7 Kasım 2013 Perşembe

Devlet Nişanından "T.C" İbaresi ve "Atatürk" Silueti Kaldırıldı!!


Her güne yeni bir sürpriz kararla başlıyor, yada sürprizle günü bitiriyoruz. Daha ne olduğunu anlamadan "Neden" "Niçin" sorularının yanıtını bulamadan, bir başka olayla bir önceki karar sanki ört bas ediliyor yada yeni gündem oluşturularak toplumun dikkatini farklı yöne çekmek mi isteniyor acaba diye kendime soruyorum.
Öğrenci evleri ile ilgili tartışma sonuca bağlanmamışken hemen ardından, Devlet nişanlarından T.C ibaresi ve Atatürk siluetinin kaldırıldığı haberini öğrendik. Her şey öyle hızlı gelişiyor ki. Bir vatandaş olarak sorgulamak gerekçesini öğrenmek mümkün değil...Hoş öğrendiğimizde ne oluyor ki?...

Devlet nişanından "T.C." ve "Atatürk" kaldırıldı
Türkiye'nin nişanlarında artık T.C. kısaltması ve Atatürk silüeti yer almayacak. Madalya ve nişan yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, devlet nişanları üzerindeki Atatürksilüeti, Cumhuriyet nişanlarındaki T.C. kısaltması kaldırıldı. Liyakat nişanları da yenilendi.Yeni devlet ve Cumhuriyet nişanları ilk kez Norveç Kralı'nın ziyareti sırasında görüntülendi.
Bakanlar Kurulu'nun yaptığı değişiklik ve Cumhurbaşkanı'nın onayıyla Resmi Gazetede yayınlanan resmi nişanlarda değişiklik yapılmasına ilişkin yönetmeliğe göre nişanların tasarımı değişti...
Türkiye ile ilişkilerin gelişmesini sağlayan yabancı ülkelerin vatandaşlarına verilen devlet nişanının eski halinde, ön yüzde ortada Atatürk silüeti, arka yüzünde ise T.C. Devlet nişanı yazısı vardı. Nişanın yeni görünümünde boyutu büyüdü, Atatürk silüeti ve T.C. Kısaltmaları çıkarıldı, ay yıldız motifine ağırlık verildi. 
Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlayan yabancı devlet adamlarına verilen Cumhuriyet nişanının eski halinde, nişan üzerinde Türkiye Cumhuriyeti kısaltması olan T.C. harfleri yer alıyordu. Yeni nişanda Türkiye Cumhuriyeti'ni ay yıldız sembolize etti, T.C. Harfleri kaldırıldı. Nişanın arka yüzünden de "T.C. Cumhuriyet Nişanı" yazısı kaldırıldı.
Liyakat Nişanı ise Türkiye'nin bilim ya da sanat alanlarında yurt dışında tanıtımına katkı sunan yabancı ülke vatandaşlarına veriliyor. Bu nişarın eski halinde kalem ve kılıçla figürleri kullanılıyor, nişanın üstünde ay yıldız bulunuyordu. Yeni tasarımda ise ay-yıldız ve tarihteki 16 Türk devletini temsilen 16 yapraklı bir çiçek yer alıyor. 
www.cnnturk.com

Daha önce de Sağlık Bakanlığı, Valilik ve Ziraat Bankası gibi kurumlardan "T.C." ibaresinin kaldırılması tepkilere neden olmuştu.Gelen tepkiler üzerine yetkililer 'tabelaya sığdıramadık' gibi gülünç açıklamalar yapmıştı.
Son olarak, akşam haberlerinde izledim; Diyarbakır'ın yeni mahalle ilçesinde "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" yazan tabela valilik kararı ile yıkılmış. Gerekçe tabela çok eskimiş kötü görünüyormuş...
Milli değerlerimize yapılan bu üzücü, incitici durum karşısında  suskunluğumuzu muhafaza ediyoruz. Gelişen olayları tepkisiz izliyoruz. Acaba farkında değil miyiz? bu gelişmeler bizi aydınlık yarınlara taşımak yerine karanlığa mahkum edecek bir durumla  karşı karşıya bırakıyor. Bu ise yüzyıllardır bir arada yaşayan toplum olarak bizleri ayrıştırmış, ötekileştirmiş ve farklılaştırmıştır. İnsanları bir arada tutan toplum denen olgunun temeli içten çökmeye başlamıştır. 
"Sahipsiz vatanın batması haktır,
Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır."(Mehmet Akif Ersoy)
Muhabbetle.
Hanife Mert

4 Kasım 2013 Pazartesi

Tevazu ve Kibir

İnsanı gerçek sevgiden uzaklaştıran, sevginin oluşmasını engelleyen sebeplerin başında gelir, çağın hastalığı olan kibir... Özünü bencillik, çıkarcılık, samimiyetsizlik, kendini üstün görme ve ben bilirim, ben doğruyum gibi egosunu ön plana çıkaran düşünceler oluşturur. 
Gerçek sevginin oluşması için öncelikle kibre neden olan bencillik, çıkarcılık, samimiyetsizlik gibi engellerin kaldırılması gerekmektedir. Kibir, sevginin oluşmasını engelleyen en önemli sebeplerden biridir.
Kibrin zıddı tevazudur.Tevazu ise sevginin olmazsa olmaz şartlarındandır.
Kibirli olan insan kendini diğer insanlardan üstün görür.Bu haliyle de en çok kendine değer verir. Diğer insanları gözünde kendinden daha değersiz, daha aşağı görür. En akıllı, en vicdanlı, en saygın, en doğru, en güvenilir insanın kendisi olduğuna inanır. Dolayısıyla, bu bakış açısına sahip olan bir insanın, kendisinden daha değersiz gördüğü bir kişiye bağlanması, onu sevmesi, onun için fedakarlıkta
bulunması, kalbinde ona karşı gerçek bir sevgi duyması pek mümkün değildir. Bu sebeple sevgi ve kibir birbirine tamamen zıt iki özelliktir.
Kibirli bir insan ne başkaları tarafından sevilir, ne de kendisi başkalarına karşı derin bir sevgi besler.
Kibirli birinin sevgisiz bir hayat sürmesinin bir çok sebebi vardır. Kibirli insanlar, kendilerini yüceltme isteğinden dolayı genellikle alaycı bir karakter sergilerler. Çevrelerindeki insanların kusurlarını dile getirdiklerinde, kendi üstünlüklerini daha iyi vurgulayabileceklerini düşünürler. Böyle birine hiç kimse kalbinde samimi bir sevgi beslemez.

 Mevlana Mesnevisinde şöyle bir hikaye anlatır;
Kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturduğu yerine. Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
-Sen hiç gramer okudun mu?.. dil biliminden anlar mısın?
Kayıkçı:
-Hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-Vah vah dedi Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!..
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgar şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. Denizde fırtına çıkmış, bilgin korkmaya başlamıştı.
Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. Gördü ki artık kurtuluş ümidi yok, Bilgine dönüp sordu:
-Efendim, yüzme bilir misiniz?
Bilgin:
-Ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
O zaman kayıkçı:
-Vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız...

Hikayemizde de görüldüğü gibi kibirli insanlar, kibrinden dolayı zor durumda kalma ihtimallerini göz ardı etmektedir.
Tevazu sahibi mütevazi insanlar ise, kibirli insanın aksine çok sevilirler. Zira böyle insanlar karşısındaki kişiye değer veren, edepli, güzel ahlaklı, empati kurabilen insanlardır. Böyle bir insan, hiçbir konuda “en iyiyi ben bilirim iddiasında bulunmaz, gurur yapmadan karşı fikre de saygılı olur. Doğruya karşı direnmez, yanlışa karşı öfkeyle yaklaşmaz. İnsanların sorunlarına karşı duyarlı davranır ve ince düşünceli olur. Hiçbir konuda bir üstünlük iddiası olmadığı için, “önce o sevgi göstersin, önce o selam, versin, önce o benimle konuşsun” gibi kibirden kaynaklanan hesaplar yapmaz. Karşısındaki insan katı ve kibirli olsa bile, alçak gönüllü davranır. Herkesin fikrine önem verir, herkesin selamına en güzeliyle cevap verir, yüreği herkese karşı sevgi ve saygı dolu olur.
Uyumlu, her fikre açık, hiçbir konuda kibir yapmayan, her zaman karşısındaki insanları onore eden, onlara önem veren insan modeli oluşturur. Bu nedenle tevazulu insanlar çok sevilen sayılan insanlardır.

İnsan nereden gelip nereye gideceğine bakmalı, yaratılış amacını iyi idrak etmeli...Kibirden uzak durmalı.

Hanife Mert

28 Ekim 2013 Pazartesi

Cumhuriyet Bayramımızın 90. Yılı Kutlu Olsun.


"Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun idare Cumhuriyet idaresidir."

                                                                                            
Cumhuriyet, Türk milletinin yüzyıllar boyunca, özgürlük ve bağımsızlığı uğruna çektiği acıların ve top yekün mücadelenin sonucunda kazandığı zaferin ürünüdür. 1923 yılında ona en uygun olan, ona yakışan yaraşan bir yönetim biçimi olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet bir yaşam biçimidir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada bir köprüdür. O bir Fazilettir, erdemdir, bağımsızlıktır. Atatürk'ün bize armağanı, gözümüz gibi sahipleneceğimiz bir emanettir.

Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu mesuliyeti bizden sonraki nesillere aktarmak  hepimizin boynunun borcu olmalıdır.


Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bizim özgür bağımsız bir ülkede yaşamamıza vesile olan başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını bu vatana feda eden tüm  şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anıyoruz. Cumhuriyet Bayramımız  hepimize kutlu olsun.

Hanife MERT











27 Ekim 2013 Pazar

Gülçin Nur'un Mimi.



Sevgili Gülçin Nur'da bayramdan önce beni mimlemişti. Malum sebeplerden dolayı geciktirdim.Lafı uzatmadan cevaplara geçmek istiyorum;
*Evde yalnız kaldığınızda ne yaparsınız?

-Evde yalnız kaldığımda öncelikle ev işlerimi yaparım. Daha sonra çay ya da nescafemi alır bilgisayarımı açar bloğlarıma bakarım, ruh halim müsaitse yazılarımı yazarım,kitap okurum, müzik dinler tv de ilgimi çeken bir proğram bulursam onu izlerim, ya da uzun süredir görüşemediğim arkadaş, eş dost, akrabalarımla telefon görüşmesi yaparım.

*hakkımda 20 gerçek*
- Doğru ve dürüst olmaya özen gösteririm
- Cana yakın ve sıcak pozitif bir yapım olduğu söylenir.
- Mümkün olduğu kadar hoş görü ve alçak gönüllü olmaya gayret ederim.
- Sahiplenme ve sadakat hissi çok fazla gelişmiştir.
- İnsanlarla kolay anlaşırım. 
- Yardım etmeyi, insanların sıkıntılarına ortak olmayı çok severim.
- Güven benim için çok önemlidir. Verdiğim söz benim için senet hükmündedir. Mutlaka yerine getirmem gerektiğini düşünürüm. O yüzden söz verirken ince eler sık dokurum.
-Yaptıklarımdan kolay kolay pişmanlık duymam. Pişman olacağım kararlar vermekten kaçınırım.
-İçi dışı bir olan biriyim. Öyle içten pazarlıklı hesapçı biri değilim.
- Hiç kimseye karşı kötü bir düşünce içine girmem. İnsanları severim. Dürüst, mert, açık sözlüyümdür. 
-Kıskanç değilim. Sevdiklerimin sahip oldukları her şey beni mutlu eder.
-Kolay sinirlenmem ama eğer sinirlenirsem de yıkar geçerim. İnatçı değilim. Önceleri ölümüne inatçıydm. O yönümü törpüledim, artık değilim :)
- Hislerim kuvvetlidir. Çoğu şeyi hissederim.
- Kişileri kolay yargılamam. Her durumda empati kurmaya özen gösteririm. .
-Okumayı, yazmayı, her konuda sohbet etmeyi severim.
-Güzel ahlak, edep, saygı olmazsa olmazlarımdandır. Saygısızlığa asla tahammülüm yoktur.
-İnsanın kendi ile barışık olmasını ve ruh dünyasını ihmal etmemesi gerektiğini düşünürüm. Çünkü insanın aradığı merak ettiği her şey kendinde gizlidir. Orası bir deryadır bilene. 
- Ev temizliği dışında takıntılarım yoktur. Ancak bazı adetlerin ve ananevi davranışların devam etmesi konusunda birazcık çaba gösteririm.
- Çocuk yetiştirme konusuna çok önem veririm. Milli ve manevi değerlerimi ilgilendiren konularda asla duyarsız kalmam. Elimden her ne geliyorsa neyi yapabiliyorsam onun gereğini yerine getirmeye gayret ederim.
- İnanç konusunda araştırma öğrenme imkanlarım dahilinde yaşama ve bildiklerimi paylaşmaya özen gösteririm. Benim yapmadığım bir şeyi kimseye tavsiye dahi etmem.
-İnsanların arkasından konuşmak ya da gıybet etmek hiç sevmediğim davranıştır. Eğer bu eylemi yapmışsam mutlaka ilgiliye uygun bir dille arkadan bunları söyledim derim. Yüzüne söyleyemeyeceğim bir şeyi zaten arkadan konuşmam.
-Sorunlarla çok fazla ilgilenmem. Daha çok çözümü ilgilendirir beni. Eğer bir sorun varsa mutlaka onun bir de çözümü vardır derim ve bulmaya çalışırım. İnsanları, hayvanları doğayı çok severim Yaratılanı severim Yaradandan ötürü...

Sevgili Gülçinciğim lütfen beni bağışla. Mimini cevaplamayı geciktirdim. Deeptone yazdığım nedenlerden dolayı...Teşekkür ediyorum, sağlık ve mutluluklar diliyorum.
Sevgi ve muhabbetle.

Hanife MERT

*Dileyen dostlar bu mime cevap verebilirler...

DEEPTONE (SADE VE DERİN) MİM'İ

Sevgili deeptone (SADE VE DERİN) beni mimlemişti. Aradan uzun zaman geçmesine ve bu mim olayında acemi olmam ve en önemlisi de kış temizliği, bayram temizliği, seyahat gibi nedenlerden dolayı ilgilenememiştim. Sevgili deeptone sözümü tutuyor ve mimi cevaplıyorum. Bu mim sanki bizim ortaokulda, lisede iken anket defterimiz olurdu. Hatırlayanlar vardır mutlaka... O anket defterindeki sorularla benzeşiyor. Sözü uzatmadan soruları cevaplamaya çalışayım;
1. En çok kırıldığın/incindiğin kelime?
- Öyle direk beni kıran belli başlı bir kelime yok. Kırılmak ve incinmek benim ruh halimle alakalıdır. Bakarsınız hiç kırılınmayacak basit bir kelime veya mimik hareketi kırar, ya da gerçekten kırılınması gereken bir kelimeye de kırılmam.
2. "Herkesin kullandığı bir kelime olur, ama senin için bir insan olur, o özel insan o kelimeyi kullanınca "alınırsın" ne düşünüyorsun?
- Benim için özel olan bir insanın bana kullandığı kelime de özeldir. Bu nedenle başkasına kullanması beni üzer.
3. Seni en çok duygulandıran şarkı?
- İçinde özlem, hasret, vuslat barındıran her hüzünlü şarkı türkü beni duygulandırır.
4. Daha önce seni bırakan birisi geldi senden ikinci şans istedi sen de verdin ama buna rağmen yine bırakıp gitti...Şimdi pişman! Ne yaparsın, ne hissedersin?
- Bu soruyu pas geçiyorum.
5. Nefret mi Aşk mı?
- Nefret etmekten nefret ederim. Aşk, sevgi, dostluk.
6. Birinin kalbini kırdığında nasıl gönlünü alırsın?
-İlk olarak ondan özür dilerim. O da kabul edecektir.
7. Nasıl ağlarsın? Bağırarak mı? İçine akıtarak mı?
-Duruma göre değişir. Genelde sessizdir ağlamalarım.
8. En korktuğun şey?
-Bu soruyu da pas geçiyorum.
9. Ruhun sıkıldığında ne yapmayı seversin? Kendini nasıl sakinleştirirsin/dinlendirirsin?
- Ruhum sıkıldığında dua ederek, konuşarak, müzik dinleyerek ve okuyarak sakinleştiririm kendimi.
10. Bazen kızılmasından hoşlanırsın, peki en çok ne için kızılmasını seversin?
- Kızılmasından pek hoşlanmam.
11. Şiir/müzik/öykü/deneme?
-Hepsi desem.
12. En son ne için ağladın?
- Annemin rahatsızlığı için ağladım.
13. Birinde hemen etkilendiğin özellik?
Cana yakınlığı, sakin ve güler yüzlü olması.
14. Dayanamadığın şey?
-Yalan ve iftira
15. En sevdiğin duygu?
Sevgi, dostluk.




Bu sorulara cevap vermek isteyen, arzu eden herkes mimlidir...

Sevgilerimle.

Hanife Mert

17 Ekim 2013 Perşembe

Gesi Bağlarında Dolanıyorum Türkü Hikayesi



Gesi Bağları’nda dolanıyorum
Yitirdim yarimi (anam) aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
***

Bu hüzünlü türküyü muhtemelen hepimiz bir şekilde dinledik..Bazı yerlerde her ne kadar oyun havası tarzında çalınsa da özünde bir kadının feryadıdır, kendisini bırakıp giden sevdiğine ve gurbete gelin gönderen ailesine... Kadın olmak her dönemde zordur, özellikle de onlarca yıl önce kadının birey olarak değer görmediği yıllarda Anadolu’nun bir köyünde ailesinden sevdiklerinden ayrı bir kadın olmak… Hikayemize konu olan kadın da bu tarzda zorluklar karşısında feryadını bir türküyle dile getirmiş ve yıllar boyu aynı acıları çeken insanların hislerine tercüman olmuş. Ayrılık acısını dile getiren en güzel türkülerden birisidir “Gesi Bağları”…
Gelelim hikayemize…
Bundan yıllar önce, insanların yolculukları binek hayvanları ile uzun sürelerde yaptığı, elektriğin, telefonun, motorlu ulaşım araçlarının olmadığı devirlerde, insanlar için hayat günümüzdeki kadar kolay değildi. Teknolojinin getirdiği günümüz imkanlarının bir anda olmadığını düşünün… Günümüzde temel ihtiyaç olan çamaşır makinesi, buzdolabı, elektrikli süpürge, cep telefonunu bırakın telefon bile yok… Saatler hatta dakikalarla ifade edilen sürelerde gidilebilen yerlere gün ya da günler süren yolculukla türlü tehlikeleri göze alarak gidilebildiğini düşününün. Ne kadar zor değil mi? Özellikle genç nesiller için temel ihtiyaç olan ve kolaylıkla aileleri tarafından alınan cep telefonlarının olmadığını bile düşünmek en büyük işkencedirJ İşte öykümüz hayatın teknoloji nimetlerinden yoksun olduğu ancak insan ilişkilerinin, toplumsal dayanışmanın yeterince önemli olduğu, bu dönemlerde geçiyor…
Geçmiş dönemlerde bir ailede kız çocuğu doğduğu zaman ona ölü gözüyle bakarlarmış. Zira o dönemlerde bu çocuk büyüdüğünde başka bir eve gelin gidecek ve belki ailesi ile bir daha hiç görüşemeyecek… Kendi evinde misafir, gelin gittiği evde ise yabancı olarak, dışarıdan gelen “gelin” olarak muamele görecek… Bir mecliste sessizlik oldu mu “kız doğmuş gibi neden sessizsiniz” denmesi ya da her tarafın ışıklandırıldığı bir ortamda “oğlan doğmuş gibi neden her taraf yanıyor” denmesi kız çocuğunun daha doğarken kaderinin ne olacağını gösterir gibidir.
Vaktiyle köyün birinde kaderi daha doğarken yazılan bir kız çocuğu dünyaya gelir. Kendisi için hiç de kolay olmayan bir dünyaya gözlerini açar. Genç kız olup evlenecek çağa geldiği zaman ise Gesili bir delikanlıya gönlünü kaptırır. Delikanlı da onu beğenir. İki gönül bir olunca büyükler yola düşer. Delikanlın ailesi Gesi’den kalkıp kızın köyüne gider ve kızı isterler. Adetler töreler derken düğün günü gelir çatar. Bir yanda sılası bir yanda sevdiği… Yüreğe söz dinletmek zordur. O da dinletemez ve gönlünün açtığı yola seve seve koyulur ve düşer kocasının peşinden Gesi yollarına…
Gesiye girerken yollar ayrıldı
Bindim arabaya başım çevrildi
Selvi saçım sol yanıma devrildi
Ölüm olamasın ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun
İlk günler, cicim ayları, elbette her evlilikte güzeldir. İlk zamanlar sevdiği yanında mutlu bir hayat sürmeye başlar. Yaşamak için yemek, yemek içinde para gerekli.. hayatın idamesi için çalışmak gerekli. Eğer ekip biçecek toprak da yoksa insan gurbete mahkumdur. Sevdiği de evin erkeği, çalışmak zorunda… para kazanmak zorunda… mecburen evinden ayrılıp çalışmaya gurbete gider. Elleri kınalı taze gelin, her ne kadar durumdan mutsuz olsa da, kaderine boyun eğer.
Gesi bağlarının gülleri mavi
Ayrıldım yârimden gülemem gayri
Alımı yeşilimi giyemem gayri
Yas tutsun ellerim kına yakamayayım
Kör olsun gözlerim sürme çekemeyeyim
Ayrılığın ilk günlerinde yaşama hevesini canlı tutan yar mektupları gelin kıza taze kan olur.. Ancak gel zaman git zaman sevdiğinden gelen iki satır mektuplarında ardı kesilmeye başlar.
Gesi bağlarında has nane biter
Bana bir hal oldu ölümden beter
Sevdiğimin ettiği canıma yeter
Yaz yaz mektubu postaya bırak
Varamam yanına yollar uzak
Sevdiğinin yadigarı çocuk da dünyaya gelince hayat evli, çocuklu ve yalnız bir kadın için tüm zorluklarını göstermeye başlar…
El kadar anlımda türlü türlü yazım var
Evvel başımdı şimdi körpe kuzum var
Bir rivayete göre kocası gurbette vefat eder, bir başka rivayete göre de başka bir kadınla evlenip hayatına orada devam eder. (Türkünün özgün metninde buna dair bir ibare bulunmamaktadır.)
Kocasından haber alınamayınca, kocasının ailesi ile yaşamaya da mecbur kalır. Çünkü köyüne gidemez artık, kız çocuğu evine geri ancak kefeniyle dönebilir… Bir de çocuk var.. ya çocuktan ayrılık ya da her türlü cefaya katlanmak… Hani dedik ya kadın kendi evinde misafir, gelin gittiği evde de sonradan gelen yabancı olarak hayatını sürdürmeye devam eder diye. Ancak bu yabancı olma halini kocasının ailesi de fazlasıyla hissettirir. Bir yandan kayınvalidesi, diğer yandan kayınbabası ona hayatı zindan ederler. Ancak o tüm olan bitenleri alın yazısı olarak nitelendirir...
Gesi bağlarında gülünen çayır
Ana ben ölüyorum başını çevir
Kaynatam imansız güveyin gavur
Ne diyeyim ağlayayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı
Daha sonra ona ne oldu bilinmiyor ancak feryadını tüm insanlığa miras bıraktığı türkü ile dillendirmeyi başarmıştır. Anadolu insanı bu türküyü ondan almış, onu ve türküsünü bağrına basmış, ölümsüzleştirmiş. Ondan sonra bu acıları yaşayan herkes için adeta bir marş olmuş ve üzerine kendi acılarını ekleye ekleye türkü bu günlere gelmiştir.

Türkünün mevcut 104 kıtası bulunmakla birlikte bunun çoğunluğu aynı acıları paylaşan insanlar tarafından eklenmiştir.


Yöresi : Kayseri
Kaynak Kişi : Ahmet Gazi AYHAN
Derleyen       : Mehmet KAYA

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...