8 Nisan 2012 Pazar

DOST..


Bir şekilde hayatımıza giren insanlar vardır; Sokakta yürürken omzuyla çarpar kimi geçer gider; kimiyle her gün aynı saatte aynı yerde karşılaşır selamlaşırız; kimiyle internette  tanışır paylaşımlarımızla düşünce ikliminde yer alırırız, kimi arkadaştır keyifler paylaşılır kimi dosttur hüzünlere ortak.. Omzunda ağlanır kiminin, kiminin öğütleri dinlenir, kimine akıl verilir...
Dostları olmalı insanın,
Aynen gemilerin limanlari gibi
Zaman zaman uğradığın
Yükünü boşalttığın
Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda ...
Bir de her şeyden vazgeçtiğimiz, en ihtiyacımız olduğu anlarda ansızın, hiç hesapsız kitapsız gelip, birden hayatımızın en önemli kısmını paylaştığımız, en mahrem sırları paylaşıp nerdeyse birlikte ağladıklarımız vardır. Derde ortak, sevince arkadaştır onlar.. Öyle ki bazen “işte mucize bu olmalı” diye düşünürüz. Umulmadık bir zaman ve şekilde hayatımıza girer ve hayatımızın merkezinde önemli yerini alır, bizimle ilgilenir; bazen abla , abi, bazen anne / baba, bazen sırdaş bir arkadaş,bazen vefalı bir yaren olur, sabırla sukunetle yaklaşır ve en önemlisi de bazen hayatlarımıza melek olurlar.. Yaşam yollarımızın kesişen bir bölümünde yanımızda yer alıp elimizi bırakmazlar...
Dostları olmalı insanın,
Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen
Düşünmediklerini düşündüren
Seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
Gerektiginde senin için ateşi yutabilen
Yolunu ısıtan ustan olmalı,
Şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
Sana verebilmeli soğuk bir kış gününde
Üzerindeki tek gömleğini...
En umutsuz olduğumuz anlarda her şeye bitti gözüyle baktığımız, hayatın yükünün altında ezildiğimizi hissettiğimiz bir anda çıkar ve umud olur umutsuzluğumuza.. 
Umutsuzluk bilmez umut satıyor
Sevgisi sevdası bir başka dostun
Gönül gözü ile dosta bakıyor
Hüzünü hasreti bir başka dostun 
Yüreğinde sevgi pınarı akar
Sevgiye susamış canları yıkar
Dost dediğin dosta hasretle kokar
Gönül sofrasında lokmadır dostun 
Ve bir gün yollar ayrılır; bir şekilde, bir nedenle.. Ama iyi ki gelmişlerdir ve iyi ki var olmuşlardır hayatımızda..
Sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
Geri döneceğin günü bekleme umuduyla
Bazen rüzgara o açmalı yelkenini
Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
Halatlarını çözmeli
Seni çok ama çok özlemeli... 

7 Nisan 2012 Cumartesi

Biraz da Müzik. Karmate Karaduman-TÜRKÜLER ÖZÜMÜZDÜR


Geldi bi kara duman
Dağlarun arasina
Kaderum da benziyor
Dumanun karasina

Göresledum yarumi
Hasret yureği dağlar
Gözden yaş akmaz ama
Kalbum oturmiş ağlar

Sensuz bu yaylalarda
Gülum zaman geçer mi
Sen çikmazsan yaylaya
Dağlar çiçek açar mi

Sevduğum sigarani
Ne of çeker içersun
Al beni da yanuna
Ne hasretluk çekersun
not: Fon müziğini kapatmayı unutmayalım..:)

Ve Ağlıyordu İnsan..



Yolda yürürken, ya da arabanızla ağaçların yanından geçerken etrafı kaplamış hanımeli kokularını duydunuz mu bugün?..
Gitmek istemeyen baharla, gelmek isteyen yazın paylaşamadığı rüzgarlar bugün olabildiğince dağıtıyordu bu mis gibi kokuları
Bir de sapsarı bir dolunay vardı, henüz binalar arasından ayrılıp göğe yükselmemiş..
Dolunay burcu burcu hanımeli kokuyordu bugün.. 
Güneş tüm hararetiyle yanarken, uzaklardan kara bir bulut geliyor, birkaç damla yağmuru serpiştirip yeni açmış güllerin üzerine, geri gidiyordu.. Etraf serinliyor, çiçekler ışıldıyor ve sanki ferahlıyordu.. Gök ağlıyordu sanki ve bu hüzne güller, hanımelleri, menekşeler, leylaklar katılıyor da onlar da yapraklarının kenarından sarkıttıkları birer damla yaş ile katılıyorlardı
Ağlamak, sessiz sedasız olduğunda nasıl ferahlatıyor, nasıl bir lütuf oluyordu.
Ağlamak, hüznün, bazen çaresizliğin, bazen muhtaçlığın, bazen hüsranın taşıp gözlerden akmasıyla aslında insanoğlunun acizliğinin bir tecellisi, bir resmi oluyordu..
Ağlıyordu insan..
Elinden bir şey gelmediğinde, çaresiz kaldığında, kalbinde bir sızı duyduğunda, incindiğinde, canı yandığında, merhamet duyguları kabardığında..
Ağlıyordu insan..
Ne çok ağlayan insan gördüm.. Ne çok incinen ruh.. Ne çok yorgun beden..
Ama ben, bu gözyaşlarını sevdim.. Çünkü benliğin eridiğini gördüm gözyaşlarında..
Çaresizlik ifadesiyle yücelen yüce ruhlar tanıdım..
Bencillik yoktu gözyaşlarında, kibir yoktu..Sadece usul usul akan bir ruh vardı..
Hiç ağlamayan, kalbi burkulmayan, ağlamaya ihtiyaç hissetmeyen katı kalplerdense, acizliği yaşayıp hüzünlenen ve aslında ağlayarak Rahmete kalbini açanları sevdim.
Başka bir branş var mıdır acaba bu kadar gözyaşına şahit olan?..
Yoksa doktorlar mıdır insanların en gizli acılarına ortak olan?
Uzun tedavi süreci sonrası taburculuğunda ağlayan, aylar sonra kontrole geldiğinde hislenip ağlayan, bazen kimsesizliğinden, bazen yoksulluğundan ama hep çaresizlikten ağlayan insanlar..
İşte zahirde çok büyük üzüntünün müsebbibi olacak bu manzaraları, sürekli gülüp oynayan ve kendini hiç çaresiz hissetmeyen daha büyük insan topluluklarıyla kıyasladığımda, kalbime daha yakın, daha munis, daha aziz ve daha kıymetli görünüyor.
Çünkü tüm donanımlara, tüm nimetlere sahip bir şekilde yaşayıp tüketen insanların pek çoğu belki ihtiyaç duymayı ve nimeti vereni bilmiyor.. Nimeti Verene yönelip ondan gözyaşlarıyla bir şey istemiyor..Her şey zaten avuçlarında, öyle hissediyor..Sanki dünyaya hükmedebilir, kendini öyle güçlü sanıyor..
Oysa ne kadar güçsüz ve acizdir insan..Aldığı havadan, içtiği bir damla suya kadar nasıl da muhtaç Hayal yetisinden hafızaya, konuşmadan işitmeye kadar bunca kabiliyete nasıl da ihtiyacı var.. İhtiyacı var, ama farkında değil, çünkü eksikliğini hissetmemiş henüz..
İşte şahit olduğum nice gözyaşı, hep kainatın gerçek Sahibi ne iltica edilecek bir dua ile sonuçlanıyordu..Bir şeyler noksandı, ve Noksansız olandan talep edilecekti..
Acizdi, Aciz Olmayana yönelecekti o noktada insan..
İşte gözyaşı sessiz sedasız ve şekvasız aktığında bu nedenle pek kıymetli, pek güzeldi..
Hisseden, samimi bir kalbin işaretiydi..
Bunun için artık gözyaşlarını seviyorum..Artık gözyaşlarını akıtan hastalar gördüğümde, sabır diyorum..Sabır, geçecek, sadece birazcık sabır.
Evet, kolay değil sabretmek bazen, biliyorum..Ama zahmette rahmet var ve Cennette yüksek makamlara erişmek kolay olmasa gerek..Bu nedenle belki ahiretteki mekanı yüce olacak kimselere daha çok gözyaşı ve daha çok sabretme imkanı sunuluyor kim bilir..
Akan gözyaşları ve gözyaşlarına karışık dualar kim bilir sonsuzlukta nasıl bir hal alacak ve nasıl bir güzelliğe götürecek bir gün sahiplerini
İşte bu yüzden,
Artık, gözyaşlarını ve gözü yaşlı olanları seviyorum.

Ömer Hayyam Sözleri




Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok...
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım,
Ömrüm gelip geçmis, hiçbir şey bildiğim yok...
// Ömer HAYYAM //

5 Nisan 2012 Perşembe

Dua Almaya Bakın..


Vaktiyle bir ateşperest, oğlunu evlendirmektedir. Düğün günü çok koyun ve inek kesilir. Et kokuları mahalleyi sarar. Ancak evin bitişiğinde, Müslüman, dul bir kadın, dört yetimiyle yaşamaktadır. Hepside günlerdir açtırlar. Kadıncağız, düğün evinin kapısını çalıp, 'ateş' ister. Ancak maksadı başkadır. 

“Belki yemek verirler” diye gitmiştir. Adam, kadının niyetini anlasa da, bir şey vermez. Kadıncağız, bir daha gidip 'ateş' ister. Yine eli boş döner. 
Üçüncüde yine öyle. Ama ne olur bilinmez, bu defa acır kadına. Hallerini anlamak için dehlize iner ve dayar kulağını bitişik evin duvarına ve dinler.
Yetimcik, annesine yalvarıyor:
— Anneciğim, ne olur bir daha git. Belki bu sefer bir şey verirler.
Kadın ağlamaklıdır:
- Üç defa gittim yavrum! Artık utanıyorum.
Adam bunu duyar. Kalbi sızlar. güzel bir 'Sofra' hazırlatıp, gönderir evlerine. Ve dehlize inip, dinler yine. Yetimlerin en küçüğü dua ediyor:
- Ya Rabbi! O nasıl bize ikram ettiyse, sen de ona ikram et! Onu imanla şereflendir!
Ardından;
- Âmiiiin! sesleri yükselir.

O anda, kalbi döner ateşperestin. Ve 'Şehâdet'i getirip imanla şereflenir. Nitekim Sadaka, belâyı önler. Ama dua, kaderi değiştirir! Buyurmuştur büyüklerimiz

Dua almaya bakın.

Dikensiz Gül Açar mı?

“…Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz 
mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi 
sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, halbuki siz bilemezsiniz” 
Bakara/216 
demektedir Cenab-ı Hakk… Biz bilemeyiz… 
bilemeyiz bizim için iyi mi hayırlıdır kötü gözüken mi? 
Ama bildiğimizi sanıp, başımıza gelenlere yorum yaparız… 
Hani ayırırız ya hayır ve şer diye… 
hani hep başımıza gelen hayır olsun isteriz ya.. 
hani hep kötü işler gelip beni mi buluyor deriz ya isyan edercesine…. 
hani gülü sever de dikenine yüzümüzü buruşturarak bakarız ya.. 
Maksat hep güzelliklerin bize verilmesi midir yoksa güzelliklere 
layık olunması mıdır hiç düşünmeyiz. Gülü severiz de dikenine 
burun kıvırırken, unuturuz dikeni yaratanın da gülü yaradan’ın da aynı olduğunu… 
Sevgiliden gelen her şeye katlanmalı, bilinmeli ki 
güle gül kokusunu veren dikendeki özsudur aslında… 
Daima O’nun gülüne de dikenine de razı olmak varken 
neden bilmeyiz ; gül koklamak isteyenin,eline dikenin 
mutlaka batacağını…Unuturuz her nimetin bir külfeti olacağını… 
Hz. İbrahim; fakir ve yolda kalmışlara, mutlaka sofrasını açar, 
az çok ne varsa onlarla paylaşırdı. Rabbinin rızasını kazanmış 
bu yüce Peygamber; yine bir gün sofrasına kabul ettiği ama 
Allah’ın adını anmadan yemeğe başladığı için kızdığı bir kul 
için ne diyor Cenab-ı Hakk… 
” Ya İbrahim! Ben bu kulumu, beni inkâr etmesine rağmen 
40 yıldır besliyorum da, sen bir öğün mü doyuramadın?” 
Bize gül ikram edene nasıl teşekkür edeceğimizi bilemeyiz… 
ama bu gülü ikram eden, üstelik sevgisini ve rahmetini 
her daim hissettiren Yüce Mevla’mıza nasıl teşekkür etmeyiz ki? 
Onun gönderdiği gülleri koklamaktan çekinmezken, 
dikenine neden nankörlük ederiz ki… 
Bizi sevgisinden yaradan yüce Allah, bizlere isteyerek 
zulüm yapmaz, zora koşmaz, bela ve musibetlerle sınamaz… 
Bunların hepsi, nefsimize uymadığından bizim düşüncelerimizde 
oluşan musibetlerden başkası değildir… 
Hele birde; doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen sürecin; 
O’nu daha çok anmamız, O’nun sevgisine daha çabuk ulaşmamız, 
O’na yönelmemiz, O’nun rızasını kazanmamız için geçen bir imtihan süreci olduğunu idrak edebilsek… 
Hele birde; O’ndan gelen hayır ve şerre razı olabilsek, isyan etmeden “Rabbim benim için hayırlı olanı böyle takdir etti, 
o halde bana teslim olup O’na daha çok yönelmem gerek” diyebilsek… 
Hele birde; “ Yarabbi! her şeyi yaradan sensin.. 
işte sırf sen yarattın diye cennetine de razıyım, cehennemine de “ diyebilsek.. 
Hele birde; “ Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri.. 
isteyene ver onları…Bana seni gerek seni” diyebilsek.. 
Açıp ellerimizi de, bakalım avuçlarımıza… 
Dikensiz gül açıyor mu ? 



alıntı

4 Nisan 2012 Çarşamba

İnsanın Yaratılış Gayesi..


Maddecilere göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsî arzularını yerine getirir ve sonra toprağa karışır gider Yani, insan yaşamak için yaşar Basit dünyevî hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur O, ot gibi yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder

İslam’a göre, insanın yaratılış gayesini Allah (cc) belirlemektedir:

“Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” (51/Zâriyât, 56)

“Sizi boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (23/Mü’minûn, 115)

İnsan, yalnız yemek, içmek, gezmek tozmak için yaratılsaydı insanın herhangi bir hayvandan farkı olmazdı İnsan boş yere yaratılmamış ve başı boş bırakılmamıştır O, bir görevi yerine getirmek için yeryüzüne gönderilmiştir Kendisi gibi herhangi bir yaratığa kul, köle olmak için değil; yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek, dünyada Allah’ın hükmünü hakim kılmak, buna karşı çıkan engelleyici güçleri (fitneyi) bertaraf etmek suretiyle halifelik görevini yürütmek için yaratılmıştır İnsan, nefsi için değil; Allah’a ibadet etmek için, şu fâni dünya için değil; ebedî hayat için yaratılmıştır Allah'a ibadet için yaratılan insan, bu kulluğunun karşılığını hem dünyada hem ahirette alacaktır Allah'ın emirlerine itaat, dünya ve ahiret mutluluğuna sebeptir

İnsanın yaratılış sebeplerinden biri, en geniş anlamıyla yeryüzü yönetiminden sorumlu olmaktır Halife olmanın anlamı budur O halde insan, kendi toplumuna huzur ve adaleti hakim kılma görevinin yanı sıra, yeryüzünde yaşayan diğer canlıların hayatlarını devam ettirmelerinden, yeryüzündeki bitki örtüsünden, çevreden ve benzeri şeylerden de sorumludur Aslında bu görevi de, Allah'a ibadet görevinin çerçevesi içinde görülmelidir Çünkü namaz, oruç, zekât gibi şekli belirlenmiş ibadetler ve helal-haram gibi konularda Allah'a karşı görevini yerine getiren insanın, dünya hayatıyla ilgili çabaları da ibadet kapsamı içerisine girmektedir Belirlenmiş ibadetlerini yerine getirmeyen, ahlâkî kurallara riayet etmeyen kimsenin, dünyayı imar görevini yerine getirmesi ise, kendisine manevî alanda herhangi bir değer kazandırmaz Böylesi insanların hayvanlardan farkı yoktur Çünkü hayvanlar da fesat çıkarmayıp yeryüzünün îmarına hizmet ederler

Allah'ın emirlerini yerine getiren kimsenin, dünya hayatıyla ilgili çabalarının da ibadet olarak görülmesi, din-dünya ayırımını ve dine ait olan ile dünyaya ait olan gibi bir bölünmeyi de ortadan kaldırmaktadır Laiklik demek olan böyle bir ayırım, insan şahsiyetini de parçalar; kişiliğinde birtakım bozukluklara sebep olur Dünya hayatı, ahiret hayatının bir mukaddimesidir ve onunla sıkı sıkıya bağlıdır Böyle bir bakış açısı, dünya hayatını olması gereken konuma oturtmuş olur Bu takdirde dünya hayatı, aşağılık ve çirkef bir hayat değil; ahiret mutluluğunun kazanıldığı bir yerdir; kaçınılmaz bir aşamadır

İbadetler, Allah'ın onlara ihtiyaç duymasından dolayı değildir Bilakis fert ve toplum olarak, insanın kendisinin onlara ihtiyaç duymasından; fert ve toplum olarak hayatının düzene girmesi içindir Mesela, belirlenmiş ibadetlerin başında gelen namaz, insanın kötülüklerden alıkonmasını sağlar; en azından bu hedefe yardımcı olur Oruç, yine nefsin terbiye edilmesi ve insan iradesinin güçlendirilmesi; zekât, toplumda ekonomik yapının düzenlenmesi ve insandaki mal tutkusunun frenlenmesi için bir araçtır Kuşkusuz bu ibadetlerin daha başka dünyevî faydaları da vardır Esas faydaları da ahiret mutluluğuna sebep olmalarıdır Ama unutulmamalıdır ki, nice yararları olan tüm ibadetleri biz, bu faydalarından dolayı değil; Allah'ın emretmesinden dolayı, O'nun rızası için yerine getiririz [1]
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ahmed Kalkan, İslam Akaidi: 192; Ahmed Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri


Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...