15 Şubat 2012 Çarşamba

O'ndan Daha Çok Kabul Eden Var mıdır Seni?


İnsan gerçekten kabul edildiğinde, değişmek için daha çok çaba gösterir.
Çevremizdekileri ve tüm sevdiklerimizi, farklı olduklarını bildiğimiz halde, yine de eskisi kadar sevebilsek keşke… Keşke, tam da bizim istediğimiz gibi olmadıkları halde, ilişkimizin daha da renklenebileceğini hissedebilsek. Ve bunun özgürlüğünü, rahatlığını yaşayabilsek.
eşke karşımızdakini asıl değiştirmenin yolunun, onu önce olduğu gibi kabul etmek olduğunu anlayabilsek, keşke kabul etmenin aslında onaylamak olmadığını görebilsek.
Oysa ki yargılamayla başlayan her diyalog dirençle biter, savunmayla başlar.
Kendin olduğun yerde, ötekini de farkedersin, onun duygularına da dokunabilirsin aslında…
Kendini bırakabildiğin sularda, etrafının daha da farkına varırsın, daha net görürsün herşeyi…
Kendini seyretmediğin her an, aslında sana sunulan her şeyi farkettiğin an oluverir.
Seni gerçekten kabul edebilen birinin yanında öylesine sen olursun ki, ‘Ben’in kendini göstermeye asla ihtiyaç duymaz, salarsın kendini güvenli sulara, kendi iç sesinin bile daha çok farkına varırsın.
Daha çok dalga geçersin kendinle, tüm saçmalamalarınla seversin kendini.
Tüm geçmiş hatalarınla tanışıp, hesaplaşıp, helâlleşip uğurlarsın onları…
Sana tüm öğrettikleri için onlara öfke duymak yerine, minnet duyarsın.
Camdan fırlatmak ya da sonsuz çukurlara gömmek yerine, kapıdan yolcu edersin,
Tozlu sandıklarından sürekli çıkarıp karıştırmanın, yüreğinin kabuğunu soymaktan, enerjini almaktan başka bir işe yaramadığını görürsün.
İnsan bazen bırakabilmeli boşuna yükünü taşıdığı ne varsa, gönüllü ya da gönülsüz aldıklarını, hayır diyemediği için yaşadıklarını, bilmemiş gibi yaptığı tüm bildiklerini…
Oysa ki bırakmadan başlayamazsın, boşaltmadan dolduramazsın yüreğini…
Gerçekten seni kabul eden, öylece kabul edebilen birinin yanında, her gün yeniden başlarsın yaşamaya… Her doğan günün sana getireceği hediyeleri beklemeye başlarsın.
Hayat, ayaklarının altında kaygan bir zemin olmaktan çıkar, bulutların üzerinde bile yürüyecekmişsin gibi güvende hissedersin kendini.
O seni hep duyar, hep kabul eder, nereden geliyor olursan ol.
Tüm bitiremediklerinle ve tüm başlayamadıklarınla kabul eder seni,
Hem de tekrar tekrar…
Her zaman için yeniden başlama fırsatı veren var mıdır O’ndan başka…
O seni bekler, öğrenmeni de, sevmeni de, görmeni de, anlamanı da bekler.
O’ndan daha çok kabul eden var mıdır seni?
-----


















Yaprağın Kaderi Düşmektir..



Bir fidan yeşerir umudun bittiği yerde,
bir fidan tutunacak dal olur uçurumun kenarında!
yeşerir solmuş yaşamın gölgesinde,
umutsuzluğa inat umut dalları büyütür insanın içinde!
her yaprak farklı bir umudu simgeler,yeşerdikçe dallanıp budaklandıkça
hayatın yaşamaya değer olduğunu hissederiz.
Hani yalanlar içinde gerçek oluşturmaya çalışırız ya kimi zaman,
ya da fırtınalı yüreğimizde sığınacak liman ararız,
işte yoklukta varlığa tutunmak için yalancı fidan büyütürüz içimizde
ve de umudumuzun yapraklarıyla bezeriz!

Fakat kaçınılmaz bir kader vardır;YAPRAĞIN KADERİ!
Her güzde yok olmaya mahkum,her fırtınada da savrulmaya!
YAPRAĞIN KADERİ DÜŞMEKTİR,
insanın kaderi de yazılanı yaşamak,çizilen yolda yürümek!
Düşmekten korkmadan, yaşamaktan korkmadan yürümek...
Sevmekten ve sevilmekten korkmadan yürümek...
hayat sadece güzelliklerden ibaret değil bunu kabul ediyoruz,
fakat ne kadarımız yaşadığımız olumsuzluklar içinde bir güzellik arıyoruz!

Bunu bilmiyorum, fakat bildiğim tek şey korkmayışım!
korkmuyorum düşmekten, korkmuyorum sevmekten ve sevilmekten,
korkmuyorum içimdeki yaprak demetinin kaderinden!

Ben baharı bekliyorum,içimdeki baharı!
Gelmeyecek belki,belki de yalancı bir bahar var içimde,
fakat umudumu yitirmiyorum umutsuzluk şehrinde!

Fani dünyanın getireceklerinede götüreceklerinede hazırım ben,
çünkü karanlığın ardındaki aydınlığı biliyorum!
Yağan yağmura inat,içimdeki ateşi koruyorum!

Aslında ben fani bedenimdeki yüreğimde sevgiyi taşıyorum...
 
alıntı


13 Şubat 2012 Pazartesi

İsterdim ki..



İsterdim ki, her gidişin bir dönüşü olsun! Ardından buğulu gözlerle el sallayanların, yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle kollarını açtıklarını da görebilsin her insan!

İsterdim ki, söylenmemiş sözcüklerin, kurulmamış cümlelerin değil, sadece; söylenmişlerin, kurulmuşların pişmanlığını duyalım; “üzgünüm!” diyecek zamanımız olsun!

Bağışlanmayacak kadar büyük olmasın suçlar!

İsterdim ki, sığınacak bir liman bulabilelim fırtınanın ortasında; yürek dardayken, “vazgeçme!” diyecek dostlarımız da olsun!

İsterdim ki, kaybetmeden önce ağlamayı, söylemeden önce düşünmeyi, nefretin tuzağına düşmeden tartışmayı da bilelim.

İlla, “savaş” tehdidi altındayken atmayalım, “barış” çığlıklarını...
İlla, sevilmemiz gerekmesin, sevebilmek için!

Dünyanın yalan olduğu genellikle bilinir de, hani bazen söyletirler insanı; “Dostluk, sevgi yalanmış!” diye... Gelip geçici dense, dilimizin ucundadır; şan, şöhret, güzellik... İsterdim ki, kimsenin aklından çıkmasın, gelip de geçtiğimiz...

Bir yolculuğu güzel yapan, yanımızdaki insanlardır ve her birimiz, bizlere ödünç verilmiş bir hayatı yaşarız. İsterdim ki; kadri, kıymeti bilinsin; aynı zaman dilimini paylaşıyor olmanın!

Kimse susmasın konuşması gerekirken; sadece, kazanacakları kavgalara girişmesin insanlar!

Düşlerimiz olsun, kimsenin cesaret edemediği türden!

İsterdim ki; acı rehberlik etmesin mutluluğa; ölüm, gözümüze sokup durmasın hayatı; hasrete ihtiyaç duymasın vuslat!

İhanetin karası sürülmesin alnımıza, ayazı vurmasın gözlerimize; kağıt üzerindeki gibi, öylece durmasın yüreğimizde sevgi, bir işe yarasın!

Yaşlılar kimsesiz, gençler yarınsız kalmasın. Hazan değmesin gülümseyen yüzlerine çocukların! Başı önde gezmesin insanım; aynalar, kırılmasın utancından!

Bana dokunmayan yılan bin yaşamasın, çuvaldızı tatmadan, saplanmasın iğneler!

Boşlukta sallanmasın uzatılan hiçbir el; bulunsun, her selama bir karşılık veren!

İsterdim ki; acılar acımız, sevinçler sevincimiz, haksızlıklar kavgamız olsun!

İsterdim ki; hepimizin bir türküsü olsun yüreğini titreten, bir şiirimiz olsun umudun tükenmediği, bir amacımız olsun, uğruna bir ömrün harcanacağı türden... Bizsiz, bir hiç olsun şu kainat!

Gel gör ki, mükemmel bir dünya değil yaşadığımız; görünen o ki, mükemmel de olmayacak; ne O, ne biz!

“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” demiş, Sait Faik Abasiyanik...
 
 İsterdim ki, bir insani sevmekle başlayalim!
 

12 Şubat 2012 Pazar

Yola Çıktıklarını Yolda Bulduklarına Değişirsen...

Yola Çıktıklarını, Yolda bulduklarına değişirsen; Yolunu Kaybedersin.. .Bir şeyi neden sevdiğini biliyorsan, artık çıkarın vardır. Bırakmıyorsan, artık çaresizliğe girmiştir sevgin. Umudunu Sevgin Sanma...Yola çıkmadan önce bir daha düşün.. Çünkü hevesle yola çıkanın sonu hüsran... Aşkla yola ...düşenin sonu yanmaktır! MEVLANA

Sabır, tahammülün bittiği yerde filizlenir ..


Olmaz gönlüm, olmaz öyle! Keskin sirkenin akıbeti malûm. Dört mevsimi yaşayan bir cennetin bağrında büyüdün de sen onun için böyle bir baharı ve yazı özlersin.
İstersin ki çabuk geçsin fırtınalı sonbahar ayaza durmasın kışlar.
Dedim ya sen dört mevsim hesabını yaparsın yaşarken duygularını.
Ama bilmelisin herkes buralı değil.
Bilmelisin güneş görmeyen yurtlar var.
Olmaz gönül olmaz öyle.
Yükün ağır bilmekteyim baharı yaşamayanlarla kış nasıl geçer; onu da bilmekteyim.
Ama şunu da bilmekteyim ki sabredebildiğin ölçüde yaşarsın.
Eminim ki hayat sabra denktir.
Ve sabır tahammülün bittiği yerde filizlenir.

Sabır gönlüm sabır!
İçine çekerken zehir gibi gelir tadı boğulacağını zannedersin..
Kanın çekilir yüzünden bembeyaz olur sîman; yutkunursun geri döner içinde düğümlenenler.
Başını eğmek istemezsin; ama kaldıramazsın da öyle göklere doğru.
Ağlarsın gözyaşın akmaz.
Haykırmak gelir içinden zangır zangır gürültüler habercisi olur titreyen ellerin.
Konuşursun yalnızca kendinle dökersin içini; senden başkası duymaz bilirsin bunu.
Sitemlerin dillenir haklı olduğunca bağırırsın rahatlarcasına ama sadece kendi içinde ama Sonra gözlerin...
Gözlerin nihai nokta olmak ister en sonunda.
Durur öylece bakar bakar...
Ve kimseler fark etmez neden donuklaştığını kimseler anlamaz anlatmak istediği çifte derin mânâyı...
Sonra çekip alıverirsin anlamlı bakışlarını ruhunu bir kenara bırakmışlardan.

Yüzünü çekersin yalan dünyanın yalancılarından.
Alnındaki kırışıklıkları alıverirsin haberi olmayanların önünden.
Ve başlar böylece sabır maratonun.
Korkma gönül
sen hele azmet sabır için yüreğini koy ortaya gör ne mânevî hediyeler paketliyor Yaradan...

En masumane tavırlarına gaddarca yaklaşanlar olacak belki.
İçindeki çocuk hafife alınacak...
Anlatmak istediklerin değil anlaşılamamış yanların konuşulacak.
"Olsun!" diyeceksin yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden.
Ve kalbin şöyle bir hafifleyecek damarlarına giden iyimserlik yolunu tıkamadığından...
Üzülüp acı çektiğin anlarda çileni hafife alanlar olacak belki...
Öyle bir yanacak ki için kimseye anlatamayacaksın.
Günlerce ağlayacaksın gözyaşının lâhutî ikliminde.
Sonra en yakınındaki en yüreğindeki vuracak hislerini...
Canım dediğin dönecek sırtını.
Bir "ah!" çekeceksin derinden ve anlamaya çabalarken empatinin gücüyle
Arkanı döndüğünde kimse kalmamış olacak.
"Sabır" diyeceksin yine sabır...
Faltaşı gibi açılıp kalacak gözlerin bazen de...
Çok şaşıracaksın çoook!
Ya gönül...
Kalp kırmak çok kolay oldu kalbin değeri pazarlara bile çıkartılmaz oldu.
Tatlı sözü unutanlar çok şu hengâmesinden sallanıp duran asırda!
Aldırma diyemem aldıracaksın elbet hislenip içerleyeceksin belki.
Zannediyor musun ki
yüreğine aldıklarına söylediğin nazenin kelimeler boşta kalır!
İnanıyor musun ki sevdiklerin için kurduğun lâtif cümleler öksüz bırakılır!
Yok gönül yok!
Sahibi var hepsinin.
Bırak duymasın insanlar bırak sertliği onlara! Bırak tabularına kale yapsınlar!
Yeter ki sabret gönül asıl sahibini düşünüp sabret başını sonunu kestiremediğin olaylarda bile...
Bırak vursunlar ayıbını yüzüne bir kusuruna binler cefâ taksınlar.
Yaradan'ın "Settar" ismi beşerin hükmüne mi kalmış.
Sen sabret gönül...
Felaket tellalları susmasınlar isterlerse?
Olumsuzluğu yaymanın zevkine doyamayanlara inat bütün güzel düşüncelerini yay sere serpe.
Zehrini ağzında taşıyan yılanın başını ezemesen de bal damlasın dilinden.
İnan kimse üzemez seni Uzat ellerini ve bekle.
Sabırla bekle gönül!
sabret gönül
sabret!...
Ama şunu da bilmekteyim ki sabredebildiğin ölçüde yaşarsın.
Eminim ki hayat sabra denktir.
Ve sabır tahammülün bittiği yerde filizlenir...
 
 alıntı

Ayrılık Vakti

   
 
Akşamı getiren sesleri dinle
Dinle de gönlümü alıver gitsin
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin

Güneşle köye in, beni bırak da
Küçüle, küçüle kaybol ırakta
Şu yolu dönerken arkana bak da
Köşede bir lahza kalıver gitsin

Ümidim yılların seline düştü
Saçının en titrek teline düştü
Kuru yaprak gibi eline düştü
İstersen rüzgara salıver gitsin

 NECİP FAZIL KISAKÜREK


Hep kaçtığın yalnızlık!!!! (Biraz uzun ama okunası bir yazı.)

Farz et ki artık yalnızsın…
Aynaya her döndüğünde, ömrünün son demlerini yaşadığını hatırlıyorsun. Kuru bir yaprak gibi günbegün sararıp soluyorsun. Ruhun ve bedenin nefes almakta zorlanıyor artık…

“Bu kırışan yüz, bükülen bel benim mi?” Diye soruyorsun kendine. Şimdi, görmekten hoşlanmadığın bedenin haykırıyor “Bitti, bitti!” Diye. Tükeniyorsun…

Esen yelle savrulup giden hazan yaprakları gibi solgun bir yaprak olmayı tercih ediyorsun, insan olmak yerine. Öylesine ağır geliyor ki zamanın yükü, her geçen dakika daha çok telaşlanıyorsun. Korkuyorsun, her an hayatın kayıp gidecek diye ellerinden…
İstemediğin yalnızlık kapında şimdi.

Farz etki artık yalnızsın…
Bitmez sandığın gençliğinden eser kalmadığını görüyorsun. Delice harcadığın zamanlar aklına her gelişinde, yere düşürüyorsun yüzünü. Saatler senin için ilerliyor, uçup giden ve seni hiç bırakmayacak sandığın gençliğine, güzelliğine söyleniyorsun. Ama faydasız. Giden gitmiştir, üstelik hiç acımadan, vefasızca, habersizce çekip gitmişlerdir.

Oysa ne kadar da kıymetliydiler değil mi senin için? Hiç düşünmezdin değilmi, hayatın mum misali erimeye mahkûm olduğunu ve yalnızlığın bir gün kapını çalacağını? Sen buyur etmesen de misafirin olacağını?

Farz et ki artık yalnızsın…
Aynalar da artık senden yana değil. Küsüyorsun aynalara, seni yalnız bırakan gençliğine ama kimsenin umurunda değil. Geri istiyorsun kaybettiklerini, iç çekiyorsun sessizce, ağlıyorsun kimseler görmeden. Sonra… Ağlamaya bile geç kaldığını anlıyorsun.

Yitirdiğin vakitler aklına her gelişinde, çaresizliğin verdiği pişmanlıkla kıvranıyorsun. Hoyratça davranmıştın hani zamana, şimdi de zaman sana hoyratça davranırsa ne yapacaksın?

Yalnızlığın durakları geliyor aklına, korkuyorsun. Korkular çaresiz, sen çaresizsin. Oysa hep yalnızdın zaten. Kalabalıkların içindeyken bile yapayalnızdın...

Duymak istemeyen, kabullenmeyen sendin. Biliyordun, hazırlanmalıydın, seni yalnız bırakmayacak olan Rabbi’ne kulluğunu eksiksiz yapmalıydın. Ya şimdi, kim yanında olacak? Son nefesinde kim giderecek korkularını?

Kim girecek seninle kabrin kuytusuna? Kimde teselli bulacaksın, mahşer kalabalığında?...

Hatırla…
Bencilleşen dünyanın bencillikle yoğrulan bir dişlisi de sen olmuştun. Sadece sen vardın hayatının merkezinde. Sen de aciz bir varlıkken koymamalıydın kendini hayatın merkezine. Bu kadar önemsememeliydin kendini. Seni önemseyeni tercih etmeliydin.

Oysa şimdi… Vazgeçilmezlerin çoktan vazgeçmiş senden!
 
Seni bırakmayan ve her daim elinden tutan Yaradan’a vefasızlığın mahkûm etti seni yalnızlığa. Yalnız bırakmayacağının müjdesini de vermişti üstelik, duymak istemeyen sendin. Ve sen yalnız bıraktın, nefsinin arzularını tercih ederek; O’na götüren yolları, seccadeni yalnız bıraktın, yetimin gülüşünde saklı olan rızasını yalnız bıraktın, gecenin pişmanlığa çağıran demlerini yalnız bıraktın.

Ya şimdi?... Onlar seni yalnız bırakırsa ne yapacaksın!

Bak! Varlığın önemsenmiyor artık. Dost bildiklerin çoktan çekip gittiler. Oysa seni önemseyen, sana asıl dost olacak biri hep vardı. O Bir’e, o Tek’e sırtını dönen sendin…

Gün sayıyorsun şimdi, yalnızlığın duraklarına. Uçurumun eşiğine getirdi de seni unuttukların, fark edemedin!

Kabir geliyor aklına. Hayatında gördüğün birçok kişi son yolculuğuna gelecek ama kimse girmeyecek seninle beraber kabre… Ürperiyorsun, hesap melekleri gelince yanına, ne yapacağını düşünüyorsun, çaresizce...

Tekrar Rabbin geliyor aklına.
Eyvahlar olsun! Yeni mi hatırlıyorsun sonsuzluğun sahibini! Neden unuttun O’nu? Neden kabirde de yalnızlığa mahkûm ettin kendini? Şimdide Rabbin seni yalnız bırakırsa ne olacak halin!

Mahşerin kalabalığında da yalnızlığa mahkûm olacağın geliyor aklına. Kabir gibi orada da mı kimsesiz kalacaksın? Öyle ya çok dostun, çok sevenin vardı. Peki, orada da olacaklar mı? Yalnız geldin dünyaya. Yalnız gideceğini neden unuttun?...

Uçurumlara sürükleyen nefsini dost mu sandın kendine! Yalnızlığın yokuşlarında, seni çoktan yalnız bıraktı oysa dost bildiklerin. Seni yalnız bırakmaması için niyazda bulunmadın hiç değil mi Rabbine...

Oysa bunu hep istemeliydin hem de hıçkıra hıçkıra. Gözyaşların şahit olmalıydı, sadece Rabbine güvendiğine ve sadece O’nu istediğine.

Yalnızlığını unutturacak işlerle meşguldün hep. Unuttuğun güzellikleri görmeyecek kadar hırslandıkça hırslandın, yozlaşmış dünyada. Oysa ibretin en büyüğüne şahit oluyordun, her gün yeniden. Ölüm’dü hani adı…

   Bir kefen parçasından başka hiç bir şey götürmedi gidenler. Buna rağmen maddeyle sınırladın hayat çizgini. Yazık etmedin mi kendine?...

Kardeşlik neydi? Sılai rahim neydi? Tövbe etmek neydi?... Unuttun bunun gibi daha nice güzellikleri.

Dur ve düşün! Bir soluklan, nereye koşuyorsun bir bak!...

Yüzleş kendinle, dön içine. Ne kadar yararı var sana, peşinden koşturup durduğun hayatın? Hazır mısın yalnızlığa? Bir sor kendine. Seni yalnız bırakmayacak bir şeyler hazırladın mı öteye, bir düşün!

Şimdi bir muhasebe yap kendinle. Hesap vermeye gitmeden, hesapla artılarını ve eksilerini. Düşün ki ömrünün son demlerindesin ve yalnızlığı yaşıyorsun. Nasıl olmayı düşlerdin? Ardına baktığında nelerin olmasını isterdin? Dürüstçe cevap ver kendine…

Bir de şöyle düşün

Şimdi dur! Bir de şöyle düşün…
Düşün ki Rabbinin rızasını gözeterek, ömrünün basamaklarını birer birer geride bıraktın. O basamakları, seni yalnız bırakmayacak olan güzelliklerle donattın…

En önemlisi de her adımında salih ameller işleyerek arkanda sarılacak birçok umut dalı bıraktın…

Anneni babanı duacı ettin kendine. Ailen ve eşin senden razı. Akraba ve komşuların, senin müşfik elini bir ömür boyu hep hissetti üzerlerinde. Yetimi gözettin, fakiri doyurdun… Dinine her fırsatta hizmet ettin, edemediğinde de edenlerin elinden tuttun, destekledin.

İnsanlardan uzak kaldığın anlarında, gözyaşları içinde yalvardın durdun Rabbine…

O Yüceler Yücesini andın saatler boyu. Tespihin döndü durdu, dilin ve kalbinle birlikte… Nefsinin arzularına karşı bir nöbet ki bekledin ömür boyu… Şeytanı adeta çıldırttın takva ve irfanınla…
 
Ne güzel değil mi?...
“İyi ki de kul olmayı bilmişim” diyorsun şimdi kendi kendine. “İyi ki de kul olmayı bildirmişsin ey Rabbim!” diyorsun yeniden.

Umudun var şimdi. Kimseler yanında olmasa da mühim değil, Rabbin var ya! Bu yeter sana. Unutmamanın ve yalnız bırakmamanın sevincini ve huzurunu yaşıyorsun şimdi.

İyilikte kusur etmediğin, akraban, komşun, arkadaşın da vefalı sana. Çocukların, hatta torunların bile üzerine titriyor. Güzellik eden güzellik buluyor…

Ölümü beklerken heyecan duyuyorsun artık. Vuslat oluyor, Hz. Mevlana misali düğün oluyor ölüm senin için. Korkular yerini ümide bırakmış. Seccaden ve her günahın ardında burkulan yüreğinin tövbeleri, yalnız bırakmıyor seni, ne güzel…
Zamanı da hiç yalnız bırakmadığını farz et. Ne mutlu sana! Dakikaları saat, günleri yıllar hükmüne çevirmişsin. Şimdi onlar da gelecek ardından ve kapısını her daim çaldığın Rabbin yalnız bırakmayacak seni, müjdeler olsun!...

Yalnız değilsin. Tebessüm ediyorsun, kul olmayı tercih ettiğin için insan olmaktan öte…


ZEYNEP YETER ARSLAN


 

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...