24 Temmuz 2012 Salı

Sevgi üzerine sözler..



Anladım ki insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse, Allah'a yaklaşır; çünkü o sevgiyi yaratandır...


                          LEV TOLSTOY


















20 Temmuz 2012 Cuma

Dost ile Dost muyuz?

...Nasılki sizi evine davet eden ve sizden en ufak bir beklentisi olmayan bir arkadaşınızın, siz daha gelmeden sizin sevdiğiniz yemekleri, yatacağınız yeri, sizin memnun kalacağınız hizmetleri s hazırlamaya girişmesi, bu arkadaşınızın size olan sevgisinin ciddi bir delilidir. Ve aynı zamanda bu yapılanlar sizinle yakınlığa, yürekten dost olmaya bir davetiyedir. İşte, Alemlerin Rabbi olan Allah, her şeyden yüce, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde bizi kendi mekanına davet etmişti. Hem de biz gelmeden önce sevdiğimiz ve sevebileceğimiz her şeyi hazırlamıştı. En aciz olduğumuz zamanlarda bizi en fazla seven ve bize en sevgili olan hizmetkarlarını emrimize vermişti. Gözlerimizi açtığımız yüzler, yüzlerin en sevgilileri, gördüğümüz gökyüzü mavilerin en güzeliydi, sevmiştik. Toprağın kahverengisini, denizin mavisini, ağacın yeşilini tereddütsüz beğenmiştik. Bize ikram ettiği ellerimizi, ayaklarımızı, gözlerimizi dünyalara değişmezdik. Oysa mecbur değildi bunca güzelliği bir arada yaratmaya, bunca ikramın hiçbirini yapmaya… Öyle ise mecbur olmadığı halde bu kadar ikramlara boğması dostluğa açık bir davetten başka bir şey olamazdı.

Nihayetsiz bir sukunet ve tevazuyla “Ben gelmeye hazırım, ya siz hazır mısınız? İkram etmeye hazırım, benim verdiklerim müstesna ikram edecek bir şeyiniz yok, esirgeyecek misiniz? Ben sizden gelecek her türlü sıkıntıya, mihnete razıyım, yeter ki af dileyin bağışlamaya hazırım, ya siz benden gelebilecek sıkıntılara katlanmaya sabredebilecek misiniz? Çağırın, çağrınıza icabet etmeye hazırım, siz benim çağrılarıma açık mısınız? Ben dostum!” diyordu yücelerin yücesi Allah. “Ya siz dost musunuz?”…

Lebbeyk! Allahümme lebbeyk!…

“Keşke bizi de çağırsa” demiyor muyduk dost için, dosta dostluğu ispat için. “Hazırım!” diye dostluğumu ilan edebilmem içindi çağrılar, ibadetler bunun içindi. İcabetin olmadığı bir dostluğun tasavvuru elbette mümkün değildi. Mümkün bir dostluğu daha kurulmadan iptal etmek, kurulmuş bir dostluğu riske etmek için acaba kaç çağrı beklemem gerekirdi? ...


17 Temmuz 2012 Salı

Vazgeçtim..



Vazgeçtim..
Vazgeçemediklerimden
Başıma gelmesinden korktuklarımdan
Tüm keşkelerimden
Tüm eksiklerimden ve tüm fazlalarımdan .....
Fazla düzgün taraflarımdan
Sevdiğim tüm arızalarımdan
Fazla emek verdiklerimden
Hatta hiç vermediklerimden
Tüm iddialarımdan
Dibini bildiklerimden
Yüzünü bile görmediklerimden vazgeçtim...
Vazgeçtim...
Verilmeyen sevgiyi almaya çalışmaktan
Yeterince iyi olursam sever beni umudundan
Bedeli ödenmiş tüm bulduklarımdan
Ücretini ödemeden alamadığım tüm sevgilerden
Aramaktan korktuklarımdan
Bilmek istemediğim tüm bildiklerimden
Görmek istemediğim tüm gördüklerimden
Kendimi kandırdığım tüm yalanlarımdan
Gözümün önüne konduğu halde bakmadıklarımdan
Yıkmaya çalıştıkça önüme dikilen tüm duvarlarımdan
Vazgeçtim...
Vazgeçtim...
Yıllarca istediklerimden,
Beklediklerimden,
Kapısını defalarca çaldıklarımdan,
Peşi sıra gittiklerimden,
Gözlerimi sıkıca kapatıp,
Gerçek olduğuna inanamadığım tüm yalanlarımdan,
Sevmediğim tüm doğrularımdan,
Vazgeçtim...
Ama
Bir sen vazgeçmedin benden,
Bir sen bekledin beni.
Bir sen dinledin.
Hiç ümidi kesmedin benden.
Her zaman için sesimi duyurabildiğim kapım oldun.
Tanıdık bir ses oldun yüreğimde,
Hiç bırakmadın beni bilmediğim yerlerde.
Yönümü hep seninle buldum.
Ben her vazgeçtiğimde,
Sen daha sıkıca tuttun elimden,
Daha çok sevdin sanki
Daha çok hissettirdin sevgini
Teselli ettin beni.
Ne ile teselli olacağımı Senden daha iyi bilen var mıdır ?
Ey vazgeçtiğim her şeyden yeni umutlar Yaratan !
Ey kapanan her kapının anahtarını yanında saklayan !
İyi ki yarattın beni
İyi ki sevdin
Ve iyi ki vazgeçmedin benden....

alıntı

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Hayatın İçinden Satır Araları.. TATİL



Yaklaşık bir haftadır bloğuma girip siz değerli dostlarımın paylaşımlarını okuma ve yorumlama fırsatını bulamadım. Ara ara tesadüf ettiği zamanlarda da genel olarak bakabildim.

Bizim tatil demiyeyim, aile ziyaretimiz bu defa çok plansız proğramsız alelacele oldu.Hani hepimizin bildiği bir deyim vardır, “iki ayağını bir papuca sokmak” tam da böyle başladı. Eşimle Anamur’a  gitme tarihini netleştirememiştik. Geçen hafta Salı günü öğleye doğru, ben kahvaltı hazırlamaya koyuldum, eşim ekmek alma düşüncesi ile evden çıktı. Ben kahvaltı masasını hazılamıştım ki, eşim telefonla  aradı. Hemen valizi hazırlayın ve çarşıya gelin ben bilet aldım, otobüsle Anamur'a gidiyoruz!. Ben şaşkın birazda tedirgin bir durumda alelacele valizi hazırladım. İlk aklıma gelen şeyleri yaptım ve kızımla evden çıktık.. yaklaşık onbeş- yirmi dakika sonra otobüs geldi ve bizim ilginç Anamur yolcuğumuz başladı..

Yolcuğumuz başladı, başlamasına ama, bende de ardı arkası kesilmeyen soru silsilesi başladı.Öncelikle almayı unuttuğum şeyler gelmeye başladı bir bir aklıma. Telefonu almışım, şarj cihazı kalmış, fotoğraf makinesi alınmış, şarj cihazı unutulmuş, unuttuğumuz daha neler. Sonrasında klasik sorular;acaba, tüpü kapattım mı, balkon kapılarını kapattım mı, elektiriği kapattım mı, kahvaltılıkları dolaba yerleştirdim mi? Sonu “mi” ile biten soru cümleleri öylesine meşgul etti ki zihnimi, o güzelim doğa ve deniz manzaralarını izleyip huzur bulma zevkinden beni mahrum etti.. Artık yapılabilecek bir şey yoktu. Çünkü artık yolculuk başlamıştı.. Anamur'da yaklaşık bir hafta kaldık.Mersin'e döndüğümüzde gördüm ki; tüm endişelerim, kafama takılan sorular yersizmiş. Her şey yerli yerinde..İşte kadın olmak, eş olmak, anne olmak böyle bir şey dedim.Koskoca evin ailenin yuvanın sorumluluğu senin üzerinde..Bilinç altımıza öylesine yerleşmiş ki, sorumluluk duygusu. Evde Düzen ve intizamın sağlanması için özel çaba gerekmiyor. O düzeni zaten farkında olmadan sağlıyorsun.. Bu yolculuğun ardından, sizlere Anamur hakkında küçük bir bilgi vermek isterim..


Masmavi denizi, çam kokusuyla, ormanlarla kaplı harika doğal güzelliklere sahip bir ilçe Anamur. Meşe, çınar, kavak, çam ve daha pek çok çeşit ağaç ve bitki çeşitleriyle donanmış zengin bir doğal yapısı var.
Anamur, Mersin iline bağlı turistik bir ilçedir. Anamur’un Yıllık sıcaklık ortalaması 20-24 derece civarında, nüfusu ise 60 bini aşkın.
Anamur ilçe olmasına rağmen aslında il olmaya aday nitelikte. Akdeniz bölgesinin de önemli turistik bölgelerinden biri.


Anamur’un Tarihi

Anamur antik çağlara kadarki geçmişinde sırayla Kizuvatlalılar, Hititler, Asurlular ve Persler’in egemenliğine girer. Anamur, MÖ 333 yılında Büyük İskender’in burayı ele geçirmesiyle Makedonya Krallığı’na bağlanır ve “Anemurium” ismini alır.
Anemurium’un anlamı ise “Rüzgarlı Burun” dur. Anamur, MÖ 1. yüzyılda Roma, ardından Bizans egemenliğine girer ve Bizans döneminde tekrar inşa edilir.

Anamur daha sonraları sırayla Arap, Bizans’, Anadolu Selçuklu, tekrar Bizans ve Kilikya Ermeni Krallığı’nın eline geçer. Anamur, Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat’ın, Ertokuş Bey’i kıyı şehirlerinin alınmasıyla görevlendirmesi sonucunda, 1228 tarihinde Selçuklu’nun 1243 tarihinde tekrar Kilikya Ermeni Krallığı’nın, 1275 tarihinde Karamanoğlu Beyliği’nin elinde bulunur ve 1471 tarihinde ise Osmanlı İmparatorluğu Anamur’u fetheder.

Anamur Yaylaları
Anamur’da halk, yazın 40-45 dereceye varabilen çok sıcak zamanlarda, Torosların yüksek serin kesimlerindeki küçük yayla köylerine giderler ve 3 ay gibi bir süre burada kalırlar. Anamur İlçesi’nde yayla turizminin yaygınlaşmasıyla, yaylaların altyapıları da tamamlandı.

Yayla köylerinde halen gelenksel mimariye uygun olarak taştan toprak damlı, tek gözlü, içinde ateş yakma yeri (ocaklık) ve baca yer alan, bir veya iki pencereli olarak da yapılmakta. Bu evlere evcik adı verilmekte.

Yeni modern yapılar inşa edilirken de eski evler tamamiyle yıkılmayıp, toprak damlara beton dökülmek sureyitle, pencerelere de demir panjurlar eklenir.

Anamur İlçesi’nin en kalabalık yaylası Abanoz Yaylası’dır. Diğer bilinen Anamur Yaylaları ise Akpınar Yaylası, Kozağacı Yaylası, Kaş Yaylası, Elbalak Yaylası, Halkalı Yaylası, Çandır Yaylası, Bodrum Yaylası’dır.


Anamur’un Tarihi, Gezi, Turistik Yerleri

- Mamure Kalesi

- Anamurium antik kenti

- Titiopolis antik kenti

- Ak Camii

- Ala Köprü

- Ören beldesinde bulunan tarihi evler

- Anamur Müzesi

- Azıtepe

- Pullu milli parkı

- Dragon Vadisi

- Anamur hamamları

- Anamur mağaraları



Anamur’un Köyleri

Akine Köyü, Emirşah(Ceritler) Köyü, Karadere Köyü, Alataş (Kızılkilise) Köyü, Kaşdişlen Köyü, Malaklar Köyü, Çeltikçi Köyü, Bozdoğan Köyü, Ovabaşı(Frenk) Köyü, Korucuk Köyü, Aşağı Kükür Köyü, Yukarı Kükür Köyü, Lale Köyü, Çaltıbükü Köyü, Çamlıpınar Köyü, Çamlıpınaralanı Köyü, Çataloluk Köyü, Demirören (Melleç) Köyü, Evciler Köyü, Güleç (Orhana) Köyü, Karaaga Köyü, Köprübaşı (Ferizler) Köyü, Sarıağaç Köyü, Güngören(Teniste) Köyü, Karaçukur Köyü, Sarıdana Köyü, Kızılaliler Köyü, Gercebahşiş Köyü, Karalarbahşiş Köyü, Güneybahşiş Köyü, Pınarlar Köyü, Vinç Köyü, Kılıç Köyü, Ormancık Köyü, Sugözü Köyü, Boğuntu Köyü, Çukurabanoz Köyü, Uçarı Köyü, Kaledran Köyü.
Yolunuz Antalya tarafına düşerse, Akdeniz'in incisi Anamur'a uğramadan, gezmeden geçmeyin..
Hanife Mert

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Mevlana'dan İnciler..



Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme...Gönlüm duygularını anlatamadığı için 
kızarken dilime...Dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor 
gönlüme...(Hz. Mevlana)

‎''Sükût Gönlün Vasfıdır ki O Hep Sessiz Anlatır.."

İnsanın Yaratılış Gayesi..



Kimi görüşe göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsî arzularını yerine getirir ve sonra toprağa karışır gider. Yani, insan yaşamak için yaşar. Basit dünyevî hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur. O, ot gibi yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder.
İslam’a göre, insanın yaratılış gayesini Allah (cc) belirlemektedir:

“Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” (51/Zâriyât, 56)

“Sizi boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (23/Mü’minûn, 115)

İnsan, yalnız yemek, içmek, gezmek tozmak için  yaratılsaydı insanın herhangi bir hayvandan farkı olmazdı. İnsan boş yere yaratılmamış ve başı boş bırakılmamıştır. O, bir görevi yerine getirmek için yeryüzüne gönderilmiştir Kendisi gibi herhangi bir yaratığa kul, köle olmak için değil; yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek, dünyada Allah’ın hükmünü hakim kılmak, buna karşı çıkan engelleyici güçleri (fitneyi) bertaraf etmek suretiyle halifelik görevini yürütmek için yaratılmıştır. İnsan, nefsi için değil; Allah’a ibadet etmek için, şu fâni dünya için değil; ebedî hayat için yaratılmıştır. Allah'a ibadet için yaratılan insan, bu kulluğunun karşılığını hem dünyada hem ahirette alacaktır. Allah'ın emirlerine itaat, dünya ve ahiret mutluluğuna sebeptir.
İnsanın yaratılış sebeplerinden biri, en geniş anlamıyla yeryüzü yönetiminden sorumlu olmaktır. Halife olmanın anlamı budur. O halde insan, kendi toplumuna huzur ve adaleti hakim kılma görevinin yanı sıra, yeryüzünde yaşayan diğer canlıların hayatlarını devam ettirmelerinden, yeryüzündeki bitki örtüsünden, çevreden ve benzeri şeylerden de sorumludur. Aslında bu görevi de, Allah'a ibadet görevinin çerçevesi içinde görülmelidir. Çünkü namaz, oruç, zekât gibi şekli belirlenmiş ibadetler ve helal-haram gibi konularda Allah'a karşı görevini yerine getiren insanın, dünya hayatıyla ilgili çabaları da ibadet kapsamı içerisine girmektedir. Belirlenmiş ibadetlerini yerine getirmeyen, ahlâkî kurallara riayet etmeyen kimsenin, dünyayı imar görevini yerine getirmesi ise, kendisine manevî alanda herhangi bir değer kazandırmaz. Böylesi insanların hayvanlardan farkı yoktur. Çünkü hayvanlar da fesat çıkarmayıp yeryüzünün îmarına hizmet ederler.

Allah'ın emirlerini yerine getiren kimsenin, dünya hayatıyla ilgili çabalarının da ibadet olarak görülmesi, din-dünya ayırımını ve dine ait olan ile dünyaya ait olan gibi bir bölünmeyi de ortadan kaldırmaktadır. Laiklik demek olan böyle bir ayırım, insan şahsiyetini de parçalar; kişiliğinde birtakım bozukluklara sebep olur. Dünya hayatı, ahiret hayatının bir mukaddimesidir ve onunla sıkı sıkıya bağlıdır. Böyle bir bakış açısı, dünya hayatını olması gereken konuma oturtmuş olur. Bu takdirde dünya hayatı, aşağılık ve çirkef bir hayat değil; ahiret mutluluğunun kazanıldığı bir yerdir; kaçınılmaz bir aşamadır.

İbadetler, Allah'ın onlara ihtiyaç duymasından dolayı değildir. Bilakis fert ve toplum olarak, insanın kendisinin onlara ihtiyaç duymasından; fert ve toplum olarak hayatının düzene girmesi içindir. Mesela, belirlenmiş ibadetlerin başında gelen namaz, insanın kötülüklerden alıkonmasını sağlar; en azından bu hedefe yardımcı olur. Oruç, yine nefsin terbiye edilmesi ve insan iradesinin güçlendirilmesi; zekât, toplumda ekonomik yapının düzenlenmesi ve insandaki mal tutkusunun frenlenmesi için bir araçtır. Kuşkusuz bu ibadetlerin daha başka dünyevî faydaları da vardır. Esas faydaları da ahiret mutluluğuna sebep olmalarıdır. Ama unutulmamalıdır ki, nice yararları olan tüm ibadetleri biz, bu faydalarından dolayı değil; Allah'ın emretmesinden dolayı, O'nun rızası için yerine getiririz [1]
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 192; Ahmed Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri





Kullar gitmesede yollar gider Allah'a

Her mevsim yaşanan olaylar gösteriyor ki, ölüm yeni bir hayatın başlangıcıdır ve o hayata ulaşabilmek için geçirilmesi gereken bir arınma hareketidir. Diğer bir ifadeyle ağırlıklardan kurtulma faaliyetidir. Sonbaharda çürüyen, kuruyan ve kendisinde hayattan eser kalmayan kökler, dallar ve tohumlar, ilkbaharın o her yerden hayat fışkıran bayramına hazırlanır ve vakti geldiğinde yeni bir hayata kavuşurlar. Ölüm son değil.

Neler bekliyor bizi? İşte birgün bizler de, o tohumlar gibi toprağa düşeceğiz. Her ne kadar bir müddet için toprağa karışsak bile, bizim de ebedî bir baharımız vardır ve gelecektir Evet, doğumla bu âleme kavuşulduğu gibi, ölümle de bir başka âleme kavuşulacaktır ve tohum, toprakta çürümesine rağmen oradan nasıl bir başka hayata kavuşup, gökyüzüne doğru dal budak salıyorsa, insanın cesedi de ölümle çürüyecek, fakat ölümsüz ruhuyla ebedî bir âlemde hayat bulacaktır Yer altındaki tohum, nasıl yer üstündeki ağaç hâlini ve güneşli dünyayı idrak edemez, onu önceden düşünemez ve bilemezse, biz de bu kayıtlı ve sınırlı hâlimizle, ebedî hayatı ölümden önce anlayamayız. İnsan için ölüm, ipek böceğinin koza içindeki krizalit dönemi gibidir İpek böceğine, kabir gibi daracık kozasından çıktıktan sonra kelebek olacağı ve kendisine birer kanat ihsan edileceği bildirilse, böcek ona inanmakta zorluk çekecektir. İşte insan da, ebedî âlemdeki hayatını anlamak noktasında o ipek böceği kadar âcizdir. Çünkü bütün duyguları, bu dünya ölçülerine göre çalışmaktadır Ancak içinden gelen bir ses, ona ebedî âlemlerin var olduğunu haykırır durur.

İlim adamları tarafından da doğrulanan ve bütün insanların yaradılışında var olan bu sonsuzluk arzusu, bize ebedî âlemlerin varlığını bildiren en kuvvetli bir psikolojik delil olarak kabul edilmektedir. Tıpkı açlık ve susuzluk gibi. İnsanın susaması, suya işaret eder ve onun varlığını gösterir. Bu, su ile insan arasındaki özel ve içten bir alâkadır. İnsanın âhiret âleminin varlığını iç dünyasında sezmesi âhiretin varlığına en büyük delildir. Veya en azından böyle bir âlemin olmasını ve yaratılmasını gerektirir.

En küçük bir canlıyı, bir karıncayı dahi mükemmel bir şekilde besleyen ve istediğini veren Rabbimiz, bize de bütün duygularımızla istettiği âhireti, elbette verecektir Zaten âhireti vermek istemeseydi, onu istemek duygusunu da biz insanlara vermezdi Bütün insanlığı tesiri altına alan ve kuşatan bu gerçeğin, boş ve kuru bir iddia olmadığı açıktır. Bu arzuyu insanın kalbine koyan kim ise, onu verecek olan da ondan başkası olmayacaktır elbette.

alıntı

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...