. Mert

Eğer edebi ölçü söz konusu ise ‘kadın yazar, erkek yazar’ ayrımı ne kadar anlamlıdır? Ancak toplumsal zihniyet bakımından kimi zaman bu bir zorunluluktur. Kanaatimce, pozitif ayrımcılık yapmak ve rol model yaratma adına kadın yazarlar öne çıkartılmalı. Kadın kahramanlar, kadın yazarlar, kadına şiddetin ve ayrımcılığın sıkça görüldüğü günümüzde bir duyarlığın temsilcisi, öncüsüdürler. Kadınlar hakkında onca ahkam kesenler, kadın yazarları okumadan kadınlar için ne diyebilirler ki? Türk toplumunda alışkanlık haline gelmiş ve hatta genel kabul görmüş bir yargıdır. ‘Erkek yazar kadın okur’. Fakat günümüzde bu yargıyı usul usul da olsa tersine çeviren kadın yazarlarımız var. Konuğum Hanife Mert de onlardan biridir.

Hanife hanım, MEŞYAD basın ödülünü aldığım gün ‘Düş Batımı’ adlı ilk romanını imzalayarak bana ulaştırma nezaketi göstermişti. Düş Batımı romanı, kadını merkeze oturtarak parçalanmış bir aile dramını konu ediyor. Kadın yazar olmak bütün haksızlıklara gözünü açmak demektir. Erkek egemen toplumun aldırış etmediklerini, kadın hissiyatı ve gözüyle açığa çıkartmak demektir.

1963 Samsun doğumlu Mert, sadece roman yazarı değildir. Hatta diyebilirim ki onun denemeci yanı roman yazarlığından da ileridedir. Yerel basında, sosyal medyada iki yüze yakın yazısı çıkmıştır. Ağırlıkla felsefe, ilahiyat, sosyoloji ve psikoloji konularında yazmaktadır. Özlü sözler yazmak da ayrı bir uğraşıdır onun için. O, yazarken sorgular. Toplumu, yaşadığımız dünyayı, çelişkileri, olumsuzlukları sorgularken…Aynı zamanda kendi içine doğru bir yolculuk yapmaktadır. Kendini tanımak peşindedir. Çünkü “ Kendini tanıyan, kendini bilendir. Kendini bilen insan kendiyle barışıktır. Dolayısıyla umutludur, hayata olumlu yaklaşır” demektedir. Yaşam felsefesini de şu sözlerle açıklıyor yazarımız: “ Bir yere varmak için insan önce kendine uğramalı, bütün yollar insanın içinden geçer.”

Amatörce yazdığı şiirleri de bulunan Mert, sevginin gücüne yürekten inanır. Sevgisiz hiçbir şeyin yeşermeyeceğini, sevgisiz yüreğin çorak topraktan farksız olduğunu iyi bilir.

Hanife Mert Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Eğitimli bir insan olarak eğitime, özellikle kız çocuklarının eğitimine büyük önem verir. O bakımdan kızlarının iyi eğitim almalarını sağlamış, ikisinin de üniversite mezuniyetlerine fedakarca katkı sunmuş. Ona göre, toplumun yarısını oluşturan kadının kendi ayakları üzerinde durması, ekonomik bağımsızlığı yaşamsaldır. “ Özgür kadın özgür çocuklar yetiştirir. Özgür çocuklar ise özgür toplum demektir” sözüyle bu konudaki duyarlılığını anlatıyor.

Yurdun kuzey ucu Samsun’da başlayan yaşam yolculuğu Muş, Elbistan, İstanbul ve Anamur’un ardından, 1987 yılından itibaren yurdun güney ucu Mersin’de devam ediyor. 2008 yılında Mersin Deniz Ticaret Odası’ndan emekli oldu ve yazılarına daha fazla zaman ayırmaya başladı. İlk romanı ‘Düş Batımı’ 2015’te, ikinci romanı ‘Bakış Acısı’ 2017 yılında yayımlandı.

Mert, bu günlerde iddialı, iddialı olduğu kadar da zor bir proje üzerinde çalışıyor. Hummalı çaba içinde, üçüncü kitabı ünlü şair Orhan Veli’nin biyografik romanını hazırlıyor. Bu konuda Veli’nin yakınlarına ulaştı, nadir bulunan eserlerden faydalandı, kapsamlı araştırmalar yaptı. Hanife Mert’in heyecanından anlıyorum ki çalışması, Türkiye çapında ses getirecek potansiyele sahip. Ulusal çapta bir başarı hikayesine çok ihtiyacımız var. Neden bu çıkışı Hanife hanımla yakalamayalım?

Kendimden biliyorum. Yazarlık bir kere kanınıza girerse dur- durak tanımazsınız. Yeni eserler, projeler zihninizi sürekli meşgul eder. Yazarımız için de bu farklı değildir. Dördüncü kitabının, konusunu şimdiden belirlemiş bile. Yayımlanmış denemelerinden kişisel gelişim alanına giren yazılardan bir seçki yaparak, okurlarının beğenisine sunmak istiyor. Uzun soluklu, zorlu yolculuğunda başarılar diliyorum. Okuru bol olsun!

Gazeteci Yazar Bekir Zorba Bey'e bir kez daha teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum.

Muhabbetle,
Hanife Mert


http://www.inovatifhaber.com/yazar-kadin-romanci-hanife-mert-2681.html
https://www.sokaktanhaber.com/2019/11/kadin-romanci-hanife-mert/
www.mersinsonhaber

29 Ekim 2019 Salı

KUTLU OLSUN CUMHURİYET BAYRAMIMIZ

Cumhuriyet, Türk milletinin yüzyıllar boyunca, özgürlük ve bağımsızlığı uğruna çektiği acıların ve topyekün verdiği mücadelenin sonucunda kazandığı zaferin ürünüdür. 1923 yılında ona en uygun olan, ona yakışan yaraşan bir yönetim biçimi olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet bir yaşam biçimidir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada bir köprüdür. O bir Fazilettir, erdemdir, bağımsızlıktır. Atatürk'ün bize armağanı, gözümüz gibi sahiplenebileceğimiz bir emanettir.

Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu sorumluluğu bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır.

Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bize özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı hediye eden, başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını, malını, varlığını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şüranla anıyoruz.

Cumhuriyetimizin 96. yılı hepimize kutlu olsun.️

7 Ekim 2019 Pazartesi

Sahi Neydi Umut Dediğimiz Şey




 
Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne  alev alev vuran yakıcı güneş ışığının etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu. Lakin derenin kenarındaki dut ağacının yapraklarının hışırtısı, dalların arasından dalga dalga  yayılan ışık huzmesi ile masmavi gökyüzü, ruhu dinginleştiriyordu. Küme halinde uçan serçelerin cıvıltıları ve çekirgelerin sesi insana yaşama sevinci aşılıyordu.
   Her zamanki gibi yine bebeğini kucağına alıp derenin kıyısına, dut ağacının dibine oturdu kadın. Öyle dalgındı ki etrafını kuşatan  güzelliklerin farkında bile değildi. Çünkü onun aklı çok uzaklardaydı… Derenin kıyısında dizlerini bükmüş, sol elini çenesine yaslamış bir vaziyette otururken,  sağ eliyle de çocuğunu kucaklamıştı... Başını önüne  eğdiğinde bendini aşmış, önüne çıkan her şeyi alıp götüren, gürül gürül akan nehiri fark etti. Bakışlarını akan suyun  binlerce metre derinindeki bir noktaya sabitledi. Gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu çileli hayatı. Birden şerit kopuvermiş, film bitmişti. Başını kaldırdı, dalgın gözlerini zorla  çekti akan sudan... Önce beyaz kundakta sarılı yavrusunun üzüm karası gözlerinin ta içine, sonra da masmavi ufka baktı:
-Sanırım bugün de gelmeyecek! dedi. Sanki bebek ne dediğini anlamış da " Kim" diye sormuşcasına cevap verdi.
-Baban, dedi sanırım artık gelmez…
Sonra tekrar gürül gürül  akan berrak suya  baktı dalgın dalgın... Uzaktan gelen minibüsün korna sesi ile irkildi. Bebeğini kucağına aldı, bir taraftan saçından düşen yazmasını acelece düzeltti. Yokuş toprak tepenin üzerinden koşarak  yola çıktı. Minibüs tam da kadının önünde durdu. Kadın kenara çekilerek inenlere baktı soran gözlerle… Artık son kişi de inmişti. Minibüste şöförden başka kimse kalmamıştı. Çekinerek kapının yanına geldi. Şoföre baktı, umutla…Sadece baktı...
Şoför:
-Yok bacım, kocan bu gün de yok! dedi...
  İstanbul’a çalışmaya gitmişti kocası. Para kazanacak, ev tutacak ve sonra gelip bebeği ile birlikte onları da götürecekti. Gidiş o gidiş... Bir daha haber alamamıştı kocasından... O, her şeye rağmen umudunu yitirmeden, sabırla çaresiz bekleyişini sürdürüyordu. Gelmeyeceğini bile bile...
Onu çaresizlik içinde her gün yavrusu ile birlikte, dere kenarına getiren, içinde kaybetmediği umuttu.
   Neydi umut dediğimiz şey? Çıkmayan candan vazgeçilmeyen inanç mı? Ya da aza kanaat eden fakirin sofrasındaki katık mı? Yoksa gelmeyecek kocasını bekleyen kadının yuvasındaki saadet miydi?
  Umut çıkmayan canda saklı olan sabırdı, mücadeleydi, heyecandı, hüzündü, inanmaktı, hayal etmekti, istemekti, beklemekti. Kısaca insanı hayata bağlayan ölüm ile hayat arasındaki uzunca köprüydü.
  Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı da… İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla, inançla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasındaki çorbada, kimi zaman zenginin bankadaki hesabında, bir hastanın ilacındaki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin saadetinde, haksızlığa uğramış bir mazlumun adaletinde gizli..
  İnsan umuda en fazla çaresizliğin pençesinde çabalarken ihtiyaç duyar. Çünkü umut çaresizliğin girdabında çabalarken anlamlıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır.
Yapmak istediklerinizin peşine düşmek. Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek…
Bu çok kolay değil elbet… Hatta hiç kolay değil. Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü? Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek “olay daha bitmedi” diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan…
  Kimi zaman da umut eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vazgeçmek yaşamaktan vazgeçmek demek değil midir? Çünkü insan umut ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerdedir.
   Yaşamınızda umut ışığınız hiç sönmesin…!
Muhabbetle,
Hanife MERT


Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...